e-Medrese

Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaatin Kavramsal Öyküsü

09.09.2020

Giriş

İslamî ilimlerde ehl-i sünnet ve’l-cemaat kavramının ne kadar önemli yer ihraz ettiğini hepimiz biliyoruz. Kimi zaman fırka-i naciye, taife-i mensûra ve sevâd-ı azam kullanımlarıyla ifade edilen kavram, temelde akaid sahasına ait olsa da umumî manada sahih İslam’la müteradif olacak kadar geniş. Önce terkipteki sünnet ve cemaat sözcüklerinin lügat ve ıstılah anlamlarını, ardından hadislerde ve selefte sünnet ve cemaat vurgusunu, son olarak ehl-i sünnet ve’l-cemaat aidiyetinin kavramsal doğuş sürecini görelim.  

Sünnet ve Cemaatin Lügat ve Istılah Karşılıkları

Sünnet, iyi ya da çirkin olsun yol ve gidişat anlamına gelir. İbni Fâris, Arapçada sin ve nun aslının “bir şeyin kolay akışını ve sürmesini” ifade ettiğini, Senn aslından türeyen sünnet sözcüğünün de sîret anlamına geldiğini söyler. Bu bakımdan mesela Hz. Peygamberin sünneti terkibi, onun hayat süreci, kişisel gidişatı demektir. (Mekayîsü’llüğa, 3/60-61) Temel medlûlü bu olmakla birlikte bazen sünnet kelimesi bir şeyi beyan etmenin yahut yerleşik âdetin karşılığı olarak da kullanılır.

Istılahta sünnet, kullanıldığı ilime göre birbirine yakın anlamlara gelir. Muhaddislere göre sünnet “Risaletten önce ya da sonra Peygamberimizin sözü, fiili, takriri, bedenî veya ahlakî özellikleri ve kişisel yaşantısı anlamına gelir ki bu zaviyeden hadisle eş anlamlıdır. (es-Sünne ve Mekânetühâ fi’t-Teşrî, Sibaî, 47)

Usulcülerin dilinde sünnet, Kur’an’da açıkça geçmeyen konularda Peygamberimizden nakledilen esaslardır ki bunların öncelikli amacı Kur’an’ı beyan etmektir. (el-Müvafakât, Şatıbî, 4/47) Fakihlere göre ise, farz ya da vacip olmaksızın Peygamberimiz tarafından bildirilen yükümlülüklerdir. (İrşâdü’l-Fuhûl, Şevkanî, 31)

Temelde bir itikad kavramı olarak sünnet ise biri asıl ve küllî, diğeri bunun feri olan iki anlamda kullanılır. İlki “Peygamberin ilim, amel ve hidayet yolu; onun getirdiği her şeydir.” Böylesi umumî manada sünnet, şeriat ve dinin müradifidir. İbni Teymiye der ki: “Sünnet şeriattır; Allah ve Rasülü’nün din olarak koyduğu her şeydir.” (Mecmûu’l-Fetâvâ, 4/436) İkinci kullanımda sünnet denince “Kitap ve Sünnetle sabit olan sahih itikat” kastedilir. İbni Recep der ki: “Sonraki dönem âlimlerinin çoğu sünneti itikat alanına tahsis eder. Çünkü o dinin aslıdır. Ona muhalif duran büyük tehlikede demektir.” (Câmiu’l-Ulûm ve’l-Hıkem, 2/120)

Cemaat ise malum olduğu üzere, masdar ismi olarak toplanma manasını ifade etse de hakikat-i örfiye yoluyla toplanan insanlara kullanılır. İcma da ittifak ve ortak hüküm anlamıyla aynı sözcükten türer.

Istılahî olarak cemaat İbni Hacer’in İmam Taberî’ye dayandırdığı görüşle şu anlamlarda kullanılır: İslam ümmetinin kahır ekseriyeti (sevad-ı azam), fırka-ı naciyeye tabi olan müctehid imamlar, hususî manada sahabe-i kiram, şerî bir idarecinin emri altında toplananlar. (Fethu’l-Bârî, 13/37) Şatıbî bunlara beşinci olarak ehl-i İslam anlamını ekler. (el-İtisâm, 2/263) Hemen ilave edelim, cemaatin önemini anlatan, ondan ayrılanları küfürle eşdeğer gören hadislerde cemaatle kastedilen şey, âlimlerin farklı yorumlarına göre bu anlamlardan biridir.

Cemaatin söz konusu karşılıklarını iki noktada toplayabiliriz: Birinci açıdan demek oluyor ki cemaat, hak ehlinin Peygamber ve sahabeye uyup bidatı terk etmesidir. Bu ilmî ağırlıklı tariftir. Bu yolda olanların azınlıkta olması cemaat vasfına zarar vermez. İbni Mesud der ki “cemaat, tek başına olsa da Allah’a itaati başarandır.” (Şerhu Usûli İtikâdi Ehli’s-Sünne ve’l-Cemaah, Lâlekâî, 1/109) İkinci olarak meşru şekilde bir idarecinin hükmü altında toplanandır. Ne bu cemaatten ayrılmak ne başlarındaki emîre biatten geri durmak ve ona karşı ayaklanmak haramdır. Bu da kavramın siyasî çerçevesidir ki söz konusu içeriği birçok şerî nas desteklemektedir. Taberî ve Kadı İbnü’l-Arabî gibi bazı âlimler cemaatin bu anlamını tercih ederler. (Ârızatü’l-Ahvezî, İbnü’l-Arabî 9/10; Fethu’l-Bârî, İbni Hacer 13/37)

Hadislerde ve Selefte Sünnet-Cemaat Vurgusu

Terkip şeklinde hicri ikinci asrın sonlarında kavramsallaşmaya başlayan sünnet ve cemaatin önemi, kuşkusuz Peygamberimizin ilgili hadislerine dayanır. Öne çıkan birkaçı şunlardır: “Dikkat edin! Sizden önceki ehl-i kitap yetmiş iki millete ayrıldı. Bu millet de yetmiş üçe bölünecek. Yetmiş ikisi ateşte, biri cennettedir ki o da cemaattir.” (Ebu Davud, Hâkim) Buna yakın başka bir hadis şöyledir: “Ümmetim yetmiş üç millete bölünecek. Biri hariç hepsi ateştedir.” Bunun üzerinde sahabeler “kimdir o bir grup?” diye sorduklarında Peygamberimiz “onlar benim ve ashabımın yolundan gidenlerdir” buyurur. (Tirmizi)

Sünnetin önemini vurgulayan bir hadis: “Benim ve benden sonra hidayet öncüleri olan râşid halifelerimin sünnetine uyun.” (Ebu Davud, Tirmizi) cemaatin önemini anlatan başka hadis: “Allah’ın bana emrettiği beş hususu size emrediyorum: Birincisi cemaattir…” (Tirmizi, Ahmed) “Kim cemaatten bir karış ayrılmış olarak ölürse, cahiliye üzere ölmüştür.” (Buhari, Müslim) “Allah’ın eli cemaatle beraberdir.” (Tirmizi, Taberanî)

Kavl-i Nebi dışında selef âlimlerinden nakledilenler, sünnet ve cemaatin selefteki meşruiyetini ispatlar. İmam Malik’e sünnetten sorulduğunda “onun sünnet dışında bir ismi yoktur” demiş ve şu ayeti okumuştur: “Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah’ın yolundan ayırır.” (Enam, 153; el-İtisâm, Şatıbî, 1/58) Yine İmam Malik’e ehl-i sünnetten sorulduğunda “ehl-i sünnet, Cehmîler, Kaderîler ve Rafızîler gibi, tanınacakları bir lakabı olmayanlardır.” yanıtını vermiştir. (el-İntikâ, İbni Abdilberr, 35)

Eyyüb es-Sahtiyanî der ki “bir adam sünnet ve cemaat sahibi ise, daha başka bir şeyini sorma.” (Tefsîru İbni Kesîr, 3/162) Amr bin Kays el-Melaî “bir gencin yetişme çağında ehl-i sünnet ve’l-cemaatle takılmaya başladığını gördüğünde, onu artık kendi başına bırakabilirsin.” (eş-Şerh ve’l-İbâne, İbni Batta, 133)

Sünnet ve cemaatin önemini belirten bu sözler dışında doğrudan terkip olarak onun tarifini yapanlar da vardır: “Ehl-i sünnet ve’l-cemaat, Allah’ın kitabı ve Rasülü’nün sünnetine, ilk devir sahabe ve tabiîn öncülerine; gerek geçmişte gerek bugün Müslümanların imamlarına uyanlardır.” (Tefsîru İbni Kesîr, 3/434) Süfyan bin Uyeyne’ye söz konusu iki kavramın karşılığı sorulduğunda şu cevabı vermiştir: “Cemaat, Ebubekir ve Ömer’e biat hususunda Allah Rasülü’nün ashabının birleşmesidir. Sünnet ise zulmedip haksızlık da yapsalar idarecilere sabretmektir.” (Meşyehatü İbni’l-Hattâb, 116)

Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat İsminin Doğuşu

İçeriği Hz. Peygamberden itibaren varolduğu için ehl-i sünnet ve’l-cemaatin ancak kavramsal olarak, müstakil bir isimle ortaya çıkışından bahsedebiliriz. İbni Teymiye bu noktayı güzel izah eder: “Ehl-i sünnet ve’l-cemaat, Allah’ın Ebu Hanife, Malik, Şafiî ve Ahmed’i yaratmasından önceye dayanan, bilinir bir mezheptir; çünkü o, sahabelerin Peygamberlerinden aldıkları hayat metodudur.” (Minhâcü’s-Sünne, 2/482) İlk dönem Müslüman zihninde kodlanmış olan bu sahih İslamî değerler, sonraki süreçte çıkan siyasî çatışmalara eşlik eden fikrî tartışmalarla zayıflamaya başlamıştır. Abdullah b. Sebe fitnesi, Hz. Osman’ın şehid edilmesi, Hz. Ali ile Hz. Muaviye, İbni Zübeyr ile Abdulmelik arasında yaşananlar, ilk dönem siyasî ve fikrî atmosferi açısından son derece belirleyici olmuşlardır.

Bu süreçten itibaren Hariciye, Rafiziye, Mürcie, Kaderiye, Cehmiye, Müşebbihe ve Mümessile gibi sapkın fırkaların doğuşu, bundan böyle sahabenin saf din kabulünü temsil edenlerin ehl-i sünnet ve’l-cemaat gibi özel bir isim altında, belli itikadî kıstaslarla temeyyüz etmesini zaruri kılmıştır. Özellikle hicri üçüncü asrın başlarındaki Mıhne Olayları ve Halku’l-Kur’ân tartışmalarıyla Ahmed b. Hanbel, ehl-i sünnet ve’l-cemaatin hem kavramsal hem popülarite olarak güçlenmesinde kilit rol oynar. İbni Sîrin’den nakledilen söz yaşanan değişimi anlatıyor: “Önceleri üstatlar bir hadis (metni) nakledildiğinde, ayrıca isnadını sormazlardı. Ne zaman ki fitne baş gösterdi, ‘ravileriniz kim, söyleyin” demeye başladılar. Böylelikle ehl-i sünnet olanın hadisi alınır, ehl-i bidat olanınki bırakılır oldu.” (Sahîhu Müslim, mukaddime, 15)

Demek oluyor ki ehl-i sünnet ve’l-cemaat, yekten müstakil bir mezhep olarak değil, sapkın itikadî cereyanlara karşı bir tepki olarak, İslam’ın ana bünyesini muhafaza saikiyle teessüs etmiştir. Bu açıdan dönemin tartışma mevzularına göre öne çıkardığı esaslar (örn. sıfatların tevili, istiva, Kuran’ın yaratılması…) değişebilmekte ve aynı zamanda ehl-i reyden ehl-i hadise kendi içinde zenginlik barındırabilmektedir. Yine de ehl-i hadis ya da ehl-i eser denen selefî taifeden birçok âlim, tarihten günümüze mütekellim ve fukahânın oluşturduğu ehl-i rey grubunu ehl-i sünnet dışılıkla suçlaya gelmiştir. Bu açıdan dün olduğu bugün de ehl-i sünnet çatısını kısır lafzî tartışmalardan ve mezhebî-meşrebî aidiyetlerden yüksekte, kuşatıcı tutmakta fayda vardır; çünkü işin özü helal rızık gibi gayet sade ve saf bir yaşantıda yatmaktadır. Tıpkı Fudayl bin Iyaz’ın dediği gibi: “Ehl-i sünnet, karnına helal lokma sokmanın bilincinde olandır.” (Mecmû u Resâili İbni Receb el-Hanbelî, 1/320)

Bu makaleyi okuyanlar için tavsiye yazılar:
Mezhep Nedir?
Ehli Sünnet Mezhebi
Ehli Sünnetin İtikad Esasları

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.