e-Medrese

İslamı Felsefe ile Tanıştıran Filozof: Kindi

Kindi (ö.252/866)

Emeviler döneminde bireysel merakla başlayan, ancak Abbasilerin iktidara gelmesi ve Bağdat şehrinin kurulmasıyla sistemli bir vaziyet kazanan “tercüme hareketi”, felsefeyle tanışmanın en önemli aracı olmuştur.

Kindi, altın çağını yaşamakta olan Abbasilerin, bilim ve düşünce hareketlerinin en yoğun olarak devam ettiği bir dönemde İslam toplumunda “filozof” olarak ortaya çıkan ilk isim olma özelliğini taşımaktadır. Yazdığı ve tercüme edilmesini sağladığı çok sayıdaki eserle hem Müslümanların felsefeyle tanışmasını sağlamış hem de günün ilmi ve fikri tartışmalarına felsefenin ne kadar önemli ufuklar sağladığını göstermiştir.

Farabi ve İbni Sina gibi sistem kurucu büyük isimler, Kindi’nin ismini gölgelemiş olsa da bugün kendisine “İslam felsefesi” dediğimiz o zengin geleneğin başlatıcısının Kindi olduğu, tarihi bir gerçektir.

Risâle ile’l-Me’mun fi’l-ille ve’l-ma’lul adlı eserini Halife Me’mun’a (ö.218/833), metafizik alanının en önemli eseri İlk Felsefe Üzerine’yi Mu’tasım’a (ö.227/842) ithaf etmiştir.

Kindi’nin bu saygın konumunun Halife Mütevekkil’in (ö.247/861) iktidara gelmesiyle birlikte İslam toplumunda ilk defa “felsefe” denilen bir bilgi ve düşünce türünün temsilcisi olması sebebiyle gözden düşmüş ve geri kalan hayatını saraydan uzak bir şekilde geçirmiştir.

Kindi’nin Akıl Üzerine adlı eseri, İslam felsefe geleneğinin sonraki dönemlerinde önemli bir tartışma konusu olacak aklın bilgi elde etme süreçlerine dair ilk çalışmasıdır.

Tercüme hareketinin içinde yer alan birisi olarak Kindi’nin İlk Felsefe Üzerine’deki şu ifadeleri, onun felsefe anlayışı ve felsefenin tercümeler yoluyla İslam dünyasına aktarılmasını nasıl değerlendirdiği konusunda önemli unsurlar içermektedir:

“Hak birliğinin gereği olarak bize düşen, hakiki ve ciddi konularda kendilerinden büyük ölçüde yararlandıklarımız şöyle dursun, basit ve küçük ölçüde dahi yararlandıklarımızı karalamamaktır. Her ne kadar bazı gerçekleri görmemişlerse de bize intikal eden düşünce ürünleriyle onlar, bizim atamız ve ortağımız sayılırlar. O halde bize gerçeği büyük ölçüde getirenler bir yana, onu azıcık olarak ulaştıranlara da şükür borcumuz büyük olmalı. Nereden gelirse gelsin, isterse bize uzak ve karşıt milletlerden gelsin, gerçeğin güzelliğini benimsemekten ve ona sahip olmamaktan utanmalıyız.”

İzlediği Yöntem

İnsana ait algıların duyu ve akıl şeklinde iki kaynağı olduğunu ifade eden Kindi, insanın bütün hayvanlarla ortak olduğu duyu algılarına konu olan şeylerin daima maddi ve zamansal olduğunu, insana özgü olan akli idrakin ise, tikel olan duyu algısına kıyasla tümelleri (varlığın cins ve türlerini) kapsadığını vurgulamaktadır.

Kindi’ye göre akli idrakin duyu algısından ayrıldığı en önemli nokta, zihinde herhangi bir imaj doğurmamasıdır. Zira imajlar bütünüyle duyulur ve maddi varlıklara aittir. Halbuki aksiyomlar gibi tümel akli algıların doğruluğu akıl tarafından herhangi bir duyusal araca başvurmadan zorunlu olarak tasdik edilmekte ve bunlara dair zihinde bir imaj canlanmamaktadır.

Fizik gibi değişime konu olan varlıkları inceleyen bir alan da metafizik veya matematik gibi gayri maddi ve dolayısıyla değişmeyen varlıkları araştıran ilim dallarının yöntemlerini kullanmak bizi yanlış sonuçlara götürecektir.

Kindi’nin eserleri incelendiğinde onun matematiğe ve matematik bilimlerin ispat yöntemlerine özel bir önem atfettiği görülmektedir. Özellikle âlemin sonluluğunu ele aldığı eserlerinde aklın vasıtasız olarak idrak ettiği aksiyomlardan hareketle görüşünü ispatlamaya çalıştığı ve bu konuda Öklid’in Elementler isimli eserinde yer verdiği aksiyomları kullandığı dikkat çekmektedir.

Kindi bu yaklaşımına paralel bir tarzda, Aristoteles’in Kitaplarının Sayısı Üzerine isimli eserinde, Platoncu bir tarzda, felsefe öğrenimine matematikle başlamak gerektiğini ileri sürmüştür.

Kindi’nin matematiğe ve matematik yönteme yönelik ilgi ve vurgusunun arkasında, döneminde özellikle kelam alanında süregiden ve kesinlikten uzak “cedel”, yöntemi sebebiyle netice alınamayan problemlere (Kindi açısından özellikle Tanrı’nın varlığı, birliği ve O’nun âlemler olan ilişkisi) matematiğin kesin aksiyomlara dayanan yöntemini kullanarak felsefenin çare olabileceği fikrinin yattığı düşünülebilir.

Kindi’nin aksiyomlara dayalı matematik yönteme dışında en sık başvurduğu yöntemlerden birisi, “kıyas-ı hulf” adı verilen “imkansıza indirgeme” yöntemidir. Bu yöntemde iki önermeden birinin doğruluğu, diğerinin yanlışlığının kanıtlanması suretiyle ortaya koymaktadır. Bu yöntemin güzel bir örneğini Kindi, İlk Felsefe Üzerine’de bir şeyin kendisinin sebebi olup olamayacağını incelerken ortaya koymaktadır.

Metafizik Düşünceleri

Kindi’ye göre var olanların hakikatini bilmek söz konusu olduğunda sebep-sebepli ilişkisine başvurmak kaçınılmazdır. Zira, “Biz bildiklerimizin her birinin sebebini bilirsek ancak o zaman onları tam olarak bilmiş oluruz”.

Ona göre felsefe disiplinleri içerisinde en değerlisi ve mertebe bakımından en yücesi “İlk felsefe”dir. Çünkü sebebin bilgisi sebeplinin bilgisinden daha değerli olduğundan, her şeyin varlık sebebi olan İlk Gerçek’i kendisine konu edinen ilk felsefe de felsefenin diğer bütün disiplinlerinin üstünde, onları kuşatan bir konumdadır.

Kindi’nin, metafiziği, konusu Tanrı olan bir disiplin olarak değerlendirmesi, İslam felsefesinin sonraki dönemlerinde oldukça önemli ve verimli bir tartışmanın da başlatıcısı olmuştur.

Kindi, duyu ve akla konu olan her şeyin bir ve birlik halinde bulunduğunu söylemektedir. Mesela “Şu ev birdir ve birliktir.” dediğimizde işaret edilen ev sayı olarak iki, üç, dört… değil, birdir. Fakat aynı zamanda demir, beton ve tuğla gibi çeşitli yapı malzemelerinden oluşan bir birlik halindedir, demiş oluruz.

Onun yaptığı bu kavram analizlerinin nihai amacı, var olanlardaki birliğin gerçek olmayıp hakiki ve zorunlu Bir’den geldiğini kanıtlamaktır.

Kindi, Yeni Platonculuğun negatif teolojisini hatırlatır tarzda Gerçek Bir’i, bir olma dışında herhangi bir sıfatla nitelemekten kaçınmakta, ancak Tanrı hakkında konuşmak için genel bir ilkeye de işaret etmektedir: Tanrı’nın nitelikleri mutlak ve gerçektir. Tanrı dışında varlıkların özellikleri ise her zaman için bir görecelik içermekte ve gerçek değil, mecazi bir anlam içermektedir.

Fiili, ilk ve ikinci dereceden ikiye ayıran Kindi, ilk gerçek fiilin “var olanları yoktan var etmek” olduğunu belirtmektedir. Buna karşılık yaratılmış varlıklar düzeyinde sebep-sonuç şeklindeki etkileşimde söz konusu olan fiil ise “ikinci dereceden fiil” adını almaktadır.

Buna göre birinci dereceden fiilin failine “gerçek etkin” (el-fâ’ilü’l-hakk), ikinci dereceden olan fiiline de “mecazi etkin” (el-fâ’ilü’l-mecâzi) denmektedir. Gerçek etkin, Yüce Yaratıcı’dır. Bütün varlıklar ise gerçek anlamda edilgin, ancak mecazi olarak etkin adını almaktadır. Kindi’nin problemi “hakiki-mecazi” etkin bağlamında çözümlemesi, rasyonel düşüncenin ve bilimin gelişmesine önemli katkılarda bulunmuştur.

Kindi’nin suduru çağrıştıran bazı ifadeleri bulunmakla birlikte o, yoktan yaratma fikrini her vesileyle savunmaktadır. Diğer yandan Kindi, suduru sistemleştiren haleflerinden âlemin ezeliliği konusunda ayrılmakta, âlemin ezeli olduğu fikrini tümüyle reddetmektedir.

Kindi’ye göre hiçbir nicelik sonsuz olamayacağından ve âlem de bir nicelik olduğundan onun da sonsuz ve sınırsız olması mümkün değildir. Sonlu olan her şey yaratılmış ve her yaratılanın da bir yaratıcısı bulunduğundan âlemi de yoktan yaratan bir yaratıcı vardır.

Bilindiği gibi ilk ve orta çağ felsefe ve kozmolojilerinde hâkim olan anlayışa göre “âlem” denilen Tanrı dışındaki varlık sahası, ay üstü ve ay altı âlem olmak üzere başlıca iki kısma ayrılmakta ve ilkinin ideal ve mükemmel varlıkları içerdiği kabul edilmektedir. Kapalı yani sınırları olan bu âlem anlayışında âlemi dıştan çepeçevre kuşattığı farz edilen küreye “felek” adı verilmektedir.

Yıldızlar ve bitkiler secde ederler” ayetinde secdenin Allah’ın emrine itaat anlamına geldiği, bunun da ancak canlı varlıklar için söz konusu olduğu düşüncesinden hareketle Kindi, feleğin (göksel varlıkların) canlı ve akıllı olduğu sonucuna varmıştır.

Canlıların temel özelliği duyu ve hareket gücüne sahip olmalarıdır. Bu açıdan felek canlı olup duyu ve hareket gücüne sahiptir. Ancak felekte ay altındaki organik varlıklarda bulunan beslenme, büyüme ve üreme söz konusu değilse de gerçek bilgi ve erdemlerin kazanılmasını sağlayan görme ve işitme duyusu vardır. Tabiat anlamsız bir iş yapmayacağından, gökküreleri zorunlu olarak akıllı varlıklardır.

Canlılar ya akıllı ya da akıldan yoksun yaratılmışlardır. Akıllı olanlar gökküreleri ile insan, akılsızlar ise öteki canlılardır. Gökkürelerinde herhangi bir değişim söz konusu olmadığından onların şehvet ve öfke güçlerine ihtiyaçları yoktur. Şayet akılları da yoktur denirse, bu onların canlı olmadıkları anlamına gelecektir. Oysa yukarıda bunların canlı oldukları kanıtlanmıştı. O halde gökküreleri zorunlu olarak canlı ve akıllıdırlar.

Gerçek Bir’den gelen ve gökküreleri aracılığıyla bütün varlığa yayılan feyz yoluyla kozmik varlığı açıklayan Kindi, bunu, her şeyin Allah’a secde etmesiyle de ilişkilendirmekte ve âlemde özel olarak insanın varlığına dikkat çekerek onun âlemin küçük bir modeli (mikrokozmos) olduğunu vurgulamaktadır.

Ruh ve Bilgi Anlayışı

Nefsin mahiyeti ve işlevlerini, arınmasının yol ve yöntemlerini, ölümden sonraki durumunu irdeleyip temellendiren ilk isim Kindi’dir. Tarifler Üzerine isimli eserinde nefsin üç ayrı tanımını vermektedir:

1. Canlılık yeteneği bulunan ve organı olan doğal bir cismin tamamlanmış hali.
2. Güç halinde canlı olan doğal bir cismin ilk yetkinliği.
3. Kendiliğinden hareket eden ve birçok güce sahip olan akli bir cevher.

Bu tanımlardan ilk ikisi aşağı yukarı aynı anlamı ifade etmekte ve Aristoteles’in nefs anlayışını yansıtmaktadır. “Güç halinde doğal bir cisim” olan bir tohumu düşünelim. Elverişli bir ortamda tohumun kabuğunu çatlatarak ilk filizin belirmesi “ilk yetkinlik” sayılmakta, yani önceki durumuna oranla bir gelişim gösterdikleri için yetkin olarak kabul edilmektedir. İşte bunu gerçekleştiren nefs yani ruhtur.

Doğal cismin tamamlanmamış hâlidir” ifadesi ise tohum veya ceninin gelişim evrelerini tamamlayarak kendi türlerine ait bütün özelliklerle ortaya çıkmalıdır ki, buna “son yetkinlik” denmektedir. Ancak bu iki tanım da Aristoteles’te olduğu gibi Kindi açısından da nefsin mahiyetinden ziyade onun işlevleri hakkında bilgi vermektedir.

Üçüncü tanıma gelince o, nefsi akıl ve irade gücüne sahip bedenden bağımsız manevi bir cevher şeklinde nitelemektedir ki bu görüşün köklerinin Pisagor (MÖ.570-495) ve Platon’a (MÖ.428-424)  kadar geri gittiği bilinmektedir.

O halde nefis madde gibi eni, boyu ve derinliği olan bir şey değildir. O, basit, şerefli, değeri büyük ve yetkindir. Güneş ışınları güneşten geldiği gibi onun cevheri de Yüce Yaratıcı’dan gelmektedir. Kindi’ye göre nefis ilahi ve ruhani bir cevherdir. Bundan dolayı o, bendenden önce vardır, bedenden sonra da varlığını sürdürecektir. Platon’un ruh anlayışını anımsatan bu görüşüyle Kindi; Aristoteles, Farabi, İbni Sina gibi Meşşâiler’in nefsin bedenle birlikte var olduğu şeklindeki yaklaşımlarından ayrılmaktadırlar.

Kindi, bilgi teorisi söz konusu olduğunda sadece akıl ve sezgiyi ele almakla kalmamakta, vahyin bir bilgi süreci olarak aklen temellendirilmesi çabası da ilk defa Kindi’de karşımıza çıkmaktadır. Felsefe tarihinde aklın, aktivitesini kendiliğinden mi yoksa dış bir etken altında mı gerçekleştirdiği sorusu Aristoteles’ten itibaren Meşşai felsefede farklı yorumlara yol açan bir problem olarak İslam felsefesine intikal etmiştir.

Meselenin aslı, Aristoteles’in düalist felsefesini oluşturan madde-form veya kuvve-fiil ayrımına dayanmaktadır. Buna göre kuvvet halinde olan bir şey kendiliğinden fiil alanına çıkamaz, öyleyse kuvvetli halindeki insan aklına fiil durumunda olan bir şey etki etmedikçe kendiliğinden bilgi üretemez. Ancak bu etken sürekli fiil halinde bulunmalıdır, aksi halde etken olmaz. Buna göre Aristoteles açısından insanın doğuştan sahip olduğu pasif akla etki eden ve daima aktif olan bir akıl olmalıdır. Kindi, Aristoteles’ten farklı olarak aklı dörde ayırmakta, onun soyutlama işlevini ve tam bağımsız bilginin ortaya çıkışını şu şekilde açıklamaktadır:

“Aktif akıl” insana dışarıdan etki eden bir güç olmayıp insan zihninin edindiği tümel kavramlardan ibarettir. İnsan aklı güç halinden fiil alanına çıkarken bu tüneller, aktif akıl rolü oynarlar. Bu görüşüyle, faal akli Cebrail ile özdeşleştirip kutsallaştıran Farabi ve İbni Sina’dan farklı düşünen Kindi’nin, Meşşai felsefenin son büyük temsilcisi olan İbni Rüşd’le (ö.995/1198) bu konuda benzer bir görüşü paylaşıyor olması dikkat çekicidir.

1. Güç halindeki akıl

İnsanda bir yeti olarak doğuştan var olan bu akıl, fiil halindeki akıl ona etki etmediği sürece pasif bir güç sayılmaktadır.

2. Fiil alanına çıkan akıl

Sürekli fiil halindeki aklın güç durumunda bulunan akla etki etmesiyle nesnelerden soyutlama yaparak bilgi üretmeye başlar. İstediği her an bilgi üretebilen bu aklın en belirgin özelliği, varlığa ait tür ve cinsleri algılamasıdır.

3. Zâhir akıl

Bu akıl, fiil alanına çıkan aklın aktif durumudur, yani bilgiyle özdeşleşen aklın sahip olduğu bu bilgileri ortaya koymasıdır. Herhangi bir alanda bilgi edinmiş olan birinin, mesela yazı yazmayı bilen kimsenin bizzat yazarak bildiğini göstermesi durumudur.

İnsan nefsiyle ilgili önemli bir husus, arınma sorunudur. Dini terminolojide tezkiye, olarak ifade edilen bilgi teorisiyle de yakından alakalıdır. Kindi, “Aklı sayesinde şehvet ve öfkesini bastıran kimse, bir de ilmin derinliklerine dalarak varlığın hakikatini araştırmayı karakter haline getirirse, Allah’a yakın benzerlikte faziletli bir insan olur, yani bu nitelikleriyle o, Yüce Yaratan’ın kuvvet ve kudretinden bir çeşit pay almış olur.” demektedir.

Kindi, Pisagor’a atıfla nefsin böyle bir düzene gelebilmesi için arınması gerektiğini söylemiştir. Bunun yolu da onu bayağı duygu ve süfli düşüncelerden temizleyerek bilgiyle aydınlanmaktan geçmektedir. Şayet nefis çok iyi arınacak olursa uykuda ilginç rüyalar görür, hatta ölülerin ruhlarıyla konuşma imkanına kavuşur. Vahiy söz konusu olduğunda, özellikle insanın akıl erdiremediği konularda vahyin kılavuzluğunu kaçınılmaz gören Kindi, değer ve mertebe bakımından olduğu kadar insanı tatmin açısından da vahiy bilgisinin, felsefi bilgiden üstün olduğunu düşünmektedir.

Aristoteles’in Kitaplarının Sayısı Üzerine isimli risalesinde Kindi, felsefi ilimler sınıflaması yapmakta ve “insani ilimler” adını verdiği filozofun bilgi sahası ile peygamberin aldığı vahyi kıyaslamaktadır. Kindi, din ile felsefenin konu ve amaç noktasında ise bir ortaklık içinde olduğunu vurgulamaktadır. Felsefenin Allah’ın varlığı, birliği ve ahlâk bilgisini, varlığın hakikatinin bilgisini içerdiğini belirtmektedir. Ona göre peygamberin Allah’tan getirdikleri de tümüyle bundan ibarettir.

Kindi din ile felsefe arasındaki bu konu birliğini gerekçe göstererek felsefeyle ilgilenmenin gerekliliğine işaret etmektedir. Ona göre Hz. Peygamber’in (as) Allah’tan getirdiklerinin hepsi, aklın verilerinde mevcuttur. Yani akla aykırı bir yönü olmadığı gibi akli olarak da açıklanabilir bir özelliğe sahiptir.

Bu makaleyi okuyanlar için tavsiye yazı: “Gönül Felsefesinin Kurucu İsmi: İmam Gazali

Referanslar


https://islamansiklopedisi.org.tr/emeviler
https://islamansiklopedisi.org.tr/abbasiler
https://tr.wikipedia.org/wiki/Ba%C4%9Fdat
https://islamansiklopedisi.org.tr/tercume-hareketleri
https://islamansiklopedisi.org.tr/farabi
https://islamansiklopedisi.org.tr/ibn-sina
https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0slam_felsefesi
https://islamansiklopedisi.org.tr/memun
https://islamansiklopedisi.org.tr/mutasim-billah
https://islamansiklopedisi.org.tr/mutevekkil-alellah-cafer-b-muhammed
https://islamansiklopedisi.org.tr/metafizikc
https://tr.wikipedia.org/wiki/Matematik
https://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%96klid
https://islamansiklopedisi.org.tr/aristo
https://islamansiklopedisi.org.tr/cedel
https://tr.wikipedia.org/wiki/Yeni_Platonculuk
https://islamansiklopedisi.org.tr/sudur
https://islamansiklopedisi.org.tr/alem
https://islamansiklopedisi.org.tr/felek
https://www.kuranmeali.com/AyetKarsilastirma.php?sure=55&ayet=6
https://islamansiklopedisi.org.tr/feyz
https://islamansiklopedisi.org.tr/cisim
https://islamansiklopedisi.org.tr/cevher
https://islamansiklopedisi.org.tr/nefis
https://tr.wikipedia.org/wiki/Pisagor
https://tr.wikipedia.org/wiki/Platon
https://islamansiklopedisi.org.tr/akil
https://islamansiklopedisi.org.tr/sezgi
https://islamansiklopedisi.org.tr/vahiy
https://islamansiklopedisi.org.tr/ibn-rusd–torun
https://islamansiklopedisi.org.tr/tezkiye–sahitlik

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

eMedrese bir İlmiye Vakfı projesidir.