e-Medrese

Sosyal Medya Üzerine Muhammed Yazıcı Hoca ile Söyleşi

12.09.2020

Gelişmenin gelenekteki köklerini arayarak başlayalım. Sosyal medya olgusu bütün içeriğiyle yeni bir olgu mu yoksa kadim birliklerle benzerlik taşıyan yönleri var mı? Geçmişte onun yerini tutan veya ona benzer bir mecranın olup olmadığını merak ediyorum.

Tek kelimeyle buna namaz cevabını verebiliriz. Malum, İslam insan fıtratına hitap eden bir din. Hatta insan doğasına en uygun yaşam biçimini İslam vadediyor diyebiliriz. İnsan nasıl sosyalleşmeye ihtiyaç duyan bir tabiata sahipse, İslam da insana sosyalleşebileceği bir düzen emrediyor. Düşünün İslam’ın en önemli emri olan namazın bir ibadet olmasına rağmen toplu halde yapılması emredilmiş. Hâlbuki ibadetin özünde kişinin Allah’la irtibatını kuran bir tabiatı var. Dolayısıyla sakin bir ortamda ve tek başına yapılması gerektiği düşünülebilir. Fakat ilk defa İslam toplu halde ibadeti emretmiştir. Hata namaza muhatap olmamızın en önemli hikmeti de bu. Namaz sosyalleşmemizi sağlar. Üstelik günde beş defa bir araya gelip omuzlarımız yan yana birbirimizin ağız kokusunu alacak kadar birbirimize yanaşmamızı emreder. (Soğan ve sarımsak gibi ağız kokusu oluşturacak şeyler yiyenlerin mescitlere gelmelerinin yasaklanması da bundandır.)

Namaz yardımlaşma, dayanışma ve paylaşmak için toplu halde yapmamız emredilmiş bir ibadettir. Fakat sosyal medya artık namazın sağlayacağı şeyi verdiğinden dolayı namaz hikmetinden soyutlanmış oluyor. Bu da ibadeti gereksiz bir duruma itiyor. İnsanların sosyal çevreleri ibadet mekânları ve dini ortamlar değil artık. Ünlü bir beyin cerrahinin söylediği gibi, bir insanın beyni en fazla 150 kişiyle iletişim kurmaya uygun yaratılmış. Sözün özü, bir mahalle camisinin verdiğini sosyal medyada aradığınızdan ve orada bulduğunuzu zannettiğinizden dolayı artık cami gerçek fonksiyonunu icra etmemeye başladı. Veya şöyle diyelim: Cami sosyal fonksiyonunu icra edemediğinden dolayı insanlar sosyalleşmeyi sosyal medyada aradı. Evet, bugün sosyal medya en büyük zararı caminin fonksiyonundan rol çalmasıyla mabede verdi. Buna beş vakit namazın toplu halde yapılışını hikmetinden kopararak içini boşaltmış olması sebep oldu. Sonuç olarak geçmişte sosyal medyanın yerini cami tutuyordu. Fakat sadece sosyal medyanın buna sebebiyet verdiğini söylemekte doğru değil, ama en önemli sebebi belki de budur.

Bugün bir Müslümanın sosyal medyaya karşı kısaca nasıl tavır alması gerekiyor? Kesin retçi mi yoksa uyum arayışı, ıslah cabası mı önemli ya da sizce başka bir yol mu?

İşin doğrusu kesin retçi tavır çok kolaycı bir tavır. Ben kesin retle kolay bir yol seçmek istemem, ama bir gerçek de var ki bu bizim kurduğumuz ve sınırlarını bizim çizdiğimiz bir dünya değil. İletişim teknolojisinin önü çok açık. Sonu öngörülemiyor. Yeri gelmişken ifade edelim: Artık internet, sosyal ağların kullanımı dışında neredeyse hiçbir fonksiyon icra etmemeye başladı. İnternet demek, sosyal medya demek. İnternet kullanıcılarının yüzde yetmiş üçü, sosyal ağlardan dolayı internete ihtiyaç duyuyor ve bundan sebep interneti kullanıyor. Bundan on yıl kadar önce internetin faydası ve zararı konuşulurken nispeten daha müspet tavır içinde olunabiliyordu. Fakat bugün artık internet dünkü internet değil. Artık internete erişim eskisi gibi sabit bir mekânda olmanızı gerektirmiyor. Bana göre ipin ucunu kaçırdığımız nokta burası. İnterneti biyolojik varlığımızın en önemli tamamlayıcı unsuru gibi yanımızda taşıyoruz. İnsanlar elleri, kulakları gibi birçok uzvundan vazgeçer ama bugün telefondan uzak kalmayı kabul edemez. Peki, nasıl bir tavır almalıyız?

Açıkçası benim bu mecranın ıslah edileceğine dair bir umudum yok. İslam hukukunun en temel ilkelerinden biri “def-i mefsedet, celb-i menfaatten evladır” kaide-i külliyesidir. Yani bir şeye dair vereceğimiz hükümden (örneğin bu caizdir gibi) hem zarar hem yarar doğuyorsa, zararı bertaraf etmek için o hükmü vermeyiz. (Bu şey caiz değil deriz). Şimdi bu kaide-i külliyeden hareketle, internet kullanımına haram denir mi bilmem, ama bir şahıs eğer sosyal medyanın mefsedetinden emin değil ve zararından da beri olamıyorsa, en azından kendisi için bu içtihadı yapması ve ona göre davranması gerekir diye düşünüyorum. Zira Efendimiz bir hadisinde “fetvayı kalbine sor” buyuruyor. (Ahmed, Darimî) İnternet ve sosyal medya kullanımına karşı en ufak bir tereddüt yaşamadan teslimiyetçi tavrı görünce, en azından denge oluşturma adına toptan reddeden bir sesin çok yüksek bir perdeden çıkması gerektiğini düşünüyorum.

Modern dünyanın sunduğu diğer imkânlara karşı az da olsa bir tereddüt yaşamış olan Müslüman toplumların ve bunların içinden çıkmış, sözüne itibar edilen şahısların internet kullanımına karşı bu kadar konformist yaklaşmaları, ayrıca özel olarak ele alınması gereken bir konu. Şu sorunun cevabını uzun süre aradım durdum: Evet, sosyal medya marufa aracı alet olabilir. Lakin burası insanoğlunun var olduğu günden bu yana görmediği, göremeyeceği bir gayya çukuru. Burası her türlü denaetin, pisliğin, kötülüğün rahatça yer bulabildiği bir mecra. Bu lağım çukurunu ıslah edip cennet mekân bir ırmağa dönüştürmek nasıl mümkün olabilir? Evet, belki siz orada iyi ve doğru şeyleri seslendiriyorsunuz, fakat ortam buna müsait değil. Bu durum tabakhanede miski amber satmaya benziyor.

Bir de işin şu kısmı var: Şerrin içine hayır iliştirerek bunu daha tehlikeli hale getirmiş olmuyor muyuz? Sonuçta en tehlikeli yanlış, doğruya yakın olan ve içinde doğru argümanları barındıran yanlıştır. İçinde domuz ve içki gibi her türlü muzır şeylerin satıldığı bir pazara tezgâh açıp hurma satmakla insanların o pazara girmelerine sebep olmuş olmuyor muyuz? Evet, ben meşru bir şey yapıyorum diyebilirsiniz, ne var ki yaptığınız yerin meşrulaşmasına katkıda bulunmuş oluyorsunuz. Böylelikle içeride hurma satılıyor diye insanların bu çarşıya girişlerindeki tereddüdü izale etmiş oluyoruz. Ben henüz bu sorulara tatminkâr cevaplar verebilmiş değilim. Bundan dolayı bu konudaki tereddüdüm devam ediyor. Kısacası bu dereninin ıslah edileceğinden umutlu değilim.

Daha detaya indiğimizde kişisel bakış açınızla sosyal medyanın en önemli özelliğini ne olarak görüyorsunuz? Olumlu yanından başlayalım.

Birçok olumlu yanından bahsetmek mümkün tabii. Mesela birbirlerinden çok farklı görüş, düşünce ve anlayışların müntesiplerine gerçek hayatta bir platformda dile getirilemeyecek rahatlıkta kendini ifade etme fırsatı veriyor. Aynı meslek iş ve ilgilere sahip insanların birbirlerini bulmalarına ve uzaktan uzağa kendi iş ve alanlarına göre bir meseleyi müzakere edebilmelerine imkân sağlayabiliyor. Hiçbir şekilde karşılaşması ve bir araya gelmesi mümkün olmayan kişileri bir arada tutup farklı pencerelerden bakmayı mümkün kılıyor. Bir de sosyal medyanın en önemli alanını video paylaşımı oluşturuyor. Videonun güzel yanı şu: İnsanoğlu sözü yazıya geçirdi, yazı sözü ebedi kılar, fakat bu eşyadaki fani olma yasasına ters. Yazı sözün mumyalanmış halidir, sözü dondurur.

Videoyla sanki yazının yeniden söze inkılap ettiği bir döneme girdik. Basılı sözün yeniden asli hüviyetine dönmesi diye adlandırabileceğimiz bir dönem. Bunun özellikle fikirlerin yazılarak değil de söylenerek ifade edilmesinde anlamı kolaylaştıran bir yanı var. Konuşmada jest mimik, tonlama ve ses ayarı gibi unsurların anlama etkisi inkâr edilemez. Bunun da bir kazanım olduğunu kanaatindeyim. Ayrıca bizimki gibi kitap okuma oranı çok düşük, şifahi kültüre sahip bir toplum için bir avantaj sağlayabilir. Üstelik kullanıcılar tarafından içerik oluşturmaya müsait olması da bu avantajı artırmış oluyor. Tabii yine az önceki mülahazaların gölgesinde ifade etmiş olalım bunları. Kuran içkinin de faydaları olduğunu söylüyor, fakat içinde faydaların olması onun “pislik” olmasına engel olmuyor.

Peki, sosyal medyanın ya en büyük sorununu ne görüyorsunuz?

 Zannedersem zımnen şu soruyu soruyorsunuz: Sosyal medya başlı başına sorun, fakat en büyük sorunu nedir? Ben sosyal medyanın bütün sorunların kaynağı olan büyük bir probleme sebebiyet verdiğine inanıyorum; kişilik ve kimlik problemi. Çünkü insanın bütün vasıfları kimliğine adaptedir, ona bağlıdır. Peki, kimlik nedir? Bir insanın ben kimim dediğinde ilk akla gelen tanımlama, insanın kimliğini oluşturur. Kişilik de kimliğe göre şekillenir. Bir insanın kimliği yetiştiği ortam, tevarüs ettiği kültür, gelenek ve aile yapısıyla oluşur. Bir kimlik içerisinde kendisini ayırt eden bir kişilik de biçimlenir.

Sosyal medyanın kişilik bozukluklarına, örneğin psikologların en fazla muhatap oldukları anksiyete, stalking ve narsizm gibi hastalıklara sebebiyet verdiği bilimsel bir gerçek. İnsanın kimliğinin oluşumunda sosyal çevrenin etkisinin büyük olduğundan bahsetmiştik. Bugün bir insanın çevresini sosyal medyada ilişkileri oluşturuyor. Ne olduğunu sosyal medyadaki geribildirimler belirliyor. Bunlar kimliğini şekillendiriyor. Özellikle ergenlik döneminde psiko-sosyal moratoryum yaşayan ve tedavi altına alınmak zorunda kalan genç sayısı her geçen gün hızla artıyor. Kliniğe başvuran ve tedavi altına alınan insanların durumu uyuşturucu müptelalarından farksız. İrade dışı, bir vesileyle telefonlarından uzak kalan insanların ciddi anlamda ruhsal depresif krizler yaşıyorlar. Tabii bunlar hastalığın farkında olup tedaviye razı olanlar. Yoksa yeni bir etkileşim ve bildirim mesajı geldiğini gösteren ışık veya seslerin telefonda belirmesinden sonra gayri iradi telefona elini uzatmayan bir insan kalmadı. Hâlbuki bu tavır uyuşturucu bağımlısı tavrıdır ve klinik bir vakadır.

Kimlik meselesine dönecek olursak, sosyal medyanın gerçek hayattan ayrı bir jargonu ve dünyası var. Bu dünyaya uygun şekil alan, ona göre benliğini biçimlendiren insanlar yeniden gerçek hayata intibak sağlamada güçlük çekiyor. Bu defa birden fazla kimlik taşımak zorunda kalıyor. İşte az önce bahsettiğimiz ruhsal krizler, bu kimlik karmaşasının semptomlarıdır. Özellikle kimliğin oluşum sürecinde böyle bir ikilemde kalmak, her kötülüğe uygun, hayattan ne istediğini bilmeyen, her an her role girmeye hazır, omurgasız insanlar ortaya çıkarıyor. İlk zaman içindeki kişi sayısınca telefonunda sosyal medya hesabı taşırken, bir yerden sonra sosyal medyadaki hesaplar sayısınca kişiliği içinde barındırabiliyor. Bunlardan hangisinin yeri ve zamanı gelirse, ona uygun maskeyi takabiliyor.

Fertten başlayan bu durumun kısa zamanda toplumsal riyakârlık seviyesine geldiğini söyleyebilir miyiz o halde?

 Kesinlikle. İnsanların içlerinde taşıdıkları onlarca kişiliği ortaya serdikleri, bilinçaltlarında yığılı kalmış mahrem ve yasak görüş, düşünce ve sözü hiçbir filtre uygulamadan sarf ettikleri bir mecradan bahsediyoruz. Bundan dolayı toplumun gerçek yüzünü sosyal medya yansıtır. Hiçbir sosyal platformda ifade edilemeyen düşünceler, her türlü kin, nefret ve düşmanlıklar burada fütursuzca dele getirilebiliyor. Bu demek oluyor ki ideolojiler; siyasi, ictimai her türlü hizip ve fraksiyonun birbirleriyle iletişiminin gerçek hüviyeti, mensuplarının müstear isimler arkasında sosyal medyada duruşlarında gizlidir. Bu kadar net. Bu açıdan baktığınızda, gerçek Türkiye mozaiğini Twitter ve Facebook gibi uygulamaların, özellikle sahte hesaplarında yazılan mesajlarda görebilirsiniz.

Burada hafif bir sosyolojik kehanette bulunmayı denesek, mesela yüzyıl sonra sosyal medya neye dönüşecek sizce? Bu açıdan geleceği nasıl öngörüyorsunuz?

İletişim teknolojisinin gelişimi gerçekten baş döndürücü bir hızda ilerliyor. Öngörmek gerçekten olanaksız. Fakat ilk çıkışından günümüze kadarki gelişimini dikkate aldığımızda, bir şeyler tahmin etmek mümkün. Bir de takipçisi olduğumuz Batı ve Amerika kültürünün bugün geldiği yere biz de yarın gelmiş olacağız. Oraya bakarak bazı öngörülerde bulunabiliriz. Bunlardan birincisi, sosyal medya hayatımızda daha fazla yer tutacak. Bugün hala sosyal medya kullanmayan ciddi bir kitle var, fakat önümüzdeki yıllarda bu sayının artık çok daha azalacağını zannediyorum. Yine mahremiyet algısının büsbütün değişeceğini zannediyorum. Özellikle İslami camiada müziğe karşı gösterilen refleksif tereddüdün zaman içinde, sessiz sedasız izale olması gibi, sosyal medyadaki paylaşımlara yönelik bugün garip karşılanan veya geleneksel olanla mukayeseler yapılarak hayıflanılan birçok içerik türü ve mesaj paylaşımlarına karşı menfi tavır da ortadan kalkacak. Bugün en mütedeyyin çevreler bile Batı klasiklerini okumaya teşvik etmede en ufak bir tereddüt yaşamadıkları gibi yarın da sosyal medya kullanımına karşı ciddi bir teşvik bile olabilir. Her hâlükârda toplumda bireyselleşme çoğalacak. Bir süre sonra insanımız iyiden iyiye yalnızlaşacak. Bu yalnızlaşmada sosyal medyanın payı büyük tabii. Sosyal medya yalnızlaştırıyor ve yalnızlaştırdıkça kişilerin yeniden sosyal medyaya sığınmasına sebep oluyor. Garip bir paradoks hali bu.

Tam bu tahmini gelecekte iplerin Müslümanların elinde olması için bugün sosyal medyada nasıl bir Müslüman imajı oluşturmaları gerekiyor?

Ben bu sorudan sosyal medya tamamen hayatın dışında bir olguymuş gibi, sanki paralel bir evrenden bahsediyormuşsunuz gibi bir anlam çıkardım. Doğrusu Müslümanların modern dünyada Müslümanca yaşamalarını gerekli kılan İslami ilkelerden farklı olarak, sosyal medyada yapmaları gereken bir şey veya takınmaları gereken bir tavır olması gerektiği kanaatinde değilim. Her şeyden önce böyle bir ayrımı doğru bulmaktan öte anlamlı bulamıyorum.

Anladım. Sair alanlarda atılması gereken adımlar, bu mecrada da geçerli diyorsunuz. Diğer bir konuya geçelim o zaman. Sınırları çok net olmasa da tasavvufi İslam’dan, halk İslam’ından filan bahsediliyor malumunuz. Sizce sosyal medya İslam’ı diye bir şeyden bahsedebilir miyiz? Sosyal medyada önce çıkan din temsiliyeti nasıl?

Gerçek hayatta çok da makbul sayılamayacak (!) İslam’ın sosyal medyada hayat bulduğu bir gerçek. Evet, bugün sosyal medya İslam’ı diye bir olgudan bahsetmek mümkün. Birebir temasta sahte ve sentetik olduğu çok rahat anlaşılabilecek söylemler, sosyal medyada kendine bir yer buluyor ve ciddi anlamda takipçi çekiyor. İslam’ın bütün ruhi ve deruni yanından soyutlanmış, sadece sahte bir vitrinle hayata dokunmayan, herhangi bir yanlışı değiştirmekten ziyade kötüye riyakârca ağıtlar yakan, son derece salaş ve turfa bir söylem gelişti doğru. Fakat bu da nevzuhur değil. Gerçek hayatta ve tüm zamanlarda bu vardı, ancak sosyal medyada gerçekten daha çok yer tuttu. Çünkü sosyal medya kitle kültürü oluşturmaya çok müsait ve bahsettiğim İslam imajı tam bir kitle söylemi.

Bugüne kadar pasif ve edilgen konumda olan izleyici ya da muhatap kitlenin sosyal medya ile nisbi hâkim ve patron konumuna geçtiğini söyleyebiliriz sanırım. Bugün aynı gelişme din düşünce alanın da yaşanır mı?

Bence dini alanda daha fazla yaşanıyor. İnsanlar İslam’la ve Hz. Peygamberimizle alakalı müsbet ya da menfi olsun, her türlü fikrini çok rahat dile getirebiliyor. Bu bir anlamda her türlü tabunun ve düşünsel oligarşinin yıkılmasını sağlıyor. Bugün bir düşünce akımı normal hayatta asla muhatap olamayacağı sorulara muhatap olabiliyor. Ve eğer bu sorulara makul cevaplar üretemezse, istikbaldeki varlığının tehlikede olduğunu bilmesi gerekir. Artık kürsüde konuşan bir hoca ve sükûnetle onu dinleyen bir cami cemaati yok. Her cümlenin altına korkusuzca sorgulayan bir cevap yazılabiliyor ve açıklama talep edilebiliyor. Çok katılımlı ve herkesin her sesin kendisine yer bulduğu bu ortam, zihinlerin hurafeden, sorgu sual edilmeyen her türlü tabudan arındırılmasına vesile olabileceği gibi, din gibi hayatın en önemli müessesesinin itibarsızlaştırma ve istihzaya alet edilmesine de vesile olabilir.

Özgürlük ve sansür kısmına gelelim. Sosyal medyanın klasik medyaya göre daha özgür ve tarafsız bir platform olduğuna katılıyor musunuz? Burası gerçekten sansürsüz ve bağımsız bir mecra mı?

Bir yönüyle öyle evet. Bu da sosyal medyanın faydaları arasında zikredilebilecek bir husus. Ücra bir köşede işlenen bir zulüm, yapılan bir haksızlığın ifşa edilmesine ve maşeri vicdanın harekete geçirerek çok daha çabuk ve net sonuçlar alınmasına vesile oluyor. Yine de bu maslahat şer amaçla daha fazla kullanılmaya müsait. Az önce belirttiğimiz gibi kitle kültürünü besliyor ve şuursuz kitleler uzun süre bir algıyla aldatılabiliyor. Bu aldatmanın da yine maşeri vicdanın devreye sokulmasıyla gerçekleştirildiğini görüyoruz.

İşin bir de emniyet kısmı var herhalde. Sanki sosyal medya kullanımına pek açık olmayan açık mekânlar daha güvenli hale geliyor.

Aynen. Dünyaca ünlü gizli servisler sizi takip etmeye, hakkınızda bilgi edinmeye kalksa, bütün hayatınızı 24 saat izledikleri zannedilir. Hâlbuki bir gizli servis bir süre sizi takip ettikten sonra elde edilen verilerden yola çıkarak bir karakter biçimi çıkarır. Korkularınız, tutkularınız, hobiniz, fobiniz vesaire sizi ele vermiş olur zaten. Bugüne geldiğimizde kendi ellerimizle sosyal mecralara koyduğumuz bilgiler üzerinden her türlü oyunun oynanmasına, yönlendirme ve kullanma gibi küresel spekülasyon hamlelerine uygun hale gelmiş oluyoruz. Temas ettiğiniz gibi, bizim dönemimizde bir çocuğu korumak için sokağa salmamak gerekiyordu. Şimdi sokaklar evdeki odalardan daha güvenli.

Sosyal medyada yerleşik ahlak prensipleri dışında yeni değerlerle de donanması gerekiyor ahlaklı bir insanın. Mesela toplu fotoğrafları o kişilerin izni olmadan paylaşmamak gibi. Oysa bu yeni bir durum. Buna benzer yeni sosyal medya ahlak kurallarından bahsedebilir misiniz?

Evet, bu mesele cidden çok önemli bir hal aldı artık. Bence bunların en başında neredeyse herkesin muzdarip olduğu bir husus var, o da izinsizce şahısların gruplara alınması. İlgili kişiden müsaade alınmadan veya bir grup oluşturduktan sonra isteyenin istediği zaman gruptan ayrılabileceğini ifade etmeden, insanların hiç de ilgi duymayacakları ne din ne dünyaya hiçbir fayda sağlamayacak konuların konuşulmasına şahit olup vakit kaybedecekleri gruplara bir şahsın eklenmesi, en nazik ifadeyle kabalıktır. Benim şahsen sırf bu kabalığa kabalıkla karşılık vermiş olmamak için çıkamadığım ve kahır çektiğim Whatsapp grupları var. Aynı şekilde kişiden habersizce fotoğrafının çekilmesi ve bunun paylaşılması aynı kabilden sayılabilir.

Diğer konu, sosyal medyada dini tebliğ ya da temsiliyetin yarısı kadar sokakta, metroda dini tebliğ ve propaganda göremiyoruz. Facebook ve Twitter paylaşımlarındaki cihad ve maneviyat vurgusu sokağa çıkınca ne oluyor?

Evet, bu da oradaki hayatın gerçek olmadığını gösteriyor. Kitle kültürü dedik ya, kitle ne istiyorsa ona göre şekil alıyor şahıs. Nasıl bir dindarlık algısı revaçtaysa, bakıyorsunuz o yüzler daha fazla görünür oluyor. İnsanlar gitgide gerçeklikten uzaklaşıyor. Dediğiniz çok önemli bir husus. Gerçek hayattaki tutum ve davranışlar da sosyal medyada paylaşılma ihtimaline bağlı. Yani sosyal medyada paylaşmak için yaşanıyor birçok husus. Din de bunlardan biri maalesef. Bugün insanlar dokunup temas ettiği kişiye bile güvenini kaybetti. Bu durumda sosyal medyadan tanıdığı birinin irşadıyla nasıl dindar insanlar olsunlar? Sonra sosyal medya sade bir iletişim aracı değil ki! Aracılık ettiği şeyi kendisi belirlediği için getirdiği haber, fikir veya çağrılarının ne kadarının gerçeği yansıttığını bilemiyoruz.

Ayrıca hususen dini mesajın tebliğinde şunu söylemek gerek: Bozulma kendiliğinden olan bir şey. Karanlık aydınlığın yokluğudur. Karanlığın bir kaynağı yoktur. Kötülüğü en ufak uyarıcı dürtülerle çoğaltabilirsiniz, ancak iyiliği yaymak o kadar basit olamaz. Dolayısıyla bir kısa video, bir tivitle bir adamı düzeltemezsiniz, fakat bozabilirsiniz. Yani bu alanda dini tebliğin çok fayda sağlayacağına inananlardan değilim. Efendimiz aleyhisselam güzel arkadaşı güzel kokuya, kötü arkadaşı kötü kokuya benzetiyor. Ses ve görüntü aktarılabiliyor, ama koku aktarılamıyor. Kokuyu aktarmanız için çok yakın olmanız gerekiyor. Bugün insanların birbirlerine dokunacakları sosyal platformalar oluşturmak lazım. En önemlisi mesela namazla sosyalleşmek gerek. Yoksa sadece bir mesaj, bir video insan hayatında önemli değişiklik meydana getirmez. İzlemek adı üstünde izlenim bırakmaya yarar. Sadece iyi bir video iyi bir izlenim bırakır o kadar.

Diğer taraftan bütünden koparılan bir video ya da yazı kesitinin aksine zarar verdiğini görebiliyoruz sosyal medyada.

Orada böyle olması kaçınılmaz tabii. Bütün içinde anlamlı duran tek bir cümle ya da dil, tarih ve kültür açısından son derece makul ve manidar olan bir tavrın, bunlardan kopartıldığında nasıl da algıyı yönlendirmeye müsait ve önyargıya hitap eden bir mahiyet aldığını sık müşahede ediyoruz. Özellikle yıllarca davaya emek vermiş, ciddi ilmi müktesebata sahip bir âlimin bir dakikalık videosu bütün ilmi itibarını mahvedebiliyor. Hayati ehemmiyete sahip o kadar ciddi meseleler bin bir parçaya bölünerek ve takipçinin bütünü ihata etmesi imkânsız en derin ilmi meselelerin kesik kesik istifadeye sunulması, meselenin olduğundan bambaşka bir anlama çekilmesine sebep olabiliyor.

Şunu da ifade etmek isterim. Her konuda rakamlar hayatımızda gereğinden fazla yer tutmaya başladı. Çok fazla insana ulaşma çabasının insanları irşat etme ve emribilmaruf sorumluluğunu ifa etme gibi masum duygularla perdelenerek görünme ve çok daha fazla insan tarafından takdir edilme gibi sinsi şeytani bir plan olduğunu düşünüyorum. Daha çevresindeki en yakın insanlara numune-i imtisal oluşturamamış şahıslarda, daha fazla insana ulaşma gibi bir çaba gözlemleniyor. Hz. Ömer herkesin büyük büyük rakamlarla hayır işlemeyi Allah’tan istedikleri bir ortamda “ben bir oda dolusu Ebu Ubeyde bin Cerrah isterdim” diyor. Biz yaşamakla ve en yakınımızdan başlayarak insanlara örnek olmakla mesulüz. Samimiyetle irşat görevini yerine getirdiğimizde, meşru dairede kaldığımız müddetçe Allah birimizi nasıl bin ediyor göreceğiz. Biz hakka tercüman olalım, birçok yar ve yaren bulacağız Allah’ın izniyle.

Bir ironiyi konuşalım istiyorum. Sosyal medya üzerinden sosyal medya eleştirisi yapmayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Muhtemelen karşılaşmışsınızdır bu tür paylaşımlarla.

Bu durum tam bir akıl tutulması. Bakıyorsunuz, yine bilmediğiniz bir numaradan bir mesaj gelmiş; hayatımıza Whatsapp girdikten sonra neleri kaybettik şeklinde. Enteresan olan bu mesaj Whatsapp’tan geliyor. Bir kısır döngü içinde kıvranıp durduğumuzun farkında değiliz. Bizim vakfın istişare kahvaltısına davet ettiğim bir kardeşimiz bu tarz kurum ve oluşumların içerisinde hiçbir vesileyle bulunmayı ve bir daha böyle bir davet almayı istemediğini söyledi. Birkaç gün sonra Kudüs meselelerinin çok canlı olduğu bir dönemde, hazır bir Kudüs mesajının altına şu satırları iliştirdiğini ibretle gördüm: “İnşallah bu hadise (İsrail’in başkentinin Kudüs olarak ilan etmesi hadisesi) Müslümanların birleşmelerine vesile olur.” Birkaç gün önce İslami eğitim ve hizmet veren bir müessesede bulunmayı tehlike olarak gören, yani bir İslami çatı altında birlik beraberlik olmaktan korkan kişi ümmeti Muhammedin birleşmesinden bahsediyordu. Sosyal mesajların ne kadar gerçek hayattan uzak ve faydasız olduğunu gösteren ibret tablosudur bu aynı zamanda.

Buraya kadar popülariteye karşı soğukkanlı tavrınızdan sosyal medyaya haksızlık ettiğinizi düşünenler olabilir. Onlar adına şu soruyla bitirmiş olalım: Bir ihtiyaç değil mi artık sosyal medya? O da insanın çok doğal ihtiyaçlarını karşılamıyor mu?

Alev Alatlı’nın bir sözü var. Dünyayı bilmeyen onun maskarası olur, der. Ben bunun sosyal medya için söylenmesi gereken bir söz olduğunu düşünüyorum. Sosyal medyayı bilmeyen sosyal medyanın maskarası olur. Gerçekte emek, sabır ve en önemlisi tahammül gerektiren ilişkilerin yerini hiçbir zahmeti olmadan kolayca kurulan sosyal medya ilişkisi aldı. Aslında insan ötekine muhtaç yaşar. İnsanın insana olan ihtiyacı fıtridir. Sosyal medya bu ihtiyacı yapay bir araçla karşılamış olur.

 Kemal Sayar aidiyet oluşturamayan, bir yerde bütün içerisinde kendini var edemeyen kişilerin sanal ilişkiler geliştirmek zorunda kaldığını söylüyor. Açıkçası ben sosyal medyaya olan ihtiyacın yine sosyal medya tarafından zihinlere enjekte edildiğini, bunun da küresel egemenlerin bir icadı olduğunu düşünüyorum. Evet, mutlaka ihtiyaç oluyor, fakat bu bugün oluşturulan algıya bakılırsa, devede kulak kalır. Baştan itibaren belirttiğimiz gibi sanal sosyal mecraların iletişime büyük katkısı var doğru, fakat bu sadece sosyal medyaya mahsus değil ki! Bunun dışında ulaşım araçları da artık çok rahat. Kaldı ki gerçekten ulaşmak istediğine insan ulaşabilir. İnsan iradesinin önünde hiçbir şey duramamıştır bugüne kadar. Mevlana’nın sözüyle noktalamış olayım bu meyanda: Susuzların suyu araması gibi su da susuzları arar.

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

eMedrese bir İlmiye Vakfı projesidir.