e-Medrese

Medine Döneminde Hukuki Düzenlemeler

Giriş

Cahiliye adetlerinin kökünün kazındığı 13 yıllık Mekke döneminde, herhangi bir kanuni yapılanma ile ilgilenilmemiş, daha çok dini ayakta tutma, İslam’ın yayılması, Müslümanların güçlenmesi gibi işlerle uğraşılmıştır. İşte bu dönem, aslında Müslümanları yoğun geçecek Medine dönemindeki hukuk sistemine hazırlamıştır. Mekke dönemi, Hazreti Peygamberin yeni bir dinin esaslarını anlattığı ve insanların azının kendisine inanıp çoğunun reddettiği bir devredir. Hazreti Peygambere inanmayan çoğunluk kesim her daim İslam’ın karşısında durmuş ve onun kökünü kurutmanın yollarını aramıştır. Rasulullah da buna çözüm olarak İslam’ın başka diyarlara yayılmasını öngörmüştür. Bu çözüm yolu ile hem Müslümanlar feraha kavuşacak hem de gittikleri topraklara İslam’ı yayacaklardı.

Rasulullah daha bi’setin 5. yılında Habeşistan’a 12 kişilik bir kafile yollamış, talihsiz bir olay üzerine bu kafile bir yıl sonra dönmüştü. Bunun üzerine Rasulullah 72 kişilik bir kafile daha yollamıştır. Günler geçtikçe Müslümanların sayısı artmış, bu artış ile müşriklerin baskıları da had safhaya ulaşmıştı. Yıllar sonra gerçekleşen Akabe biatları ile Rasulullah dışa açılan kapının anahtarını bulmuştur. Yesrib’ten gelen bir grup insan Müslüman olmuştur. Rasulullah onların yanlarına hoca olarak Musab b. Umeyr’i verir ve Yesrib’e yollar. Sadece iki yıl sonra Yesrib’teki iki büyük kabile -Evs ve Hazrec- Müslüman olur. Rasulullah bu habere çok sevinir. Müslümanların rahata kavuşması için yeni bir yol çıkmıştır.

Kısa bir müddet sonra hicret ayeti nazil olur ve Müslümanlar fert fert hicret etmeye başlarlar. Rasulullah da hicret edince Medine’de sadece Müslümanların kalabileceği bir ortam ve istikbaldeki Medine İslam devleti oluşmuş olur. Devlet olmak bazı sorumluluklar gerektirir elbet. Yeni adetler, yeni kanunlar ve yeni bir sistem… Artık ayetlerin rengi değişmiştir. Ayetler yeni bir devlet kurmaya odaklı gelmeye başlamıştır. İşte Medine dönemi hukuki açıdan böyle bir değere sahiptir. Gelin bu hukuki sürece kronolojik olarak bakalım.

Birinci Yılda Düzenlemeler

1. Hutbe: Hz. Peygamber Medine’ye hicret yolculuğunda ilk hutbesini Kuba Mescidi’nde irad buyurmuş ve bundan sonra hutbe, cuma namazlarının bir parçası haline gelmiştir.

2. Ezan: Medine’de hicretten hemen sonra Müslümanları beş vakit namaza dâvet etmek için bir çare aranmış, Rasulullah ashabı ile bu konuyu istişare etmiştir. Hristiyanlar gibi çan çalınması, Yahudiler gibi boru öttürülmesi, ateş yakılması vb. vasıtalar teklif edilmiş ise de Peygamberimizin gönlü bunlara yatmamış ve meclis dağılmıştır. Daha sonra Hazrec kabilesinden Abdullah b. Zeyd isimli zat rüyasında bir kişinin ezan okuyarak namaza dâvet ettiğini ve kamet getirerek de cemaate çağırdığını görmüş, uyanınca rüyasını Rasulullah’a anlatmıştır. Rasulullah “Bu ilâhî bir rüyadır” buyurduktan sonra sesi müsait olan Bilâl’e emretmiş, Bilâl’in Peygamber mescidine yakın yüksekçe bir evin üstünde okuduğu ezan-ı Muhammedî, kıyamete kadar güzel bir sünnet ve şiâr olmuştur. İlk ezanı duyunca koşarak gelen Hz. Ömer de aynı rüyayı gördüğünü ifade etmiştir.[1]

3. Nikâh: Hicretin birinci yılında Abdurrahman b. Avf evlendiği zaman Peygamberimiz kendisine “Eşine mehir olarak ne verdin” diye sormuş, o da “Bir çekirdek (bir gramdan biraz fazla) altın” demiştir. Peygamberimiz bu cevabı aldıktan sonra “Bir koyun keserek bile olsa insanlara ziyafet ver” buyurmuştur.[2] Mehir, düğün ve ziyafet gibi unsurlar ile başlayan aile müessesesinin kuruluşu, çeşitli zamanlarda gelen eş sayısının sınırlandırılması, karşılıklı haklar, anlaşmazlıkların çözümü gibi hükümlerle tamamlanarak devam etmiştir.

4. Cihat: Müslümanlar önce Habeşistan’a, sonra da Medine’ye hicret ettikleri halde Mekkeli müşriklerin zulmünden kurtulamamışlar, bilhassa Mekke’de kalan kadın, çocuk ve yaşlılar, çeşitli baskı ve işkencelere maruz kalmışlardı. Böylece zulmü ortadan kaldırmak, din ve vicdan hürriyetini sağlamak için düşmanın saldırısına karşı koymak kaçınılmaz hale gelmiş, ashap da bunu ısrarla talep eder olmuştu. Nihayet Allah Teâlâ: “Kendilerine karşı savaş açılanlara, zulme uğramış olmaları sebebiyle -mukabele etme konusunda- izin verildi. Şüphe yok ki Allah onlara yardım etmeye hakkıyla kadirdir.” (Hac: 22/39) buyurarak Müslümanların savaşmalarına izin verdi. Bu izinle başlayan cihat, gerekçesi bulundukça kıyamete kadar sürmek üzere meşru kılınmış, Peygamberimiz on yıllık Medine hayatında yirmi beş civarında büyük küçük gazâya çıkmıştır.

İkinci Yılda Düzenlemeler

1. Oruç: Önceki ümmetlere de farz kılındığı Kur’an-ı Kerîm’de bildirilmiş olan Ramazan orucu, muhtemelen Hz. İsmail ve babası Hz. İbrahim şeriatından kalmış bir gelenek olarak Araplarca bilinir, bazı kimseler bu ayda oruç tutarlardı. Peygamberimiz de bu ayda Hira Mağarası’na çekilir, burada ibadet ve tefekkür ile meşgul olurdu. Hicri 2. yılda nazil olan şu ayetle Ramazan orucu farz kılınmıştır: “Ey iman edenler! Sizden öncekilere yazıldığı gibi oruç size de yazıldı (farz kılındı); umulur ki korunursunuz.” (Bakara: 2/183)

2. Bayram namazları: Medine’de halkın eğlenip neşelendiği iki günleri vardı. Peygamberimiz burayı teşrif ettikten sonra “Allah bunların yerine size daha iyi iki bayram verdi; Fıtır ve Kurban Bayramı” buyurarak bu iki bayram geleneğini başlattı ve halka bayram namazlarını kıldırdı.[3]

3. Zekât: Yeterli mala sahip olanların vermekle yükümlü olduğu zekât farziyeti şu ayetle meşru kılınmıştır: “Mallarından, onları temizleyeceğin ve ruhlarını yücelteceğin bir sadaka (zekât) al.” (Tevbe: 9/103)

4. Kıblenin değiştirilmesi: Müslümanlar Mekke döneminde namaz kılarken Kudüs’teki Beyt-i Makdis’e yöneliyorlardı. Medine’de inen ayetle birlikte Müslümanların kıblesi ebediyete dek Kâbe olarak değiştirildi: “Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilmekte olduğunu görüyoruz. Hemen seni hoşnut kalacağın bir kıbleye doğru döndürüyoruz; yüzünü artık Mescid-i Haram tarafına çevir. (Ey Müslümanlar!) siz de nerede olursanız olun, yüzlerinizi o tarafa çevirin.” (Bakara: 2/144)

Üçüncü Yılda Düzenlemeler

1. Miras hükümleri: İslâm’dan önce Araplar kız çocuklarına mirastan hisse vermezler, miras erkek çocuklara kalırdı. Bunun dışında mal bırakılmak istenen kimseler için vasiyet edilirdi. Buhârî’nin İbn Abbâs’tan şu rivayeti miras hukukunun tarihine ışık tutmaktadır: “Mal erkek çocuğa ait idi. Ana-babaya vasiyet yoluyla mal bırakılırdı. Allah Teâlâ bu uygulamadan dilediği kısmı neshederek kaldırdı. Erkeğe iki kadın hissesi kadar verdi. Ana-babadan her birine altıda bir ve -bazı durumlarda- anaya üçte bir verdi. Kocanın hanımına sekizde veya dörtte bir, kocaya ise yarı veya dörtte bir verdi.”[4] Miras hukukunun büyük bölümünü detaylı şekilde Nisa suresi 11 ve 12. ayetleri anlatmaktadır.

2. Boşanma: Bu yıl içinde boşama hükümleri konmuş ve “Talâk” ismini taşıyan sure inmiştir. İlk ayette şöyle buyurulmaktadır: “Ey Peygamber! Kadınları boşamak istediğiniz zaman onları iddetleri içinde (iddetlerini gözeterek) boşayın ve iddeti iyi hesap edin. Rabbiniz Allah’tan korkun. Apaçık bir hayâsızlık yapmadıkça onları evlerinden çıkarmayın, onlar da çıkmasınlar.” (Talâk: 65/1)

3. Faiz: Faiz Araplar arasında son derece yaygındı. Mekke’de, Taif’de ve Medine’de faizcilik yaparak çalışmadan kazanan birçok kişi vardı. İslam’da faiz kademe kademe haram kılınmıştır. Mekke’de iken hoş bir şey olmadığı haberi verilmişti, fakat ilk haram kılınışı hicri 3. yılda Al-i İmran suresi 130. ayeti ile olmuştur. “Ey iman edenler! Faizi kat kat alarak yemeyin. Allah’tan sakının ki başarıya ulaşasınız.”

Dördüncü Yılda Düzenlemeler

1. Yolculukta namazın kısaltılması ve korkulu durumlarda namaz: Nisâ suresinin 101-103 arası ayetleri yolculukta, savaşta vb. hallerde namazla ilgili kolaylıklar getirmektedir: “Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman, kâfirlerin size kötülük etmelerinden çekinirseniz, namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur. Şüphesiz kâfirler sizin apaçık düşmanınızdır.” Hadisler ve uygulama, yolculuk vb. durumlarda dört rekâtlı farz namazların ikiye indirilerek kılınması ruhsatının korku ve tehlikeli durumlara bağlı olmadığını, normal yolculuklarda da bu kolaylığın söz konusu olduğunu ortaya koymuştur.

2. Recm cezası: Medine’de Yahudi bir erkek Yahudi bir kadınla zina ederken yakalanmış ve Hz. Peygamber’e getirilmişlerdi. Peygamberimiz suçlulara, kendi dinlerine göre cezalarının ne olduğunu sormuş, onların yalan söylemeleri üzerine Abdullah b. Selâm’ın yardımı ile Tevrat’ta mevcut recm hükmünü bulmuş ve suçlulara uygulamıştı. Aynı hüküm, sünnete dayalı icmâ ile İslâm’a da intikal etmiş ve bu suçu işleyen evli şahıslara -bunların sayısı çok az da olsa- uygulanmıştır.[5]

4. Abdest ve Teyemmüm: İlgili ayette şöyle buyurulmaktadır: “Ey iman edenler! Namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi ve dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın. Başlarınızı meshedin ve topuklarınıza kadar ayaklarınızı yıkayın. Eğer cünüp iseniz boydan boya yıkanın. Eğer hasta yahut yolculukta olursanız veya sizden biri tuvalet ihtiyacını görmüş ya da kadınlara dokunmuş (/ cima etmiş) olup da su bulamazsanız temiz bir toprakla teyemmüm edin. Onunla yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin. Allah size bir zorluk çıkarmak istemiyor; ancak sizi temizlemek ve olur ki şükredersiniz diye üzerinize nimetini tamamlamak istiyor.” (Maide: 5/6)

Beşinci Yılda Düzenlemeler

1. İffete iftira cezası (haddu’l-kazf): Kadınların namuslarına dil uzatılmasını engellemek maksadına yönelik “iftira cezası” yine bu yıl, Hz. Âişe’ye yöneltilen bir iftira sebebiyle vazedilmiştir. Bu cezayı getiren ayetin meali şöyledir: “Namuslu kadınlara zina isnadında bulunup, sonra (isbat için) dört şahit getiremeyenlere seksener sopa vurun ve artık onların şahitliğini hiçbir zaman kabul etmeyin.” (Nur: 24/4)

2. Îlâ: Îlâ, kocanın karısına yaklaşmamak, onunla cinsî temasta bulunmamak üzere yemin etmesidir. İlgili nasta bunun çözümü şöyle açıklanır: “Kadınlara yaklaşmamaya yemin edenler dört ay beklerler; eğer bu müddet içinde kadınlarına dönerlerse şüphesiz Allah çokça bağışlayan ve esirgeyendir. Eğer boşamaya karar verirlerse Allah (her şeyi) işitir ve bilir.” (Bakara: 2/226-227)

Altıncı Yılda Düzenlemeler

1. Anlaşma kaideleri: Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) ashâbı ile beraber, hicrî 6. yılda umre ibadeti yapmak üzere Mekke’ye hareket etmişti. Mekke yakınlarındaki Hudeybiye bölgesinde Kureyş müşrikleri yolunu keserek onu Mekke’ye sokmayacaklarını söylemişlerdi. İlk bakışta Müslümanların aleyhine gibi gözüken bir anlaşmaya varıldı ve o yıl Medine’ye geri dönüldü. Bu hâdise çerçevesinde milletlerarası ilişkiler, harp ve sulh, müzâkere usulü gibi meselelerde önemli kaideler konmuş, gerekli örnekler verilmiş oldu.

2. Alkollü içkilerin ve şans oyunlarının yasaklanması: Alkollü içkilerin yasaklanması faiz gibi birden olmamış, bu köklü alışkanlığı sıkıntısız olarak ortadan kaldırmak için “yasaklamayı zaman içine yayma ve sindirme” metodu takip edilmiştir. İlk âyette; hurma ve üzümün faydalarından bahsedilirken bunların sarhoş olmak için de kullanıldığı zikredilmiş (Nahl: 16/96), ikinci ayette içki ve kumarın faydaları bulunmakla beraber zararlarının daha büyük olduğu anlatılmış (Bakara: 2/219), üçüncü ayette sarhoşların namaz kılmaları yasaklanmış (Nisâ: 4/43), konu ile ilgili son ayette ise alkollü içkiler ve şans oyunları kesin olarak yasaklanmıştır: “Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir. Bunlardan uzak durun ki, kurtuluşa eresiniz.” (Mâide: 5/90) Bu yasaklamanın tarihi konusunda çeşitli rivayetler ve tespitler vardır. Bunlardan kuvvetli olanı, yasaklamanın Hudeybiye yılında olduğudur.[6]

3. Vakıf: Hayber’den elde edilen ganimet dağıtılınca Hz. Ömer, kendi hissesini, Allah rızası için vakfetmek üzere Rasulullah ile istişare etti. Onun “istersen aslını bırakır, menfaatini tasadduk edersin” buyurması üzerine Hz. Ömer, “satılmamak, hibe edilmemek, mirasçılara kalmamak üzere; fakirler, aile yakınları, köleler ve yolcular için” bu değerli toprağı vakfetti. Rivayetlerden birine göre İslâm’da ilk vakıf uygulaması bu olmuştur.[7]

4. İsyan ve haydutluğun cezası: Hicrî 6 ile 7. yıl arasında Hz. Peygamber’e etraf kabilelerden bazı kimseler Müslüman olduk, diyerek sığınmışlardı. Zayıf oldukları için Medine sıtmasına yakalandılar. Hz. Peygamber de onları hem tedavi olsunlar hem de beslensinler diye Medine haricinde, zekât develerinin bulunduğu yere gönderdi. Bu şahıslar orada iyileşip güç kazanınca irtidat ederek deve çobanlarını tüyler ürperten işkenceyle öldürdüler ve develeri alıp gittiler. Rasulullah bunların peşinden takipçi birlik gönderdi. Yakalanıp getirildiler. Cezaları hakkında şu ayetler nazil oldu: “Allah ve Rasulüne karşı savaşanların ve yeryüzünde düzeni bozmaya çalışanların cezası ancak ya acınmadan öldürülmeleri ya asılmaları yahut el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rüsvalığıdır. Onlar için ahirette de büyük azap vardır.” (Mâide: 5/33)

Yedinci Yılda Düzenlemeler

1. Bazı yiyeceklerin yasaklanması: Hayber Savaşı’nda ehlî eşeklerin azalması üzerine durumu Rasulullah’a iletmişlerdi. O da ehlî eşek etinin yenmesini kesin olarak yasakladı.[8] Cahiliye devri Arapları hemen bütün hayvanları yerlerdi. Bunlardan bir kısmını Kur’ân-ı Kerîm, bir kısmını da (köpek dişi ile parçalayan etoburlar ile pençesiyle avlayan kuşlar vb.) sünnet yasaklamıştır.

2. Zirai ortaklık: Cahiliye devrinde toprağı üç sıfatla işlemek ve ekmek mümkün oluyordu: Toprağın sahibi olmak, menfaati bağışlanmış olmak, nakit karşılığında kiralamak. İslâm bunlardan ilk ikisini kullanıma geçirdi. Üçüncü şekil üzerinde yasaklayıcı hadisler bulunduğu için görüş ayrılıkları vardır.

Sekizinci Yılda Düzenlemeler

1. Kısas: Kısasla ilgili ayetler (Bakara: 178, 179; Mâide: 45; İsrâ: 33) gereği Mekke’de Rasûlullah, Hüzeyl kabilesinden bir şahsı, Süleym kabilesinden birisini öldürdüğü için kısas ile cezalandırmıştır. Fetih’ten sonra irad buyurdukları hutbede şu ifadeye yer vermişlerdir: “Bir yakını öldürülen kişinin önünde iki seçenek vardır; ya kendisine tazminat ödenir yahut da -bunu kabul etmezse- katil kısas olunur.”[9]

2. Müddetli evlenmenin (Mut’a) yasaklanması: İslâm’da evlenme akdi, geçici bir zaman için, müddetli olarak değil, devamlı olmak üzere yapılır. İkinci bir tasarruf ile evlilik bağı çözülmedikçe akit taraflardan birinin ölümüne kadar devam eder. Hayber Savaşı’na kadar savaş hali zaruri kıldığı için, Müslümanların belli bir müddet için akit yaparak evlenmelerine izin verilmişti. Mut’a nikâhı denilen bu nevi evlenme, nihai hükme Müslümanların intibaklarını kolaylaştırmak üzere, önce Hayber Savaşı’nda yasaklandı. Sonra bir müddet daha serbest bırakıldı ve Sünnilerin çoğunluğuna göre Mekke’nin Fethi seferinde kesin ve devamlı olmak üzere yasaklandı.

Dokuzuncu Yılda Düzenlemeler

1. Hac: İslâm’ın beş şartından biri olan hac, hicretin 9. senesinde farz kılındı. İlgili ayetlerin meali şöyledir: “Muhakkak ki insanların ibadeti için kurulan ilk mabet, Mekke’deki o çok mübarek ve insanların kıblesi olup âlemlere doğru yol gösteren Kâbe’dir. Onda, Allah katındaki şeref ve hürmetini gösteren apaçık deliller ve İbrahim’in makamı vardır. Ona giren, her türlü tecavüzden emin olur. Ona varmaya gücü yeten kimsenin Kâbe’yi tavaf etmesi ise, Allah’ın insanlar üzerindeki bir hakkıdır. Her kim bu hakkı tanımaz ve haccı inkâr ederse, doğrusu Allah bütün âlemlerden müstağnidir, kimsenin ibadetine ihtiyacı yoktur.” (Âl-i İmran: 3/96-97)

Bu ayet-i kerimeler hicretin dokuzuncu yılında nazil olunca, Hz. Rasulullah bir hutbe irad ederek Müslümanlara mükellefiyetlerini şöyle bildirdi: “Ey insanlar! Hac üzerinize farz kılındı. O hâlde haccediniz.” Resul-i Ekrem’in bu tebliği üzerine sahabeler, “Yâ Rasulallah! Her yıl mı?” diye sordular. Peygamber Efendimiz cevap vermeyerek sustu. Aynı sualin üçüncü kere tekrarlanmasından sonra Peygamberimiz (s.a.v.) “Hayır! Her yıl değil. Şayet ‘Evet’ demiş olsaydım, muhakkak ki her sene haccetmek üzerinize farz olurdu ve siz buna güç yetiremezdiniz.” [10] buyurdu.

Bu makaleyi okuyanlar için tavsiye yazı: “Medine Dönemi Hukuki Düzenlemeler”

Kaynakça


[1] Buhârî, Ezan, 1; Tirmizî, Mevâkît, 27; Müslim, Nikâh, 79
[2] Buhârî, Nikâh, 7, 54, 56
[3] Nesâî, Iydeyn, I., Ahmed, C. III, s. 103.
[4] Buhârî, Vasâyâ, 6.
[5] Buhârî, Hudûd, 24 vd.
[6] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, C. XII, s. 127.
[7] Şevkânî, Neylu’l-evtâr, C. VI, s. 22-35.
[8] Buhârî, Zebâih, 24; Zâdu’l-me’âd, Beyrut, 1987; C. III, s. 342.
[9] Buhârî, Diyât, 8
[10] Müsned, 2:113; Müslim, 2:975

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

eMedrese bir İlmiye Vakfı projesidir.