Rönesans Felsefesi
İçindekiler
Rönesans Felsefesi
Orta çağ ile Yeni çağ arasındaki dönemin felsefesidir. (1400-1600) Felsefede bir “Yeniden Doğuşu” temsil eder. Bu dönemde çok önemli gelişmeler meydana gelmiştir. Özellikle barut, pusula, kâğıt gibi unsurların keşfedilip kullanılması ciddi derecede bir ilerleme kaydedilmesine sebep olmuştur. Şüphesiz en önemli şeylerden biri de bu döneme hâkim olan akım, hümanizmdir… Burada üzerinde durmamız gereken şey, Rönesans’ı etkileyen Platoncu düşüncedir.
Platonculuk
Platoncular, kiliseyle devlet alanında gerçekleştirilecek yeniden şekillenme projesi ve kültürel reform için aradıkları yeni temeli, Platonculukta buldular. Rönesans Platonculuğu’nun en önemli ismi Ficinus’tur (1433-1499).
Ficinus, evreni Yeni-Platoncu bir anlayışla ahenkli ve güzel bir sistem olarak betimlerken, insan ruhunu maddi dünya ile manevi dünya arasındaki bağ olarak ortaya koymuştur. Ruh hem maddi hem manevi dünyanın güzelliklerinden pay aldığı için evrenin merkezidir.
Ona göre ruh, her şeyi bir araya getirdiği ve her şeyin merkezi olduğu için doğadaki en büyük mucizedir. Ruh, kendini dış dünyadan arındırıp tefekkür ve temaşa hayatına dalarsa daha yüksek bir bilgiye yükselir. Ficinus bu yükselişi, Tanrı’nın bilgisi ve görüşüyle tamamlanacak “hakikate tırmanış” olarak yorumlar. Ona göre ruhun Tanrı’ya doğru olan bu yükselişi biri akıl diğeri irade olmak üzere iki kanadın desteğiyle mümkündür.
Aristoculuk
Rönesans, Aristo felsefesini Skolastik unsurlardan arındırarak, özgün haliyle almaya ve kendi düşünce dünyasına uyumlu hale getirmeye çalıştı. Bu yüzden Rönesans, Aristocu felsefeyi biri İskender Afrodisi (3. yüzyılın ilk yarısı) diğeri de İbni Rüşd (ö.1198) olacak şekilde, Hristiyan olmayan kaynaklardan öğrendi.
Gerçek Aristocular
Bu dönemde Aristocu filozoflar kendi içerisinde ikiye ayrılırlar:
-İbni Rüşdçüler: İbni Rüşd’ün penceresinden Aristo’ya bakanlar.
-İskenderciler (Afrodisi): Afrodisi’nin penceresinden Aristo’ya bakanlar.
En önemli farkları şudur: İbni Rüşdçüler, bütün insanlarda tek bir ölümsüz akıl olduğunu ileri sürerken, Afrodisi’nin tayfası ölümsüz bir aklın varlığını kabul etmezler.
Bu iki grup Hristiyanlığın en temel inanç ve öğretisi olan öldükten sonra ruhun ölümsüz olduğu düşüncesini yerle bir ederler. Sadece İbni Rüşdçüler bireyin ruhunun akıllı bir yönü olduğunu, ölümden sonra onun evrensel akla geri döneceğini düşünürlerken diğer grup bunu reddeder.
Doğa Felsefesi
Bu dönemin doğa felsefeleri, Stoa etkisini çok belirgin olarak gösterecek şekilde panteist bir yapı sergilemişlerdir. Rönesans dönemi doğa filozoflarının Hristiyan düşüncesini bütünüyle terk ettikleri söylenemez. Onlar daha ziyade doğayı, doğaüstü olana bağlayan bağları zayıflatmışlardır.
Önemli Doğa Filozofları
1. Nikolas Cusanus (1401-1464)

Rönesans dönemi doğa filozofudur. Bir ayağı orta çağda olduğu için düşüncelerini ifade etmeye Tanrı ile ilgili görüşlerini ortaya koyarak başlar. Ona göre biz, Tanrı’nın ne olduğunu değil, ne olmadığını bilebiliriz. Ona göre aklın bize verdiği bilgi gerek Tanrı konusunda gerek başka bir şeyde olsun sadece ve sadece yaklaşık bir bilgidir. Çünkü var olan her şeyin hakikati Tanrı’da gizlidir. Tanrı da bilinmeyeceği için bu hakikatler bilinemez. Ona göre Tanrı her şeyi ihtiva eder. Bu arada panteist olduğunu da kabul etmez. Her yaratığın yaratılmış bir Tanrı olduğunu söyler. Bununla birlikte Tanrı’nın evrenin özü olduğunu söyler.
Yaratılıştan önce zamanın olmadığını, dolayısıyla dünyanın ezeli olduğunu ileri süren Cusanus, evrenin mekânsal olarak da sonsuz olduğunu ileri sürer. Onun merkezi yoktur. Dünya, evrenin merkezi olmadığı gibi güneşin de evrende imtiyazlı bir yeri yoktur. Evrendeki her şey gibi dünya da hareket halindedir. Söz konusu öğreti, skolastik düşüncenin Aristocu evren tablosuna bir darbe indirmiştir. Her şey bir yana kendi içine kapalı evren sisteminin sağlam ve güvenilir çerçevesini kemirmeye başlamıştır.
Cusanus’tan sonra yeri ve göğü ile doğanın değişerek gelişen bir birliği olduğu düşüncesi, Rönesans düşüncesinin en önemli inançlarından biri haline gelecektir. Oysa orta çağ doğa anlayışı düalistti. Yeryüzü ile gökyüzünün yapıları farklı olup kendine ait yasaları vardı.
Rönesans düşüncesi tabiatın derinliğine nüfuz etmeye başlayınca, evreni en içeriden birleştiren bir kuvvetin olacağını varsayar. Bu Rönesans doğa felsefesinin doğayı araştırma eğilimini gösteriyor. Oysa Orta Çağ felsefesi, doğaya ilişkin araştırmayı küçümseyip onu araştırmıyor, Antik Yunan’dan gelen kavramlara çekidüzen vermekle yetiniyordu. Kısacası Rönesans düşüncesinde doğanın çok çeşitli görünüşlerinin gerisine saklanmış güçlere bilgi ile sokulup doğaya egemen olmak ister.
2. Bruno (1548-1600)

Cusanus’un taşıdığı Yeni-Platonculuk bayrağını devralan doğa filozofudur. O doğayı, ilahi birlikten çıkan varlıklar çokluğunun bütünü olarak ortaya koyar. Harekete geçirici güç olarak dünya ruhu düşüncesini öne çıkarır. Dünya ruhunun ilk ve temel yeteneği, dünyanın fiziki anlamda etkin faili ve formu olan evrensel akıldır.
Onun sınırsız mekânda bir güneş sistemleri çokluğundan söz ettiği söylenebilir. Ona göre güneş, pek çok yıldız arasından bir yıldızdır. İmtiyazlı bir yeri yoktur. Evrende, evrenin merkezi diye adlandırılabilecek bir gezegenin olmadığını söyler. Sınırsız evrende ne bir merkez ne de bir aşağı-yukarı vardır. Ona göre evren sonsuzdur ve birlik içindedir. Yani Orta Çağ’daki gibi gök ile yer ayrı değildir. Tanrı ve evren iki farklı töz olmayıp aynı gerçekliğin iki farklı sonsuz görünümüdürler.
Bilim Hareketi
Rönesans’tan itibaren insanlar gözlerini kullanmaya başlayıp kendileri için doğayı araştırmaya yönelmişlerdir. Dolayısıyla Rönesans’ta Aristo’nun metinlerini beslenen güven gitmiş, yerine olguların doğrudan gözlemi gelmiştir. Teolojik önyargıları barındıran Skolastik düşünce yerini ampirik verilere bırakmıştır. Rönesans ile başlayan bilimsel devrimin en temel bilimi olan astronominin sadece gözlem temelinde ilerlemesi mümkün değildi. İlerleme gözlem, kontrollü deney, hipotez ve matematiğin yardımını gerektirmiştir.
Kontrollü Deney
Kontrollü deneyde Aristo’nun “serbest düşen cisimlerin hızlarının ağırlıklarıyla orantılı olarak değiştiği” iddiası çürütülmek için kurşundan toplar kullanılmıştır. Bununla birlikte Rönesans döneminde deneysel yöntemin en seçkin temsilcisi olarak “Galileo (1564-1642)” karşımıza çıkar. Galileo açısından doğayı sadece gözlemlemek yeterli değildir. Ona göre doğayı gerçekten kavrayıp onun hakkında yeni bilgilere ulaşmak istiyorsak, fenomenleri matematik dilinde çözümleyip ifade etmek zorundayız. Ona göre doğa bir kitaptır. Bu kitabın dilini çözersek doğayı anlarız. Bu kitap da matematik diliyle yazılmıştır. Aristoculara göre cismin suda yüzmesi ya da batması, o cismin şekliyle alakalıdır. Galileo, cismin suda yüzmesi ya da batmasının yoğunluğu ve ağırlığıyla alakalı olan bir iddiayı deneyle ispatlamıştır. Doğayı akıl yoluyla yorumlayabileceği konusunda kendisine güveni tam olan Galileo’nun yaptıkları, deneyden ziyade birer açıklamaydı.
Hipotez
Modern astronominin kurucusu “Kopernik (1473-1543)” bir din adamıydı. 14. yüzyıl fizikçileri dünyanın sadece kendi ekseni etrafında dönüşüyle alakalı bir hipotezle kendilerini sınırlandırırken, Kopernik hem kendi ekseni etrafında hem de sabit bir şekilde duran güneşin etrafında dönüşüyle alakalı bir hipotez geliştirmişti. Yani jeosantrik bir hipotezin yerine helyosantrik (güneş merkezli) bir hipotez ortaya koydu.

“Kepler (1571-1630)” ise gezegenlerin eliptik bir yörüngede hareket ettiklerini keşfetti. Bu da Kopernik’in Pythagorasçı ve Platonik görüşün temelinde olan gezegenlerin sadece dairesel bir hareket sergileyebileceği görüşüne darbe indirmiştir.
Bu dönemde teleskobun bulunması muazzam bir olay olmuştur. Özellikle bu teleskobun Galileo’nun eline geçmesi ve onun birçok veri toplaması bazı şeylerin iyice oturmasına neden oldu. Ay’ı inceledikten sonra elde ettiği veriler ışığında ayın dünyayla aynı maddeden oluştuğu sonucuna vardı. Daha sonra güneşi ve güneşin üzerindeki lekeleri gözlemledi. Değişen güneş lekelerinin varlığı, güneşin değişme halindeki maddeden oluştuğunu gösterir ki, bu da Aristocu kozmolojiye zarar veren başka bir olgudur. Daha sonra “Newton” geliyor ve diyor ki:
“Cisimlerin hareketleri mekanik ilkeler yoluyla açıklanabilir.” “Doğa filozofları doğadaki aktif güçten habersiz oldukları için bu sonuca ulaşamamışlardır.” “Elmanın yere düşmesine neden olan güç, gezegenlerin eliptik hareketlerine neden olan güçle aynı…”
Daha detaylı bilgi için şu yazımıza göz atabilirsiniz: “Evren: Mükemmelliğe mi, Bozulmaya mı?”
Rönesans bilimi modern felsefeye etki etmiştir. Örneğin teolojik dünya görüşü yerine mekanik bir dünya görüşü ikame edilmiştir. Bu anlayış bazı düşüncelere yol açmıştır. Mesela Descartes, dünyanın ve dünyadaki değişmelerin hareketle özdeşleşen madde aracılığıyla açıklanabileceğini düşünmüştür. Bu yoruma göre Tanrı, yaratılış esnasında cisimlere hareket enerjisi yüklemiş ve olduğu gibi bırakmıştır. Bu anlayışın din felsefesindeki yansıması deizm olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ayrıca bu dönemin etkisiyle birlikte matematik bilgiye götüren en sağlam yol olarak görülmüş, Descartes (1596-1650) gibi filozoflar matematiksel yöntemlerin felsefede kullanılması gerektiğini düşünmüşlerdir.
Modernlik Ruhunun Temsilcisi: Francis Bacon

Modern düşüncenin, Descartes ile birlikte en önemli temsilcisi hatta kurucusudur. Bacon bilimcidir. Ona göre doğayı bilmenin en güvenli yolu bilimdir. Bilimsel yöntemler bize, doğaya egemen olacak bilgiyi sağlar. Bacon, Aristo’nun Organon adlı eserine karşı, bilimlerin ilerlemesini sağlayacak yeni bir mantık, yeni bir metodoloji sunar. Bacon felsefesini üç kısma ayırır:
1. Teoloji: Burada vahiy değil salt akıl vardır. Yani akıl, Tanrı’nın varlığı ve doğasını yaratılmış şeylere bakarak ele alır.
2. Doğa Felsefesi: Teoriyle pratiğin kesin çizgilerle ayrıldığı Aristocu anlayışın aksine Bacon, doğa felsefesinin yıllarca gelişme kaydedememesinin nedenini “teori ile pratiğin birbirinden koparılması” şeklinde görmüştür. Dolayısıyla ilerleyebilmek için teori ile pratik kesinlikle birleştirilmesi gerekir.
3. İnsan Felsefesi: Burada da politikayı ele alır. İyi insanla iyi toplumun unsurları üzerinde durur. Bacon’un bir amacı vardır: Şu ana kadar bilim diye gelmiş her şeyi inkâr edip sil baştan başlamak ister. Bunun için iki ön kabulü vardır: 1. Şu ana kadar gelen her bilgi mutlak olarak yanlıştır. 2. Sil baştan başlamak için gerekli olan güç, akılda mevcuttur. Akıl için en önemli disiplin yöntemdir. Eğer doğaya egemen olacak bilgiyi elde etmek istiyorsak yöntemsiz hareket etmememiz gerekmektedir. Zira yöntem olmadan atılan her adım bir çeşit delilikten başka bir şey değildir. Bilim yapmak istiyorsak buna riayet edeceğiz. Bilim yapmak demek, doğayı tanımak ve onu kontrol altında tutmak demektir. Bacon, geçmişe ve geleneğe karşı savaş açar. Bütün bir klasik felsefeyi eleştirerek bilgi adına hiçbir şey üretmediklerini ileri sürer.
Onun eleştirilerinin merkezinde Aristo vardır. Ona göre Aristo, doğa felsefesini mantık aracılığıyla çarpıtmıştır. Var olan şeylerin iç gerçekliklerine bakmayıp sadece önermelerdeki üslupla yetinmiştir. O, önce karar vermiş sonra verdiği kararla bağdaşsın diye deney yapmıştır. Bacon, geçmişi eleştirmekle kalmayıp geleneğin insan zihninde oluşturduğu putların da yıkılması gerektiğini söyler. Zira insan zihni bilgiye erişmek için yeterli güce sahiptir. Onun meşhur “İdoller Öğretisi” karşımıza çıkar.
İdoller, onun gözünde, zihni yoldan çıkarıp doğayı kavramaya engel olan, gerçekliğe ilişkin bilgilerimizi bulanıklaştıran bir çarpıtmadır.
Kabile İdolleri
Bunlar insan doğasında var olan ve doğru yargılara ulaşmaktan alıkoyan idollerdir. Bunlar insan doğasının zayıflıklarından kaynaklanan putlardır.
Mağara İdolleri
Çoğunlukla bireyin eğitiminden kaynaklanan kişisel özelliklerinin sonucu olarak ortaya çıkan kalıp ya da önyargılardır. Diğer bir deyişle tamamen kültürün esareti altında kalınan bir durumu ifade eder.
Çarşı-Pazar İdolleri
Sözcüklerin insan zihnindeki olumsuz etkilerine işaret eden idoldür. Bacon, gündelik hayat için oluşturulmuş sözcüklerin doğa felsefesi için tatmin edici bir kullanım sağlayamadıklarını söyler. Yani insanlar “gerçek olan” hiçbir şeye tekabül etmeyen, olsa olsa birtakım kurguları adlandıran sözcükleri, sanki onlar “gerçek şeylerin” isimleriymiş gibi görebilirler. Bu da sonuçsuz tartışmaya yol açmaktan başka bir şeye yaramaz.
Tiyatro İdolleri
Geçmişin boş sistemlerinin, insanın kendi yaratısı olan gerçekdışı dünyaları sahneye koyan birer oyundan başka bir şey olmadığını söyler. Bu insanın önyargısını ifade eder. Geçmişin boş sistemleri derken Aristo’ya taş atar. Ona göre o, diyalektiğiyle doğa felsefesini mahvetmiştir. Gözlem ve deneyden yoksun olan felsefe, temel soyut argümanlardan yola çıkılarak inşa edilmiştir. Onun en tehlikeli gördüğü diğer bir boş sistem, içinde bâtıl inançların olduğuna inandığı Pythagoras tarafından başlatılıp Platon ve Platoncuların devam ettirdiği Orta Çağ’da teolojiyle güçlendirilmiş olan doğa felsefesi kalıntılarıdır. Ona göre doğa felsefesine bâtıl inanç sızmasının sebebi budur. Bacon, zihni putlardan ve boş şeylerden arındırıp onu tabula rasa haline getirdikten sonra dört aşamalı tümevarım yöntemi kullanarak sağlam bir zemin oluşturur.
Bu makaleyi okuyanlar için tavsiye yazılar:
“Rasyonalistler“
“Rönesans ve Reformasyon“
Kaynaklar
TDV İslam Ansiklopedisi, Felsefe Maddesi.
Felsefe Tarihi, Ahmet Cevizci, Say Yayınları, 2017.
Wikipedia, Rönesans Maddesi.
Felsefeye Giriş, Ahmet Arslan, Adres Yayınları, İstanbul, 2010.
Felsefe Tarihi, Alfred Weber, Kabalcı Yayınları, İstanbul, 2010.
Dünyanın Neden Var Olmadığı Üzerine, Markus Gabriel, Küy Yayınlar, İstanbul, 2018.