Şematik Cahiliye Dönemi
İçindekiler
KONUNUN ÖNEMİ
İslam tarihini bütünlüklü tahlil etmek için ondan evvelki çağı bilmek gerekir. Özellikle Arap halkların ve komşuları olan Fars ve Doğu Roma (Bizans) imparatorlukların tarihini. Zira söz konusu çağ, İslam akidesinin henüz birleştirmediği dönemdeki Arapların tarihini içerir. Neticede Arap Yarımadası sakinlerinin hayatın farklı yönlerine ilişkin pozisyonları, sonraki tarihî süreçlerinin muharrik unsurudur. İslam öncesi Arap tarihi iki zaman diliminden oluşur. Tarihçiler son sürecin miladi beşinci ve altıncı yüzyılda noktalandığında hemfikirler.
CAHİLİYE KAVRAMI
Cahiliye, Arapların önceki karakterlerinde yaşadıkları değişimi belirtmek adına İslam sonrası döneme aittir. İlmin karşıtı değil de hilmin karşıtı olarak, yani zorbalık, kıt akıllılık, medeniyetsizlik anlamında kullanılır.
FİZİKİ COĞRAFYA
Coğrafik Konum
Arap Yarımadası Asya’nın güney batısında, üç milyon kilometrelik çok geniş bir alanı kapsar. Üç yönden sularla çevrilidir. Doğusunda Arap Körfezi, güneyde Hint Okyanusu, batısında Kızıldeniz yer alır. Kuzeyinde Akabe Körfezi’nden Şattularap’ın ağzına dek uzanan bir şerit vardır.
İklim ve Arazi Yapısı
Bölge ekseri çöl doğasının baskın geldiği vadi ve düzlüklerden oluşur. Yine de kum tepelerinden dağ silsilesine, mağaralardan kayalıklara farklı arazi yapılarıyla karşılaşabilirsiniz. Yarımada büyük nehirleri bulunmadığı için yakıcı, kuru bir iklime sahiptir, fakat vadi çoktur. Güney kısım uçsuz bucaksız kızıl kumluk arazidir. Üç tarafı suyla çevrili olmasına rağmen bölgede yağmur azdır.
Fiziki Yapı
Yarımadanın tabii çevresini kısımlandırırken farklı bakış açıları söz konusudur. Yunan ve Romalı tarihçiler miladi birinci asırda bölgenin siyasî ve iktisadî yönünü dikkate alarak üç kısma ayırırlar: Hicaz, Yemen ve Necd’i içine alan refah Arabistan’ı (Arabiyye saîde); Sina Yarımadası ve Nebti memleketini kapsayan kayalık Arabistan (Arabiyye sahriyye) ve Şam steplerini içeren çöl Arabistan’ı (Arabiyye sahraviyye).
Arap Coğrafyacıların Yarımadayı Taksimi
Arap coğrafyacılar ise sadece tabii konumu baz alarak yarımadayı beş mıntıkaya ayırırlar:
Tihâme: Yenbu’dan Yemen’deki Necran’a dek Kızıldeniz boyu uzanan dar bir sahil şerididir.
Hicaz: Tihame ile Necd tepelerini ayıran bölge Akabe kıyısında Şam sınırlarına kadar devam eder. Volkanik arazilerin ve vadilerin yer aldığı iklimde suların birikmesiyle Yesrib ve Mekke gibi şehirler kurulmuştur.
Necd: Burası Arap Yarımadasının tam ortasıdır. Batıdan doğuya doğru alçalarak Aruz sınırına ulaşır.
Aruz: Doğu sınırıdır. Yemame, Bahreyn ve yakın çevreleri bu bölgeden sayılır.
Yemen: Arap Yarımadasının bütün güney kısımdır. Birçok vadiye ve ziraata elverişli toprağa sahiptir.
İSLAM ÖNCESİ ARAP HALKLARI
Bâdie Arapları
İslam ortaya çıkmadan evvel yaşamış ve izleri silinmiş kadim kabilelerdir. En meşhurları Ad, Semud, Cüdeys ve Amâlikalılardır.
Âribe Arapları
Kahtan’ın soyundan gelirler. Asıl vatanları Yemen topraklarıdır. Başlıca Kehlân ve Hımyer soylarına ayrılırlar. Cürhüm, Huzâa, Cüheyne ve Ya’rib en bilinen kabileleridir.
Müsta’ribe Arapları
Hz. İsmail’in torunu Adnan’ın soyundan gelenlerdir. Başlıca Rabîa ve Muzar soylarına ayrılırlar. Hz. İsmail, Arap Yarımadasında Mekke’ye ilk defa geldiğinde asli dili olan İbranice veya Süryanice konuşuyordu. Daha sonra bölgeye gelen Cürhüm kabilesiyle kaynaşarak onlardan evlendi ve Arapçayı öğrendi. Adnanîler, bedevisinden medenisine Arapların ekseri kısmını oluştururlar.
İKTİSADİ KAYNAKLAR
Çobanlık
Arap Yarımadasının çoğu kısmını teşkil eden bedevi çobanlar için sabit ve gezici çobanlık temel gelir kaynağıydı. Buranın iklim koşullarına en iyi uyum sağladığı için deve gütmek en yaygın olandı. Ot yönünden zengin arazilerde küçükbaş otarmak yaygındı. Meralar kabilenin ortak kullanımına açıksa da kişisel mülkiyete ait toprak parçaları da mevcuttu.
Kervan Geçiş Ücretleri
Bedevi yerliler kendi arazilerinden geçen kafilelerden belirli bir ücret alırlardı. Bu kendi bölgelerindeki yol boyunca kafilelere verdikleri hizmetlerin bir karşılığıydı.
Aracılık Hizmetleri
Çobanlar aynı zamanda kırsalla şehir arasında, özellikle Mezopotamya ve Suriye gibi verimli topraklara sınır olan mıntıkalarda ücret mukabilinde aracılık hizmeti verirlerdi. Yine sınır şehirlerle ticari mübadelede bulunabilirlerdi.
Ziraat
Arapların diğer temel geçim kaynağı olarak ziraat, yemen gibi suyu bol yerlerin esas servetiydi. Meyveden sebzeye çeşitlilik gösteren toprak mahsullerinde hurma, üzüm ve hububat en yaygın olanlardı.
Ticaret
Yarımadanın siyasi ve dini yönleriyle yakından ilgili olması sebebiyle Araplarda iktisadi hayat merkezi rol oynuyordu. Güney bölgelerden elde edilen baharat ve esanslar dış memleketlere pazarlanırdı. Arap Yarımadası konumu itibariyle doğu ve batı arasında yer aldığı için karadan ticaret yolları buradan geçer, Kızıldeniz sahili boyunca bölge deniz ticaretine açık olurdu. Bu durum özellikle Hicaz’ı Şam beldeleriyle Doğu Akdeniz havzasını Yemen’e, Habeşistan’a, Somali’ye ve Hint Okyanusu sahillerine bağlayan köprü konumuna getirmişti. Bu noktada Mekke ticaret transit hattı olarak büyük gelişme göstermişti. Bu popülasyon zamanla gerek sabit gerekse Ukaz, Zülmecenne ve Zülmecaz gibi mevsimlik pazarların oluşmasına katkı sağladı.
TOPLUMSAL TABAKA
İslam öncesi Arap toplumu bedevi ve medeni (hazari) diye ayrılırdı. Bedeviler, kırsal kesimde deve sütü ve etiyle geçimini sağlar, otlak ve su kaynağı ararlardı. Medenilerse şehir sakinleri olarak sabit evlerde oturur, ziraat, ticaret, sanat ve benzeri uğraşlara yönelirlerdi. Buradan bedevilikle hazariliği ayıran çizginin yaşam şekilleri olduğunu anlıyoruz. Arap Yarımadasında kuru iklim koşulları baskın olduğuna göre, bedevilik istikrarlı yaşama göre daha yaygındı ve ekonomiden siyasete sistemi daha çok etkiliyordu. Diğer taraftan bazı toplumsal damarlar, kabile fertlerini kendi aralarında belli bir dayanışma noktasında birleştirmekteydi.
Asabiyet ve İntikam Duygusu
Bunlar kabileler arası birçok askeri çatışmaya sebebiyet vermiştir. Eyyâm-ı Arab (Arapların tarihi günleri) denen bu mücadelelerin en meşhurları Besus, Dâhis, Ğabrâ ve Ficar savaşlarıdır. Aşırı hizipçilik diyeceğimiz bu asabiyye/taassup duygusu, neseb ve kan birliği üzerinden ciddi dayanışma sağlıyordu. Böylelikle kırsaldaki hayatın merkezinde kişinin canını ve malını savunan kabile yer alırdı. Savaşlardan ticari himayeye kabileler farklılık göstereceği için aralarında sık sık ittifak anlaşmaları yaparlardı. Şehirli kesimler için doğal olarak ittifaklar daha az gündeme gelirdi.
Hürler, Köleler ve Mevali Sınıfları
Araplar için kabile gücü, dışarıya karşı bir savunma kalkanı oluştursa da içerde büsbütün eşitliğe izin vermiyordu. Örneğin özgürlüğüne kavuşan bir köle doğrudan kabilenin hür çocuğu sayılmaz, ancak mevali (azatlı) veya etbâ (ikincil konumdakiler) statüsüne erişirdi. Herhangi bir nedenle kabileye sığınan bir garip de aynı durumdaydı. Kabile şeyhinin görüşünden çıkılmaz, tecrübe ve yetenekli bazı yaşlılar kendisine danışmanlık ederdi. Yemen toplumundaki belirgin şekliyle toplumsal servetin dağılımında eşitlik söz konusu değildi. Hâkim sınıfın çocukları devlet vazifelerinin imtiyazını babadan oğula aktararak başkalarına bırakmaz, kimsenin ait olduğu statüden bir diğerine geçmesine müsaade edilmezdi.
SOSYAL YAŞAM VE AİLE
Kadınlar, Eğlence Alışkanlıkları ve Köleler
İçki, kumar ve zina cahiliye toplumunda sık görülürdü. Köle hizmetleri ve ticareti de çok yaygındı. Kadınlar, cariye ve hür olarak iki sınıfa ayrılır ve cariyeler oldukça düşük konumda görülürlerdi. Erkekler kadın köleleri çocuk doğurduğunda önemli bir kahramanlık göstermediği sürece çocuğu kendilerine nisbet etmezlerdi. Evli kadın boşandığında hoşuna giden başka biriyle evlenmesine izin verilmez, diğer mallar gibi o da ailede miras olarak geçerdi. Fakat üst sınıf kadınlarına geniş özgürlük alanı tanınır, kendileriyle istişare edilir, birçok işte erkeklerle ortak hareket ederlerdi.
Evlilik ve Aile İlişkileri
İslam öncesi evliliklerde ciddi bir gelişmeden bahsedebiliriz. Tıpkı dinî/meşru bir nikâhta olduğu gibi evlenmek isteyen erkek, düşünce ve onayını aldıktan sonra bir kadınla evlenirdi. Erkeklerin birden fazla eşe sahip olması yaygın durumdu. Bununla birlikte ekseri Arabın tasvip etmediği çok kocalılık, müta, bedel ve şiğar türü evlilikler yapılıyordu. Bazı kabilelerde utanç, fakirlik ve uğursuzluk gibi inançlarla yeni doğan kız çocukların gömülmesine rastlanırdı.
İSLAM’IN ARİFESİNDE ORTAK ŞUURA KATKI SAĞLAYAN İKİ HADİSE
Cahiliye devrinin sonlarına doğru, bazı siyasi ve askeri gelişmeler Arap Yarımadasında kabileler üstü birliğe doğru ciddi bir yönelim sağladı. Birincisi, Ebrehe öncülüğündeki Yemenli ordunun Kabe’yi yıkmak amacıyla Mekke’ye saldırı düzenlemesidir. Fil Vakıası denen ve 570 yılında başarısızlıkla sonuçlanan bu olay, insanlar arasında ortak bir Araplık duygusu oluşturması açısından milat kabul edilir. İkinci hadise 609 yılındaki Zîkar Savaşı’dır. Arapların ilk kez Sasanîlere galip geldiği bu muharebe, özellikle Fars ve Bizans’a sınır kabileler arasında daha önce görülmemiş bir birlik ve dayanışma ruhu uyandırmıştı.
DİNÎ HAYAT
Şirkin ortaya çıkışı
İslam gelmeden çok önceleri Araplar Hz. İbrahim’in hanif dinine mensuptular. Aynı zamanda İslam anlamına gelen bu tevhid yolundan daha sonraları saptılar. Etkilendikleri komşu topluluklara göre çeşitli şirk inançlarına yöneldiler. Kimisi Allah’a iman etmekle birlikte ona aracılık ettiği inancıyla putlara taptı. Kimisi Yahudilik, Hristiyanlık ve Mecusilik dinlerinden birini benimsedi. Tabiat güçlerinden cinlere farklı varlıklara ilahlık atfedenler mevcuttu. Bazıları putçuluğun ilk defa Arap Yarımadasına Huzaa kabilesinden Amr bin Luhay yoluyla girdiğini ileri sürerken diğerleri cahili hayatın doğal seyri içinde bunun ortaya çıktığını savunur.
Tevhide Yöneliş
İslam’ın gelişine yakın dönemlerde Arapların Yahudilik ve Hıristiyanlık üzerinden tevhide yöneldikleri gözlemlenir. Yahudilik Yemen’de, Hayber, Teyma ve Yestib’te yayılırken Hristiyanlık Teğlib, Ğassan, Kuzaa ve kuzey kabilelerinde taraftar buldu. Söz konusu semavî dinlerin yaygınlaşması insanların bir şekilde yaratıcı, kıyamet ve ölümden sonra diriliş inançlarına yakınlaşmasını sağladı. Varaka bin Nevfel, Kus bin Sâide, Ümeyye bin Ebi Salt ve Osman bin Huveyris gibi ayrıca putperestliği ve mevcut bozuk dini kabulleri reddeden hanifler de mevcuttu. Bunlar akli ve ahlaki bakımından temeyyüz etmiş simalardı.
Hac İbadetinin Birleştirici Rolü
Hac mevsimlerinde Kâbe’yi ziyaret edenlere yönelik Kureyş kabilesi öncülüğünde verilen çeşitli hac hizmetleri, Arap kabilelerinin ibadetlerini huzur ve güven içinde yapmaları noktasında ortak bir şuur oluşturdu. Böylelikle gerek mevsimlik pazarlarda gerekse hacda uyanan toplumsal birlik ruhu, ayrıca Haram Aylar’da harpten geri durmak benzeri tutumlar, tevhide yönelişin bir başka örneği olarak okunabilir.
EDEBÎ MANZARA
Eğitim öğretim Arap Yarımadasında, hususiyetle hicaz mıntıkasında yaygın değildi. Eser, nesep ve yıldız konumları (envâ) ilimleri dışında Arapların ilmî bir temayüzü yoktu. Eğitim durumları yer ve ihtiyaca göre şekillendiği için, örneğin okuryazarlık şehirliler arasında bulunuyordu. Şair ve ediplerin Mekke’de ve panayırlarda bir araya gelmesinin Arap edebî hayatında büyük etkisi vardı. Özellikle bu gezgin sanatçıların Fars ve Bizans gibi komşu halklarla temas kurup onların medeniyetlerinden aldıkları etkiyi şiir, hitabet ve hikmetli deyişlerine yansıtmalarını hesaba katarsak, tesirin boyutunu anlayabiliriz. Dolayısıyla Arap memleketlerinde eğitim öğretimin yaygınlaşmaması durumu, şiir üzerinden edebî canlılığa engel olmamıştı. Şiir onlar için salt kişisel duyguların tercümanı olmaktan çok, ortak bir bilgi ve bilinç dağarcığı, kadim medeniyet hazinesiydi. Tarihî ve edebî açıdan büyük öneme sahip meşhur yedi kaside (muallekât-ı seb’a) sahibi cahiliye şairleri şunlardır: İmruu’l-Kays, Tarefe b. el-Abd, Zuheyr b. Ebî Sulmâ, Lebîd b. Rebîa, Amr b. Kulsûm, Antere b. Şeddâd, Hâris b. Hillize
İDARÎ TABLO
HİCAZ ŞEHİRLERİ
Mekke
Arap Yarımadasında bir bölgeden diğerine siyasal düzen değişkenlik gösterirdi. Mekke Hicaz’ın en önemli şehri olarak Yemen ve Şam ticaret yolunun tam ortasında, hem ticaret merkezi hem putperest dinî yaşantının kalbiydi. Esasen Mekke’yi Kusay bin Kilab öncesi ve sonrası şeklinde ikiye ayırabiliriz. Miladi beşinci asrın başlarında Kusay, yönetimi Yemenli Huzaalılardan aldıktan sonra Kureyş’in birliğini sağlamış ve şehrin idarî işlerini düzenlemiştir. Bundan böyle Kureyşliler aynı soyda birleşen iki gruba bölündüler:
Merkezdekiler: Dağlar arasındaki geniş vadiye yerleştirilen bu kesimi Haşim, Ümeyye, Mahzum, Teym, Adiy, Sehm, Nevfel ve Zühreoğulları oluşturuyordu. Bunlar Kureyş eşrafı olarak ticaret ve Kâbe hizmetiyle ilgilenir, servetlerini sürekli artırarak müreffeh bir hayat yaşarlardı.
Banliyödekiler: Kureyş’in merkez dışına iskân ettiği bu sınıf muhtaç, mevali ve kölelerden oluşur, kıt kanaat bir yaşam sürerlerdi.
Mekke’nin Önemli Kurum ve Kadroları
Eşraf Takımı
Mekke’nin siyasi sultasını elinde tutan bu elit tabakadaki herkes servet sahibi olmasa da zekâ, soy, sanat ve yetenekleriyle bir şekilde üst sınıfa yükselmişlerdi.
Konsey: Daru’n-Nedve olarak bilinen bu meclis, aristokrat tabakayla bağlantı halinde, savaş kararlarından ticaret kafilelerinin sevk ve idaresine kadar karar mercii konumundaydı. Kusay buraya ancak kırk yaşını dolduranların iştirak edeceği kuralını getirmişti.
Rifade, Sikaye, Hicabe ve Sancaktarlık: İlk üç madde hacılara hizmeti ve Kâbe korumasını ifade ediyorken sancaktarlık harp zamanı orduyu idare edenin sorumluluğuna veriliyordu. Bütün bunlar Kusay’ın oğulları arasında paylaşılırdı.
İttifak Anlaşmaları
Kusay’ın ölümünden sonra oğulları arasında yaşanan iktidar bölünmesi farklı ittifakların kurulmasına yol açtı. Hılfu’l-Mutayyibîn (Abdimenaf oğulları/ sonradan Hılful Fudul) ve Hılfü’l-Ehlâf (Abdiddar oğulları) isimleri altında o zaman için federasyon işlevi gören bu teşkilatlar, siyasî ve iktisadî koşullara göre soydaşları kendilerine çekerlerdi.
Yesrib
Mekke’nin 300 mil kuzeyinde kalan şehir, yüksek tepelerle çevrili verimli vadide yer alır. Sık kuyu, su kaynağı ve yumuşak iklim koşulları ağaç ve ziraat zenginliğine imkân verir. Amalikalıların Yesrib’in ilk sakinleri olduğu yazılır. Daha sonra ikinci asırda Romalıların Filistin’den sürdüğü Yahudiler buraya yerleşmişlerdir. Yine Arim Seli sonrası Evs ve Hazrec kabileleri güneyden gelerek kısa sürede şehrin yönetiminde söz sahibi oldular. Putperest iki kabile Yahudilerin kışkırtmalarıyla uzun yıllar birbirleriyle savaş halinde oldu.
Taif
İktisadî ve dinî öneminden ötürü Taif, Mekke’den sonra Hicaz’ın ikinci önemli şehri addedilir. Harika bostanları Şam topraklarından bir parça izlenimi verir. Yüksekliğinin verdiği temiz ve serin havayla Kureyşlilerin sayfiye yeri olagelmiştir.
KUZEY KRALLIKLARI
Nebatîler
Nebatî Krallığı, milattan önce yaklaşık altıncı asırda, Arap Yarımadası’nın kuzey batısında, başkent Betra çevresine kurulmuştu. Ekonomik zenginlikleriyle öne çıkan Nebatîlerin konuşma dilleri Arapça, yazıları Aramiceydi. Sanatı ve mimari hendeseyi ise Yunan ve Roma’dan almışlardı. Cahiliye dönemi Hicaz’ının putları Nebatîlerin de tanrılarıydı. Baş tanrı Zişşerâ’dan başka Lât, Menât ve Hubel’e taparlardı. En ünlü hükümdarları I. Haris’ti (mö.169-146). Son hükümdar III. Malik döneminde (101-106) Romalılar Nebâtî Kırallığına son verdiler.
Tedmurlular
Tedmur memleketinin önemi, bir yandan Irak-Şam arasında ticaret hattı oluşundan, diğer yandan doğu ve batıdaki iki büyük gücün arasında denge sağlayan hudut bölgesi konumundan kaynaklanıyordu. Miladi 130-270 yılları arasında altın çağını yaşayan Tedmurlular Arap olmalarına rağmen medeniyetleri Yunan ve Fars izlerini taşıyordu. Humus şehri yakınında kalıntılarına rastlanan Tedmur Devleti, kraliçe Zeynep’in Romalılarca esir alınmasından sonra (272) siyaset sahnesinden silindi.
Gassanîler
Gassanîler, Arim Seli’nden sonra miladi üçüncü asırda kuzey bölgelere göç eden Yemenlilerdir. Bedevîlerin saldırılarına ve Farslı savaşlarına karşı Doğu Roma İmparatorluğunun tampon bölgesi konumundaydılar. Sasanî ve Bizans uygarlığının etkileriyle yaptıkları kale, kilise ve büyük yapılarla ünlendiler. En ünlü kralları Haris bin Cebele’nin (528-569) devri, en parlak dönemleriydi. Nihayet Cebele bin el-Eyhem’den sonra ülkeleri Müslümanlar tarafından fethedildi (636).
Hîreliler
Lahmîlerin başkentleri Hîre’de kurduğu Hîre Krallığı, üçüncü asrın başlarında Yemen’den Fırat Nehri’nin doğu kıyısına yerleşen Tennuhoğullarına dayanır. En ünlü ve kurucu melikleri Amr bin Adiy, Fars İmparatoru Sabur tarafından idareye getirilmişti. En gelişmiş dönemlerini Münzir bin Mâüssema’nın iktidarında yaşamış (554-569), son süreçte Halid bin Velid tarafından 633 senesinde fethedilmişlerdir. Lahmî Krallığının Arap medeniyetine ciddi tesiri vardır. Hıristiyanlığın Nasturî ve Yakubî mezhebini benimsemişler, Farslıların sultasından kurtulmayı istemişlerdir.
GÜNEY KRALLIKLARI
Mainî Devleti (mö.1300-630)
Yemen’deki ilk Arap devletidir. Sadece Yunan ve Roma kaynaklarında bahsedilir. Necran ve Hadramevt arasında bereketli, düz bir araziye kurulmuştur. Hurma, tahta ve otlaklarıyla meşhur olan Mainîler ticaretle uğramış, nüfuzlarını kuzeyde Hicaz’ın ötesine kadar artırmışlardır. İdarî yapıları krala niyabet eden çeşitli bölgesel yöneticilerden oluşur. Başkentleri Maîn olarak da bilinen Karna şehridir.
Sebe Devleti (mö.800-115)
Sebeliler Asurluların baskısı sonucu Milattan önce 1200 yıllarında kuzey kısımlardan Yemen’e taşınmışlardır. Yönetimleri basit emirlikten krallığa doğru aşama kaydeder. Önce Sirvah’ı, ardından Me’rib’i başşehir yapmışlardır. Hem ziraat hem ticaret yönünden oldukça zengindiler.
Himyerî Devleti (mö. 115- ms.525)
Güney Arabistan’ın bilinen kabilesi Himyer, Sebe’ ve Kızıldeniz arasında yaşar. Başkenti Reydan (Zafâr) olan devlet, kültür ve ticarette Mainî ve Sebe devletlerinin mirasçıdır. Bizans ve Fars devletlerinin bölgedeki çekişmeleri arasında Sebeliler İslam’ın ortaya çıktığı döneme dek Farisî nüfuzu altında kalmışlardır. İnançları diğer güney devletindeki gibi aya, güneşe ve yıldızlara tapınma üzerine kuruluydu. Yine bu dönemde bölgeye Yahudilik, az da olsa Hristiyanlık girmiştir.
MEVCUT DÜNYANIN İKİ BÜYÜK DEVLETİ
Farslılar / Sasanî Devleti
İslam’ın arifesinde dünyanın en güçlü iki devletinden biri Farisîlere aitti. Sasanî Devleti, dördüncü büyük İran hanedanı ve ikinci Pers imparatorluğu olarak 224 yılında Ardeşir tarafından kuruldu. Uzundur doğu medeniyetinin şiir, hikmet, sanat ve inançlarını özümsemiş haldeydiler. Farslılar üzerinde bunların etkisini, Müslümanlaşma sürecinden sonra bile itikat ve adetlerini terketmeyen birçok kişiden anlayabiliyoruz. Fakat İslam öncesi dönemde farklı din ve felsefeler bölgelerinde ciddi çatışmaya sebep oluyordu. Farslıların tarihinde etkin devresi olan üç inanç Zerdüştlük, Maniheizm ve Mezdekilik’ti. İmparatorlukları krallara tanrısal yetki tanıyan anlayışla, alt kesimi daha fazla ezerken üsttekileri özel ayrıcalıklara kavuşturuyordu. Baskı politikalarına bir de Bizanslılara karşı girişilen savaşların yıpratıcı etkisi eklenince, Müslümanların 633’te başlayan fetih sürecine dek güç kaybetmeye devam ettiler.
Bizanslılar / Doğu Roma Devleti
Sasanîlerle birlikte dönemin en güçlü devleti olan Bizanslılar, temelleri Yunan ve Roma ile atılan Batı medeniyetini miras aldılar. Farslılara benzer şekilde onlarda da doğunun üç Hristiyan mezhebi olan Yakubilik, Nasturilik ve Mülkaniye çatışması yaşanıyordu. Yunan felsefesinden tesirlenmiş halde devraldıkları Hristiyan inanç temelleri, farklı düşünen müntesiplerinin kanının akıtılmasına engel olmadı. İmparator Heraklius’un da mezhepleri birleştirme çağrısı yeterli gelmedi. Devlet yine kralın bütün gücü elinde tuttuğu, ağır vergi ve baskılarla halkın ezildiği bir yönetim şekline sahipti. Bu durum 395’te I. Konstantin tarafından kurulan Bizans Devletinin tarih sahnesinden silinene kadar (1453) yönetimi altındaki beldelerin Müslümanlarca fethedilmesiyle sonuçlandı.
Bu makaleyi okuyanlar için tavsiye yazı: “Kronolojik Mekke Dönemi”
- İslami İlimler Literatürüne Giriş -3- - 12 Eylül 2020
- İslami İlimler Literatürüne Giriş -2- - 12 Eylül 2020
- İslami İlimler Literatürüne Giriş -1- - 12 Eylül 2020