e-Medrese

Orta Çağ Felsefesi

Orta Çağ felsefesi, Kilise babalarının felsefesi olan Patristik felsefe ile okullarda okutulan Skolastik felsefeden oluşan ve yaklaşık olarak 1000 yıllık bir döneme yayılan bir felsefedir.

Orta Çağ Felsefesi

Orta Çağ felsefesi, Kilise babalarının felsefesi olan Patristik felsefe ile okullarda okutulan Skolastik felsefeden oluşan ve yaklaşık olarak 1000 yıllık bir döneme yayılan bir felsefedir.

Orta Çağ Felsefesinin Genel Özellikleri

Bu dönemde icra edilen felsefenin genel özelliklerini ve mahiyetini maddeler halinde sıralayacak olursak şunları söyleyebiliriz:

1. Orta Çağ felsefesi, dini öğretileri temellendirme çabası sergileyen, dinden etkilenmiş bir felsefedir.
2. Orta Çağ felsefesinde, felsefe daha çok vahye tabi olmak durumundadır. Bundan dolayı bu dönemde din önemlidir.
3. Orta Çağ felsefesi vahyolunan hakikatleri anlamak için ihtiyaç duyduğu yöntemi Yunan felsefesinde aramıştır.
4. Orta Çağ felsefesi dini temellendirme ve anlaşılır kılma çabasında Yunan felsefesine bağlı kalmıştır. Antik Yunan’ın düşünce dünyası benimsenmiş ve yöntemleri kullanılmıştır. O yüzden bu dönemin temelinde Platon, Plotinos ve Aristo felsefesi vardır.
5. Orta Çağ felsefesi, felsefeyi genellikle olmuş bitmiş, yetkin bir sistem olarak görmüştür. Dolayısıyla Yunan felsefesi dinamik bir yapı sergilediği yerde, Orta Çağ felsefesi mutlak hakikatleri bulmuş olduğuna inanan statik bir felsefedir.
6. İlkçağ felsefesinin merkezinde doğa ve insan varken, Orta Çağ felsefesinin merkezinde Tanrı vardır. Tanrının varoluşunun kanıtlanması ve onun sıfatları…
7. Orta Çağ felsefesindeki Hristiyan teolojisi, İslam dünyasından yapılan tercümeler sayesinde öğrenilmiş olan Aristo felsefesiyle içli dışlıdır.
8. Yunan felsefesinde temel problem insanın mutluluğa erişmesiydi. Bu mutluluğa insanın kendi çabasıyla ulaşması mümkündü. Orta Çağ felsefesiyle birlikte bu mutluluk, dünyada aranan mutluluk değil, ebedi saadet olmuştur.

Tümeller Problemi

Tümeller problemi, Orta Çağ’ı ciddi derecede sarsmış bir problemdir. Bu problemi gündeme getirip başa bela eden adam Boethius’tur. Problemin ana kaynağı ise Porphyrios’un İsagoci adlı eseridir.

Nedir bu tümeller?

Tümeller dediğimiz şey aslında formel mantıkta kullanılan cinsler ve türlerdir. Daha iyi anlaşılması için bunlara kavramlar diyelim. Ve meseleyi biraz daha detaylandıralım:

Sorumuz şudur; Dünyada var olan şeyler daha önce kendi başlarına var mıydı? Varsa neredeydiler? Ya da önce kavram mı gelir yoksa nesne mi? Kavramların kendi başlarına bir gerçekliği var mı?

Bu soruya verilen cevaplar bağlamında 3 grup karşımıza çıkıyor:

1. Realist Grup: Bu grup Platoncu çizgidedir. Kavramlar, kendi başlarına birer gerçekliktir. Sloganları şudur: “Önce kavram, sonra nesne!” Grubun temsilcileri: Aziz Augustinus, Anselmus, John Scotus Eriguena.

2. Konseptüalist Grup: Bu grup “Kavramcılık” adıyla da bilinir. Sloganları şudur: “Realizm şaşırma, kavramları taşırma!” Realist grubun kavramları nesnelerden ayrı bir gerçeklik olarak kabul etmesine muhalefet ederek, kavramları nesnelerin “içine” dahil etmişlerdir. Madde-Form bütünlüğü gibi düşünebiliriz. Grubun temsilcileri: Boethius, Abelardus.

3. Nominalist Grup: Bu grup, kavramları yani tümelleri bir gerçeklik olarak kabul etmez. Yalnızca “şu” diye gösterdiğimiz bireysel varlıklar vardır. Bu grubun marjinal bir duruşu vardır, öğretilerini şu şekilde sloganlaştırabiliriz: Gerçeğin ta kendisiyiz, olun bu sözlere râm, Realist görüşe inat, “önce nesne, sonra kavram!” Grubun en önemli temsilcisi: Ockhamlı William.

Bu tartışmanın ne önemi var? Neden bu kadar önemli diye düşünebiliriz. Çünkü kilise öğretileri için hayati derecede önem taşıyor. Özellikle Realist bakış, kilisenin bu öğretilerini pekiştiriyor. Mesela:

“Tanrı her şeyi bilir.” Ama nasıl biliyor?

Önceden biliyor. Çünkü nesnelerin kavramları önceden zihninde var. O kavramlar, nesne olarak bu dünyada vücut buluyorlar. O yüzden nesneler, bağımsız bir “gerçeklik” olarak Tanrı’nın zihninde varlar.

İlk Günah Öğretisi

Onlara göre Hz. Âdem yasağı çiğneyerek bir günah işledi. Dolayısıyla onun soyundan gelen insanlık günahkâr olarak doğar. Bundan dolayı vaftiz edilir ve temizlenir. Bunu şöyle açıklayalım: Tümellere kavramlar dedik. Tümel üzerinden devam edelim. Realistlere göre, “İnsan” kavramı bir tümeldir. İnsan denildiğinde tüm insanları anlarız. Dolayısıyla bu kavramı başlı başına bir gerçeklik sayar ve tüm “insanlara” teşmil eder. Bir “İnsan” olarak Hz. Âdem günah işledi. Biz de “insan” olduğumuz için ondan pay alarak günahkâr oluyoruz.

Nominalistler tümelin başlı başına bir gerçekliğini kabul etmezler. Bundan dolayı onlar için önemli olan tikellerdir. Yani geniş ve kapsayıcı bir anlamda “insan” kavramı yok, tek tek, ayrı ayrı “insan” kavramı var. “Eğer insan tek tek ve ayrı ayrıysa bir “insanın” işlediği günah neden sadece onu bağlamıyor, neden diğer “insanlar” bunun sonucuna katlanmak zorunda kalıyorlar?” der. Bu da kilisenin “İlk Günah” öğretisine ters düşer. Diğer bir ifadeyle nominalistler kilisenin bu öğretisini bu bakış açısıyla izah edemezler.

Buraya kadar realistlerin görüşleri belli ölçüde tolere edilebilir. Ya da kabul edilebilir. Fakat Orta Çağ düşüncesinde özellikle Tanrı-evren ilişkisi ve kader meselesinde realistler köşeye sıkışıyor. Bunu da şöyle izah edelim:

Realistlere göre tümel neydi? Tümel, başlı başına bir gerçeklikti. Yani tikeller söz konusu değildi. Buraya dikkat: Eğer Tanrı tümelle ilgileniyorsa (tikel diye bir şey olmadığı için) Peki tikellere ne olacak? Şöyle somutlaştıralım:

Eğer Tanrı, “İNSAN” ile ilgileniyor, ayrı ayrı-tek tek “insanlarla” yani tikellerle ilgilenmiyorsa? O zaman olay Gazalî’nin ifadesiyle şöyle oluyor: Tanrı bireylerin, yani tek tek, insanların yakarışlarını duymuyor. Başka bir mesele üzerinden örnek verelim:

“On Emir Meselesi”

Bu emirlerde Hristiyanların birtakım eylemleri yerine getirmeleri istenmiştir. Sorumuz şudur:
Bunlar iyi olduklarından dolayı mı Tanrı yapmamızı istiyor, yoksa Tanrı istediği için mi iyiler?

Realizm: İyi oldukları için Tanrı emrediyor.
Nominalizm: Tanrı emrettiği için iyiler.

Realizm “iyi” tümeli üzerinden gidiyor. Bu kavramların bağımsız olarak kendi başlarına bir varlıkları, bir gerçeklikleri var diyor. Bundan dolayı o davranışlar “iyi” oldukları için Tanrı emrediyor. Madem konu dönüp dolaşıp gerçekliğe geliyor o zaman gerçekleri konuşalım.

Orta Çağ’da realist görüş benimsendiği için doğa bilimleri gelişmiyor. Çünkü bu anlayış tüm dikkatini tümele yani bu dünyadan aşkın bir yere çeviriyor. Onlara göre bu dünya sadece bir görünüş ve değişmeden ibaret. Görünüşün ve değişenin bilgisi olmayacağı için akla ve deneye dayalı bilimsel bilgi imkânsızdır. Nominalizmin en büyük avantajı ise dikkatleri bu dünyaya çevirip deneye dayalı bilimin doğuşunu hazırlamasıdır.

Aziz Augustinus: Mutlak bir realizmin savunuculuğunu yapar. Tümellerin insan zihninden bağımsız olarak var olduğuna inanır.

Anselmus: Realizmin savunucusudur. Meşhur bir “Tarziye Teorisi” vardır. Ona göre ilk günah, Tanrı’ya karşı işlenmiş bir suçtur. Tanrı bu suçu adaleti gereği affedemez. Ceza verse bütün insanlık gidecek. Dolayısıyla Tanrı, insan kılığına girerek insanın işlediği bu günahın kefaretini kendisi öder. Yani İsa’da insan olmuş ve diğer insanların yerine azap çekmiştir.

John Scotus Eriguena: Realist görüşünün savunucularındandır.

Boethius: Kavramcıdır. Ayrıca Tanrı’nın mutlak bilgisine dair şöyle bir şey söyler: Tanrı ezeli-ebedi bir varlıktır. Onun bilgisi halihazırda olanın bilgisidir. Yani Tanrı, ileride olacak şeyleri bilmez. Ayrıca bu filozofun “Felsefenin Tesellisi” diye bir eseri var. Haksız yere hapse atıldığı sırada yazıp felsefeden teselli bekliyor. Ona göre en büyük hata insanın biricik iyi olan Tanrı’ya yönelmeyip, münferit iyilerin peşinden koşmasıdır. Mutluluk en büyük iyi olan Tanrı’ya yönelmektir.

Abelardus: Kavramcılığın kurucusudur. Realistler ile nominalistler arasında uzlaştırmacı bir tutum sergilemiştir.

Ockhamlı William: Nominalizmin savunucusudur. Basitlik ilkesine dayanan meşhur bir tekniği var ve adı Ockham’ın Usturası’dır. “En basit ve akla en yatkın açıklama, doğruya her zaman için daha yakındır.” anlayışına dayanır.

Din-Akıl İlişkisi Problemi

Burada da karşımıza 3 grup çıkıyor:

Bağdaşmazcılar

Bu grup din ile aklın bağdaşmayacağını ileri sürer. İman, Tanrı’nın varlığını kalben onaylamaktır. Oysa akıl esas itibariyle sadece gördüğüne bel bağlar. Mantık kurallarına uygun olana inanır. Din veya iman yolunda aklın yapabileceği bir şey yoktur. Akıl, insanı dini hakikatlere götürmediği gibi dikkati buradan uzaklaştırabilir. İslam felsefesindeki temsilci Gazalî’dir. O, akıl gözü ile gönül gözünü birbirinden ayırır.

Söz konusu anlayıştan genel olarak fideizm olarak bilinen görüş ortaya çıkar. Fideizm, her koşulda inanç tutumunu ifade eder. Bu tavrın en önemli temsilcisi Hristiyan filozof Tertullianus olmuştur. Şöyle der: “Saçma olduğunu bile bile inanıyorum.” Yani akıldışı olsa bile inanıyorum. Ya da akıldışı olduğu için inanıyorum.

Birlikçiler

Din ile aklın birlikteliğini savunan grup. Onlara göre din rasyoneldir. Akılla tamamen anlaşılabilir. Buna İslam felsefesinde “Çifte Hakikat Anlayışı” denir. Bu anlayış İbni Rüşd tarafından geliştirilmiştir. Bu grubun savunduğu yaklaşım tarzında din ile felsefe, filozof ile peygamber arasında ayrım yapılmaz. Nitekim İbni Rüşd’e göre felsefeyle din aynı yolun yolcusudur. Sadece farklı araç ve söylemleri kullanırlar.

Tamamlayıcılar

Din ile aklın birbirini tamamladığını ileri sürerler. İslam dünyasındaki temsilcileri Farabi[38] ve İbni Sina’dır[39]. Vahiyden habersiz olmasına rağmen dini doğrulara bu kadar yaklaşmış ve tek Tanrı inancına erişmiş olan Aristo’dan etkilenmişlerdir. Bu yüzden aklın, Tanrı hakkında doğru bilgiyi elde etme yolunda bir yere kadar götürdüğünü öne sürmüşlerdir. Dolayısıyla aklın oraya kadar bildikleri vahiyle tamamlanır ya da sağlama alınır. Diğer açıdan ele alınırsa insan vahiyle bilir, akılla temellendirir.

Bu makaleyi okuyanlar için tavsiye yazı:
“Rönesans Felsefesi”
“Orta Çağ Felsefesinde Dil, Düşünce ve Gerçeklik İlişkileri”
“Din, Bilim ve Felsefe İlişkileri”

Kaynaklar

Felsefe Tarihi, Ahmet Cevizci, Say Yayınları, 2017.
Felsefe Tarihi, G. Skirbekk & Nils Gilje, Kesit Yayınları, İstanbul, 2014.
Gençler İçin Batı Felsefesi, Luc Ferry, Türkiye İş Bankası, İstanbul, 2015.
Felsefe Tarihi, Alfred Weber, Kabalcı Yayınları, İstanbul, 2015.
Felsefenin Kısa Tarihi, Nigel Warburton, Alfa Yayınları, İstanbul, 2014.

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

eMedrese bir İlmiye Vakfı projesidir.