Medine İslam Toplumunun İktisadi ve Sosyal Yapısı Üzerine
İnsan iki kavram ile her zaman iç içe olmuştur: İnanç ve iktisat. İnsan inancına ve ilkelerine göre iktisat yapar. Her iktisadın bir amacı vardır. Bu amaç insanı nereye götürüyorsa insanın inancı budur. İslam’da iktisat, ifrat ve tefritten yani cimrilik ve israftan uzak olmaktır.
Batı dünyası her ne kadar bilime, iktisat ve ekonomiye değer verse de insanı bir eşya gibi görür ve insanı adeta satın alır ve pazarlar. Kimilerini medyayla, kimilerini futbolla, kimilerini bilimle. İnsanı sadece fizikî yönleri ile değerlendirir. Ya avdır insan ya da avcı. Tırnak içinde batının hiç de ‘renkli’ bir dünyası yok. Siz ya müşterisinizdir ya da bir mebi’. Hiçbir zaman üçüncü bir şık koymazlar önünüze. İşte İslam’ın diğer tüm oluşumlardan ayrıldığı nokta, insana üçüncü bir şık sunması ve milyon tane renk katmasıdır. İslam tabiri caizse, gözümüzdeki siyah beyaz perdeyi kaldırmış, bizi renklerin dünyasına tevdi etmiştir. İnsanı hem fiziken hem de duygusal olarak ele almış ve bizatihi insana insan olduğu için değer vermiştir. Bunun tezahürünü hepimizce malum bir beyitte görüyoruz: “Yaratılanı severim yaratandan ötürü.”
Bunlarla birlikte İslam dininde iktisat ve ekonomi konusunda en önemli unsurlardan biri şeffaflıktır. Gizli ve şüphe uyandıran bir faaliyet olamaz. Nitekim “kapısı kapalı camide cuma namazı kılınmaz” ifadesi, İslam’ın şeffaflığa ne kadar önem verdiğini gösteriyor. Bu girişten sonra, gelin hep beraber İslam toplumunun iktisat kavramını yerinde tefekkür edelim.
Mekke
Efendimiz (s.a.v.)’in doğduğu şehir, Hicaz bölgesinin iktisat ve ekonomi açısından en önemli şehirlerinden biriydi. Çünkü Mekke’de ne bir ot ne de verimli toprak mevcuttu. Buna bağlı olarak Mekke insanı ticarete yönelmiş ve gitgide kendini geliştirmişti. Özellikle Hac mevsimlerinde en büyük ekonomik sirkülasyonu sağlayan pazarlar kuruyorlardı. Efendimiz de bu çevrede doğup büyüdüğü için doğal olarak ticaretle uğraşmış, amcası ve Hatice validemiz ile ticarî faaliyetlerde bulunmuştu. Efendimiz’in zekâsı dürüstlüğü ile mezc olunca aranan isim olmuş ve birçok zengin ortaklık teklif etmiştir. Efendimiz (s.a.v.) bu ahlakı sebebiyle annemiz Hz. Hatice’den evlilik teklifi alarak ilk izdivacını gerçekleştirdi. Kendisi bu ticarî yaşantısı ile bize ‘nasıl dürüst ticaret yapılır’ı göstermiş ve dürüst olmanın mal kaybına uğratmayacağını adeta ispat etmiştir.
Medine
Hicret edilip Medine’ye gelindiğinde, iki önemli faaliyeti gerçekleştirme fırsatı Müslümanlara geçmişti. Verimli toprak üzerinde bulunan Ensar’ın tarımla uğraşması ve Muhacir’in bildiğimiz üzere ticarete yönelmesi, Müslümanların lehine bir gelişme olmuştur.
Efendimiz (s.a.v.) Medine’deki ilk ticaret pazarını Yahudi tekelinden arınmış, faiz ve tefecilikten soyutlanmış bir kabristan bölgesine kurdu. Müslümanların satış yaptığı her an ölümü düşünmeleri, buna bağlı olarak ahiret bilincinden hiç kopmamaları adaletin tesisini kolaylaştırıcı bir sebepti. Kendi nefislerini muhasebe altına almayı başaramayan, nefsi kocaman olmuş Yahudiler buna karşın Arapları ‘bizden değiller zaten’ düşüncesi ile ‘soyup soğana’ çeviriyorlardı. Bugün de ticaret, bir insanın ahiret bilinci ve temel ahlakî değerleri itmam olmadığı sürece aynı adaletsiz, acımasız yönünü sürdürüp zengini daha da zengin, fakiri daha da fakir etme eyleminden başka bir şeye dönüşmez.
Efendimiz hem söylem hem de yaşam açısından her zaman ahiret bilincini göz önüne sermiş ve ahlakî değerleri telkin etmiştir. Olur da insan hataya düşer diye ticaret pazarını kabristanın yanına kurmuştur. İşte dedelerimizin her camiye bir hazire yaptırması ve merkezî yerlere umumî kabristanlar oluşturması belki de insanları zinde tutuyor, her daim ahiret bilinci ile hareket etmelerini sağlıyordu.
İstediğimiz kadar ekonomik güce sahip olalım, ilk önce ahlakî değerlerimiz olmalı ve insanı bir meta haline dönüştürmemeliyiz. Nitekim Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’de insanları iktisadî faaliyetler açısından ahiret bilinci olan ve olmayan şeklinde ikili bir ayırıma gitmiştir. (Mutaffifîn suresi, 1-5) Ahiret bilinci olmayanların azaba uğratılacağını söylemiştir. (Mutaffifîn suresi, 10-17)
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) hayatımızın her dakikasında, her saniyesinde nasıl bizi hilme (yumuşaklık), merhamete, hoşgörüye davet ediyorsa, ticarette de insanlarla ilişki safhasında yumuşak olan ve zarar vermekten kaçınanları tazim ediyor. Biz biliyoruz ki ahlakî değerleri olan, kendini ‘kâr’a satmayan tüccarlar hiçbir zaman zarara uğramazlar. Unutmayalım helâl 5 lira, haram 10 liradan daha çoktur.
Kadir Mete Önal
Bu yazı İlim Dergisi’nden alınmıştır.
Bu makaleyi okuyanlar için tavsiye yazılar:
İbni Haldun, Mukaddime ve İktisat
İslam İktisat Sistemi
Medine Dönemi Hukuki Düzenlemeler
- Taberi Tefsiri - 6 Ocak 2022
- et-Telhısü’l-Miftah - 4 Ocak 2022
- el-İhtiyar li-Ta’lili’l-Muhtar - 3 Ocak 2022