İslam Hukukunda Beyan Teorisi
İslam Hukukunda Beyan Teorisi
İçindekiler
İSLAM HUKUKUNDA BEYAN TEORİSİ
Beyan, sözlükte genel olarak açık olmak ve açıklamak anlamlarına gelir. Beyanın terim anlamının bu sözlük anlamlarından hangisi üzerine oturtulacağı konusunda usulcüler arasında farklı yaklaşımlar vardır. Şafiilerin çoğunluğu ve Hanefilerden bazıları “açık olmak” anlamını esas alırken Hanefilerin çoğunluğu “açıklamak” anlamını esas almışlardır.
Beyan teorisinde özellikle iki konu önem kazanmaktadır. Bunlardan birincisi, beyan yetkisinin kime ait olduğu, ikincisi ise beyanın ne tür lafızlar için söz konusu olduğudur.
Beyan Yetkisi Kime Aittir?
Kitap ve Sünnet metinlerine ilişkin beyan, özellikle Allah ve Hz. Peygamber tarafından yapılmaktadır. Metnin sahibi onlar olduğu için metnin anlam ve amacının açık ve net bir şekilde ortaya çıkarılması başta onların yetkisindedir. Ancak müçtehitler beyan işinin büsbütün dışında olmayıp bu iki otoritenin yetkilendirmesiyle onlar için daha aşağı düzeyde bir beyan yetkisinden söz edilebilmektedir.
Beyan Ne Tür Lafızlar İçin Söz Konusudur?

Beyan daha çok mücmel ve müşterek gibi kapalı lafızlardaki kapalılığı gidermekle ilgilidir. Ayrıca bir sözdeki tahsis veya mecaz ihtimalini ortadan kaldırmak, hatta akla gelebilecek bir ihtimal veya istifhamı gidermek de beyan kapsamında değerlendirilir. Beyan konusunun bir tasnife tabi tutulup kategorize edilmesi bildiğimiz kadarıyla Cessas ile başlamış, Debusi tarafından daha sistematik hale getirilmiştir. Debusi’nin yaptığı sistematik tasnif, Pezdevi ve Serahsi tarafından geliştirilip kısmi değişikliklerle devam ettirilmiştir. Pezdevi ve Serahsi beşli taksimi benimsemekle birlikte beyan-ı tebdilin içeriği konusunda ayrılmışlardır. Pezdevi, beyan-ı tebdili “nesih” olarak açıklarken, Serahsi “şarta talik” olarak açıklamış, beyan ile neshin farkını vurgulayarak neshi ayrı bir bahis şeklinde ele almıştır.
1-Beyan-ı Takrir: Güçlendirici Beyan
Beyan-ı takrir, bir sözün mevcut anlamını tevil ve tahsis ihtimalini ortadan kaldıracak bir şeyle kuvvetlendirerek sürdürmek demektir. Beyan-ı takrir, sözün hakikat olması durumunda o sözün mecaza çekilme ihtimalini, sözün âmm olması durumunda ise tahsis ihtimalini ortadan kaldırmaktadır. Buna göre beyan-ı takrir iki şekilde gerçekleşmektedir. Birincisi, âmm lafza tahsis ihtimalini kaldıran bir şeyin ilişmesi, ikincisi ise hâss lafza tevil ihtimalini kaldıran bir şeyin ilişmesidir. “Yeryüzünde yürüyen canlılar ve kanatlarıyla uçan kuşlar sizin gibi birer ümmettir.” ayeti “tevil” ihtimalini kaldırmaya örnektir.
Bu ayette geçen “tâir” sözcüğünün hakikat anlamı aslında kuş olsa da Arap dilinde bu sözcük, süratli hareket etmekten kinaye olarak “ulak ve müjdeci” için kullanılabildiğinden o anlamda kullanılmış olması da ihtimal dahilindedir. “Kanatlarıyla uçan” ifadesi “tâir” sözünden ulak ve müjdecinin kastedilmiş olma ihtimalini ortadan kaldırmış ve böylece bu sözün o anlamlara hamledilmesinin önü kapanmıştır. “Meleklerin tamamı hep birlikte secde ettiler.” ayeti “tahsis” ihtimalini kaldırmaya örnektir.
Ayetteki “melâike” sözcüğünün, kendisinden hemen sonra gelen “kulluhum” lafzıyla desteklenmesi tahsis ihtimalini ortadan kaldırmış ve bütün meleklerin secde ettiği anlamı kesinlik kazanmıştır. İşte “kulluhum” lafzıyla yapılan ve tahsis ihtimalini kaldıran bu tekid, “Beyan-ı takrir” olmaktadır. Yani “melâike” lafzının, umumunu korumakta ve devam ettirmektedir.
2-Beyan-ı Tefsir: Açıklığa Kavuşturucu Beyan

Beyan-ı tefsir, özellikle mücmel ve müşterek lafızlardaki kapalılığı gidermeye yönelik açıklamadır. “Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç kar’ müddeti beklesinler.” ayeti müşterek lafızdaki kapalılığın giderilmesine örnektir. Bu ayette geçen “kuru’” lafzı Arap dilinde hem “temizlik” hem de “hayız” anlamına gelen müşterek bir lafızdır. Hz. Peygamber’in “Hayız günlerinde namazı bırak.” ifadesinde geçen “akrâ” sözüyle kastedilenin “hayız” olduğu açıkça anlaşıldığı için ayette geçen “kuru’” lafzının da “hayız” anlamında olduğu Hz. Peygamber’in bu sözüyle tefsir edilmiş olur. Yine Kur’an’daki namaz ve zekât lafızları da beyan-ı tefsir yoluyla açıklanmış mücmel lafızlardır.
3-Beyan-ı Tağyir: Değiştirici Beyan
Beyan-ı tağyir, asıl maksadını sonda açıklamak suretiyle sözün mucebini bazı açılardan değiştirmektir. Sözün devamında gelen ve asıl maksadı açıklayan şey müstakil bir söz olabileceği gibi şart, istisna, sıfat ve gaye gibi müstakil olmayan bir söz de olabilir.
a-Müstakil Söz ile Beyan
Bakara 183 ile 184 ayeti arasındaki ilişki böyledir. Oruç, 183. ayetin umumu ile bütün müminlere emredilmiş, fakat genel hüküm, bu ayetin hemen peşinden gelen 184. ayet ile hasta ve yolcular hakkında tahsis edilmiş, yani bunların o esnada oruç tutmayabilecekleri ve tutamadıkları orucu başka günlerde tutabilecekleri belirtilmiştir.
b-Müstakil Olmayan Söz ile Beyan
-İstisna Getirme Yoluyla Beyan
Söylenen söze, sözün sonunda bir istisna getirilmesi de bir beyandır. Bu durumda istisnanın mevsul olması yani araya bir fasıla girmeden ilk sözün peşinden söylenmiş olması gerekir. “Falan kimseye bin lira borcum var ama beş yüzü müstesna.” cümlesindeki “Ama beş yüzü müstesna” sözü bir istisnadır.
-Şarta Bağlama Yoluyla Beyan
Bir sözün gereğinin şarta bağlanması da bir beyandır. Ancak ne tür bir beyan olduğu konusunda farklı yaklaşımlar vardır. Şarta bağlama Hanefi usulcülerinin çoğunluğuna göre beyan-ı tağyir iken Serahsi’ye göre beyan-ı tebdildir. “Eğer bu hizmetçi evinizden bir şey çalarsa ben tazmin ederim.” sözünde tazmin işinin gerçekleşmesi çalma işinin gerçekleşmesine bağlanmıştır.
4-Beyan-ı Zaruret: Beyan Vasıtası Olmayan Bir Şeyle Beyan
Bu beyan söylenmiş olan sözün dışındaki bir şeyle veya sükût sebebiyle muradın açığa çıkmasıdır. Bu bakımdan beyan-ı zaruret, mevcut bir söze ilişkin beyan değildir. Bir şeyin bizatihi varlığının beyan sayılmasıdır. Usul kitaplarında beyan-ı zaruretin üç kısmından bahsedilir.
a-Mantuk Hükmünde Olan Beyan
Mantuk hükmünde beyan, söylenen sözün içerisinde yer almadığı halde bir hususun adeta açıkça söylenmişçesine net bir şekilde anlaşılmasıdır. “Eğer ölenin çocuğu yoksa ve sadece ana-babası ona varis olmuşsa anasının payı üçte birdir.” ayeti, bir kimsenin varisi sadece anası ve babası ise terekenin üçte birinin anneye ait olduğunu belirtmektedir. Ayette babanın payı açıkça söylenmemiş olmasına rağmen biz terekenin üçte ikisinin de babaya ait olduğunu açıkça söylenmişçesine net bir şekilde anlarız.
b-Kişinin Halinin Delaletiyle Sabit Olan Beyan
Aslında beyan-ı zaruretin bu türü büyük ölçüde, “Maraz-ı hâcette sükût beyandır.” genel kuralında ifade edilen mantık üzerine oturur. Buna göre bir kimsenin konuşması gereken yerde konuşmayıp susması, o şeye rıza gösterdiği veya kabullendiği anlamında yorumlanır. Kabul edenlerce sükûti icmâ da aynı mantık üzerine temellenmektedir.
c-Aldanmayı Def’ Zarureti Sebebiyle Sabit Olan Beyan
Bu tür beyan, verilen örneklerden de anlaşılacağı üzere esasen üçüncü şahısların haklarının korunması esprisine dayanır. Mesela velisinin satım yaparken gördüğü mümeyyiz çocuğa ses çıkarmaması, yaptığı satım hususunda ona izin verdiği anlamına gelir. Velinin susması, akdin diğer tarafı için velinin itirazın savuşturmaya yarayan beyan anlamı taşımaktadır.
5-Beyan-ı Tebdil: Alternatifini Getirmek Suretiyle Beyan
Hanefiler genel olarak beyan-ı tebdil başlığı altında nesih konusunu ele alırlar. Konunun detayı için şu yazıyı mutlaka okumanızı tavsiye ederiz: “İslam Hukukunda Nesih Teorisi“
Kaynaklar
Dönmez, İbrahim Kâfi. “Beyan”, DİA
İslam Hukuk Usulü, Yunus Apaydın, Bilay Yayınları, 2018.
Fıkıh Usulü, Abdullah Kahraman, Rağbet Yayıncılık, 2016.