e-Medrese

Abdullah İbni Mübarek ile Konuştum

12.09.2020

Adı Abdullah İbni Mübarek. Künyesi Ebu Abdurrahman. Hicri 118’de Merv’de doğup 63 yaşında, Heys şehrinde irtihal ediyor. O hem hadiste müminlerin emiri hem cihad meydanlarının gazisi; hem meşrik ve mağribin fakihi, hem cevvad bir tüccar. Onun hakkında Süfyan bin Uyeyne’nin dediklerinden daha güzel bir cümle kuramam: “Bir sahabelere bir de Abdullah’a baktım. Nebi Aleyhisselamla olan sohbet ve gazvelerini çıkarırsak, onların Abdullah’a karşı bir faziletini göremedim.” Selef pirini Horasan’ın bir köşesinde bulmuşken haddim olmayan bir sohbete koyulup aklıma gelenleri sordum. Ustalarından kulluk sanatı meclisi bugün ilimden hikmeti, hayattan zühdü, ibadetten cihadı; sözden özü hülasa eylemiş bir şahsiyeti ağırlıyor. Gönülleri sık ve düzgün tutalım, buyurun.

Efendim, yeni hacdan döndünüz. Allah kabul etsin diyerek başlayalım.

Hac yapmadım, hayır.

Merv’den kafile ile gittiniz diye duydum.

Gittiğim doğru, fakat yarı yoldan dönmek zorunda kaldım.

Anlamadım, neden?

Birçok şehir geçerek Mekke’ye yaklaşmıştık. Bir çöplüğün yanından geçerken yiyecek arayan genç bir kız gördüm. Yanına gidip durumunu sorunca, babasının malları alınarak öldürüldüğünü, kardeşiyle yakın bir evde yalnız ve muhtaç yaşadıklarını söyledi. Çöplüğe atılan şeylerle karınlarını doyurmaya çalışıyorlarmış.

Çok üzücü! Belki paranın birazını kıza verip kalanıyla yola devam edebilirdiniz.

Tam aksini yaptım. Bin dinarın yirmisini kafileyle Merv’e dönmemiz için ayırıp kalan hepsini ona infak ettim.

Maşallah! Gruptan itiraz eden olmadı mı günlerce yol geldik diye?

Onlara yaptığımız yardımın bu yılkı haccımızdan daha faziletli olduğunu anlattım.

O zaman asıl…

Benim için…

Pardon, siz tamamlayın.

Benim için aç birinin karnındaki bir lokma, bir mescit inşa etmekten daha değerlidir. Velev ki insan mescidi tek başına yapmış olsun.

Ben de o zaman asıl şeyi konuşmak lazım diyecektim; önceliklerimizi

Evet, evleviyyât fıkhı önemli.

Bizanslılarla yapılan gazvelere katılmanızı böyle anlamalıyız herhâlde.

Bittabi. En son Bizas diyarında çıktığımız gazvede yağmurlu bir gece kendi kendime dedim ki; böylesi mühim şeyler dururken yıllarımızı ilâ ve zihâr konularıyla heba etmişiz.

Estağfirullah. Yahya İbni Maîn’in, Süfyan bin Uyeyne’nin size yaptıkları övgüler ortada. Yine önceliklere temas ettiğinizi anlıyorum.

Aynı nokta, evet.

Söz madem cihada geldi; naslarda ayrı bir yeri olan sınırda düşman gözetlemeyi sorayım size.

Ribât hakkında senin için tek şey şu: Nefsini Hakk’a o kadar rapteyle ki yine Hak ve hakikat üzere ihya olsun. İşte bu ribâtın en hayırlısıdır.

Yani benim önceliğim açısından söylüyorsunuz.

Hem öncelik hem temel açısından birçok insan için geçerli. Aileyi geçindirmek için çalışmak da cihattan daha faziletli.

Çalışmak evet, az önceki sadaka durumu böyle oluyor çünkü.

Ona da tercih edilecek şeyler var. Mesela şüpheli bir dirhemden kaçınmak, on binlerce dirhemi tasadduk etmekten daha değerlidir.

Üstadım, bütün bunlardan ilmi biraz hafife aldığınız izlemini uyanabilir.

Lakin ilimden maksat sırf bilmek değil ki; amel. Kimin harama karşı daha çok korkusu varsa, onun ilmi de fazla demektir. Yoksa nübüvvetten sonra böylesi ilmi insanlara yaymaktan daha değerli bir şey bilmiyorum.

Yaymak dediniz. Ya ilmini başkalarına aktarmaya karşı cimrilik eden biriyse?

İlminde cimrilik eden kişi için üç şeyden biri mukadderdir: İlmini alıp götüren ölüm, unutulup gitmek, sultana yağdanlıkla ilmin heba olması…

O halde doğru dürüst âlimin sizce tarifi de belli oldu.

Evet, büsbütün zühdle alakalı. Âlim ilgi ve himmetini dünyadan ahirete çevirendir. İtiraf edeyim ki biz de baştan ilmi dünya için öğrenmiştik; lakin zamanla o bize dünyayı terki öğretti.

Peygamber varisliği zaten böyle oluyor.

Güzel söylüyorsun da peygamber varisi olan âlimler dünyaya tamah ederlerse insanlar daha kime uyacak? Sade ilim değil mevzu tabii. Tüccar kesim, Allah’ın emin insanlarıdır. Onlar ihanet ederlerse daha kime güvenilecek? Gaziler Allah’ın misafirleridir. Onlar ganimetten çalarsa düşmana karşı kiminle zafer kazanılacak? İdareciler sürüyü yöneten çobanlardır. Eğer çoban kurt olursa, sürüyü daha kim koruyabilir?

İsabet buyurdunuz gerçekten. Âlimi konuşuyoruz; fakat ilmin diğer kısmı ilmi talep eden.

Aralarında ciddi münasebet var aslında. Kişi, ilim tâlibi olduğu sürece âlimdir. Bildiğini zannettiğinde cahil olmuş demektir.

Bu kısım da tamam. Zühdü ilim çerçevesinde vurguladınız. Onu karşıtı olan şirk ve riya kavramları üzerinden değerlendirirsek ne dersiniz?

Şu misali vereyim: İki adamın beraber yolculuk ettiğini düşün. Biri kılmak istediği namazı arkadaşından sebep terketse bu riyadır. Yok, eğer arkadaşından sebep kılsa bu da şirktir.

Bu ihlaslı tutuma ilaveten siz zühdün insanlar üzerinde iktidar gücüne de inanıyorsunuz.

Hem de sultanın halk üzerindeki iktidarından fazla. Sultan ancak sopanın, polisin gücüyle insanları yönetir. Zahid ise insanlardan kaçtığı halde onlar kendisine yönelirler.

Bir bakıma zühdün şükrünü yine onunla ödüyor.

Mühim nokta evet. Aslında şükürde ahiretin ziyadesiyle dünyanın noksanlığı şart. Zira sizden biri ancak dünyadan eksilterek ahireti artırabilir. Dünyanın büyüyüp genişlemesinin, ahiretin zayıflamasından başka yolu yoktur.

O zaman işin nüansı, bu imkânla pozisyonu değiştirmemek.

Zâhid tam da odur işte. Dünyalığa kavuşsa sevinmez. Dünyalığı kaybetse üzülmez.

Sizin ticaretle uğraşmanız gibi mi?

Konunun buraya geleceğini biliyordum.

Yanlış anlamayın. Yılda yüz binin üzerinde kar getiren bir ticarî sermayeniz var bildiğim kadarıyla. İnsanlar bunun izahını sizden duymak isteyebilir.

Elbette hakları. Bunu senden önce Fudayl bin Iyaz da sordu.

Ooo, ne dedi?

Sen bize zühdü, az dünyalığı, ihtiyaç miktarı malı emrediyorsun; lakin hayli kar getiren bir sermayen olduğunu görüyoruz, dedi.

Siz ne cevap verdiniz?

Birincisi, yaptığım ticaret canımı, ırzımı korumak ve Rabbime itaate daha fazla imkân bulmak için. İkincisi, kazandığım kârın yekününü âbidlere, zâhidlere ve tâliblere infak etmek için. Fudayl ve onun gibi destek olacağım müttakîler olmasaydı, kesinlikle ticaretle uğraşmazdım.

Tabii anlıyorum. Takva da buraya mı çıkıyor?

Özünde aynı ruh hali. Hazreti Davud’un oğlu Hazreti Süleyman’a söylediklerini düşün:  Oğlum, bir adamın takvasını üç durum gösterir: Başına gelen şeylerde Allah’a tevekkül etmesi, bunlardan razı olması ve sabretmesi.”

Buradan tevazu ve kibir meselesine geçecektim; ama aklıma sultana yağdanlık ifadesi takıldı. Âlim için tehlikeli durum sadedinde söylemiştiniz. İktidara karşı emri bil maruf gibi bir görevi de yok mu âlimin? İki şey karışmasın diye soruyorum.

Açıkçası bana göre, emri bil maruf nehyi anil münker yapan, iktidar mevkiindekinin yanına girip onları uyaran değil, bilakis onlardan uzak duran kişidir.

Diyelim ben zalim yöneticinin terzisiyim. Bu durumda zulmü destekleyenlerden oluyor muyum?

Zalimlerin destekçileri o iğne ipliği sana satanlardır. Sense kendi nefsine zulmedenlerdensin.

Buradan sultanın gereksizliği ya da bu makamın kötü olduğu sonucunu çıkarabilir miyim?

Ne münasebet! Allah, rahmeti gereği dinimize arız olacak birçok sıkıntıyı sultanla defeder. İdareciler olmasaydı yollarımız güvensiz, gerçekte en zayıf kişiler en güçlülerimiz olurdu.

Siz dünyalığa karşı dini satmaktan bahsettiniz anladım. Şu halde kendimden birazcık emin olabilirim.

Sen yine de dört şeyden emin olma: Geçmiş bir günah ki Rabb Azze ve Celle’nin onu ne yapacağı bilinmez. Ömrün geri kalanı ki gelecekte hangi dertlerin çıkacağı kestirilemez. Kula verilen bir fazilet ki onun bir tuzak ve istidrac olup olmadığı anlaşılmaz. Kalbin kısacık bir sure kayması ki o sıra kulun dini gider de farkına varmaz.

Çok kritik durumlar gerçekten, sağolun. Kibir ve ucuba gelelim. İsterseniz tersi olan tevazu ile başlayalım.

Tevazu zenginlere karşı kibirli olmaktır.

Ben her kesimi içine alacak şekilde soruyorum.

Geniş anlamda tevazuun başı şudur: Kendini senin kadar dünyalığa sahip olmayan birinden daha aşağı göreceksin. Öyle ki bu dünya nimetlerinin ona karşı sana bir üstünlük sağlamadığını o kişiye öğretmiş olacaksın. Yine kendini senden daha fazla dünyalığa sahip kişiden üstte göreceksin. O kadar ki sahip olduğu dünyevî şeylerin sana karşı bir üstünlük kazandırmadığını ona göstermiş olacaksın.

Peki, kibir ve ucub?

Biri karşı tarafı, diğeri kendini nasıl gördüğünle alakalı. Kibirde insanları aşağı addetme var. Ucub ise kendinde, başkalarında hiç olmayan bir şey var zannetme halidir. Müminler için ucubtan daha şerli bir şey bilmiyorum.

Bütün bu ahlakî meziyetleri canlı şahsiyetlerde görmek önemli tabii.

İşin hülasası o. Biz edebi, edep timsalleri aramızdan çekilip gittiği bir vasatta öğrenmeye çalışıyoruz. Gariplik burada.

Siz çok canlı bir örneksiniz Allah razı olsun. Şahsi hayatınızı biraz dinlesek. Rıhleleriyle meşhur bir âlimsiniz. Haremeyn’den Irak’a ilim için seyahat ettiniz. Son yolculuğunuz mesela ne içindi?

En son Merv’den Rey şehirlerinden birine gittim. Günlerce süren zorlu seyahatten sonra Harun bin Muğire’ye ulaştım. Amacım ona Hasan el-Basrî’nin sözünü teyid ettirmekti.

Muhtemelen sözü duymuştunuz daha önce.

Yine de asıl ravilere ulaşmak istedim. Harun bin Muğire sözü bizzat Hasan’dan işiten İsmail bin Müslim’den dinlemişti.

Söz neydi bu arada?

“Bir adamın düşmanlığına karşı bin adamın sevgisini satın alma.” Ta Merv’den sadece bu cümle için kalkıp geldim.

Sübhanallah! Başka ne denir? Son olarak kişisel ricada bulunacağım. Bana nasihat eder misiniz?

Lüzumsuz bakmayı bırak ki huşuya kavuşasın. Lüzumsuz konuşmayı bırak ki hikmete erişesin. Lüzumsuz yemeği bırak ki ibadette muvaffak olasın. İnsanların ayıplarını araştırmayı bırak ki kendi nefsinin ayıplarını göresin…

Bu yetti. Fazlasıyla hem de. Ne diyeyim, dua buyurunuz. Yürekten teşekkür ederim her şey için.

Bütün övgüler O’nadır. Ben nefsimi temize çıkaramam. Namaz ve sabırla kalın.

Latest posts by emedrese (see all)

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

eMedrese bir İlmiye Vakfı projesidir.