İbni Haldun, Mukaddime ve İktisat
Hayat Hikâyesi
1332 yılının 28 Mayıs’ında doğmuş Abdurrahman bin Muhammed bin Haldun bin Hasan. Serin ve mistik bir Tunus akşamında tek gözü kör, bedevi bir hekimin ellerinde gelmiş dünyaya. Peygamberin soyundan olduğu için Tunus’ta çokça hürmet gören İbni Haldun, refah içerisinde bir çocukluk geçirmiş. En büyük zevki kuş beslemekmiş.
Eğitim gördüğü Tevbe Medresesinde çokça soru sorması sebebiyle derslerden atılırmış. Böyle zamanlarda elinde kocaman kitaplarla gül bahçelerinde vaktini geçirirmiş. Medreseyi bir şekilde tamamlayan İbni Haldun babasının vesilesiyle ülkenin sultanı İbni İshak’ın kâtip yardımcılığı görevine atanmış. Bu görev sebebiyle sultanla beraber pek çok sefere çıkmış.
Bir sefer dönüşü Tunus’ta ortaya çıkan bir veba yüzünden anne ve babasını evlerinde vefat etmiş bir vaziyette bulmuş. Bu ağır kayıp sonrası İbni Haldun ilim tahsili için beyaz esvabını giyip bedevilerin içerisine girmiş. Ve onların hareketlerini an be an gözlemleyerek bu gözlemlerini kaydetmiş.
Günün birinde Gırnata’yı fetheden İbni İshak, İbni Haldun’u yanına çağırmış. Fakat İbni Haldun kendisine iftira atan bir saray görevlisini dövdüğü için görevi pek uzun sürmemiş. Üstelik ülkeden de kovulmuş. Artık sığınacak bir ülkesi bile olmayan bu büyük düşünür metruk ve izbe bir yer olan İbni Selame Kalesinde yaşamaya başlamış. Ne acıdır ki zamanının fersah fersah ötesinde olan meşhur eseri Mukaddime’yi bu izbe yerde tamamlamış.
Mukaddime’deki bazı görüşler kendilerini Tanrının bir gölgesi gibi gören zamanın sultanlarını epey kızdırmış. İbni Haldun’u öldürmek istemişler. Bu suikast girişimlerinden kurtulmak için bir gün İskenderiye’ye giden bir geminin yük ambarına kaçak binmiş İbni Haldun. Kırk gün içerisinde İskenderiye’ye varmış. Oradan Kahire’ye geçmiş. Nihayet Kahire’de kıymeti bilinen büyük düşünür Kahire Medresesi baş müderrisliğine getirilmiş. Hatta ününü Timur’un bile duyduğu ve İbni Haldun’u bir ziyafette misafir ettiği bile söylenir.
1406 yılının 19 Mart’ında bahçesinde beslediği kimsesiz köpeklerin, koyun ve ineklerin arasında geriye pek çok kıymetli eser bırakarak dâr-ı bekâya irtihal etmiş.
Mukaddime
İbni Haldun’u pek çok unvan ile tavsif edebiliriz. Tarihçi, kıraat ve fıkıh âlimi, siyaset bilimci, iktisatçı, sosyolog… Bu kadar unvana sahip çok yönlü bir düşünürün kitabının da elbette pek çok konuyu içinde barındırması normaldir. Ana hatlarıyla bakacak olursak Mukaddime için şunları söyleyebiliriz; asabiyet, medeniyet, umran, ticaret, din, bilim, sanat, eğitim, siyaset, iktisat, gibi pek çok konuyu tarihsel esasları ve sosyolojik etkenleri açısından ele alıp değerlendiren, iki cilt, altı bölümden müteşekkil bir kitaptır.
Mukaddime kimilerine göre bir sosyoloji klasiği, kimilerine göre iktisat ya da başka sosyal bilim alanına ait bir klasik. Hangi alana ait bir klasik olduğu tartışmalı olsa da Mukaddime’nin teorik kavramlarla ilk defa kuramsal bir yapı inşa ettiği hususunda neredeyse tüm bilim camiası ittifak halindedir.
İbni Haldun’u politik-ekonominin, tarih felsefesinin ve sosyolojinin kurucusu olarak görenlerin yanı sıra onun Umran adında yeni bir ilim dalı inşa ettiğini de iddia edenler vardır. Umran İlmi iddia sahiplerine göre; tarihte daha önce olup bitenler ile daha sonra olacak olanların anlaşılması hususunda bir bakış açısı kazandırmaya yarar. İşte bu Umran İlmi Mukaddime’de sistemli bir şekilde bulunmaktadır. Fakat daha sonra geliştirilmemiş, İbni Haldun ile başlayıp bitmiştir.
Mukaddime tarih içerisinde pek çok düşünürü etkilemiştir. Nietzche gibi aykırı bir düşünürün, Che Guevara gibi bir hareket adamının başucu kitabı olduğu bilinmektedir. Bu türden iki farklı gruba hitap edebiliyor olması dikkate şayandır. Bunun yanı sıra Mukaddime’nin kendinden sonraki sosyal bilimler çalışmalarına zaman ve mekân üstü bir etkide bulunduğu inkâr edilemez bir gerçektir. Biz bu yazımızda Mukaddime’nin genel anlamda iktisat alanındaki görüşlerini özetlemeye gayret edeceğiz.
Mukaddime’de İktisat
Halkın Refah Seviyesi Umranın Çokluğuna Bağlıdır
İbni Haldun’a göre bir şehirde yaşayan insan sayısı ne kadar fazla olursa orada emek o kadar fazla olur. Ve bu emek fazlalığı doğru şekilde kullanıldığında o şehre zenginlik getirir.
“Malum ve sabit bir şeydir ki, hiçbir insan maişeti itibariyle ihtiyaç duyduğu hususları teminde müstakil değildir. Umranları cihetinden tüm insanlar bu hususta yekdiğerine yardımcı olurlar. İnsanlardan bir taifenin, birbirine yardım etmek suretiyle istihsal ettikleri ihtiyaç maddeleri, istihsale katılanların adedinden kat kat fazla insanın zaruri (ve iptidai) ihtiyaç açığını kapatır.”[1]
“İmdi bir kasaba veya şehir halkı, (iş bölümü yaparak) tüm emeklerini, zaruri (gıda) maddeleri ve ihtiyaçları ölçüsünde tevzi edince, bu hususta bahis konusu emeklerin asgarisi (zaruri ihtiyaçlarını temin için) kâfi gelir. Geriye kalan emeklerin tümü, zaruri ihtiyaç maddeleri üzerine zait olarak baki kalır. Bu da, refaha, refahın getirdiği adet ve itiyatlara ve diğer şehir halkının ihtiyaç duydukları hususlara harcanır. Öbür şehirdeki halk karşılığını ve değerini vererek (söz konusu asgari emek üzerine zait olan emekle istihsal edilen ihtiyaç fazlası malları) onlardan temin ederler. Netice olarak (mal ihraç eden belde ve kavimler) bu yoldan zenginlikten bir pay ve nasip alırlar.”[2]
Kazanç Emeğin Değerinden İbarettir
İbni Haldun malın değerinin onda içkin olan emeğin miktarına eşit olduğunu söyleyerek 18. yüzyıl ve sonrasının emek-değer kuramlarına öncülük etmiştir. Ülkenin zenginliğini, 17.-18. yüzyıl Merkantilistlerinin aksine, paraya (altın ve gümüşe) değil, mal ve hizmet üretimine bağlamakla daha üstün bir kavrayış sergilemektedir.[3]
“Kazanç emeğin değerinden ibarettir. (Mekasib, kıyem-i amaldan başka bir şey değildir. İstihsal edilen bir malın ve hizmetin kıymeti, onu elde etmek için harcanan emeğin değerine tekabül eder. Harcanan emeklerin değerleri neyse sağlanan kazançlar da odur.)”[4]
Malın değeri ona harcanan emekle ölçülür. Fakat çok emek harcamakla beraber değeri artan malın topluma getirisi ne olur? İbni Haldun bu soruyu şöyle cevaplar; “harcanan emekler artınca bunun emek sahipleri arasındaki değeri de artmış ve bu suretle zaruri olarak onların kar ve kazançları da çoğalmış olacak. Refah ve zenginlik ahvali, onları refaha ve bunun ihtiyaç vaziyetine getirdiği meskenlerin ve elbiselerin güzelleştirilmesi, alet ve edevatın, kap ve kacağın iyileştirilmesi, hizmetçiler ve binekler edinilmesi durumuna davet edecektir.”[5]
Pazarda Fiyat Endeksini Belirleyen Unsur
İbni Haldun şöyle der; “bir şehir büyür, gelişir ve nüfusu çoğalırsa, gıda ve onun yerine kaim olan zaruri ihtiyaç maddelerinin fiyatları düşer ve ucuzlar. Katıklık, meyve ve ona bağlı olan lüks maddelerin fiyatları ise yükselir, pahalılaşır. Şehrin nüfusu azalır ve umranı zayıflarsa, bu sefer de bunun tersi bir durum ortaya çıkar.”[6]
Bunun sebebi İbni Haldun’a göre şudur; nüfusu fazla olan şehirlerde insanlar kendilerine yetecek kadar hatta ihtiyaçlarından daha fazla asli gıda üretiminde bulunurlar. Bu sebeple böyle şehirlerde asli gıda talebi pek fazla olmazken lüks gıda talebi çok fazla olur. Ve bu talep fazlalığı peşi sıra lüks gıda fiyatlarında artışı getirir. Şehir çok daha fazla gelişim gösterirse o zaman hem asli hem de lüks gıda fiyatlarında düşüş görülür.
Nüfusu az şehirlerde ise asli gıda üretimi nüfusu fazla şehirlere göre iyi seviyede olmayacağı için, şehir insanlarının yapacağı alış-verişte öncelik asli gıdanın olacaktır. Ve bu talep fazlalığı peşi sıra asli gıda fiyatlarında artışı getirecektir. Böyle şehirlerde kimsenin lüks gıdaya ehemmiyet vermemesi de lüks gıda fiyatlarının düşmesine sebep olacaktır.
İhtikâr
“Şehirlerdeki tecrübeli ve basiretli zevat arasında “fiyatların yükselme zamanını kollamak üzere hububatın ihtikârı meşum bir hadisedir, faydası telef olur, hüsranla neticelenir” diye meşhur olmuştur.”[7]
İbni Haldun tecrübeli zevatın bu düşüncesine katılır ve şöyle bir açıklamada bulunur; “en doğrusunu Allah bilir ama bunun sebebi şu olsa gerektir; halk, gıdaya olan ihtiyaçları sebebiyle bu hususta para harcamak zorundadır. Nefsin (istemeyerek ve mecbur kalarak harcadığı) o paralarla olan alakası (para elden çıktıktan sonra da) devam eder, gözü onda kalır. Nefislerle onlara ait malların arasındaki alakanın sürmesinde ve kişinin gözünün malında olmasında büyük bir şer, (zarar, uğursuzluk) vardır ve bu şerrin vebali ve zararı da o malı meccanen almış olana aittir. Karşılığı ödenmeden alınan mal ve para, onu alana talihsizlik getirir.”[8]
Vergi
“Bilinmelidir ki, devletlerin ve hanedanlıkların ilk zamanlarında vergi, tevziat (ve mükelleflerin ödedikleri miktarlar) itibari ile az, ama hâsılat ve varidat itibari ile çok olur. (Fertler az vergi öder ama toplanan vergi büyük bir yekûn tutar.) Devletlerin ve hanedanlıkların son zamanlarında ise bilakis vergi, tevziat itibari ile çok ama hâsılat itibari ile az olur.” [9]
İbni Haldun’a göre bunun böyle olmasının sebebi süreç içerisinde hanedanlıkların refah ve nüfus seviyesinin artmasıdır. Devlet kurulduğu ilk zamanlarda bedevilik statüsündedir. Ve bu statüde halkın ve hanedanlık mensuplarının refah seviyesi düşüktür. Böyle bir ortamda vergiler de düşük olacaktır. Vergilerin düşük olması ise halkı mutlu edecek ve onları çalışmaya teşvik edecektir. Halk çalışıp emek fazlalaştıkça, refah yükselecek, zaman geçtikçe de nüfus artacaktır.
Artık bedevilik statüsünden çıkan devlette “halk ve hanedanlık mensupları maharet nevinden (daha iyisini arzu etme çeşidinden) huylar edinirler. İçine gömülmüş oldukları nimetler ve refah sebebiyle adetleri, itiyatları ve ihtiyaçları çoğalır.”[10] Bu durum da vergide zam yapmayı gerekli kılar. Ve süreç içerisinde vergiler sürekli zamlanır. Zam alan vergiler halkın motivasyonunu kırar. Ve halk isteksiz çalışmaya başlar. Emek seviyesi düşer. Fakat refah seviyesi aynı kalır. Bu sebeple vergilerde artış devam eder. Devlet yıkılıncaya kadar bu döngüden kurtulamaz.
Hazine/Gömü
“Bilinmelidir ki, şehirlerdeki aklı zayıf kişilerden birçoğu toprağın altından mal ve para çıkarmak için hırsla çalışmakta. Bu yoldan kazanç (ve servet) sahibi olmayı istemekle, evvelki milletlere ait malların (ve kıymetli eşyanın) tümünün yer altında saklı olduğuna, hepsinin üzerlerinin sihirli tılsımla mühürlü olduğuna, onun ilmine vakıf olan ve onu çözmek için yanında buhur, dua ve kurban bulunduran bir kimseden başka hiçbir kimsenin o mührü bozamayacağına itikat etmektedirler.”[11]
Bu uzun cümlenin ardından İbni Haldun beş sayfa boyunca define arayanların başvurdukları yöntemleri ve bu çabalarının gereksizliğini uzun uzun anlatıyor. Define ile geçim sağlamanın bir tür acizlik olduğunu ve kısa yoldan para kazanmak isteyen kurnaz kimselerin, doyumsuz arzularını tatmin edebilmelerini sağlayan tekinsiz bir kaynak olduğundan dem vuruyor. Örnekler veriyor, kasidelerle bu türden kimseleri zammediyor.
Fakat kolay yoldan zenginlik getiren definenin toplumun ekonomik yapısına ne gibi zararlar vereceğini işlemiyor. Sadece bu yolun sahtekârlıktan öte bir şey olmadığını anlatmaya çalışıyor ve çalışmaya teşvik ediyor. İbni Haldun’un ülkenin refahını artırmada gerekli olduğunu düşündüğü ana etkeni hatırlarsak niçin bu bölümü fazlaca uzattığını ve definecileri neden bu kadar zemmettiğini anlarız.
İbni Haldun’a göre devletin refahını artıran en önemli etken emektir. Ne kadar emek o kadar zenginlik. Hatta yukarıda gördüğümüz gibi İbni Haldun’a göre kazanç, emeğin değerinden ibaret. Yani ülke insanlarının adaletli bir şekilde zenginleşebilmesi ve ülkenin nominal seviyede büyüme gösterebilmesi için gerekli olan şey emeğin fazlalığıdır. Defineciler ise emeksiz kazancın peşindedirler. Hal böyle olunca definecilik ülkenin ekonomik dişlilerinin işleyişini etkileyecek bir unsur olup insanlar arasındaki eşitliği bozabilecek tehlikeli bir kazanç türü. Belki de define yoluyla zengin olan bir takım kurnaz kimseler ülkenin diğer insanlarını da emeksiz kazanca teşvik etmiş olacak ve ülkeyi ayakta tutan, ilerletip, geliştiren halk emeğine zarar vermiş olacak. Tabii bunlar İbni Haldun adına yapılmış tahminler. Mukaddime üzerinden İbni Haldun’un niçin definecilere sert bir şekilde karşı çıktığını anlayamıyoruz.
Makam/Mevki Servet Getirir
“Görüyoruz ki, makam ve itibar sahibi olan bir kişi maişet çeşitlerinin tümünde makam sahibi olmayan bir kimseden zenginlik ve servet bakımından daha fazladır. Bunun sebebi şudur; (siyasi ve idari itibar ve) makam sahibi olan bir şahsa (çeşit çeşit) amellerle (ve emekler harcanarak) hizmet edilir. Yaranma (ve himaye cihetinden) makamına ihtiyaç duyma sebebiyle amellerle ona yaklaşılır. İmdi halk, ister zaruri, ister haci, ister kemali olsun, bütün ihtiyaçlarında amel (ve emekleri) ile ona yardımcı olur. Bu suretle söz konusu tüm amellerin karşılığı olan (yüksek) kıymetler onun kazancına olur. Böylece o, karşılığında bir bedel (ve para) sarf edilmesi hususiyetine sahip olan tüm işlerde, halkı bedelsiz (ve bedava) çalıştırır. Bu suretle bahis konusu amellerin (ve emeklerin karşılığı olan iktisadi) kıymetler onun kucağına yığılmış olur.”[12]
Sonuç
Mukaddime yazıldığı günden bugüne pek çok alana ve pek çok düşünüre kaynaklık etmiş büyük bir eser. Tarihi olayları olduğu gibi ele almakla kalmayıp o olayların içsel sebeplerini psikolojik, sosyolojik, ekonomik ve politik açıdan değerlendirerek geçmişi sistemli bir bakış açısıyla gözden geçiren, geleceğe temkinli bir şekilde bakan büyük bir kitap. Diğer sosyal bilimler alanlarında olduğu gibi iktisat alanında da söyledikleri kendisinden sonrakilere yeni ufuklar açmış. Adam Smith, William Petty, Saint Simon, Karl Marx, Thomas Robert Malthus, Micheal Porter gibi pek çok iktisatçıyı etkilemiş ve uzun yıllar pek çok iktisatçı için ulaşılması ve aşılması zor bir zirve olarak kalmış. Biz bu yazımızda Mukaddime’nin muhtelif yerlerine serpiştirilmiş iktisat metinlerini toplayıp özetlemeye çalıştık. Dolaylı olarak iktisatla alakalı bazı metinleri çalışmamızın dışında bıraktık.
Bu makaleyi okuyanlar için tavsiye yazılar:
5 Maddede İktisat Bilinci
İslam İktisat Sistemi
Medine Dönemi Hukuki Düzenlemeler
Kaynakça
[1] Mukaddime, İbni Haldun, Dergâh Yayınları, Terc. Süleyman Uludağ, 6. Baskı, 2. Cilt, S. 652
[2] Mukaddime, Cilt 2, S. 652
[3] Bir İktisat Klasiği Olarak İbni Haldun’un Mukaddimesi, Divan İlmi Araştırmalar Dergisi, Sayı 21, S. 5
[4] Mukaddime, Cilt 2, S. 652
[5] Mukaddime, Cilt 2, S. 652
[6] Mukaddime, Cilt 2, S.656
[7] Mukaddime, Cilt 2, S. 716
[8] Mukaddime, Cilt 2, S. 716
[9] Mukaddime, Cilt 1, S.539
[10] Mukaddime, Cilt 1, S. 539
[11] Mukaddime, Cilt 2, S.700
[12] Mukaddime, Cilt 2, S. 704
- Siirt Medreselerinde Reform Arayışları - 12 Eylül 2020
- Şeyh Bedreddin Medresesi - 12 Eylül 2020
- Üsame er-Rıfâî ile Söyleşi - 12 Eylül 2020