Tarihi Süreçte Medreseler ve Islah Projeleri
İçindekiler
1. KAVRAMSAL ÇERÇEVE
Arapça silmek, imha etmek, tohumu ezmek, öğrenmek ve okumak gibi anlamlara gelen “derase” fiilinden türeyen medrese kelimesi, mekân ismi olarak “ders görülen yer” ve “kitap okuma mahalli” demektir.1 Bu kelimenin kavramsal anlamına bakıldığında medrese, sürekli ve sistemli eğitim görülen, ayrıca talebe ve hocalarının her türlü ihtiyacını karşılayacak (kütüphane, yemekhane, yurt, hamam, revir ve vakıflar gibi) yan kurumları bulunan eğitim müesseseleridir.
Diğer açıdan medreselerle başta camiler olmak üzere sair eğitim müesseseleri arasında eğitim düzeni açısından önemli farklılıklar bulunmaktadır. Medrese öncesi eğitim kurumlarında eğitim işi medreselere göre daha serbesttir. Medreselerde vakıf sahiplerinin şartlarına göre müderrisler tayin edilirken önceki eğitim kurumlarında -mesela camilerde- kendisini bu işe ehil bulan ve çevresinden yeterince destek gören hemen herkes ders verebilmekteydi. Ayrıca medreselerde okunacak ilimler ve bu ilimlerin hangi mezheplere göre okunacağı konusu vakıf şartlarına göre belirlenirken diğerlerinde bu konu hocaların takdirine göre belirlenmekteydi.
2. KURUMSAL MEDRESE ÖNCESİ İSLAMÎ EĞİTİM YERLERİ
Ev-Medreseler
Hicri 5. asırda kavramsal manada medreselerin ortaya çıkışından önce de elbette eğitim-öğretim faaliyetleri yürütülmekteydi. Asr-ı saadetten başlayacak olursak, Mekke döneminde Hz. Peygamberimizin (s.a.v) toplantı yeri olarak kullandığı Zeyd bin Erkam’ın (r.a) evi aynı zamanda ilk İslamî eğitim kurumudur. Zamanla alternatif eğitim kurumları çıkmış olmasına rağmen eğitim tarihindeki yerini koruyan evlere sonraki asırlardan bir örnek olarak İmam-ı Şafiî’nin talebesi er-Rabî’ bin Süleyman’ın evini gösterebiliriz. Kaynaklarda verilen bilgiye göre İmam-ı Şafiî’nin kitaplarını okumak üzere yaklaşık dokuz bin kişinin binekleriyle birlikte er-Rabî’ın evi önünde toplandığı bildirilmektedir.2
Mescit ve Cami-Medreseler
Medine’ye hicretin ardından Mescid-i Nebevî’nin inşasıyla eğitim-öğretim genel olarak mescide taşınmıştır. Medreseler yaygınlaşana kadar İslamî eğitim kurumlarının başında gelen mescitlere birkaç örnek olarak Mısır’da hicri 21 yılında inşa edilen Amr camisini, Şam’da hicri 87 yılında inşa edilen Emevî camisini, Bağdat’ta hicri 145 yılında inşa edilen Mansur camisini ve yine hicri 360 yılında Mısır’da inşa edilen Ezher camisini zikredebiliriz.
Ayrıca Medine’ye hicretin ardından Mescid-i Nebevî’nin bitişiğinde kurulan Suffa’yı özel olarak zikretmemiz yerinde olur. Suffa saadet asrında başta fakir muhacirler olmak üzere kendini ilme verenler için yapılmış hem bir barınak hem de bir eğitim müessesesidir.3 Suffa’da yaklaşık olarak yetmiş sahabinin kaldığı belirtilmekte ve burada eğitim gören sahabilerin İslam’a yeni giren kabilelere muallim olarak gönderildiği bildirilmektedir.
Küttap ve Dâru’l-Kurra-Medreseler
Mescitlerin yanında küttap ve daru’l-kurra adı verilen başka eğitim kurumlarının varlığı da biliniyor. İsimlerine cahiliyye döneminde de rastlanan4 küttapların, İslam dininin ilim tahsilini teşvikiyle kasaba ve köylere kadar yayıldığı ve buralarda sayıları binlere varan talebelere eğitim verildiği kaydedilir. Mesela bu dönemde Dahhak bin Müzahim’in (v. 105 h.) idare ettiği küttaplardaki talebe sayısının üç bine vardığı ve talebeleri denetlemek üzere binek kullandığı rivayet edilmektedir. Yine hicri ikinci asırda, İbn-i Havkal’ın tespitiyle, sadece Sakliya’ya bağlı Balarm şehrinde üç yüz kadar küttap bulunduğu kaydedilir.5 Medreselerin kuruluşundan sonra da faaliyet gösteren küttaplar, çocuklara medrese öncesi okuma-yazma eğitiminin verildiği ilk mektepler konumundadır.
Kur’an Eğitimine Hasredilen Mekânlar:
Daru’l-Kur’ân
Kaynaklarda genel okuma-yazma eğitiminin dışında sadece Kur’an eğitimine hasredilen bir eğitim kurumu olarak Daru’l-Kur’ânlardan söz edilir. Örneğin hicri birinci asrın sonlarına doğru Ebu’l-Kasım el-Belhî’nin muallimlik yaptığı ve çok sayıda öğrencisinin bulunduğu bir Daru’l-Kur’ânın varlığından haberdarız.6
Araştırma Merkezlerinin Temelleri:
Beytü’l-Hikme ve Daru’l-Hikme
Hicri ikinci asrın sonlarına doğru kütüphane ve tercüme kurumu olarak tesis edilen Beytü’l-Hikme (Daru’l-Hikme) özellikle aklî ve hikemî ilimlerin müzakere edildiği önemli bir kurumdur. Musul’da Ebu’l-Kasım Cafer el-Mavsılî (v. 333. h.) Daru’l-İlm adında bir kütüphane inşa ettirmiş ve içerisine hemen bütün ilimlerle alakalı kitapları toplayarak insanların hizmetine sunmuştur. Bunlar gibi hicri 395 yılında Kahire’de inşa edilen Daru’l-Hikme de içinde her çeşit kitabın bulunduğu ve her ilim dalından âlimin toplanıp ilmî müzakerelerde bulunduğu eğitim kurumlarındandır.
Kitapçılardan Saray Odalarına
Diğer Eğitimhâneler
İsimlerine yer verdiğimiz bu kurumların yanında bazı kitapçıların da (Havanîtü’l-Verrakîn) ilmî tartışmalar için kullanıldığı bilinmektedir. Yakut el-Hamevî, Cahız’ın bu gibi dükkânlardan kiralayıp araştırma yapmak üzere kullandığını nakleder. Bunlardan başka emir ve vezirlerin sarayları da ilmî ve edebî meclislerin tertip edildiği eğitim kurumları arasında zikredilebilir. Ayrıca bu saraylarda devlet adamlarının evlatlarına özel derslerin verildiği bilinmektedir. Hatta saraylarda eğitim veren hocalara özel olarak müeddip adı verilmiştir.7
3. İSLAM DÜNYASINDA KURUMSAL OLARAK MEDRESELERİN DOĞUŞU
Kısa tarihî seyrin ardından asıl konumuza dönelim. Bildiğimiz şekliyle medreselerin inşa ve imar süreci, hicri beşinci asrın ortalarında büyük Selçuklu veziri Nizamülmülk’ün (v. 485 h.) Bağdat’ta inşa ettirdiği Nizamiye medresesiyle başlar. Bağdat’ın dışında Isfahan, Rey, Nişabur, Merv, Belh, Herat, Basra, Musul ve Amul gibi şehirlerde de Nizamülmülk’ün inşa ettirdiği medreseler bulunmaktadır. Bazı kaynaklar onun Irak ve Horasan’ın her şehrinde bir medrese kurduğunu ve Nişabur’da bir hastane (bimaristan) ve Bağdat’ta bir ribat inşa ettiğini yazar.8
Nizamiye Gerçekten İlk Medrese mi?
Aslında yaygın kanaatin aksine, ilk İslam medreselerinin Nizamiye medreselerinden çok daha önce kurulduğunu söyleyebiliriz. Bağdat’ta kurulan Nizamiye medresesinin ilk medrese olmadığını ileri süren Tacettin es-Sübkî, Beyhakiyye ve Sa’diyye medreseleri başta olmak üzere Nişabur’da Nizamiye’den önce kurulmuş dört medreseden söz eder ve bunlardan önce de başka medreselerin bulunduğuna işaret eder. es-Sübkî Nizamiye medreselerinin ilk İslam medreseleri olarak tanınmasını ilk olarak bu medreselerde hoca ve talebelere ücret verilmiş olmasına bağlar.9
Bir diğer tarihçi el-Makrizî ilk medrese fikrinin hicri üçüncü asrın sonlarına tesadüf ettiğini söyler. el-Makrizî’nin (v. 845 h.) beyanlarından, İslam dünyasında kavramsal anlamıyla ilk medrese planının Abbasî halifesi el-Mutedıd Billah’a ait olduğunu öğreniyoruz. el-Mutedıd Billah, Bağdat’ta sarayını inşa ettirirken inşaat alanını geniş tutmuş ve saray binasından arta kalan alana eğitim binaları yaptırmayı planlayarak bu binalarda ilim-sanat erbabına ücretsiz eğitim-öğretim imkânı sunmayı hedeflemiştir.10 Ne var ki el-Mutedıd Billah’ın bu planını gerçekleştirip gerçekleştirmediği hakkında bilgi sahibi değiliz. Kaynaklarda kurulduğu kesin bilinen ilk medresenin Nişabur’da Hassan el-Kureşî el-Ümevî’nin (v. 349 h.) medresesi olduğu belirtilmekte ve yine bu yıllarda Ebu Hatim İbn-i Hayyan et-Temimî’nin ismine nispet edilen bir medresenin varlığı bilinmektedir.11
Muasır araştırmacılardan Naci el-Maruf da, Nizamiye medreselerinden önce Horasan ve Maveraünnehir’in çeşitli bölgelerinde sayıları otuz üçe varan muhtelif medreselerin bulunduğunu belirtir.12 Fakat gerek es-Sübkî’nin değindiği maaş uygulaması, gerekse ilk örneklerine göre daha sistemli ve sürekli eğitim vermesi sebebiyle Nizamiye medreseleri İslam dünyasında ilk medreseler olarak tanınmıştır.13 Bu bakımdan bazı muasır araştırmacılar, Nizamiye medreselerinden önce kurulan medreseleri küçük medreseler olarak tanımlarken daha sonra kurulan medreseleri büyük medreseler olarak tanımlamaktadır.14
Nizamiye Sonrası Medrese Geleneği
Nizamiye medreselerinden sonra medrese geleneğinin İslam coğrafyasının hemen her bölgesine yayıldığını görüyoruz. Başta devlet adamları olmak üzere toplumun ileri gelenleri tarafından kasaba ve köylere varıncaya kadar çok sayıda medrese inşa ettirilmiştir. Nuaymî (v. 978 h.) Dimeşk medreselerini tanıtmak için kaleme aldığı ed-Daris fi tarihi’l-medaris adlı eserinde -Daru’l-Kur’ân ve Daru’l-Hadislerin dışında- bu şehirde kurulan tam 130 adet medrese hakkında bilgi vermektedir. Yine Makrizî (v. 845 h.) el-Hıtat adlı eserinin Mısır medreselerini tanıttığı bir bölümünde 75 kadar medrese ismi zikretmektedir. Ayrıca Coğrafya bilgini İbn-i Cübeyr, hicri altıncı yüzyılda Bağdat’ın doğu tarafında 30 kadar medrese bulunduğunu ifade etmektedir.15
Okutulan İlimler ve Müstakil Daru’l-Hadis Binaları
İslamî eğitim kurumları içinde en önemli mevkii ihraz eden medreselerde başta şer’î ilimlerle alakalı eğitim verilmekte ve tek bir mezhebe göre tedrisat yapılan medreselerin yanında iki veya dört mezhebe göre tedrisatın yapıldığı medreseler de bulunmaktaydı. Mesela hicri 631 yılında Bağdat’ta Halife el-Mustansır Billah tarafından kurulan el-Medresetü’l-Mustansıriyye’de aynı anda farklı hocalar tarafından dört mezhebe göre eğitim verilmekteydi.16 Bu medreselerde şer’î ilimlerin yanında lügat ve edebiyat ilimleri öğretilmekte; hatta bunlardan başka mantık, matematik, hikmet, tıp ve astronomi ilimleriyle alakalı dersler verilmekteydi. İslamî ilimler arasında hadis eğitimine ayrıcalık tanındığı için bu ilimle alakalı eğitim genelde Daru’l-Hadis diye anılan müstakil ya da medreselere bitişik özel binalarda verilmiştir.
4. SELÇUKLU VE OSMANLI’DA İLK MEDRESELER
Yoğunluklu olarak Arap coğrafyasında manzara böyle olmakla birlikte, Anadolu topraklarında medreselerin gelişim süreci nasıldı? İlk olarak Selçuklular döneminde yaygınlaşan medreseler Anadolu’ya da Selçuklular eliyle girmiştir. Bu bağlamda en eski Anadolu medreseleri hicri yedinci asırda inşa edilen Konya medreseleridir. Bunlar hicri 640 yılında inşa edilen Sırçalı medresesi, hicri 649 yılında inşa edilen Karatay medresesi ve hicri 674 yılında inşa edilen İnce Minareli medresesidir.
Selçukluların eğitim anlayışını kendilerine örnek alan Osmanlılar da medrese faaliyetlerine ağırlık vermiş ve ilk padişahlardan itibaren memleketin muhtelif bölgelerinde büyük medreseler inşa etmişlerdir. Osmanlı beyliğinin kuruluşundan yaklaşık 32 yıl sonra, ilk Osmanlı medresesi Orhan Gazi tarafından hicri 730 (veya 731) yılında İznik’te kurulmuş ve Davud-ı Kayserî (v. 751 h.) buraya baş müderris tayin edilmiştir. Bursa’nın fethiyle beylik merkezi buraya taşınarak medrese faaliyetleri Bursa’ya geçmiş ve oradan da Edirne’nin fethi üzerine beyliğin buraya taşınmasıyla burada çok sayıda medrese inşa ettirilmiştir.
Gerçekten de Osmanlı eğitim tarihi üzerine yapılan araştırmalara göre, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’da Sahn-ı Seman medreselerini (Medaris-i Semaniye) inşa ettirmesine kadar medrese faaliyetleri devletin siyasî ve kültürel merkezleri olan İznik, Bursa ve Edirne’de icra edilmiştir. İstanbul’un fethinin ardından kurulan Sahn-ı Seman medreseleri, Süleymaniye Külliyesinin kurulduğu miladi 1557 yılına kadar devletin en yüksek eğitim kurumları olarak ün salmıştır.
Sahnı- Seman’ın Bölümleri
Sahn-ı Seman medreselerinin kuruluşu üzerine yapılan düzenlemelerle medreselerin sınıfları ve
bölümleri yedi mertebeyken Süleymaniye Külliyesinin kuruluşuyla bu sınıflar ona yükselmiştir. Miladi 1557 yılından itibaren Osmanlı eğitiminde geçerli olan on sınıf şunlardan ibarettir: İbtida-i Hariç, Hareket-i Hariç, İbtida-i Dahil, Hareket-i Dahil, Musıla-i Sahn, Sahn-ı Seman, İbtida-i Altmışlı, Hareket-i Altmışlı, Musıla-i Süleymaniye ve Süleymaniye.
Miladi on sekizinci asrın başlarından itibaren bu sınıflara Hamise-i Süleymaniye ve Daru’l-Hadis-i Süleymaniye sınıfları eklenerek bunlar on iki sınıfa yükselmiş ve medreselerle ilgili son ıslah hareketi olarak 1914 yılında Daru’l-Hilafeti’l-Aliyye medreselerinin kuruluşuna kadar bu derecelendirme geçerliliğini korumuştur.17 İlk şekliyle Sultan Fatih tarafından ihdas edilen bu sınıflar başlıca dört grupta tahlil edilebilir. Hâriç sınıfları, Dâhil sınıfları, Sahn-ı Seman sınıfları ve Süleymaniye sınıfları.
Müfredat İçerikleri
Elimizde medreselerde okutulan ilimlerin hangi sınıflara tekabül ettiğini detaylı olarak gösteren belgeler bulunmuyor. Bu nedenle yukarıda belirtilen sınıflarda tek tek hangi kitapların okutulduğu ve her bir sınıfın hangi seviyeye tekabül ettiği konusunda net bilgi veremiyoruz. Bununla birlikte Hâriç medreseleri daha çok alet ilimlerinin tahsil edildiği medreseler iken Dâhil medreseleri daha yüksek düzeyde eğitim verilen medreselerdi. Cevdet Paşa’nın şu ifadeleri sözkonusu kanaati desteklemektedir:
“…Talebeden biri danişment olmak murad eylerse ibtida ulemadan bir zata varıb Hâriç derslerini yani mukaddimat-ı ulûmu talim ve tahsil ettikten sonra ol zatın tavassut ve delaletiyle müderrisînden birine varub ve dahilî derslerini görüp Sahn derslerine kesb-i liyakat eylerdi ve Sahn medreselerine dâhil olabilmek için onların idadiyesi hükmünde bulunan medreselerde ikmal-i ulûmu mürettebe etmek lazım gelirdi ki, bunlara Mûsıla-i Sahn deniliyor.”18
Cevdet Paşa’nın mukaddimat-ı ulûm derslerinin okutulduğu medreseler diye nitelendirdiği Hâriç medreselerinden önceki ilk üç sınıfta; başlıca Kelam ilminden Haşiye-i Tecrit, Belağat ilminden Şerhu’l-Miftah okutulduğu ve yine Kırklı medreselerde Şerh-i Mevakıf ve Şerh-i Makasıt gibi kitaplar okutulduğu nazar-ı dikkate alınırsa, Osmanlıların ilk devirlerinde ilmî seviyenin ne kadar yüksek olduğu daha iyi anlaşılır. Ayrıca ilk sınıfın Haşiye-i Tecrit sınıfı olduğunu düşünürsek, ders programlarına bakıldığında bugünkü medreselerin yukarıdaki hiyerarşide on sınıf içinden ancak birinci sınıfa dâhil olabileceği görülür.
Sahn-ı Seman’a Kabul Şartları ve İhtisas Medreseleri
Yukarıda sırasıyla isimleri belirtilen bu medreselere girebilmek için önce sıbyan mekteplerinde okuma ve yazma eğitimi almak gerekmekteydi. Sıbyan mekteplerinde eğitimini tamamlayan bir talebenin bu medreselerdeki toplam tahsil süresi nizamî olarak yaklaşık on beş senedir. Osmanlı eğitim sisteminde umumî medreselerin dışında bir de ihtisas medreseleri bulunurdu. Bunlar Daru’l-Hadis, Daru’l-Kurra ve Daru’t-Tıptır. Umumî medreseleri ikmal eden bir talebe tercihine göre ya memuriyet hayatına atılır ya da bu medreselerden birine girerdi.
5. OSMANLI MEDRESELERİNİ ISLAH PROJELERİ
Osmanlılarda medrese faaliyetleri Sultan Fatih devrine kadar belli bir vasatta seyir ederken Sultan Fatih’in düzenlemeleriyle daha sıkı ve sistemli hale getirilmiştir. Miladi on altıncı asrın ortalarına kadar medreselerde bu düzen korunmuşsa da daha sonraki tarihlerde istismarın önüne geçilememiş ve eğitim işi bütünüyle gevşemiştir.
Çözülmenin Nedenleri
Osmanlı medreselerinin eski disiplin ve düzenini kaybetmesinin en önemli sebebi, üzücü ki iltimastır. Gerek sınıf geçme sırasında gerekse görev alma sırasında ilmî kudreti olmayan kimseler zadegânlık ve iltimas yoluyla isteklerine ulaşmada sıkıntı çekmemiş ve böylece toplumda liyakatsiz müderris ve kadıların sayısı artmıştır. İstismarın yanında on altıncı asırdan itibaren Osmanlı devletinin siyasî, iktisadî ve askerî alanlarda maruz olduğu zafiyet ilmiye sınıfına da sirayet etmiş, devlet bütün kurumlarıyla duraklama ve çökme dönemine girmiştir. İdarî aksaklığın yanında medreselerde ilmî anlamda da bir duraklama ve gerileme dönemi yaşanmış ve medreseler muasır Avrupa topluluklarında baş gösteren ilmî ve felsefî hareketleri takip edemeyecek hale gelmiştir. Başta Kâtip Çelebi olmak üzere birçok araştırmacı, Osmanlı medreselerindeki ilmî durgunluğu, aklî ve tecrübî ilimlerin ihmaline bağlamaktadır.
Islah Çabaları
On altıncı yüzyılın son yarısından itibaren ilmiye sınıfındaki bozukluğu ortadan kaldırmak amacıyla temelde medreselerle ilgili ıslah çalışmalarının başlatıldığını görüyoruz. İlk olarak 15 Ekim 1577 tarihinde III. Murat tarafından verilen fermanda; ulemanın Fatih Sultan Mehmet’in koyduğu kanunlara uyması, talebenin derslerinden başka işlerle meşgul olmaması ve makam elde etmek için usulsüzlük yapılmaması konusunda önemli ihtarlar yer almaktadır.
Medreselerin ıslahı için on sekizinci asrın başlarında ve ortalarında da bazı girişimlerde bulunulmuş ve fakat bunlar uzun vadeli sonuç vermemiştir. Artık eski ihtişamını yitiren medreselerle ilgili olarak Tanzimat’tan sonra tekrar iyileştirme çalışmaları yapılmış; fakat her nedense medreseler modernleşen Osmanlı toplumunda hak ettiği ilgiyi bulamamıştır. Haliyle dönemin yeni tesis edilen mekteplerinin gölgesi altında kaybolmaya yüz tutmuşlardır.
Nihayet 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanından sonra daha ciddi ıslah hareketleri gözlenmiş ve Tophane medresesindeki açılışın ardından çıkarılan 26 Şubat 1909 tarihli Medaris-i İlmiye Nizamnamesi ile medrese tahsili on iki yıl olarak kabul edilmiştir. Bu nizamnameye göre dinî ilimlerin yanında matematik, coğrafya, tarih, felsefe, fizik, kimya, astronomi ve kozmografya gibi dersler medrese müfredatına dâhil edilmiştir. Ancak bu teşebbüs de beklenen sonucu veremeyince yeni ıslah hareketleri beklenmiştir.
Daru’l-Hilafeti’l-Aliyye Projesi
Bununla birlikte medreselerdeki esaslı ıslahat Mustafa Hayri Efendi’nin Şeyhülislamlığı sırasında dört yıllık çalışmalar sonunda gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmalar bağlamında 1914 senesinde, öncelikle hilafet merkezi olan İstanbul’daki medreselerin iyileştirilmesi planlanmıştır. Bu meyanda İstanbul medreseleri Daru’l-Hilafeti’l-Aliyye medreseleri adı altında toplanarak yeni bir eğitim-öğretim planı uygulanmıştır.
Daru’l-Hilafeti’l-Aliyye medresesi, başarılı bir plan olmasına rağmen faaliyeti döneminde Osmanlı Devleti I. Dünya savaşına girmiş, umumî seferberlik ilan edilerek gençlerin harbe iştirak etmesi üzerine talebe ve zaman sıkıntısı çekildiğinden beklenen verimliliği gösterememiştir. Son olarak medreseler 430 sayılı ve 3 Mart 1924 tarihli tevhid-i tedrisat (öğretim birliği) kanunuyla Maarif vekaletine devredilmiş ve ardından kapatılmıştır. O zamana kadar bu medreselerde eğitimine devam eden talebeler Daru’l-Fünun bünyesinde açılan ilahiyat fakültesine naklolunmuştur.19
Her ne kadar Daru’l-Hilafeti’l-Aliyye medresesi uzun süre eğitim veremeden kapatılmışsa da, biz bu girişimi, yirminci yüzyılın başlarında medrese tasavvuruna iyi bir model teşkil etmesi ve kurucularının Osmanlı eğitim tarihi boyunca elde ettikleri tecrübelerini yansıtan bir plan üzerine oturması açısından günümüz medrese faaliyetleri için önemli buluyoruz.
Daru’l-Hilafeti’l-Aliye Medreselerinin Getirdiği Yenilikler
Nizamnamenin tanıtım kitapçığından anlaşılacağı üzere, Daru’l-Hilafeti’l-Âliye medreselerinin getirdiği en önemli yenilik, eğitim sistemi ve anlayışıyla alakalıdır. Bir kere sınıf sistemi ilk defa Daru’l-Hilafeti’l-Âliye medreselerinde uygulanmıştır. Bundan önce medrese sisteminde eğitim takvimi senelere göre değil, okutulan kitaplara göre belirlenmekteydi. Mesela bir kitap ismi olan Haşiye-i Tecrit eski medrese sisteminde bir sınıfın adıdır. Bir talebenin bu sınıfı geçebilmesi aynı zamanda mezkûr kitabı okuması anlamına gelirdi. Bu kitabı okuması için net bir takvim de belirlenmiş değildi. Oysa Daru’l-Hilafeti’l-Âliye medreselerinde eğitim süresi on iki sene olarak takdir edilmiş ve sınıf geçme işi sene sonu yapılacak umumî imtihanları kazanmaya bağlanmıştır.
Daru’l-Hilafeti’l-Âliye medreselerinde göze çarpan bir diğer yenilik, ehliyet ve liyakat konusunda gösterilen titizliktir. Nizamnamede görüleceği gibi gerek medreseye kayıt aşamasında gerekse sınıf geçme aşamasında talebeler imtihana tabi tutulmakta ve seviye tespitine büyük önem verilmektedir. Bundan önceki dönemlerde de liyakat tespiti için belli usuller çerçevesinde imtihanlar yapıldığı bilinmektedir; fakat bu imtihanların zamanla kuru bir formalite haline döndüğü ve adam kayırmacılığın yaygınlaştığı hususu hemen her tarihçinin ifade ettiği bir konudur.
Projedeki asıl önemli değişiklik ders programı ve müfredatla alakalıdır. İlk defa Türkçe, Türk tarihi ve müspet ilimler bu medreselerde tedris edilmiştir. Ders programında görüldüğü üzere, farklı yoğunluklarla medresenin ilk altı sınıfında Türkçe dilbilgisi ve Edebiyat dersleri bulunmaktadır. Yine ders programında gördüğümüz kadarıyla medresede; Coğrafya, Sosyal bilgiler, Hukuk, Fen bilgisi (alt bilimleriyle), Matematik (alt bilimleriyle), Usul-i defterî, Ziraat bilgisi, Sağlık bilgisi, İktisat, Felsefe, Kimya, Astronomi ve Sosyoloji gibi gayr-ı dinî ilimler de öğretilmektedir.
Daru’l-Hilafeti’l-Âliye medresesinin ders programındaki ıslahat sadece Türkçe dersleri ve modern bilimlerle sınırlı değildir. Bunun dışında İslam tarihi, dinler tarihi, mezhepler tarihi ve İslamî ilimler tarihi gibi geleneksel medrese müfredatında olmayan birçok ders sözkonusu programda yer almaktadır. Bu açıdan Daru’l-Hilafeti’l-Âliye medresesi, programında gayr-i dinî ilimlere yer vermekle medrese eğitim sisteminde genel olarak, dinî ilimlerde de özel olarak bir değişim başlatmıştır. Bir bakıma Daru’l-Hilafeti’l-Âliye medresesinin, geleneksel medrese müfredatının yanında, İlahiyat Fakülteleri ve genel olarak İslam dünyasında bulunan el-Camiatü’l-İslamiyyelerdeki ders programını da ihtiva ettiğini söyleyebiliriz.
Eğitimde Dinî ve Gayr-i Dinî Alan Ayrışması
Aslında yetkililer programda yaptıkları bu değişiklikle medreseleri dönemin gözde eğitim kurumları olan mektepler seviyesine çıkartmak istemişlerdir. Nitekim o dönemde devlet ricali medreselerden ellerini çekerek mekteplere yönelmiş ve medreseleri kaderiyle baş başa bırakmışlardır. Bu durum 19. yüzyıldan itibaren Batıda hızlanan ilmî ve felsefî hareketliliğin Osmanlı topraklarına yansımasıyla alakalıdır. Batıdaki Rönesans hareketleri ve sonrasında yaşanan ilmî, felsefî ve siyasî gelişmeler devlet ricali ve aydınlar tarafından merakla izlenmiş ve bundan böyle Osmanlı eğitim sistemi Batıya göre yönünü belirlemeye başlamıştır. Bunun ilk sonucu olarak eğitimde dinî alanla gayr-ı dinî alan ayrışma ve çatışması baş göstermiş ve klasik dönemin yegâne eğitim kurumu olan medreselere karşı modern bilimlerin öğretildiği mektepler alternatif oluşturmaya başlamıştır.
Günümüz İslamî Eğitim Kurumları İçin Tarihî Tecrübe
Sonuç olarak Daru’l-Hilafeti’l-Âliye medresesi altı yüzyıllık Osmanlı medrese geleneğinin son halkasıdır. Ayrıca modernleşme eğilimlerinin yoğun olduğu bir dönemde kaybolmaya yüz tutan medrese mirasını ihya planının olabilecek en iyi eseridir. Bundan başka Daru’l-Hilafeti’l-Âliye medresesi; Ahıskalı Ali Haydar efendi (Efendi Baba), Elmalılı Muhammet Hamdi efendi, Düzceli Zahit efendi (Kevserî), Ömer Nasuhi Bilmen efendi, Mehmet Akif Ersoy, Tahiru’l-Mevlevî ve İzmirli İsmail Hakkı bey gibi mümtaz şahsiyetlerin müderrislik yaptığı bir kurum olarak devr-i inşasında pek gözde bir ilim müessesesidir. Bu bakımdan günümüz İslamî eğitim kurumları Daru’l-Hilafeti’l-Âliye medresesi tecrübesini hafife almayıp programı iyice incelemeli ve bugünün şartlarını göz önünde bulundurarak programlarını yeniden düzenlemelidir.
Bu makaleyi okuyanlar için tavsiye yazılar:
Siirt Medreselerin Reform Arayışları
Şeyh Bedreddin Medresesi
Şeyh Muhyiddin Medresesi
Kaynakça
1. es-Sıhâh, Ebu Nasr el-Cevherî, d-r-s mad.
2. el-Ümm, mukaddime kısmı, c.1, s.34. İmam Şafiî.
3. et-Tabakatü’l-kübra, c. 1, s. 196, İbni Sa’d.
4. Lemehât fi’l-mektebe ve’l-bahsi ve’l-mesadir, s. 30, Muhammet Accâc el-Hatip.
5. el-İmaratü’l-İslamiyye, s. 14, Kamil Haydar.
6. el-Muctemeu’l-medenî, s. 92, Ekrem Ziya el-Ömerî.
7. el-İmaratü’l-İslamiyye, s. 14-16, Kamil Haydar.
8. Tabakatü’ş-şafiiyyeti’l-kübrâ, c. 3, s. 6, Tâcü’s-Sübkî.
9. Tâcü’s-Sübkî, a. g. e., s. 7. Bu hususu daha önce el-Makrizî de teyit etmiştir. Bkz., el-Hıtat, c. 4, s. 199.
10. el-Hıtat, c. 4. s. 199, el-Makrizî.
11. Kamil Haydar, a.g.e., s. 24.
12. Kamil Haydar, a.g.e., s. 25.
13. İslam Eğitim Tarihi, s. 48, Ziya Kazıcı.
14. Kamil Haydar, a.g.e., s. 23, 24.
15. Ziya Kazıcı, a. g. e., s. 45.
16. el-Havadisü’l-camia, s. 59, İbnü’l-Fûtî.
17. Osmanlı Medreselerinde İlim, c. 1, s. 37, Cevat İzgi.
18. Osmanlı Devletinde Çağdaşlaşma ve Eğitim, s. 22, Hamit Er.
19. Osmanlı Medreselerinin Eğitim Programları, s. 15, Ömer Özyılmaz; İslam Eğitim Tarihi, s. 102, Ziya Kazıcı.
- İslami İlimler Literatürüne Giriş -3- - 12 Eylül 2020
- İslami İlimler Literatürüne Giriş -2- - 12 Eylül 2020
- İslami İlimler Literatürüne Giriş -1- - 12 Eylül 2020



