e-Medrese

Üsame er-Rıfâî ile Söyleşi

12.09.2020

Üstadım, öncelikle okuyucularımız için kısaca hayatınızdan bahsedebilir misiniz?

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v)’in âline ve ashabına selam olsun. Benim hayatımda görülmeye değer, önemli bir şey söz konusu değil. Çok küçük yaşlarda Dımeşk’in büyük âlimlerinden birisi olan babamdan ilim öğrenmeye başladım. İlk okumalarım babamla beraberdir. O benim ilk hocamdır. Babamdan ilk olarak bazı şer’i ilimleri ve Arap dili ile ilgili ilimleri aldım. Yaşım ilerlediğinde babamın dışında başka hocalardan da ders almaya başlamıştım. Bunlardan biri, Şeyh Halid el-Cebbavi’dir. Ondan nahiv ve sarf ilmini okudum. Şeyh Cebbavi, şehrimizin önemli din âlimlerinden birisidir. Aynı zamanda Şeyh Abdulğaniyy ed-Dakr’dan Arap dili ve edebiyatı, Kuran-ı Kerim ve tefsir dersleri aldım. Yine Duma şehrinin Hanbeli müftüsü olan Şeyh Ahmed eş-Şami’den Hanbeli, Şafii fıkhı ve tasavvuf okudum. Allah hepsinden razı olsun. 15 yıl boyunca Medine’de kaldım ve oradaki bazı kıymetli âlimlerden ders aldım. Şeyh Mahmud Zeydan eş-Şenkıti bunlardan birisidir. Kendisi usul-ü fıkıhta çok derin bir âlimdir. Bu ilmi kendisinden okudum. Ayrıca babamın imamlık, hatiplik ve müderrislik yapmış olduğu Zeyd b. Sabit el-Ensari Camii’nde çeşitli ders halkalarına katıldım.

Büyüdükçe daha farklı mescitlerdeki ders gruplarına katılmaya başladım. Örneğin Emevi Camii. Aynı şekilde Abdulkerim er-Rıfai Camii ki orada imamlık, hatiplik ve müderrislik yapmışlığım da vardır. Ayaklanma olmadan önce Medine’ye hicret etmiştim. Orada yaklaşık 15 yıl kaldım. Döndüğümde iç karışıklıklar baş gösterdi ve Şam’dan çıkmak zorunda kaldım. Türkiye’ye geldim. Yaklaşık 2012 yılından bu yana İstanbul’da ikamet etmeye başladım. Buraya geldiğimizde Şam Âlimler Birliği Derneği’ni kurduk ve kardeşlerim beni başkan olarak atadı. Burada, Suriye’den ve dünyanın hemen her yerinden âlimlerle toplanıp faaliyetler gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Bizim oluşumumuza benzer pek çok oluşum o zamanlarda mevcuttu. Biz 2014 yılında bu oluşumları birleştirerek Suriye İslami Konseyi’ni kurduk. Bu birlik takriben tüm Suriyeli âlimleri içerisinde toplamış bulunuyordu. Yine kardeşlerim bu meclise beni başkan seçtiler.

Devrim öncesi Suriye’de genelde âlimlerin ve özelde sizin konumunuza dair neler söyleyebilirsiniz?

1994 yılında Medine-i Münevvere’den Şam’a döndüm. Suriye Devleti’nin isteğiydi bu. Fakat döndüğüm zaman tekrardan insanları Allah’a davet edeceğim ve ilmi faaliyetleri gerçekleştirebileceğim bir ortam söz konusu değildi. Dönemin siyasilerinin uygulamış olduğu sert politika, işlerimi yapmama engel oluyordu. Burada eski hocalarımızdan Şeyh Bedreddin el-Haseni’nin verdiği mücadeleyi anmam gerekiyor. Ben onun dönemine ulaşamadım, onu tanıyamadım. Fakat o ülkemizin önemli âlimlerinden birisidir. Şeyh Bedreddin, 20.yy’dan günümüze kadar gelen muhalif tavrın öncüsüydü. Halka uygulanan sert siyasi politikaya karşı çıkış, Allah’a hamdolsun ki bizim mevcut ilmi duruşumuzdan gücünü alıyordu.

Suriye iktidarı halkı baskıyla yönetiyordu. Eğitim ve irşad hizmetlerini özgür bir şekilde yapmamız engelleniyordu. Devletin izlemiş olduğu bu politikaya karşı davet kanadı diyebileceğimiz bir oluşum meydana getirdik ki bunu da engellediler. Akabinde biz yine bir cemiyet kurduk ve orada arkadaşlarımızla beraber toplanmaya başladık. Devlet bu sefer baskılarını arttırdı ve orada toplanmamıza engel oldu. Bu olaydan sonra Dımeşk’te -pek çok cami vardır- camilerde toplanmaya başladık Allah’a hamdolsun. Orada Kuran-ı Kerim hıfzı, şer’i ilim tedrisatı, gençlere çeşitli fikirler sunabilecek sohbetler yapmaya başladık. Bu şekilde Allah’a hamdolsun, Allah’ın yardımıyla bir şekilde idare ettik. Âlimler, meclislerimize geliyordu. Olanca zorluk ve sıkıntılara rağmen faaliyetlerimizi sürdürüyorduk.

Devrim esnasında sizin konumunuz neydi? Bir âlim olarak insanların nazarında bir itibara sahiptiniz. Kısaca bundan bahsedebilir misiniz?

Devrim ilk başladığı zamanlarda bir silah değil, barış devrimiydi adeta. Başlarda bazı mitingler gerçekleşiyordu. Gençler mescitlerde toplanıyordu. Mesela benim babamın ismi ile anılan Şeyh Abdulkerim er-Rıfai Camii’nde gençler toplanıyordu ve beraber yürüyüş, miting türünden şeyler gerçekleştiriyorlardı. Devlet bu gösterilere çok şiddetli bir şekilde karşılık veriyordu. Daha sonra bu baskılar daha da şiddetlendi ve gösterilerin bastırılmasında silah kullanılmaya başlandı. Öyle ki bu gösterilerde insanlar ölüyordu. Diyordum ki “Bu yaptığınız işler sizi gençlerden uzaklaştırır. Bu davranışlar size yakışan davranışlar değildir. Daha yumuşak, daha anlayışlı karşılamanız lazım.” Ne zaman ki devletin sürdürmüş olduğu bu politikayı terk etmediğini anladım, istihbaratın beni dinleyerek suçlu bulacağının bilincinde olmama rağmen minbere çıkıp her şeyi açık açık konuşmaya başladım. Haksızca kan döküldüğünü, yapılan şeylerin zulüm olduğunu olanca açıklığıyla anlatmaya çalışıyordum ve tüm hassas noktalara elimden geldiğince değiniyordum. Yapmış olduğum konuşmalar devlet ricaliyle aramı açtı.

Onlara birçok defa izlemiş oldukları politikayı terk etmezlerse minbere çıkıp olanları anlatmaya devam edeceğimi, hapishanelerdeki insanlara “La ilahe illa Beşşar” dedirttiklerini söyleyeceğimi bildirdim. Onlara bu yaptıkları şeyin doğru olmadığını; ümmete, dine zarar verdiğini ve bu durumun gençleri kızdırıp ayaklandırabileceğini söylemiştim. Fakat beni dinlemediler. Bunun akabinde ben ikinci bir defa onları uyardım. Yine dinlemediler. Bu sefer minbere çıktım ve minberde kelime-i tevhid üzerine çok uzun bir hutbe verdim. Bunun yanı sıra Beşşar’ın zindanda insanlara yaptığı zulümlerden ve halka uyguladığı baskılardan bahsettim. Yapmış olduklarının bir şirk olduğunu, insanların dini hassasiyetlerine zarar verebileceğini ve onları Allah’tan uzaklaştırdığı için kızdırabileceğini anlattım. Bu süreçten sonra devletle aram iyice açılmış oldu.

Derken bir kadir gecesi binlerce insan mescidimizde toplandı ve birlik içinde saatler geçirdik. Gecenin sonunda bazı göstericiler de bize katıldı ve bu yolda bizimle beraber olduklarını belirttiler. Bu olayla beraber istihbaratın yardımıyla polisler, askerler caminin etrafını çevirdi ve oradaki insanları dağıtmaya çalıştı. Bizlerden evlerimize dönmemiz istendi. Askerler her ne kadar insanların güvenli bir şekilde evlerine gidebileceklerini söyleseler de ben inanmıyordum. Yalan söylediklerini düşünüyordum. Aynı zamanda gençler de caminin içerisinde durup dışarı çıkmaya korkuyorlardı. Hükümet bana diyordu ki “Biz yolları boşalttık. İnsanlar güvenli bir şekilde evlerine gidebilir. Burada kimse kalmadı.” Ben yine de inanmıyordum. Mescitten tek başıma çıkıp ortalığı kolaçan etmek istedim ki dışarıya çıktığımda istihbarat, askeriye ve polislerin her yeri çepeçevre sarmış olduğunu gördüm. Beni gördüklerinde yakalayıp dövmeye başladılar. Bana eziyet ettiler. Öyle ki o gün beni orada öldürmediklerine şükrettim. Sonra oradan Allah beni bir şekilde kurtardı. Ben de gayet neşeli, hareketli bir şekilde mescide geri döndüm. O gün artık benim ölüm fermanımın verildiğini anlamıştım. Kardeşlerim artık burada durmamam gerektiğini söyledi. Böylelikle 2012 yılının Haziran ayında şehirden ayrılıp İstanbul’a gelmiş bulundum.

Siz Şam Âlimler Birliği Derneği başkanısınız. Bu çatı altında ne türden faaliyetlerde bulunuyorsunuz?

Şam Âlimler Birliği’nin tüm mensupları Türkiye’de veya Türkiye’nin dışında çeşitli görevlere sahip. Her altı ayda bir Ümena Meclisi burada, İstanbul’da bir araya gelir. Buraya Suriye Âlimler Birliği, Suriye’deki Şer’i heyetler gelir ve Suriye İslam Konseyi çatısı altında toplanır. Bu konseyin amaçladığı şey, bütün Suriyeli âlimleri bir araya getirmektir. Aslında konsey, âlimleri bir araya getirerek sahada meydana gelen herhangi bir olay karşısında bütün âlimleri tek bir söylem üzerinde birleştirmeye çalışır. Mesela siyasiler, askerler, basın mensupları veya yardım kuruluşları tek bir söylem üzerinde birleşemezler. Farklı farklı görüşleri savunurlar. Suriye İslam Konseyi bu Suriyeli âlimleri bir araya getirerek tek bir söylem üzerinde birleştirmeyi hamdolsun ki başarmaktadır. Suriye içerisinde veya dışarısında Suriye ile ilgili ne türden bir olay olursa olsun âlimler, o olayla ilgili tek bir görüş üzerinde birleşir ve tek bir söylemi savunurlar. Allah’a hamdolsun, bizim ulaştığımız hedef gerçekten çok önemlidir. Elde etmiş olduğumuz başarıyı sürdürmeye devam ediyoruz. Suriye İslam Konseyi olarak Şam Âlimler Birliği, Suriyeli Âlimler Birliği ve Şer’i Heyetleri bu çatı altında topluyoruz. Hemen her olaya karşı tek bir söylemi savunmaya devam ediyoruz. Bu durum yaklaşık 2014 yılından beri bu şekilde devam etmekte Allahu Teâlâ’ya şükürler olsun.

Âlimlerin ve özellikle İslam Birliği Konseyi’nin, şer-i şerif anlamında Suriye içerisinde veya dışarısında yaşayan Suriye halkı üzerindeki etkisi nedir?

Burada Suriye İslam Konseyi bir mercii konumundadır. Diğer tüm Suriyeli dernekler, Suriye İslam Konseyi’nin çatısı altında toplanmaktadırlar. Siyasiler dâhil hemen her cihetten İslami veya gayrı İslami, hatta Almanya’daki oluşumlar dahi bu İslam meclisinin etrafında birleşirler. Bu birliktelik bizle onlar arasında güçlü bir sadakat meydana getirir. Onlar buraya, derneğimizi ziyaret etmeye gelirler. Yine aynı şekilde askeri gruplar ve mevcut tüm Suriyeli oluşumlar Suriye İslam Meclisi çevresinde birleşir. Suriye İslam Konseyi, şer’i ve dini anlamda tek geçerli mercii sayılır ve bu da Allah’a hamdolsun ki güzel bir şeye işaret. Üzüntüyle karşıladığımız bir şey var ki o da tüm Suriyelilerin tek bir söylem üzerinde birleşememeleridir. Siyasileri düşünelim. Tek bir söylem üzerinde birleşemiyorlar veya askeri gruplar aynı şekilde tek bir söylem üzerinde ittifak sağlayamıyor. Bilakis fırkalaşıyorlar. Bunların tek istisnası âlimlerdir. Âlimler, bir söylem üzerinde birleşebiliyor. Âlimlerin bu birlikteliği, şer’i, dini merciiyyet hususunda fayda sağlamaktadır. Yine de askeri ve siyasi grupları tek bir söylem üzerinde birleştirmeye gücü yetmemektedir. İşte biz Allah’ın yardımıyla bunu gerçekleştirmeye çalışıyoruz.

Türkiye’yi Suriye’ye kıyasla ilmi açıdan nasıl buluyorsunuz? İyi veya kötü yönlerine dair neler söyleyebilirsiniz?

Ayaklanmadan önceki evrede Suriye şer’i ve ilmi açıdan oldukça güçlü bir konumdaydı. Üstelik Baas rejimi ve Esed sultasına rağmen Suriye’de ilmi vasat gerçekten iyiydi. Birçok talebenin mezun olduğu ve sürekli yayılmakta olan şer’i enstitüler vardı. Bizim de Ma’hedu’l-Furkan adında bir enstitümüz vardı. Buradan birkaç nesil eğitim almış ve mezun olmuştur. Yine de bizim çalışmamızın ana omurgası mescitlerle yürür ve çoğalır. Pek çok mescidimiz vardır ve ana çalışmalar orada yapılır. Bu çalışmalar, genç topluluklar üzerinden gerçekleştirilir Öğrenci mescide gelir ve orada şer’i ilimlerden almak istediği herhangi bir ilmi alabilir veya dil öğrenebilir yahut bu ilimlerdeki genel görüşlerden haberdar olabilir. Talebe bu şekilde mescitlere devam ettiğinde ve vaktini verdiğinde şer’i ilimlerde derinleşebilir. Bu ihtisas, öğrenci için gerçekten zaruridir. Bizim yapmış olduğumuz çalışmalar, Suriye’de pek çok farklı bölgede gerçekleştirilmektedir. Türkiye’de böyle bir şey söz konusu değil. Ama bizim bu yürütmüş olduğumuz kadim gelenek, güzel bir örnek teşkil edecektir ve Türkiye’nin farklı bölgelerinde bu türden çalışmalara öncü olacaktır inşallah. Suriyeli âlimler şer’i ilimleri öğretme ve Kuran’ı ezberletme konusunda çok aktiftiler.

İstanbul’da ilmi bir hareket gördüm. Derinliği, derecesi nedir bilemiyorum. İlahiyat fakültelerinde bir hareketlilik söz konusu tabii. Buna karşın bazı üzücü şeyler de duyuyorum. Mesela bazı hocalara “Kurancılar” deniyor. Onlar kendilerini böyle adlandırıp Sünnet-i Nebevi’yi inkâr ediyorlar. Bu gerçekten din için oldukça büyük bir tehlikedir. Bu hocalara nasihat etmek ve onları yönlendirmek gerekir ki Nebevi sünnetin kuvvetini, delil gücünü bilsinler. Bilmiyorum bu işle uğraşan bir âlim var mıdır? Benim bizzat tanıştığım bütün âlimler, Türk kardeşlerim elhamdülillah istikamet üzeredir.

İstanbul’da Emin Saraç hocayı, Halil Gönenç hocayı tanıyorum. Maşallah onlar buradaki ilim sahiplerindendir. Ankara’da Latif Doğan hocayı, Lütfi Çakan hocayı tanıyorum. Yine bu şekilde istikamet üzere olan kimi derin ilim sahibi âlimleri tanıyorum. Türk âlimlerden istediğim gençlerle birleşmeleridir. Gençlere karşı tevazu göstermek, onlarla ilgilenmek çok faydalı bir şeydir ve Peygamber (s.a.v)’in ahlakıdır. Âlim eğer fildişi kulesinde kalırsa insanlar ondan faydalanamaz. Allah-u Teâlâ, bizlere insanlara faydalı olmamızı emretmiştir. Mümin faydalı kimsedir ve nerede bulunursa bulunsun insanlara faydalı olur.

Hocam, son olarak Türkiye’deki ilim talebelerine ne tavsiye edersiniz?

Türkiye’deki öğrencilerde bir çalışma gayreti ve Allah’a hamdolsun ki din sevgisi, dine bağlılık söz konusu. Bu gerçekten çok güzel bir durum. Buna ek olarak öğrencilerin âlimlere iltizam etmesi ve tek başına kitabı mütalaa etmekle yetinmemesi gerekir. Öğrencinin âlimlerden bir tanesine tutunması gerekir ki doğru yolu bulabilsin. Selef büyüklerimiz, hocası olmayan âlimi kınarlardı ve ona “sahafi” derlerdi. Yani ilmi bir şahıstan değil, kitaptan alan. İlmi bir şahıstan alanın birikimi Peygamber Efendimiz (s.a.v)’e kadar dayanır. Fakat ilmi kitaptan öğrenen kimsenin ilmi derinleşmez ve Peygamber (s.a.v)’e kadar uzanmaz. Önce hoca, sonra ilim, sonra temiz bir ahlak, temiz bir kalp, Allah Teâlâ’ya sıkı sıkı bağlılık ve Allah’ı çokça zikir gerekir.

Bunlardan bağımsız ilim tek başına korkunç şekilde tehlikelidir. İlim tek başına olduğu zaman insanda gurura ve ucuba sebebiyet verir. İşte bu da felaketlerin en büyüğüdür. İmam-ı Gazali -Allah ondan razı olsun- şöyle diyor: “Âlimler icma ettiler ki kalp hastalıkları büyük günahlardandır.” İnsanın organlarıyla işlemiş olduğu günahlar, küçük ve büyük diye ikiye ayrılır, ama kalp hastalıklarına geldiğimiz zaman hepsi büyük günahlardandır. İlim talebesi bu kalp hastalıklarından muaf değildir. Rasih, terbiye eden ve tezkiye eden bir hocaya itina etmesi durumu müstesna. Bu, öğrenci için gereklidir. İlim talebesinin ahlakını güzelleştirmemesi ve Allah’ın zikrinden uzak durması halinde Allah korusun, şeytan ona musallat olur.

Benim ilim talebesine başkaca tavsiyem şudur: Bir ilim talebesi ilim talebinden uzaklaşmamalı, bıkmamalı ve yılmamalıdır. Ta ki Allah’ın huzuruna varıncaya kadar. İlme ek olarak bu tezkiye yani çokça zikir ile uğraşmak gerekli. Kuran-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır: “Ey iman edenler! Allah’ı çokça zikredin.” Mücerreden zikir, münafığın yaptığı şeydir. Allah Teâlâ münafığın zikrini şöyle vasıflar: “Allah’ı ancak az bir şekilde zikrederler.” O zaman anlıyoruz ki münafık Allah’ı az zikreden, mümin ise çok zikreden kimsedir. Özellikle ilim talebesi çokça zikirle meşgul olmalı. Gecenin bir vakti kalkıp namaz kılması ve Allah’a yakarması gerekir. Allah’ın huzurunda ağlaması ve kendini düşük hissetmesi gerekir. İşte Allah’ın izniyle ilmi faydalı kılacak olan şey budur. Bunun haricinde Kuran okumak, tedebbür, teemmül onun için gerçekten zaruridir. Elbette bu bahsi geçen şeyler sadece bir talebe için faydalı değil, diğer insanlar için de faydalıdır. Bu ibadetler insanı Allah Teâlâ’ya yakınlaştırır.

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

eMedrese bir İlmiye Vakfı projesidir.