Günümüzde İslami İlimler Tahsili ve Darü’l İlim Akademisi

GÜNÜMÜZDE İSLAMİ İLİMLER TAHSİLİ VE DARU’L İLİM AKADEMİSİ
İslami ilimleri konuşmaya ilim kavramıyla başlamak söyleşide bize muhkem bir zemin sağlayacak herhalde. Öncelikle ilim nedir?
Evet, ilim aslen alimle malum arasında bir nisbet. Dolayısıyla sabit değil, dinamik bir şey ilim. Nisbetin taraflarının (burada alim ve malumu kastediyoruz) tabi olduğu değişkenler adedince binbir renk ve tonda tecelli eder.
İzafi bir ilim profili çizdiniz. Nasıl bir faydası oluyor bunun bize?
İlim izafi doğru. Medrese ve mektep sıralarında hafızana doldurduğun sabit, statik malumat yığını değil. Üstelik bunlar külli değil, ekseri kaidelerdir ve bize eşya ve olguya dair somut bilgi ve hüküm vermezler. Sadece resmi görmemiz için önümüzü aydınlatan ışık işlevi görürler. Aslında buna malumat ışığında gerçekleşen inkişaf diyebiliriz. Faydası ne, sorusuna gelince, ancak gözümü açmaya cesaret ettiğimizde faydaları dokunabilir.
Alimler arası ihtilaflar nereden kaynaklanıyor o halde?
Bir alimin durduğu nokta, sarmalandığı ruh ve zihin durumu, olgunun, malumun pozisyonu, aradaki mesafe, ortamın dizaynı yani konjonktür dediğimiz şey, ortama yansıyan ışığın rengi ve gücü gibi değişken faktörler ilgili nisbeti belirliyor. Bahsettiğin ihtilaflar birçok defa bu değişkenlerden kaynaklanır.
Peki bu noktada insani ve ilahi bilginin karşılaştırmasını yapsak nasıl bir fark ortaya çıkar?
İşte zaman-mekan bağımlısı bir varlık olarak insanoğlu bu değişkenler ağından bağımsız düşünemeyeceği için onun bilgisi izafidir, mutlak değildir. Bunun için sadece Allah’ın ilmi mutlaktır, mekan zaman bağlamından azadedir.
Az önce ilmin aslında inkişaf olduğunu söylediniz. Bu tam olarak nasıl gerçekleşiyor?
Bu, gözünü açıp probleme bakmaya başladığında ilgili malumatın ışığında gerçekleşen bir inkişaf. Dikkat ettiysen, burada eşya ve olguya bakmaktan söz etmiyorum, probleme bakmak diyorum. Bu ikisi öz itibarıyla aynı şeyler olsa da itibar farklılığı var.
Yani ilim problemin çözümü mü oluyor dediğinize göre?
Evet, çünkü eşya ve olgu bir problem olarak algılandığı zaman inkişaftan söz edebiliriz. Ortada bir problem yoksa inkişaf da yoktur. Dolayısıyla ilim insana, eşya ve olgulara trene bakar gibi bakmayı değil, bir problemi teşhis eder gibi bakmayı dikte eder. Buna sorularla bakmak da diyebiliriz. Mesela “Bu nedendir, bu nasıl bir şeydir, bu ne içindir?” gibi en temel nedenleri (ilel-i erbaa) sorgulamaya dönük bir bakıştan söz ediyoruz. Bu sorgulama şey ve olgunun sebepleri, vasıf ve fonksiyonları ve amacı hakkında bizi bilgi sahibi kılar. Ancak bu soruları tatmin edici biçimde cevapladığımız zaman şeye ve olguya dair ilim sahibi olmuş oluruz.
Böyle olmayan bilgiye ne deniyor?
Böyle olmayan bilgi sadece amiyane gözlemdir. İzmirli İsmail Hakkı’nın ifadesiyle, malumat-ı amiyane ya da modern tabiriyle kuru enformasyon.
Amiyane malümatla ilim arasındaki ayırımı somutlaştırma adına bir misal verebilir misiniz?
Mesela ortada aktüel bir siyasi hadisenin bulunduğunu kabul edelim. Çekyatına kurulup hadiseyi televizyon ekranlarına yansıyan tarafından izleyen vatandaşın bakışıyla bir siyaset bilimcisinin bakışı arasındaki fark, ilimle malumatı amiyane arasındaki farka işaret eden açık bir örnek. Vatandaş olayın sansasyonuyla ilgildir. “Ne müthiş olay!” “Ne acı şey!” gibi ekseriyetle hissiyata yani sensualiteye raci izlenimler edinir. Siyaset bilimci ise olayı siyaset bilimi ve tecrübesi bağlamında bir standarda oturtur, ona bir mahiyet biçer. Siyaset bilimcisinin gözünde bu hadisenin bir adı vardır. Tıpkı doktorun hafızasında muayene ettiği rahatsızlığın bir adı olduğu gibi. Doktor bir tanı koyar, tedaviyi ona göre yapar.
Bu noktada medresenin üstlendiği misyonu sorsak. Medrese bana ne gibi bir ön bilgi veya hazırlık katıyor?
İşte bahsettiğim şablonlar ilimde de var. Medrese sana bu şablonları öğretir. Karşılaştığın problemi önce şablonlar üzerinden tanımlarsın. Sonra bu şablonlara dair akli-nakli-tecrübi hükümler vardır. Şu durumda şöyle, bu durumda böyledir, diyen bir yığın kavram söz konusudur. Meseleyi bir şablona oturttuktan sonra ilim adamının işi kolaydır. İlgili şablon üzerinden gözlemlerini derinleştirir. Hadiseyle derinlikli, nitelikli ilişki kurar ve nihayetinde hadiseyi yorumlar. “Bu hadise şundan kaynaklanmıştır,” “bu bizim toplumumuzda şu şu gelişmelerin yaşandığının işaretidir,” “filan olay şu yöne doğru etki oluşturacaktır ve şu önlemlerin alınması lazım” gibi hüküm cümleleri kurar. Az önceki misale dönersek, televizyondan haberi izleyen vatandaş sevinç ya da keder yumağının içinde debelenirken siyaset bilimci soyut tanımlar, soyut analizler ve nihayet somut teklifler ortaya koyar. Siyaset pratisyenleri de en sonuncusunu alır ve politik-konjonktürün elverdiği ölçüde uygular. Bu uygulamalardan sonra yaşanan değişimi nihayet vatandaş görmeye başlar. Yani siyaset bilimci veya düşünür ön görür, vatandaş son görür.

Alimin veya bir bilim adamının işlevini açıklama sadedinde şablonlardan söz ediyorsunuz. Aslında burada bir handikap yok mu? Tecrübeleri yine tecrübelerle geliştirmek veya şablonları da bir şekilde sorgulamak gerekmiyor mu?
Haklısın, burada bir handikap saklı. Sonuçta ilimler müterakim insan izlenim ve tecrübesinin eserleri. Bu şablonlar da ilimlerce vaz edilmiş. Tecrübeye ram olmak da bazen çözümsüzlüğü ya da yanlış çözümleri getirebiliyor. Haliyle bu da ayrı bir tecrübe oluyor ki, tecrübeyi yapılan yanlışların bileşkesi olarak tanımlayan amiyane söylemi sadece buracıkta yarım el selamlayabiliriz. Ala külli hal, tecrübelerimiz de bizim gibi izafi ve kısıtlı. Sağladığı imkan ve avantajlar da öyle. Bunun için şablonlardan kopamayız, ama şablonları sorgulayabilmeliyiz de. Özellikle sosyal bilimler Batılı zihnin, kendi kültür, siyaset ve tarih tecrübesinin eseridir. Şablonları kendi gerçekliklerine göre oluşturmuşlardır. Siyaset bilimcimizin analizleri bu şablonların sıhhatiyle birebir orantılı.
Bunu İslami ilimler özelinde uzmanlığa uyarlarsak, mesela fakihe.
Fakihimizin gözlemleri de öyle. Sonuçta fıkıh ilmi her ne kadar Müslümanlar tarafından teşekkül ettirilmiş olsa da, bir yere kadar tarihseldir. Yeni tarihselliklere uyarlanması için revizyona muhtaçtır. Şu halde, ne ilimleri devre dışı bırakıp günlük-popüler bilgi ve düşüncelerle hareket edebiliriz ne de büsbütün ilimlerin şablonlarına ram olup kaderimizi şunun ya da bunun geçmişine teslim ederiz.
Yanlış anlamıyorsam, tecdidin gerekliliğine geldik. Peki bu nasıl mümkün olacak?
İlimlerde, özellikle İslami ilimlerde tecdid dediğimiz şey, sözkonusu şablonların sorgulanmasıyla mümkün. Bilgi ve düşünceyi tarihin tortularından arındırmak. Furûu değil de usûlü, hükümleri değil de tanımları konuşma gereği duymamız bundandır.
Gerçekten müthiş izah getirdiniz. Şahsen ilmin böylesine ayrıntılı envanterini, yan bağlantılarını çıkaran cesur ve zeki bir açılımla daha önce karşılaşmamıştım. Dilerseniz, İslami ilimler tabirinin yaygınlaşmasını, öncesinde yerine ne kullanıldığını konuşalım biraz da, buyurun.
İslami ilimler tabirinin yaygınlaşması modern döneme tekabul eder. İslam’ın bir sıfat olarak terkiplerde yer alması da haddi zatında modern bir olgu. İslam fıkıh, İslam akaidi, İslam ahlakı gibi tamlamalar, nitelenen fıkıh, akaid ve ahlak gibi müesseselerin zihin dünyamızdaki mutlaklığını kaybetmesinden sonra yaygınlaştı. Kadim zamanlarda zihin dünyamızda, fıkıh dendiğinde aklımıza başka bir fıkıh yahut hukuk sistemi gelmediği ya da akaid dendiğinde bir başka akaid sistemi gelmediği için mutlak fıkıh ve yine mutlak akaid denirdi. Ayrıca İslam’a ait olduklarını tasrih gerekmezdi.
Tabirin ilk kullanımı kim tarafından gerçekleşti?
Benim görebildiğim ilk olarak 6. Yüzyılda yaşamış İbnü’l-Esîr meşhur hadis sözlüğü en-Nihaye’nin başında el-ulûmül İslamiyye tabirini kullanıyor. Sonra Endülüslü Ebu Hayyan meşhur tefsiri elBahrul Muhit’in mukaddimesinde aynı tabiri kullanıyor. Keza Taşköprüzade, İbni Hacer el-Heytemi, İbni Ferhun, Takıyyüddin es-Sübki, Taftazani de kullanıyor. Ancak o dönemde çok yaygın olarak kullanılan bir tabir değil İslami ilimler.

Peki İslami ilimler yerine daha yaygın olarak ne kullanılırdı kadim zamanlarda?
Şerî ilimler, Ulûm-i şeriyye tabiri kullanılırdı. Buradaki sıfat tamlamasında şerîlik sıfatı yer alırdı ve aklî ilimlerden temyiz işini görürdü. Akli ilimlere de bazen ulum-i akliye, bazen ulum-i hikemiyye denirdi.
Buradan İslami ilim merkezleri olan medreselere geçelim. Gerçi az önce kısmen değinmiştik, lakin tarihe dönüp baktığımızda nasıl bir medrese gerçeğiyle karşılaşıyoruz?
İslami ilimlerin merkezi olan medreseler Hazreti Peygamber Efendimiz’e dayanan derin tarihi köklere sahip. Burada tahsil ve tedris edilen ilimler, gerek Kuran-Sünnet’i referans alan sistematiği, gerekse Hazreti Peygamber Efendimiz’in ashaba uyguladığı İslam’ın ilk talim-tezkiye tecrübesini model alan kavrayış biçimi dolayısıyla İslam’a ilişkin soru ve sorunlarımıza verilebilecek en sahih cevabın kaynağıdırlar. Bu anlamda medreselerin kökeni, İslam’ın ilk hoca-talebe deneyimine yani Hazreti Peygamber Efendimiz’in ashab üzerinde gerçekleştirdiği talim-tezkiye faaliyetine dayanır. Hazreti Peygamber Efendimiz’in 23 yıllık nübüvvet hayatı aynı zamanda sahabe gibi yıldız topluluğun yetiştirildiği bir eğitim-öğretim (talim-tezkiye) hayatıdır.
Bunlar sonraki yüzyıllarda neyi oluşturdu ki, böylesi kilit noktadalar?
Talim bizim ilim tarihimizin esasını, ikincisi yani tezkiyenin intac ettiği muhassala irfan ve marifetullah tarihimizin esasını oluşturdu. Şimdi tabi söz buraya gelmişken, sünnet-i seniyyenin ve ondan özümlenen hüküm, kaide ve ölçüler mecmuasının, onunla birlikte sahabenin, yani sözkonusu mecmuanın bedenlenmiş hali olan seçkin topluluğun kilit rollerini konuşup bunların İslami ilimler özelinde vucut verdiği köklü kurumu ele almak gerek. Gerçi vaktimiz var mı bunun için, bilmiyorum.
Aslında sınırlı vaktimiz kaldı. İsterseniz bunun detaylarına girmeden diğer önemli soruya, bugün ideal bir medrese projesi olarak tesis ettiğiniz Darulilim projesine, İlimevi Akademisi’ne geçelim.
Hayhay, peki.
Bu anlattıklarınız ışığında Darul İlm’i nereye oturtuyorsunuz? Akademi projesi nasıl bir ihtiyaçtan doğdu?
Madem sen bana bir müdahalede bulundun. Ben de misliyle mukabele ederek modern zamanlarda yaşanan bir süreçten bahsedeyim mi? Daru’l İlim’in varlığı bu boşluğun farkedilmesinde yatıyor çünkü
Bana herhalde hayhay demek düşüyor (Gülüşmeler.)
İyi o zaman. Şimdi, modern zamanlarda milletimizin, aidiyetleriyle ilişkisini zayıflatan bir değişim ve dönüşüm sürecine maruz kaldığı malum. Bu süreç gün geçtikçe yaşanan durumu bir kimlik problemine dönüştürmüş. Milletimizi, fıtrî özelliği olan tarih yapma misyonundan uzaklaştırarak, tarihe maruz kalma noktasına sürüklemiştir. Büyük fotoğraftan yansıyan görüntü bu olmakla birlikte, son dönemde yaşanan olumlu gelişmeler, suyun aslî mecrasına dönmesi noktasında son derece önemli bir imkânı işaret ediyor. Son dönemde yaşanan gelişmeler, millet olarak köklerimizle sahih ve sahici bir irtibatın nasıl kurulması gerektiği sorusunu gündeme taşıdı. İşte İslamî ilimler alanındaki eğitim bu ilişkinin mahiyetini tayin edecek en önemli unsurdur.
Söz konusu alanda bugüne kadarki çalışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz peki?
Bugüne kadar bu alandaki çalışmaların iki noktada temerküz ettiği dikkat çekiyor: Biri Osmanlı’dan tevarüs edilen medrese geleneğini, bireysel gayretler ve kıt-kanaat imkanlarla devam ettirmeye çalışan yapılar. İkincisi ilahiyat fakültelerinde muhteva ve format bakımından ağırlıklı olarak modern bir görüntü veren eğitim tarzı. Bu yapılardan ikincisi daha görünür olmakla birlikte ciddiyet, derinlik ve sıhhat noktasında ciddi zaaflar taşıdığı da ehlinin malumu. İlahiyat fakültelerinde, kariyer yaptığı ilim dalının temel metinlerine arzu edilir tarzda nüfuz edemediği halde o ilim dalını ve o sahanın alimlerini yerme, sorgulama ve mahkum etme üzerine kurulu müsteşrikvari tavrı benimseyen pek çok akademisyenin varlığı gizli değil.
Ya medreseler? Onları es geçmeyelim.
Medreseler, ayağını bastığı zemin doğru olmakla ve o aslî çizginin günümüze ulaştırılmasında son derece saygıdeğer bir fonksiyon ifa etmiş olmakla birlikte, bu yapılar günün talep ve ihtiyaçlarını, problem ve sıkıntılarını bir bütün olarak doğru okuyamamakla malul. Günümüzde yaşanan durum İslamî ilimleri, hatta sadece ‘alet ilimleri’ dediğimiz giriş mahiyetindeki bilgi ve metinleri birer kalıp olarak öğrenip ezberlemekle üstesinden gelinemeyecek kadar derinlikli, çok boyutlu ve karmaşık bir yapıyı işaret ediyor.
O halde ideal bir İslami ilimler müessesi nasıl olmalı?
İslamî ilimler alanında eğitim verecek bir müessesenin, İslam’a, onun kaynaklarına, tarihine ve inancına yönelik olarak Batı’da üretilen devasa bilgi birikimiyle hesaplaşabilecek, ilmî alanda bizden önceki kuşakların muhteşem müktesebatına nüfuz edebilecek donanıma sahip, özgüven problemi olmayan kadrolar, yani alimler yetiştirmeyi hedeflemesi zorunlu. Zira hem bize ait olanı, hem de günümüze hakim olanı gerçek anlamda derinlemesine tanıma ve mutlak hakikati modern insanın anlam, bilgi ve duygu dünyasına taşıma misyonu ancak bu suretle yerine getirilebilir.

Daru’l İlim Akademisi’ne gelecek olursak…
İşte Daru’l ilim İslami İlimler Eğitim Akademisi’ni bu misyonu ifa etmesi için tesis ettik Allah’ın izniyle. Konuşmanın başından itibaren çizdiğimiz ilmi müstevaya, alim profiline müvafık şekilde tedrisat sürdürüyoruz. Vahyin öz kaynaklarından ve kadim geleneğimizin muhalled eserlerinden çağın sorunlarına sahih ve pratik çözümler getirecek biçimde İslami ilimler hasılasına vukufiyat kesbettirecek bir tedrisat modeli bu. Bu açıdan gerek ulûm-i şeriyye tahassusu noktasında, gerek sosyal ve kültürel faaliyetler noktasında geniş çaplı yetişmeye ve birebir tecrübeye ağırlık veriyoruz.
Şeri ilimlere biraz daha inecek olursak, nasıl bir farklılık ortaya koyuyor Daru’l İlim?
Beş yıllık şeri ilimler eğitimde fıkıhtan akaide, mantıktan vazıyyeye talebelerimiz azami istifade sağlasın için bol pratiği, ibare çözümlerini ve ders dışı kompozisyon ödevlerini ön plana çıkarıyoruz. Her ilmin başında literal önbilgi sağlaması amacıyla Türkçe bir giriş kitap okutuyor, haftalık periyodik sınavlarla müzakere-mütalaa denetimini sağlıyoruz. Bunlar işin cüzi kısmı tabi. İlimler özelinde hangi kitapları nasıl işlediğimizi görmek isteyenler ilimevi.org adresinden müfredatımız kısmına bakabilirler.
Şeri ilimler yanında sosyal ve kültürel faaliyetlerden bahsettiniz. Bu bir medrese için orijinal etkinlik. Neler yapıyorsunuz sosyal ve kültürel planda?
Belli başlı etkinliklerden bahsedecek olursak, aylık yazar konferansları tertip ediyor ve sahasında uzman isimleri Daru’l İlim seminer salonunda talebelerimizle buluşturuyoruz. Bu, tahsili devam eden biri için oldukça motive edici ve ufuk açıcı bir faaliyet. Bugüne kadar ağırladığımız ilahiyat profesörlerine ve araştırmacı yazarlara yine ilimevi.org adresinin misafirlerimiz bölümünden ulaşılabilir. Bunun dışında Tüyap Kitap Fuarı, önemli tiyatro gösterimleri gibi gezi ve seyr etkinlikleri düzenliyoruz. Keza Miniatürk, İslam Bilim ve Teknoloji Müzesi, Panaroma 1453 gibi İstanbul’un zengin yapılarına kültürel geziler düzenliyoruz. Akademi içerisinde her hafta seçkin bir film veya belgesel izliyoruz. Sosyal faaliyetler bazında gündem konularına göre taleberimize halk anketleri yaptırıyor, yaz kamplarına giriyor ve şehir dışına gezilere çıkıyoruz. Bunlar şeri ilimler tedrisi yanında ikinci planda kalmasına rağmen, talebelerizin doğrudan ilmi gelişimlerine ciddi katkı sağlayan etkinlikler.
Gerçekten müthiş bir yol izliyorsunuz. Farklı ve çok gerekli şeylerdi bunlar, lakin bugüne dek ihmal edildi. Herhalde pek soru kalmadı geriye. Ama bir saniye, ileriye yönelik hedeflerinizi konuşmadık. Son soru olsun bu.
Bizim ileriye dönük hedefimiz, daha önce çeşitli münasebetlerle dile getirdiğimiz gibi fakültelerini çeşitli İslami ilim dallarının oluşturduğu büyük bir üniversite olmak. Ferdin gündelik yaşantısındaki doğru ve yanlışı mimleyen ilkeleri, toplumun aslında tüm bir devlet yönetiminin fikri alt yapısını oluşturan bir üniversite. Yani hem toplumsal gidişata hem siyasete yön veren bir üniversite. Burada aslında bu hayalini kurduğumuz üniversitenin eğitimici kadrosunu yetiştiriyoruz. Bugün Daru’l İlim bünyesinde yetişen arkadaşlar bu üniversitenin lider kadrosunu oluşturacaklardır inşallah.
Ama bu bildik bir üniversiteden daha farklı bir proje?

Evet, bahsettiğimiz bu işlevi görmeyi hedefleyen bir müesseseye üniversite denmeyebilir. Bunların tamamı üniversitenin üstleneceği misyon değil. Bunu ifade edecek güncel bir müessese tanımı bulamadığımız için bu şekilde tesmiye ediyoruz. Nihayetinde İlimevi ne modern bir üniversite ne de geleneksel bir medresedir. İslam’ın evrensel doğrularını çağdaş paradigmalara kurban etmediği gibi, gelişen ve dönüşen tabi ihtiyaçlara da sağır kalamaz. Vahyin temel kaynaklarından ideal hayatın düsturlarını devşirir. Platon’un tabiriyle ‘anemnesis,’ yani geçmişi hatırlamak ve yeniyi üretmek.
Bu son kısmı zaten her fırsatta dillendiriyorsunuz. Allah gayretinizi muvaffak eylesin değerli hocam. Ne diyelim, çok teşekkür ediyoruz.
Amin, bil mukabele. Rabbim yardımcımız olsun.
Söyleşi: MUSTAFA ALP
Bu makaleyi okuyanlar için tavsiye yazı: “Uyutulan Sünnetler“
- Taberi Tefsiri - 6 Ocak 2022
- et-Telhısü’l-Miftah - 4 Ocak 2022
- el-İhtiyar li-Ta’lili’l-Muhtar - 3 Ocak 2022