e-Medrese

Muallimi Sani: Farabi

Farabi (ö.339/950)

O, İbni Bacce (ö.533/1139), İbni Rüşd (ö.595-1198) ve Musa bin Meymun (ö.601/1204) gibi filozofların takdir ve övgüsünü almış büyük bir mantıkçıdır ve felsefe tahsilinin ancak ciddi bir mantık eğitiminden sonra mümkün olabileceğini düşünmektedir.

Felsefi ilimler müfredatının zorunlu bir parçası olarak okutulan mantık, Hristiyanlığın hüküm sürdüğü dönemlerde, dini sebeplerle bir sınıflandırmaya tabi tutulmuştur. Farabi, Aristoteles mantığını bir bütün olarak ele alıp aradan geçen asırlardan sonra onu yeniden özgün formuna kavuşturan kişi olmuştur. Böylece, mantığın en önemli konusu olan ispat teorisini inceleyen İkinci Analitikler yani Kitabu’l Burhan müfredattaki asli yerini geri almıştır.

Farabi’nin ikinci muallim olarak tanınması, mantık ve felsefi ilimler müfredatındaki bu köklü değişim ve düzenlemeyi gerçekleştirmiş olmasıyla yakından ilgilidir. Farabi’nin tartıştığı pek çok problemin dini paralellerini görmek zor değildir. Tanrı ve sıfatları, tanrısal varlıklar ve faal akıl, insan ve fiilleri, vahiy ve ilham, ilk başkan, filozof, peygamber ve daha birçok konunun Farabi’nin ahlak-siyaset felsefesinde çoğu zaman felsefenin kavramsal formları içerisinde ele alındığını görmekteyiz. O, kimi zaman, mesela faal aklı Cebrail ile özleştirirken yaptığı gibi, ele aldığı konuların dini karşılıklarını vermeyi de ihmal etmemektedir.

Bununla beraber, onun, felsefenin doğasında kaynaklanan sebeplerle, dini terimleri kullanmamaya özen gösterdiği de bilinmektedir. Onun düşüncesi, sadece İslam dininin kavramsal içeriğini göstermeyi değil, genel olarak din olgusunun felsefi açıklamasını yapmayı da amaçlamaktadır.

Farabi Felsefesinin Merkezi Kavramı Olarak “Mutluluk

Farabi’nin temel felsefi ilgisi ahlak, siyaset ve genel olarak insan konularında yoğunlaşmıştır. Bu açıdan Farabi felsefesinin merkezi kavramı mutluluktur ve onun sistemi bu kavramdan hareketle tahlil etmek mümkündür. Yetkinleşme çabası tabiatın ana dinamiği olarak görülmektedir.

Bir taş parçası, doğal olarak merkeze doğru iner, bir elma çekirdeği doğal olarak elma ağacı olmak ister, bir tay büyüyüp yavru sahibi olma isteğini doğasında bulur ve ona yönelir. Yetkinleşme arzusu insanda da doğal olarak bulunmaktadır.

Mutluluk, en yüksek insani yetkinliktir. Dolayısıyla, her bir insan doğal olarak mutlu olmak ister. Mutluluk, en yüksek iyidir. Çünkü diğer bütün iyiler, kendileri dışında bir şeye ulaşmak için istenir ama sadece mutluluk kendisi için talep edilir ve ona ulaşıldığında bütün istekler sona erer.

Beden ve genel olarak madde Meşşâi gelenekte her ne kadar özür bakımından kötü değilse de tamlığa ve mükemmelliğe engel teşkil eden bir noksanlık belirtisidir. Dolayısıyla insanın kemal noktası olan en son mutluluk ancak öte dünyada gerçekleşir.

İnsan ruhunun bedenden bağımsız bir suret olarak var olma durumunu ifade eden mutluluk, genel olarak dünyevi varlıkla bir hesaplaşma ve onu anlayarak aşma çabasını gerek kılmaktadır. Maddenin mistik inkârı tarzında bir mutluluk tasavvuru Farabi’de mevcut değildir.

Farabi’nin ahlak felsefesinde maddi olanın aşılması, mistik bir yüz çevirme değil, insanın bir irade varlığı olarak bu alana nüfuz etmesidir.

Metafizik Görüşleri

Farabi’nin Tanrı tasavvurunun felsefi etki kaynakları arasında öncelikli olarak Aristoteles ve Plotinos’un bulunduğunu görmekteyiz. Tanrı, bütün var olanlara varlık veren ezeli, nihai ilkedir. Tanrı ilk mevcuttur, gayri maddi olup eksikliğin her türlüsünden uzaktır ve bu sebeple de en üstün ve en yetkin varlıktır.

Plotinos’un Tanrı’yı akıl üstü bir varlık olarak tasavvur etmesine karşın Farabi, Tanrı’yı “Kendini düşünen akıl” olarak nitelemektedir. Farabi, düşünmeyi ilahi süjenin en yüksek aktı olarak değerlendirir ve Tanrı’nın akıl ettiğini söyler. Tanrı düşünendir, hatta bizzat akıldır. Çünkü “Bir varlığın akıl olmasına ve bil fiil düşünmesine engel olan şey maddedir.” Buna göre, eğer bir şey madde değilse ve varlığında maddeye ihtiyaç duymuyorsa, o şey akıldır ve bilfiil akıl edilendir.

Ancak O’nun akıl edilir olması ne harici bir düşünene (âkil) ihtiyaç gösterir ne de bir süreç içerisinde gerçekleşir. Tanrısal düşünen faaliyetinde, süje-obje ayrılığı ortadan kalkar ve düşünenle düşünülen âynileşir. Tanrıda “akıl, âkil ve ma’kul” bir ve aynı anlama gelir.

Farabi Tanrı-evren ilişkisini Yeni Platoncu felsefeye bağlı kalarak tasvir etmektedir. Bütün var olanların nihai kaynağı ve en son nedeni Tanrı’dır. Bütün var olanlar ezeli ve zorunlu bir sudur ile Tanrı’dan çıkmıştır.

Farabi’nin tasavvuru merkezinde dünyanın sabit olarak yer aldığı iç içe geçmiş kürelerden oluşmaktadır. İlk akıldan başlayıp maddeye kadar inen var oluş süreci Tanrı’nın kendini akıl etme fiiliyle başlar ve birbiriyle hiyerarşik ilişki içerisinde olan mertebesi bir yapı arz eder.

Kozmik akılların kendi zatlarına yönelik akıl etme fiillerinden sırasıyla, İlk gök, sabit yıldızlar küresi, Satürn, Jüpiter, Mars, Güneş, Venüs, Merkür ve Ay küresinin varlıkları zorunlu olarak sudur eder. Böylece on akıldan oluşan ay üstü âlem tamamlanmış olur. Bu taşma sürecinin son halkası olan faal akıl ile birlikte, var olmak için madde ve dayanağa muhtaç olmayan varlıklar sona erer. Aynı şekilde Ay küresiyle birlikte, tabiatları gereği dairevi harekete sahip olan semavi cisimler de son bulmaktadır.

Bu kademelenme ilahi adalete göre, “Varlık bakımından en mükemmel olandan başlar. Onun arkasından kendisinden biraz daha az mükemmel olan şey gelir. Onu, gittikçe daha kusurlu olan mevcutlar takip eder.

Ay altı dünyada, ay üstü dünya için düşünülen model tam tersine çevrilerek, var olanların sıra düzeni noksan olandan mükemmel olana doğru yükselen mertebeler şeklinde tasvir edilir. Bu ilk mertebede, en aşağı düzeyde bulunan ilk madde yer alır. Aristoteles’te olduğu gibi Farabi’de de fenomenal varlıkta madde ile suretin ilişkisi korelatif bir bağlılık olarak nitelendirilmektedir. Her bir varlık madde ve formdan müteşekkil olarak var olmaktadır.

Aristoteles genel bir ilke olarak birleşik varlıkta suretin maddeden ayrılmaz olduğunu kabul etmektedir. Bununla beraber bazı suretlerin maddesinden ayrıldıktan sonra var olmaya devam edebileceğini de belirtmektedir. Ruh (nefsi) böyle bir varlıktır.

Aristoteles’in nefsin (ruhun) ayrılabilirliğine dair görüşü yorumcuları fazlasıyla meşgul etmiştir. Fakat ortaya net bir görüş de çıkmamıştır. Bununla beraber, gerek De Anima’da (Ruh Üzerine) gerekse Metafizik’te insan nefsinin düşünen kısmının maddeden ayrı bir varlık tarzına sahip bulunduğu ve dolayısıyla ayrı veya ayrılabilir bir nitelikte olduğu açıkça ifade edilmiştir.

Bütün var olanların en son sebebi olarak Tanrı her şeyden önce, maddesiz olmak bakımından “akıl” olarak vazedilir ve dolayısıyla ondan sudur eden varlık da kendisi gibi akli bir özelliğe sahip olmak durumundadır. Aynı şekilde göksel varlıklar da öncesiz-sonrasız akılsal tözlerdir. Dolayısıyla, evrensel oluş ve hareket akla dayalı bir faaliyetin etkisi olarak gerçekleşir.

Evrendeki bu akli düzen en yetkin formunu Tanrı’nın kendini akıl etmesinde bulur ki, haddizatında varoluşun gerçek sebebi de budur. Ay altı âlemle bağlantılı olarak bu işi yüklenen fizik ötesi varlık, soyut akılların sonuncusu olan faal akıldır.

Farabi’ye göre nefs, uygun bedensel varlığın yetkinliği olarak ortaya çıkar, fakat kendisini gerçekleştirme süreci içerisinde bedensiz var olmanın mümkün olduğu mertebelere doğru çıkmaya çalışır. Şayet ruh nedenle maddi bağlarını kopararak maddeden ayrı bir şey olarak var olma durumuna yükselemezse, nedenle birlikte yok olur.

Öte yandan Farabi, ahiret hayatında ruhun bireysel varlığını koruyacağını ve dünyadaki yapıp ettiklerine paralel olarak mükafat veya ceza göreceğini kabul eder, fakat uhrevi hayatın tamamen gayr-ı maddi ve bedensiz olarak tahakkuk edeceğine inanır ki, İbni Sina’nın da katılacağı bu anlayışı Gazali (ö.505/1111) şiddetle reddeder.

Siyaset Felsefesi

Farabi’ye göre bireyin varlığının amacı mutluluk, mutluluğa ulaşmanın aracı da toplumdur. Toplum insan hayatı için vazgeçilmez bir yer ve alternatifi olamayan bir araçtır. Bu sebepledir ki siyaset ilminin en temel meselesi mutluluktur.

İnsanların eşit olmayan yatkınlıklarda yaratılmış olması, insanın varlık amacı olan mutluluğu bir yöntem ve eğitim öğretim sorunu haline getirmektedir. Çünkü her birey mutluluğun ne olduğunu ve bu konuda neler yapması gerektiğini kendi başına bilemez. Dolayısıyla insanların çoğu mutluluğa ulaşmada bir öğretici ve yol göstericiye muhtaçtır.

Çoğunluk sadece bilme ve yapma konusunda değil, kendini kontrol ve bilinçli davranış konusunda da yetersizdir. Toplumda eğitim öğretim ve mutluluğa yönlendirme strateji ve politikalarını belirleyip koyan ve hayata geçirilmesini sağlayan kişi yöneticidir.

Gerçek mutluluğa ulaşmak için bir araya gelen insanların oluşturduğu toplum, erdemli toplumdur. Erdemli toplumun en belirgin vasfı olarak “uyumu” görmektedir. Görüş ve davranışlarda farklılık bir erdem değil, hastalıktır. Toplumun her bir parçası, tıpkı evrenin bütününde olduğu gibi, kendisine verilmiş olan işi en iyi şekilde yapmak suretiyle bu uyuma iradi olarak katılmış olur. Erdemli bir toplumda aslı uyum, erdemli ilk basının topluma benimsetmiş olduğu görüş ve davranışlarda ideal formuna ulaşır ki bunu sağlayan kurum dindir.

Farabi, erdemli toplumun kurucusu olan mutlak anlamda ilk başkanı ideal-kâmil insan olarak görür ve hem bedensel yapı hem de entelektüel yetenekler bakımından insan türünün en üst özelliklerini taşıyan bu müstesna kişinin, işini hiçbir insanı katkıya gereksinim duymadan gerçekleştirdiğini söyler.

İlk başkan, üzerinde başka bir insanın hükmünün bulunmadığı hâkim kişidir. O “imamdır, erdemli şehrin birinci başkanıdır, erdemli milletin hükümdarıdır ve mamur dünyanın tamamının hükümdarıdır.

Farabi Yunanlıların site devleti fikrinden ayrılarak bir yeryüzü devleti tasarlamıştır. Bundan İslam’ın evrensel dünya tasavvurunun etkisi vardır. Felsefi olanın toplumsallaştırılmasının en doğru aracı dindir ve bu açıdan din bir yönüyle bir eğitim ve öğretim, bir yönüyle de bir tasdiktir.

Öğretim, nazari erdemleri milletlerde ve şehirlerde var etmektir. Eğitim ise, milletlerde pratik sanatları ve ahlaki erdemleri var kılma yöntemidir. Farabi dini genel olarak “kitleye, felsefede ortaya çıkarılan teorik ve pratik şeylerin, ikna veya hayal ettirme yoluyla, ya da her ikisiyle öğretimini amaçlayan” bir öğretim şekli olarak tanımlanmaktadır.

Felsefe-din ilişkisi açısından Farabi, şu görüşü benimsemektedir ki, gerçek bir felsefe ve bu felsefeye tabi olduğunun farkında olan bir din arasında herhangi bir çatışmanın olması mümkün değildir. Fakat gerçek felsefe ile doğru din arasındaki organik bağ bilinmiyorsa, bu durumda felsefe-din ilişkisi sağlıklı bir temele oturtulamaz ve ortaya pek çok problem çıkar. Her iki tarafın mensupları da birbirlerine karşı, çürütme, reddetme ve inkâr şeklinde negatif tavırlar içerisine girer.

İslam dünyasında felsefe, Müslüman toplumun kendi kaynaklarından doğmamış, onlara başka bir milletten, hem de dili ve kültürü farklı olan bir milletten aktarılmıştır. Hem bu farklılıktan kaynaklanan lafzi yapı hem de felsefe ile din arasındaki ilişkinin gerçek mahiyetini bilmeyenlerin varlığı, İslam dini ile Yunan felsefesi arasındaki uyumu reddeden görüşlerin ortaya çıkmasına yol açmıştır.

Bağdat Meşşâi okulunun kurucusu, Hristiyan Ebu Bişr Mettâ bin Yunus’tur (ö.328/940). O, Organon’un en mühim kitabı olan İkinci Analitikler’in Süryaniceden Arapçaya çevirisini yapmıştır.

Mettâ ve genel olarak mantıkçılara göre mantık evrensel, dik yereldir. Mantıkla düşünme arasında, dil ile gramer arasındaki ilişkiye benzer bir ilişki vardır. Düşünmenin kanunlarını vermesi bakımından mantık evrenseldir, dolayısıyla dilin kanunlarını veren gramerden üstündür. Bu bakışa göre mantık, dilin kanunlarını inceleyen gramerin gerçekleştiremeyeceği bir işleve sahiptir.

Tartışmanın diğer tarafında bulunan Sirâfi (ö.369/979) ve genel olarak nahivcilere göre ise, manaya ancak bir dilin lafızları üzerinden gidilir ve bunun kurallarını da nahiv bilgisi ihtiva eder. Dolayısıyla nahiv bilgisinin dışında evrensel bir kuraldan bahsetmek mümkün değildir. Yunan mantığı Yunancanın grameridir ve ancak o dilin konuşulduğu bir kültürde bir anlam ifade edebilir. Arap nahvi bu dilin konuşulduğu ortamlarda düşünmenin kanunlarını da vermektedir.

Sonuç olarak Arap kültürü ortamında Yunan mantığına ihtiyaç yoktur. Mantığın dilden bağımsız bir disiplin olarak İslami ilimlere eklenmesi ise Gazali ile gerçekleşmiştir.

Bağdat Meşşâi okulunun Farabi’den sonraki en meşhur siması, Yahya bin Âdi’dir (ö.364/975). Suriyeli bir Hristiyan olan Yahya bin Âdi, Yakubi mezhebine mensuptur.

Bu makaleyi okuyanlar için tavsiye yazı: “İlhadın Gölgesinde Bir Filozof: Ebubekir er-Razi

Referanslar


[1] https://islamansiklopedisi.org.tr/ibn-bacce
[2] https://islamansiklopedisi.org.tr/ibn-rusd–torun
[3] https://islamansiklopedisi.org.tr/ibn-meymun
[4] https://islamansiklopedisi.org.tr/felsefe
[5] https://tr.wikipedia.org/wiki/Aristoteles
[6] https://www.kitapyurdu.com/kitap/kitabul-burhan/125299.html
[7] https://islamansiklopedisi.org.tr/cebrail
[8] https://islamansiklopedisi.org.tr/saadet
[9] https://islamansiklopedisi.org.tr/messaiyye
[10] https://tr.wikipedia.org/wiki/Plotinos
[11] https://tr.wikipedia.org/wiki/Yeni_Platonculuk
[12] https://islamansiklopedisi.org.tr/sudur
[13] https://islamansiklopedisi.org.tr/ruh
[14] https://islamansiklopedisi.org.tr/ahiret
[15] https://islamansiklopedisi.org.tr/mukafat
[16] https://islamansiklopedisi.org.tr/ceza
[17] https://islamansiklopedisi.org.tr/gazzali
[18] https://dergipark.org.tr/tr/pub/niguiibfd/issue/19754/211475
[19] https://tr.wikipedia.org/wiki/Antik_Yunan_felsefesi
[20] https://islamansiklopedisi.org.tr/metta-b-yunus
[21] https://islamansiklopedisi.org.tr/sirafi-ebu-said
[22] https://islamansiklopedisi.org.tr/nahiv
[23] https://islamansiklopedisi.org.tr/yahya-b-adi

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

eMedrese bir İlmiye Vakfı projesidir.