e-Medrese

Prof. Dr. Yavuz Ünal ile İlahiyatlarda Hadis Eğitimini Konuştuk

12.09.2020

Prof. Dr. Yavuz Ünal, ulûm-i hadise ve Türkiye’de hadis eğitiminin iyileştirilmesine ömrünü adamış isimlerden biri. Yazdığı kitapların ve koordine ettiği çalıştayların yanı sıra, Diyanet İşleri Başkan Yardımcılığı, Ordu ve Samsun İlahiyat Dekanlıkları gibi görevler üstlenmiş yetkin bir isim. Değerli hocamızla Samsun’daki İlahiyat Fakültesi Eğitim ve Araştırma Derneği’nde (İFEAD) buluşarak ilahiyatlardaki hadis tedrisatını sorduk.

Hocam, ilahiyatlarda hadis eğitiminin amacı, şekli, materyalleri dolayısıyla istihdam alanlarındaki işe bakarak ilahiyatçı yeterliliklerine katkısı nedir? İsterseniz hadis eğitimini konuşmaya buradan başlayalım.

Bismillahirrahmanirrahim.

Öncelikle böyle bir konuyu gündeme getirdiğiniz için sizlere çok teşekkür ediyorum.

İlahiyat fakültelerindeki hadis eğitimini değerlendirebilmek için, hadis eğitimin amacı dikkate alınmalı ve yapılan eğitimden nelerin beklendiğinin de açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Bunun için eğitimcinin ve öğrencinin beklentisi, ailesinin ve toplumun beklentisi ve devletin beklentisi şeklinde sıralanabilecek olan perspektiflerin talepleri önemlidir. Öğrencinin diploma almaya hak kazanması, bu ilmi öğrendiğini göstermemektedir. Mezunlarının istihdam edildiği yerlerde, yani öğretmen, din görevlisi veya araştırmacı olarak işe başladıklarında sorun yaşamamaları da eğitimin başarılı ya da başarısız olduğunu göstermez. Eğitim, diploma alabilmesi için geçirilmesi gereken süreci değil, yeni şartlarda ayakta durabilecek insan yetiştirme sanatı olarak görülmelidir.

Yetkin bir ilahiyatçı söz konusu edilecekse, ilmin tarihine vakıf, Kur’an’ın yanında dinin kaynağını oluşturan hadisleri bütüncül bir bakış açısıyla değerlendirebilen ve yorumlayabilen, güncel sorunları tartışabilen, dolayısıyla insanımıza bilgi ve görüşleriyle dayanak oluşturabilecek şahsiyetler yetiştirmek hedef olarak görülmelidir. Hadis eğitiminin değerlendirilmesi de bu hedefe erişimle ölçülebilecektir. Ancak hadisi konuştuğumuz için hadis eğitimi üzerinden değerlendirme yaptığım dikkatlerden uzak tutulmamalıdır.

Hz. Peygamber ile başlatılan eğitim geleneğinin devamı olmasına rağmen bugünkü tartışmalara bakıldığında eğitimin yeterliliği sizce sorgulanabilir mi?

Dürüst olmak gerekirse, eğitimde başarılı olabilse idik, bu kadar yoğun tartışma ve kafa karışıklıklarıyla muhatap olmayacaktık. Kolaylaştırılan eğitim, bollaştırılan not ve basitleştirilen sınıf geçme sistemi, ilgilileri mutlu etmesine karşın toplumu huzursuz etti. Aldığı eğitimin yetersizliğini ve kendi donanımını sorgulamaya bile gerek duymayan hocalar/mezunlar, cesur tartışma hatta restlerin tarafı olarak görülmeye başlandı. Son yarım asır içerisindeki tartışma konularına ve gelinen noktaya bakıldığında sorun daha açık bir şekilde görülebilecektir. ‘Hadisin dindeki yeri’ ile başlayan tartışma “Kur’an İslam’ı” söylemiyle sürdürülmektedir. Hadis ve sünnetin konumunun belirlenmesi, kavanoza doldurulan deve sidiğini içme teklifiyle ekranlarda arzı endam ediyorsa, özellikle eğitimcilerin eğitimi yeniden masaya yatırma zorunluluğu söz konusudur.

Burada köklü bir geçmişi olmasına karşın, yeni kurulan devlet sisteminde gerçekleşen medeniyet tasavvurundaki farklılaşma, harf inkılabıyla zirve yapan referans metinlerinden kopuş, eğitimin önüne ciddi engeller koydu. Aşılamayan bir dil sorunu ile karşı karşıya kaldık. Mesela Arapça ulumu islamiyenin temel kaynaklarını okumada araç olması gerekirken, amaç olarak hedeflenen bir eğitim formatını dikte eden zorluk olarak önümüze düştü. Yeni yapıda İlahiyat fakülteleri din hizmetleri yapacak şahısların yetiştirilmesi noktasında bir ihtiyaçtan doğdu. Ancak geleneğin devamı olması yeni sistemin, dolayısıyla eğitimin hedeflerine muvafık olmadığı için istenilmedi.

1900’lerde başlayan süreç, tarihsel birikimi ve yetişmiş insan kaynağı ile Hak Dini ve Tecrid-i Sarih gibi klasikleşecek bazı eserleri ortaya çıkarmış; fakat medeniyetin metin üretim süreci burada inkıtaa uğramıştır. Duyulan ihtiyaç ise 40, 52, 101, 1001 seçme hadis gibi derlemelerin yeni alfabe ile tercümesi yapılarak karşılanmıştır. Bu durum eğitimi ve eğitimde kullanılacak olan materyali doğal olarak etkilemiştir.

 Bu süreçte Ankara İlahiyat Fakültesinin kurulmasıyla yani hadisin bir bilim dalı olarak görülmesiyle birlikte yeni bir dönem başladı. Zira öğrenciler için ders materyalleri oluşturulması önemli bir çalışma alanıdır. Türkiye’de ilahiyat alanında doktora eğitiminin başlaması, yeni dönemin hassasiyet ve rotasını belirlemesi noktasında etkili olmuştur. Zira hadis, araştırma alanı olarak görülmeye başlanmıştır. Bu, bilgi üretimini zorunlu kılmış ve yeni bilgilerle eğitimin de sürekli olarak gelişeceğini işaret etmektedir. Ancak İzmirli İsmail Hakkı ile beraber dinin temel kaynaklarından olan hadis, tarihin konusu olarak ele alınmaya başlandı. Bu algının günümüzde de devam ettiğini görmek mümkün. Dinin kaynağı olması hasebiyle, en azından ilahiyat ve diyanet alanında çalışacaklar için usul, metin ve problem olarak görülen konularda donanımlı öğrenciler yetiştirmeye vesile olacak bir hadis eğitimi yerine, tarihî bir malumat olarak hadis değer kazanmaya başladı. Bu durum, söz konusu bilgiye duyulan ihtiyacı da biçimlendirdi.

Eğitimi yönlendirmesi gereken sosyal hayat, sosyal hayattaki düzeni sağlaması gereken de eğitimdir. İlahiyattan mezun ettiğimiz kişiler, imam, vaiz veya öğretmen olarak topluma hizmet vermektedir. Mezunların toplumda yapacağı işi, aldığı eğitimin kolaylaştırması ve ortaya çıkacak olan yeni durumlarda da çözüm üretme yeteneklerini geliştirmesi gerekiyor. Bunun için sürekli olarak güncellenmesi gerek. Çünkü sosyal hayat sürekli değişiyor. Dün sorun olmayan şeyler, bugün sorun olarak önümüze geliyor. Dolayısıyla hadis eğitimine, tarihin bilgisi olarak bakılması, medeniyetin kurucu referans metinlerinin işlevsizleştirilmesiyle sonuçlanmıştır. Oysa ki ayet ve hadis, sünnetin; sünnet ise örf ve geleneğin şer’i hükmün kaynağı olarak görülmesini mümkün kılan ana unsurdur.

Eğitmenin de öğrencinin de bu bağlamın içinde kalması gerekmektedir. Yani eğitimin nasıl olacağı ve hangi kaynakların araç olarak kullanılacağı, bireysel tercihin ötesinde bir durumdur. Farklı kültürlerin ürünü olan eserlerin, doğum yerinin şartları yani özel bağlamlarını dikkate alarak okunması, gereksiz dayatmaları ortadan kaldıracağı gibi, bilgi-amel ilişkisini de sağlıklı bir zemine oturtacaktır.

Sistemin sıkıntılı noktalarına geçmeden mevcut müfredat üzerine konuşalım istiyorum. Şu an ilahiyatlarda nasıl bir hadis programı uygulanıyor?

İlahiyat fakültelerinde zorunlu ders saati standart olmasına rağmen, uygulamanın tek tip olduğu söylenemez. Burada hem eğitim ve hem de kurumlar açısından bir genelleme yapmak da doğru olmaz. Çünkü bütün ilahiyatların statik bir yapısı, öğrenci ve hocaların da bir standardı yok. Özellikle akademik özgürlük kavramının altına sokularak kaynağı, ders işleme yöntemi ve eğitimin materyali olan hadis seçimini bireysel tercihlerle belirliyor hocalar.  Bununla birlikte eğitimde bir süreç dikkat çekmektedir.

Eğitim genel olarak başlangıç, Hadis Usulü ve Tarihi üzerinden yapılıyor. Bu noktada önemli bir birikim de oluştu Türkiye’de. Ders kitabı olarak okutulabilecek eserler yazıldı. Bu, yapılan araştırmaların kaynaklara girmesine neden oldu. Bilgi birikimi açısından iyi bir noktaya gelindiğini söylemek mümkün. İlahiyatlarda görülen ikinci bir eğitim alanı da hadis metinleriyle alakalıdır. Burada yine fakültelere göre farklılık olmakla beraber, bazı fakültelerde dersler seçilen hadisler üzerinden yürütüldü. Bazen bu seçim Ebu Davud’un ‘Kitâbu’l-Edeb’i, Kitabu’t-Tahâre’si veya Buharî’nin ‘Kitabu’l-İlm’i gibi bölüm bazlı oldu. Bazen de seçme hadislerle eğitime devam edildi. Ancak seçim, kılçığı ayıklanmış balık gibi, sorunlu alan ve ibarelerin ayıklanmasını dayattı. Klasik kaynaklardan bölüm seçimi yapılması durumunda ise, dil eğitimine destek olabilecek bir metin formatında okuma eğitimi öne çıkarılabildi.

Bunu istisna olarak kabul eder isek, usul, tarih ve metin bilgisi, müellifin söz konusu rivayeti neden eserine aldığını, onunla neyi anlatmaya çalıştığını, kitapta olmaması durumunda, söylem ve anlam bütünlüğünde ne gibi boşluk oluşacağı, rivayetin mamulun bih olup olmadığı vb. alanlarda durum tespiti çalışmasını zorunlu kılmaktadır. Bu soruların cevabının aranmaması durumunda ise eğitim, Arapça metin okuma olarak işlev üstlenmektedir. Amaç netleştirilmediği için metnin güncellenmesi anlamına gelen okuma eğitiminde ciddi sorunlar dikkat çekmektedir.

Güncel sorun ve gereksinimlerin konu edinildiği seçmeli dersler grubu ise eğitimde tamamlayıcı bir grup olarak görüldü. Hadise İlişkin Güncel Sorunlar, Hadis Tenkidi, Hadis Tahrici vb. özel alan çalışmaları yapılması amaçlandı, ancak uygulamanın başarısı, farklı etmenlere bağlı olarak değişmektedir. Özetle, bugün ilahiyatta hadis eğitimini üç kategoride değerlendirmek gerekiyor. Bunun bir tanesi hadisin usulü ve tarihi, ikincisi hadis bilgisi ve hadis kültürünün inşası; üçüncüsü ise güncel hadis sorunları ya da hadiste metin tenkidi, hadis tahrici, hadiste isnat gibi özel alan çalışmalarıdır. Bu sorunları anlatan üçüncü kısım seçmeli dersler olarak sisteme dahil edildi. Ancak bu dağılım öğrenci üzerinde bir etkiye sahip mi? Öğrenci bunu toparlayabiliyor mu? Hadis tarihi ve değerlendirmesini özümseyerek toplumsal tartışmalara katkı sağlayabilecek, hatta bunları yönlendirebilecek, bilgisizce yapılan bir takım değerlendirmelerin önünü alabilecek bir birikime sahip olup olmadığı meselesi, sonuçlara bakarak değerlendirilmelidir. Açıkçası benim zihnimde buranın açık bırakılması gerekiyor.

Toparlayacak olursam, İlahiyat Fakültesindeki hadis eğitimlerinin iki noktada değerlendirilmesi gerekir. Birincisi, eğitime konu olan malzemenin sosyal karşılığı olmalı ki eğitim aktüel olabilsin. “Bu hadisler bana ne ifade ediyor? Nasıl bir yaşam sürmemi öngörüyor?” İkincisi, hadis eğitiminin araştırmalarla ilişkilendirilmesi, araştırmaların da eğitimle topluma dönmesi gerekiyor. Tersinden bakarsanız, araştırılacak konu da eğitimde duyulan ihtiyaçla ilişkili olmalıdır. Bu da tamamen toplumdan alınan geri dönüşlerle ilişkilidir. Böylelikle kendi kendini yenileyebilen bir sistem ve topluma katkı sağlayan bir eğitim yapılması sağlanacaktır. Ama bu yapılabiliyor mu, diye sorulduğunda, eylem ve sonuç hem öğrenci ve hem de hoca açısından şahısların çabasına kalmış görülmektedir. Bütünüyle olumlu veya olumsuz bir değerlendirme yapmak yine de zor gözüküyor.

Fakülteden fakülteye, hatta hocadan hocaya değişen şekilde mevcut durum bu. Peki, böylesi hadis eğitimin en temel sorunları neler sizce? Dilerseniz hadis usul ve tarihi, hadis metinleri ve hadis problemleri gibi üçlü taksim üzerinden değerlendirebilirsiniz?

Burada hadis usulü ve tarihi, hadise olan güveni oluşturmak ve hadis bilgisinin güçlendirilmesini sağlamak açısından önemli. Yoksa bugün hadislerin tasnifi, tedvini veya şerhi gibi tarihi bilgilerin sonuç itibariyle çok fazla önemi olmayacaktır. Tarihi bilgiyi burada benim önümdeki metnin değerini ortaya koymak noktasında bir referans olarak görüyorum. Öte yandan Hadis usulünün bir tarihi var. Usulün tarihine, özellikle hadis metinleri olarak Buhari, Müslim vb. kaynakların ortaya çıkma serüveninde kullanılan metodoloji olarak bakmak gerekiyor. Dinamik, yani değişen ve gelişen bir yapıdır bu. Bu ikisini birleştirdiğimizde bugün temel sorun, aslında hadis metinlerinin, özellikle de klasik hadis metinlerinin okunamamasıyla, onlara vukufiyetsizlikle alakalıdır. Okunamaması sadece dil bilgisine bağlı değildir. Çok iyi Arapça bilmek hadis metnini anlamak için yeterli değildir. Zira değişen ve bugün için hakim olan kültürün kodları farklı bir bağlamda inşa edilen metni anlamayı zorlaştırmaktadır. Söz konusu değişim en azından Tanzimat ile başlatılmalıdır. Değişimin büyüklüğü, hocaya olan ihtiyacın büyümesini sağladığı gibi, sorumluluğunu da artırmaktadır. Diğer bir ifade ile Hadisin kendine ait bir kültürü ve dolayısıyla hocadan öğreneceğiniz bir usulü, okuma biçimi ve değerlendirme yöntemi bulunmaktadır. İşte bu noktada bir misyon sorunu dikkat çekiyor.

Burada özellikle klasik eserlere, medeniyetin kurucu metinlerine ve kültüre yön veren temel eser ve bakış açılarına, dinin kaynağı olan referans metinlere vukufiyet sorunu var. Modern ilahiyat eğitiminin aşamadığı bir sorun bu. Bu klasik metnin kutsanması olarak anlaşılmamalı. Sıradanlaştırmak ya da kutsamak şeklinde tezahür eden polemiğin dışında kalmak için özellikle vurguluyorum burayı. İkinci mevzu ise bir usul, bir de tarih bilgimiz var. Elimdeki metnin, diğer metinlerle ilişkisi, sıhhati ve kullanılma imkânını teyit etme noktasında üst bir bakış açısı zorunlu görülmektedir.

Son olarak, yine yaptığım ayrım üzerinden gidersek, günümüz hadis problemleri söz konusu metinlerle günümüzdeki sorunların eğitim sahasına çekilmesini karşılıyor. Teknik olarak karşılığı bu. Öğrenci mezun olduğunda bu sorunla karşılaştığında, bununla nasıl baş edecek? Tıpkı bir hekimin yeni bir virüsle nasıl baş edeceğini öğrenmesi gibi bir beceri geliştirmeye ihtiyaç ortaya çıkıyor. Yoksa onu sadece bir bilgi aktarımı olarak, hocanın görüşünün olumlu veya olumsuz dikte edilmesi veya karşı tarafın mahkum edilme aracı olarak değil de, tam aksine bir denge unsuru olarak görmek; dengeli ve sağlıklı beslenen bir nesile yatırım olarak değerlendirmek gerekiyor.

Dolayısıyla İlahiyat Fakültelerindeki hadis eğitiminin bu üç bağlamda yani tarih, metin bilgisi ve sorunsal alan çevresinde gerçekleşmesi gerekmektedir. Elbette ağırlık noktası metin bilgisidir. Metin bilgisinde evet, dil son derece önemlidir, ama yeterli değildir. Her metnin, her kitabın, her musannifin kendisine ait bir rivayet istif biçimi ve söylemi vardır. Bu, Peygamberimizin sözünü ve uygulamasını ümmete veya ihtisas sahibi insanlara iletmek üzere yeni bir yapılandırmadır. Bunu bir hat gibi düşünebiliriz. Her hat yazısında harfler yeniden işleniyor, ama estetik değer değişkenlik gösteriyor. Ona baktığınızda zevk alıyorsunuz, okuyabildiğinizde daha büyük bir zevk alıyorsunuz, yazabildiğinizde daha da büyük bir zevk alıyorsunuz. Hadis eserlerini de bu anlamda söz konusu rivayetlerin yeniden istifi olarak düşünmek gerekiyor. Söz konusu kitabın başarısı ise, benim bir okuyucu ve Müslüman olarak zihnimdeki soruları karşılayıp karşılayamaması ile ilgilidir. O eserin klasik olması zaten başarılı olduğunu gösterir. Hadis eğitiminin bu merkeze çekilmesi, gelecek açısından çok daha ümit var olmamızı sağlayacaktır.

Tabii bir de bahsettiğiniz sorunların aşılması için şahsen sizin attığınız somut adımlar var. Gerede Hadis Meclisleri ile başlayan süreçte ilahiyatlardaki hadis tedrisatının iyileştirilmesine dönük gerçekleştirilen birçok çalıştay ve projeye imza attınız, öncülük ettiniz. Kısaca bu çalışmalarınızdan bahseder misiniz?

Hadis eğitimi ve araştırmaları alanındaki çabamız 1993 yılına dayanıyor. Teorik çabalar, 2009 yılında dekan olarak icranın başına geçtiğimde, çözüm odaklı bir yaklaşımla sorunları analiz etme ve teklifleri deneme imkânı oldu. Bu bağlamda, ortak akıl üretme düşüncesiyle gerçekleştirilen çalıştay, meclisler, sempozyumlar gibi akademik etkinliklerin yanında, bizzat uygulamaya yönelik denemelerimiz oldu. Öncelikle, Türkiye’deki hadis tartışmalarında gruplaşmayı önleyecek bir adım olarak gördüğüm Gerede Hadis Meclisi 2001 yılında atılmış önemli bir adımdı. Farklı kentlerle anılan gruplaşma biçiminin, alt kuşağa intikalini engelleyecek, kendisine ait kuralları olan, yaklaşık on yıllık bir çalışmamız oldu arkadaşlarımızla beraber. Belki de ilgililerin görüş alışverişinde bulunduğu uzun soluklu yıllık istişare meclisleriydi bunlar. İstişare sonuçları şu an elimizde. Diyanet İşleri Başkanlığından çıkan ‘Hadislerle İslam’ kitabı bunun bir semeresi olarak görülebilir. Projenin yapılandırılması bu meclislerde inşa edildi. Arkadaşlarımız bu anlamda ciddi katkı sağladılar. Bu istişarelerin, Türkiye’deki hadis eğitimine de ciddi katkı sağladığını düşünüyorum. Çünkü toplantılar temalı ve tartışmalı olarak dizayn edilmişti.

İkinci olarak, ilahiyat eğitiminin başarı ve başarısızlığı aslında toplumdaki karşılığına baktığımızda birkaç alanda görülüyor. Bunlar Kuran-ı Kerim eğitimi, Tefsir, Hadis, İslam Hukuku ve Kelam sahalarıdır. İlahiyat eğitiminin başarı veya başarısızlığı toplum tarafından bu kategoriler üzerinden değerlendiriliyor. Felsefe, sosyoloji ve psikoloji gibi ilimler değerlendirmede çok fazla hesaba katılmaz. Bunlar sizin yorum yapmanızı, ufuk sahibi olmanızı ve diğer düşünme biçimlerini anlamanızı sağlar. Ama toplum bununla ilgilenmez. Dolayısıyla bu alanlarda eğitimin biraz daha güncel hayatla ilişkili hale getirilmesi gerekiyordu. Bu nedenle bir müfredat çalışması yaptık. Bahsettiğim kopukluk nedeniyle tarihi tecrübeyi sürdüremediğimiz için, bizim yeni alanlar açma gibi bir sorumluluğumuz vardı. Bu çerçevede Türkiye’deki ilahiyat eğitimi ile Ezher ve Külliyetü’ş-Şeria eğitimini, daha doğrusu yöntemleri karşılaştırdık. Bu bağlamda 2010’da uluslararası katılımlı bir çalıştay yapmıştık. Burada kendi adımıza yeniden değerlendirmek zorunda olduğumuz çok şey gördük. Biz bir noktada iyiyiz, ama bunun daha da iyileştirilmesi gerekiyor. Bize bu anlamda bir katkısı oldu geniş katılımlı karşılaştırmaların. Birinci adım böyleydi.

İkinci adım ise bizzat hadis eğitiminin ve hadis araştırmalarının analizi ve geleceğe dönük perspektif çalışmalarıydı. Bu konuda 2012’de kurumsal katılımı önemsediğimiz bir çalıştay düzenledik. Diyanet İşleri Başkanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı temsilcileri gibi farklı kurumlar katıldı. Müftülerimiz katıldı; öğretmen düzeyinde Milli Eğitimden vb. birçok kurumdan temsilci katıldı değerlendirmeye. Sorunu analiz etme ve ortak bir akıl oluşturma üzerine bir çabaydı yaptığımız. Bu çabanın sürdürülmesi gerekiyor. Birtakım şeyler değerlendirildi, tasvip edilenler veya eleştirilenler oldu. Ancak lisans mezunu, master ve doktora düzeyinde yeterlilikler konuşulduğunda arkadaşlarımızın ufku kadar, toplumun beklentilerini de gördük. Bu yeterlilikler hikem.org adresinden görülebilir. Ama bize göre iki yılda bir bunun yeniden gözden geçirilerek yapılması gerekiyor.

Eğitimdeki başarı ve başarısızlığı öğrencinin notuyla ya da dersin işlenmesiyle değerlendirmemek lazım. Çünkü eğitimin bir hedefi vardır. Eğitimde bunun gerçekleştirilip gerçekleştirilmemesine bakılarak bir değerlendirme notu verilmeli. Her fakültenin mutlaka internette yayınlanan bir program çıktısı, kendisini tanımladığı bir misyonu vardır. Buna ilahiyatın ve içerisindeki hadis eğitiminin ne katacağı mühimdir. Bunun değerlendirilip kendi şartlarında güncellenmesi gerekiyor. Aksi takdirde toplumu aldattığımızın farkında değiliz.

Son dönemlerde Müslümanlar arasındaki tartışmalara bakıldığında, aslında bizim başarı notumuz belli oluyor. Örneğin bir öğrenci İmam Hatip Lisesinde, ardından İlahiyatta hadis eğitimi alıyor. Müftü veya vaiz olduğunda aldığı eğitimle toplumdaki sorunları çözme konusunda yetersiz kalıyorsa, geriye dönüp eğitim ve araştırmanın yetersiz olduğunu kabullenerek çözüm aramamız gerekiyor. Eğer bir şeye not verilecekse, toplumdaki sorunlara bizim açımızdan ne kadar iyi çözüm üretildiğine not verilmesi gerekir. Bundan da önce asıl başarı, sorun daha ortaya çıkmadan ona tanı koyabilmek ve çözüm üretebilmektir. Bu anlamda size teşekkür ediyorum. Böyle bir konuyu gündeme taşımanız bizatihi değerlidir. Bunun sonucu ne olur bilemiyorum, ama belki zihinlerde bir kıvılcım ortaya çıkartır söylediklerimiz. Belki yarın uzun uzun konuşulan bir meseleye dönüşür ve bu da sizin hanenize yazılır.

O zaman şöyle değerlendirmek yanlış olmaz herhalde. Hadisler toplumdaki gündemi belirlemiyor ve akan hayata sahici çözümler üretmiyorsa demek ki ilahiyatlardaki hadis tedrisatı yetersizdir. Yani toplum böyle ayna tutuyor bize. Yanılıyor muyum?

Burada ilahiyattaki hadis eğitiminin kifayetsizliği üzerinde konuşulabilir dediğiniz gibi. Asıl konuşulması gereken şey, bence, hadisin toplum zihnindeki karşılığının ne olduğudur. Toplumda hadis nerede? Dinin temel kaynaklarından biri olarak görmeniz sizin hadise yaklaşım biçiminizdir. Bunun karşısında ‘indirilen din’, ‘uydurulan din’ gibi bir ayrım ya da ‘modern’, ‘radikal’ ‘muhafazakâr’ ve ‘ılımlı’ gibi profiller zihinlerimizde aslında hadisi nereye koyduğumuzu gösteriyor. Mesela hadisle kendisi arasında hiçbir ilişki kurmayan, hatta hadisin üzerine basmak suretiyle tartışmaya giren, bunun üzerinden kendini ifade etmeye çalışan bir katman veya hadisi istismar aracı olarak kullanan gruplar, sorunu gidermekten çok kronikleştirmeye sebep oluyor.

Bu durumu sadece hadis eğitimiyle alakalı görmemek lazım. Burada bir kifayetsizlik söz konusu. En azından şu kadar yıl bu mesleğin içinde olan biri olarak, kendi adıma kimseyi zan altında bırakmadan söyleyebilirim bunu. Esas sorun eğitimin yeterli ve yetersizliğinden çok daha büyük aslında. Din algısıyla, Peygamber tasavvuruyla ve zihninizdeki hadisin karşılığıyla alakalı sorun. Sistem tek yönlü olarak işliyor. Eğitim sistemi, dersin anlaşılıp anlaşılmadığını anlama, dolayısıyla öğrencinin gelişimini takip etme imkânını vermiyor. Bir dönem 14 hafta, bu sürenin baş ve sondan birer haftası yok, vize haftası yok… Fiilen ders yapılabilen süre son derece sınırlı. Öğrencinin devamsızlık hakkı var. Belli bir seviyede devam etmeyebilir. Sonuç olarak bir şekilde öğrenci bu dersten geçiyor. Olmadı yaz okulunda geçiyor. Eğitimin paraya tahvili kadar ağır vebali olan bir şey bilmiyorum.

Şekilsel olarak bakıldığında, diplomaya yansıyan bir başarı var. Fakat bu olması gereken ya da yaşadığı dünyadaki sorunlarla baş edebilmek için gereken donanımı sağlayan bir eğitim midir?  Bunun bizzat konuşulması gerekir. Bu nedenle öğrencilerin, fakültede aldıkları ders ve metodolojiyi güçlendirecek bireysel çaba içine girmeleri ve dış eğitim desteğine ihtiyacının olduğunu düşünüyorum. Özellikle siyer, Kur’an, fıkıh, hadis ve tefsir alanlarında. İlahiyat Fakültesindeki eğitimin, ikincil kimlikleri öne çıkmayan dernek ve vakıf tarzı kuruluşlarla desteklenmesi gerekiyor. En azından bazı öğrenciler âlim adayı olarak görülerek desteklenip eğitilmelidir.

Yavuz Ünal hocam, son olarak Türkiye’de gruplar üzerinden yürütülen hadis tartışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Hadisleri olduğu gibi referans alanlarla doğrudan Kur’an’a arzeden kesimler arasında ciddi gerilim yaşanıyor. Tırnak içinde gelenekçi ve modernist denilen gruplar arasında sizin duruşunuzu, yorumunuzu merak ediyorum.

Aslında bu zor bir soru. Gelenek, gelenekçi, modern, muhafazakâr, ılımlı gibi ayrımlar yapılıyor, ama bunların toplumda bir karşılığı yok. Ancak değişen bir din algısı, değişen bir peygamber tasavvuru ve peygamber tasavvuruna paralel olarak ortaya çıkan bir hadis algısı var. İkinci olarak şunu ekleyeyim: “Ben hadisi reddediyorum.” ya da “Ben hadisi ne olursa olsun kabul ediyorum.” diyen bir katman yok. Aslında  ortada bir metodoloji ve bir ilke sorunu var. Sıhhatinde geçmiş ulemanın hiçbir tartışması olmayan bir hadisle dalga geçen bir kişinin, biraz sonra uydurma olduğu malum olan bir hadisi kullandığını görebiliyorsunuz.

İlkesizlik olarak değerlendirme nedenim, kendi söylemini ve çıkarlarını desteklediği sürece sıkıntılı olan bir metne bile var ve etkin olma şansı tanınırken; hâkim kültürün dayatmalarına karşı görülen rivayetlerin müsellemata aykırı görülerek reddedilmeleridir. Dolayısıyla burada metodik ve kategorik bir ayırım çok mümkün değildir. Bu gelişmenin bir sonucu olarak 90’lı yıllardan beri, hemen her çalışmada ‘Hadisin dindeki yeri’, ‘Hazreti Peygamberin Konumu’ şeklinde başlıkların yer alması düşündürücüdür. 1400 yıllık bir tarihe sahip olan bir medeniyette, ‘Hadisin dindeki yeri’ diye hemen her araştırmacının başlık atmasının bir nedeni; psikolojik gerekçesi ve aynı zamanda toplumsal bir karşılığı olmalıdır.

Bugün, doktorun teşhis koyabilmek için sorularla yürümesi gibi, sahip olduğumuz hadis algısının ve birikiminin sorgulanması gerekiyor. Bu hadisin sorgulanmasından önce yapılmalıdır. Bugün hadis araştırmaları Google üzerinden yapılabiliyorsa, bir hadisin Buhari’de geçmesinin ve Buhari’nin bu rivayeti neden kitabına aldığının bilgisini, bu rivayetin ön ve arkasındaki rivayetleri; son olarak da bu rivayetin yer aldığı başlığı bir bütün olarak okuyup nasıl değerlendireceksiniz? Bir insan diğerinin söylediği bir sözün sadece bir cümlesini kesip alsa diğeri onu, cımbızlamakla suçlar. Aynı şey aslında eserler için de geçerlidir. Bu noktada Google, Facebook veya Twitter üzerinden yapılan paylaşımlardan hareketle sağlıklı bir değerlendirme yapmak çok zor.

Bu bağlamda söylenecek şeylerden biri de şu: Dindarlık biçiminde bir değişiklik var. Buna belki sekülerleşme denilebilir, ama ben gösterişçi dindarlık ifadesini tercih edeceğim. Sosyal paylaşım ortamlarında üç-beş tane ayet ve hadisi paylaşmak sembolik değeri olan bir eylemdir. Bu söylediklerimle kimseyi suçlamak istemiyorum; sadece analiz yapmak niyetindeyim. Gösterişçi bir dindarlık trendi yükseldikçe, aslında dini ilimlerde bir derinleşme sorunu ortaya çıktı. Bu da bağnazlıkları tetiklediği gibi, saldırıların da önünü açtı. Google’a yazıp orada çıkan sonucu nihai ve tek metin olarak görüp paylaşmak ciddi sorunların ortaya çıkmasına neden oluyor. Önce bir kaynakta olmasının ne anlama geldiğini anlatmak gerekiyor. Evet, bu hadis Buhari’de geçiyor olabilir, ama Buhari’de ma’mulun bih olan hadisler olduğu gibi ma’mulun bih olmayanlar da vardır. Bu nedir? Bu soruyu cevaplandırmadan yürütülen sıhhat tartışmaları anlaşılamamaktadır.

 Sonuç itibariyle, kültürel gerçekliklerin ifadesi olanla dini olanı; dini olanda da ma’mulun bih olanla olmayan arasında ayrım yapamayan bir beyinin toplumdaki tartışmaları değerlendirmesi ve yönlendirmesi mümkün değildir. Burada ya ideolojik bir duruş ve istismar ya da samimi, ama bilgisiz, dolayısıyla çaresizlik içindeki bir çabalama dikkatleri çekmektedir. Eğer İlahiyat Fakültesinde hadis eğitimi hakkıyla yapılabilmiş olsaydı, toplumdaki bu savrulmaların önemli bir kısmı gerçekleşmezdi diye düşünüyorum. Zira tartışmalar çoğu zaman ilahiyatçılar tarafından yapılmaktadır.

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

eMedrese bir İlmiye Vakfı projesidir.