e-Medrese

Eş‘arilik-Maturidilik İhtilafına İlişkin Bazı Notlar

Giriş

Eş‘arîlik ve Mâturîdîlik Sünnî İslam’ı kelam/akâid alanında temsil eden birer ekoldür. Sünnî İslam’ın bu temel iki mezhebi, kendine özgü metotlarla kelâmî problemlere çözümler ortaya koymaya çalışmış ve bu alanda ortaya koydukları devasa literatür ile İslam Düşüncesinin gelişmesinde ciddi katkılarda bulunmuşlardır. Bu konumları sebebiyle Taşköprüzâde’nin de ifade ettiği gibi bu iki ekolün imamları olan İmâm Mâturîdî ve İmâm Eş‘arî Ehl-i Sünnet kelamının önderleri olarak kabul görmüştür.[1] Bu imamların kurucuları oldukları her iki ekol, ifrat-tefrit içeren farklı anlayışlara karşı Hz. Peygamber ve ashabının takipçileri konumundadır. Çünkü ikisi de Selef âlimlerinin görüşlerini akli istidlal metodlarıyla yani kelâmî bir yöntemle izah ve ispat etmeyi gaye edinmişlerdir. Her iki ekolün en genel çerçevede ortak özelliği Kur’an, Sünnet ve İcmâ’nın temel delilleri oluşu ve inanç esaslarında bir farklılıklarının olmayışıdır. Bunun bir neticesi olarak iki ekole göre de sem‘î delillerin aklî delillerden üstünlüğü temel bir esas olmuştur. Yine aynı şekilde Mâturîdî mezhebinin en muhakkik âlimlerinden Ebu’l-Mu‘în en-Nesefî’nin Tebsiretü’l-edille isimli eserinde belirttiği gibi kelâm ilminin özünü teşkil eden imân tanımında herhangi bir fark yoktur. Her iki ekole göre de imân, kalbin tasdîkidir.[2]

Eş‘arîlik ve Mâturîdîlik değişik tarihi dönemlerde Sünnî devletlerin resmi mezhebi olmuş, belirli dönemlerde medrese kelam müfredatı bu mezheplerin bakış açısına göre şekillenmiş ve bu süreçte kalıcı kelam eserleri, bunlar hakkında kaleme alınan şerh ve haşiyelerden müteşekkil devasa bir külliyat ortaya konmuştur. Bu kadar neşriyata rağmen, Eş‘arî ve Mâturîdî müelliflerce kaleme alınmış değişik kütüphanelerdeki binlerce el yazma risale ya da kitap gayretli araştırmacıların ilgisini beklemektedir.

Ehl-i Sünnet kelamının iki kanadı olan Eş‘arilik ve Mâturîdîliğin, daha ziyade Mu‘tezile mezhebine bir aksülamel olarak ortaya çıktığı yönünde yaygın bir kanaat mevcuttur. Gerek İmâm Eş‘arî’nin Mu‘tezile’den ayrılıp onlara karşı Ehl-i Sünnet’i müdafaa etmesi gerekse İmâm Mâturîdî’nin meşhur eseri olan Kitâbu’t-tevhîd’inde Mu‘tezile’nin en önemli isimlerinden Ka‘bî’yi merkeze koyarak onu reddetmesi bu kanaati haklı çıkarmaktadır.

Eş‘arîlik ve Mâturîdîlik, Ehl-i Sünnet şemsiye kavramı altında birleşmekle birlikte temelde bazı metodik farklardan ötürü birer müstakil mezheptir. Ancak aralarındaki bu ihtilaflar basit düzeyde olup birbirlerini ötekileştirici nedenler olmamıştır. Yani her iki mezhep de diğerinin görüşünü bidatlikle suçlamamıştır. Diğer bir ifadeyle iki mezhep arasındaki ihtilaf, meselelerin aslıyla ilgili değil teferruatıyla ilgili olmuştur. Kaldı ki bazı ihtilaflı meselelerde, ilgili mezhebin alimleri diğer mezhebin görüşünü kabul etmiştir. Sözgelimi Eş‘arî olan Cüveynî hem insan fiilleri konusunda hem de teklifi mâ lâ yutak meselesinde Mâturîdîliğe meyletmiştir.[3] Yine Mâturîdî alim İbn Hümâm tekvîn sıfatı hakkındaki tartışmalarda Eş‘arîlikten yana olmuştur.[4] Her iki mezhebin tarih boyunca birbirlerinden istifade ettiği de görülmektedir. Mesela Eş‘arî’nin en yakın takipçilerinden hatta onun görüşlerinin nakledicisi olarak bilinen İbn Fûrek, Mâturîdî geleneğinin temel referans kaynaklarından olan İmâm Azam’ın el-Alim ve’l-müteallim adlı eserine bir şerh yazmıştır. Yine Mâturîdî alim Ömer Nesefî’nin Akâid’ine, Eş‘arî’ler için mümtaz bir yere sahip allame Taftazânî bir şerh yazmış ve bu eser, gerek Mâturîdî gerekse Eş‘arî gelenek içerisinde medreselerde en çok okutulan kitaplardan olmuştur. Günümüzde dahi ülkemizde Eş‘arî mezhebinin metodunu takip eden Doğu ve Güneydoğu medreseleri ile Mâturîdî mezhebinin metodunu takip eden Karadeniz ve İstanbul merkezli medreselerde bu eser okutulmaktadır. Şu hususu da belirtmekte fayda vardır: Aralarındaki bu kadar ortak noktaya rağmen onların birer müstakil mezhep olarak telakki edilmelerini sağlayan ihtilafların sayısında ihtilaf vardır. Bu konuda müstakil eserler de yazılmıştır. Sözgelimi Tâceddîn es-Subkî’nin el-Kasîdetü’n-nuniyye’sine göre bu ihtilaflar temelde altı, Kemâlpaşazâde’nin Mesâilu’l-ihtilâf’ına göre oniki, Şeyhzâde Abdurrahim Efendi’nin Nazmu’l-ferâid adlı eserine göre ise kırk meselededir. Biz, yazının hacmini de göz önünde bulundurarak en yaygın olan ihtilafları kabaca şöyle özetleyebiliriz.

1. Marifetullâh

Eş‘arilere göre marifetullâh yani Allah’ı bilmek teklîfî bir hükümdür. Teklîfî hükümler de ancak din ile bilindiği için Allah’ı bilmek dinen vâciptir. Başka bir ifadeyde ancak din, kişiyi mükellef kılar. Dolayısıyla kendilerine, ona uymaları için peygamber gönderilmeyen toplumlar Allah’ı bilmekle mükellef değillerdir. Bu kişiler akıllarıyla Allah’ı bilip ispat etseler dahi Allah katında mükellef olmadıkları için hiçbir şeyden sorumlu değillerdir. Onlar açısından mesele, aklın idrak ettiği şeylerle ilgili değildir. Bilakis teklîf ile alakalıdır. Nitekim Eş‘arîlere göre akıl, âlemin hudûsu ve bu âlemin yaratıcısının ezeli oluşuna hükmedebilir.[5]

Mâturîdîlere göre ise hiç kimsenin, yaratıcını bilmemesi için bir mazereti olamaz. Alemdeki düzenden ibret alarak kişi yüce Allah’ı aklen bilebilir. Akıl da iyi ve kötüyü idrak edebilecek bir nitelikte olduğu için bazı teklîfi hükümler aklen idrak edilebilir. Yani dînî naslar insana bir takım hükümleri vazedip onu mükellef kıldığı gibi akıl da bazı şeylere hükmeder ve insanı o hükümlerle mükellef kılar. Allah’ın varlığı da aklen idrak edilebilir bir husus olduğu için Allah bir kavme peygamber göndermese de o kavim için Allah’ı kemal sıfatlarıyla bilmek aklen vâciptir.[6]

2. Husun-Kubuh

Eş‘arîlere göre bir şey özü itibariyle iyi veya kötü değildir. Allah’ın emrettiği şeyler iyi, nehyettiği şeyler ise kötüdür. Dolayısıyla iyi ve kötü akıl ile bilinemez ancak din tarafından bildirilir. Sözgelimi yalan söylemek özü itibariyle kabih değildir. Bilakis Şâri tarafından yasaklandığı için kabihtir. Aklın, böyle bir hüküm verme yetkisi yoktur. Çünkü akıl sadece dini anlamada bir vasıtadır.[7] Mâturîdîlere göre ise bir şeyin iyi ve kötülüğü kendi zatından kaynaklanmaktadır. Akıl da bunları kavrar ve bunların iyiliği ya da kötülüğü hakkında hüküm verebilir. Dolayısıyla husun ve kubuh aklidir. Sözgelimi yalan söylemenin kötülüğü aklen anlaşılabilir. Nitekim yalan söylemek kötü olduğu için Şâri tarafından yasaklanmıştır.[8]

3. Tekvîn Sıfatı

Tekvin, Yüce Allah’ın fiili bir sıfatı olup yoktan var etmek anlamına gelir. Eş‘arîlere göre yaratma, rızıklandırma gibi fiili sıfatlar kudret sıfatının birer taallukudur ve dolayısıyla hâdis olup Allah’ın zatıyla kâim bir sıfat değildir. Bilkuvve yaratma gücünün varlığı kudret sıfatının altındadır. Onlara göre yaratmanın kendisinin ezeli oluşu yaratılanın da ezeli oluşunu gerektirir. Onlar bu kaygıdan dolayı fiili sıfatların hepsini hâdis kabul etmişlerdir. Mâturîdî alimlere göre ise tekvîn bütün sıfatlar gibi Allah’ın zatıyla kâim ezeli bir sıfatıdır. Onlar Eş‘arîler gibi tekvin ile mükevveni bir saymamışlardır. Bir yandan kudret sıfatından ayrı müstakil bir sıfat olduğunu, diğer yandan tekvinin mükevvenden ayrı olduğunu ispatlamak suretiyle hem fiili sıfatların ezeli olduğunu hem de yaratılanların hâdis olduğu gerçeğini ispat etmeye çalışmışlardır.[9]

4. İlâhî Fiillerde Sebep ve Hikmet

Eş‘arîlere göre Allah’ın fiilleri herhangi bir hikmetle muallel değildir. Onlar meseleye Allah’ın kudreti merkezinden baktıkları için böyle bir izaha girişmektedirler. Çünkü onlara göre yüce Allah’ın fiillerinin bir nedeni olsaydı bu durum onun kudretine halel getirirdi. Sanki yüce Allah bu nedenden dolayı fiilini meydana getirdi şeklinde bir anlam çıkar. Halbuki Allah dilediğini yapandır ve yaptığı şeyden dolayı sorgulanamaz. Husun-kubuh meselesinde olduğu gibi Yüce Allah bir şeyi hikmetli olduğu için yapmaz, bilakis Allah yaptığı için zaten hikmetlidir. Mâturîdîlere göre ise Yüce Allah abes bir şeyle iştigal etmekten münezzeh olduğu için yaptığı her şeyin bir hikmeti muhakkak vardır. Yani onun fiilleri hikmeti gereğidir. Ancak bu hikmet Yüce Allah’ı, fiili meydana getirmesi için zorlayan bir neden değildir. O’nun hikmeti, diğer fiili sıfatlarda olduğu gibi ezeli bir sıfattır. Dolayısıyla hikmet, Yüce Allah’ın zâtıyla kâim ezelî bir sıfat olduğu için filleri hikmetle mualleldir.[10]

Aslında bakacak olursak her iki ekol, hem Allah’ın fiillerinin hikmetli olduğunu hem de “Allah dilediğini yapandır” gerçeğini kabul etmektedir. Ancak Eş‘arîliğin kelam sistemi büyük ölçüde kudret merkezli, Mâturîdîliğin ise hikmet merkezli olduğu için aralarında, bunun gibi birtakım ihtilaflar söz konusudur. Sözgelimi Mâturîdîler, kadından peygamber olmaz çünkü kadının peygamber olmasında bir hikmet yoktur derken, Eş‘arîler ise Allah’ın kâdiri mutlak vasfını ileri sürüp kadının peygamberliğini mümkün kabul ederler. Yine Eş‘arîlerin çoğunluğuna göre Allah dilerse kişiyi gücünün yetmeyeceği bir şeyle sorumlu (teklîfi mâ lâ yutâk) tutabilir. Maturîdilere göre ise teklîfi mâ lâ yutak Allah’ın hikmeti açısından caiz değildir.

5. İnsan Fiilleri ve Hür İrâde

Her iki ekole göre insan fiillerinin yaratıcısı Allah’tır. Ancak bu konu hakkındaki tartışma, büyük ölçüde “her şeyin yaratıcısı Allah’tır” gerçeğiyle birlikte insanın sorumluluğunu ispat etme sadedindedir. Bu bağlamda İmâm Eş‘arî ve bazı takipçileri fiilin meydana gelmesinde etkin olan insanın güç ve iradesinin Allah tarafından yaratıldığını ileri sürerler. Bununla birlikte insanın gücü ve irâdesi fiil ile eş zamanlı bir şekilde Allah tarafından yaratılır. İnsanda gerçekleşen bu fiilden sorumlu tutulmasını ise kesb teorisiyle izah ederler. Bu teoriye göre insanın fiile mahal teşkil etmesi onu sorumlu tutar. Çünkü Allah tarafından yaratılmış olsa dahi kişinin kendi iradesi bu fiille birlikte bulunmaktadır. Hem güç ve iradenin hem de fiilin Allah tarafından yaratılmış olması, bu eylemlerin insana nisbetini ispat etmeyi hayli zorlaştırmaktadır. Bunun içindir ki zor anlaşılan ve içinden çıkılmaz durumlar için “senin bu meselen İmam Eş‘arî’nin kesbinden daha zordur” sözü darbı mesel olmuştur. Ayrıca onlara göre insan ihtiyar ve irâde sahibi olsa da bu, Allah’ın iradesinin yanında yok hükmündedir.[11]

Mâturîdîler ise ‘İnsan fiillerinin yaratıcısıdır’ diyen Mu‘tezile ve yukarıda değinilen Eş‘arî görüşten sıyrılarak orta bir yol tercih etmişlerdir. Bu noktada Mâturîdîler irâdeyi, küllî ve cüz’î olmak üzere ikiye ayırmışlardır. Küllî irâde Allah tarafından yaratılmışken, tercihte bulunma yani bu küllî irâdeyi belli bir yöne tahsis etme anlamındaki cüz’î irâde ise itibâri bir varlık olarak insana aittir ve dolayısıyla mahluk değildir. Başka bir ifadeyle Maturîdîler fiilin meydana gelmesine etki eden güç ve irâdeyi, bir yönüyle Allah’a, diğer yönüyle insana ait olması bakımından iki boyutlu düşünmüşlerdir.[12]

Bu makaleyi okuyanlar için tavsiye yazı: “Ehl-i Sünnetin İtikat Esasları”

Kaynakça

Bağdâdî, Abdülkâhir, Usûlüddîn, İstanbul: Matba‘atu’d-Devle, 1346/1928.
Cüveynî, İmâmü’l-Haremeyn, el-Akîdetü’n-nizâmiyye fi’l-erkâni’l-İslâmiyye, Muhammed Zahit Kevseri (tahk.), el-Mektebetu’l-ezheriyye li’t-turâs, 1412/1992.
­______, Kitâbü’l-irşâd ilâ kavâti‘i’l-edille fî usûli’l-i‘tikâd, tahk. Muhammed Yûsuf Mûsâ ve Alî Abdülmün‘îm Abdülhamîd, Mısır: Mektebetü’l-Hancî, 1369/1950.
İbnu’l-Hümâm, el-Müsâyere fî ilmi’l-kelâm, Muhammed Muhyiddîn Abdülhamid (tahk.), (1. Baskı), Mısır: el-Mektebetü’l-mahmûdiyye, trhsz.
İmâm Eş‘arî, Kitâbu’l-luma‘, Hamûde Ğurâbe (tahk.), Mısır: Matbaatu Mısr, 1955.
İmâm Mâturîdî, Kitâbu’t-tevhîd, Bekir Topaloğlu ve Muhammed Aruçi (tahk.), İstanbul: İrşad Yayınevi.
Kemalpaşazâde, Şemsettin Ahmet b. Süleyman, Mesâilu’l-ihtilâf beyne’l-Eşâ‘ira ve’l-Mâturîdiyye (muhakkikin şerhi ve dört akâid risalesiyle birlikte), Said Abdüllatif Fûde (tahk.), Dâru’l-feth li’d-dirâsâti ve’n-neşr, 1430/2009.
Mustafa Sabri Efendi, Şeyhülislam, Mevkifu’l-beşer tehte sultâni’l-kader, Kahire: el-Matbaatü’s-selefiyye, H1352.
Nesefi, Ebu’l-Mü‘în Meymûn b. Muhammed, Tabsiratü’l-edille fî usûliddîn, Hüseyin Atay (tahk.), Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 1993, I-II.
Sâbûnî, Ebû Abdilah Ahmed b. Mahmud, el-Bidâye fî Usûliddin, Muhammed Zâhid Kâmil Cûl (tahk.), Bağdat: Menşûratu’l-cemel, 2011.
Şeyhzâde, Abdurrahîm b. Ali, Nazmu’l-ferâid ve cem‘u’l-fevâid, Mısır: Matbaatü’l-edebiyye, H1317.
Taşköprüzâde, Ahmed b. Mustafa, Miftâhu’s-sa‘âde ve misbâhu’s-siyâde fî mevdû‘âti’l-‘ulûm, Beyrut: Dâru’l-kutubi’l-‘ilmiyye, 1405/1985, I-III.
Teftazânî, Sa‘duddîn, Şerhu’l-Akâidi’n-Nesefiyye, Ahmed Hicâzî es-Sekkâ (tahk.), Kahire: Mektebetü’l-külliyyâti’l-ezheriyye, 1408/1988.


[1] Taşköprüzâde Ahmed b. Mustafa, Miftâhu’s-sa‘âde ve misbâhu’s-siyâde fî mevdû‘âti’l-‘ulûm, Beyrut: Dâru’l-kutubi’l-‘ilmiyye, 1405/1985, II, 133-134.
[2] Ebu’l-Mü‘în Meymûn b. Muhammed en-Nesefi, Tabsiratü’l-edille fî usûliddîn, Hüseyin Atay (tahk.), Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 1993, I, 38.
[3] İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî, el-Akîdetü’n-nizâmiyye fi’l-erkâni’l-İslâmiyye, Muhammed Zahit Kevseri (tahk.), el-Mektebetu’l-ezheriyye li’t-turâs, 1412/1992, ss. 46-54.
[4] İbnu’l-Hümâm, el-Müsâyere fî ilmi’l-kelâm, Muhammed Muhyiddîn Abdülhamid (tahk.), (1. Baskı), Mısır: el-Mektebetü’l-mahmûdiyye, ss. 36-40.
[5] Ayrıntılı bilgi için bkz. Abdülkâhir el-Bağdâdî, Usûluddîn, İstanbul: Matba‘atu’d-Devle, 1346/1928, s. 24; İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî, Kitâbü’l-irşâd ilâ kavâti‘i’l-edille fî usûli’l-i‘tikâd, Muhammed Yûsuf Mûsâ ve Alî Abdülmün‘îm Abdülhamîd (tahk.), Mısır: Mektebetü’l-Hancî, 1369/1950, ss. 29 vd.
[6] İmâm Mâturîdî, Kitâbu’t-tevhîd, Bekir Topaloğlu ve Muhammed Aruçi (tahk.), İstanbul: İrşad Yayınevi, ss. 66 vd; Kemalpaşazâde, Mesâilu’l-ihtilâf beyne’l-Eşâ‘ira ve’l-Mâturîdiyye (muhakkikin şerhi ve dört akâid risalesiyle birlikte), Said Abdüllatif Fûde (tahk.), Dâru’l-feth li’d-dirâsâti ve’n-neşr, 1430/2009, ss. 42 vd.
[7] Bağdâdî, Usûluddîn, ss. 24-27; 202-205.
[8] Şeyhzâde Abdurrahîm b. Ali, Nazmu’l-ferâid ve cem‘u’l-fevâid, Mısır: Matbaatü’l-edebiyye, H1317, ss. 31-35.
[9] Kemalpaşazâde, Mesâilu’l-ihtilâf, s. 20; Sa‘duddîn et-Teftazânî, Şerhu’l-Akâidi’n-Nesefiyye, Ahmed Hicâzî es-Sekkâ (tahk.), Kahire: Mektebetü’l-külliyyâti’l-ezheriyye, 1408/1988, ss. 47-51; Ebû Abdilah Ahmed b. Mahmud es-Sâbûnî, el-Bidâye fî Usûliddin, Muhammed Zâhid Kâmil Cûl (tahk.), Bağdat: Menşûratu’l-cemel, 2011, ss. 47-51.
[10] Kemalpaşazâde, Mesâilu’l-ihtilâf, s. 30.
[11] İmâm Eş‘arî, Kitâbu’l-luma‘, Hamûde Ğurâbe (tahk.), Mısır: Matbaatu Mısr, 1955, ss. 93-99. Eş‘arî görüşlerinin detayları ve madafaası için ayrıca bkz. Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, Mevkifu’l-beşer tehte sultâni’l-kader, Kahire: el-Matbaatü’s-selefiyye, H1352, ss. 38-53.
[12] İmâm Mâturîdî, Kitâbu’t-tevhîd, ss. 301-304; 342-348; Sâbûnî, el-Bidâye fî Usûliddin, ss. 125-135.

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

eMedrese bir İlmiye Vakfı projesidir.