Ana Hatlarıyla Hristiyanlık
Günümüz Hristiyanlığının inanç esaslarının Hristiyanlığın bir ilk birkaç yüzyılında şekillenmiş olduğu kabul edilir. İnanç ilkelerinin belirlenmesinde Yeni Ahit metinlerinden oluşan kutsal literatürün ve çeşitli tarihlerde düzenlenen konsillerin önemli bir yeri vardır.
İçindekiler
Dini Metinler
Yahudi Mirası
Kendisini Yahudi geleneğinin bir mirasçısı olarak gören Hristiyanlığın kutsal kitabı Kitab-ı Mukaddes iki kısma ayrılır: İlk kısım Yahudi kutsal metnini barındırır ve Eski Ahit olarak adlandırılır. İkinci kısım ise Hristiyanlığın Mesih dönemine ilişkin kendi tarihlerinde ortaya çıkan ve Yeni Ahit olarak adlandırılan bölümdür. Hristiyanların ibadetlerinde dua ve vaaz maksatlı olarak sıkça kullandıkları Eski Ahit kitapları baştan sona bir tarih kitabı görünümündedir. Hristiyan geleneğinde kutsal ruh tarafından peygamberlere esinlendiği inanılan Eski Ahit Hristiyanlar açısından özellikle İşaya, Yeremya, Hezekiel ve Malaki gibi metinlerde Mesih dönemine işaret edilen ve gelecekte başkaları için acı çekecek olan bir şahsiyetten bahsedilen bir kitap olarak düşünülmekte ve bütün bunların İsa Mesih’e yönelik haberler ve müjdeler olduğuna inanılmaktadır.
Yeni Ahit
Yeni antlaşma ya da Yeni Ahit ise ihtiva ettiği 4 İncil yanında 21 mektup, Luka tarafından yazılan Resullerin İşleri kitabı ve Yuhanna tarafından yazılan Vahiy kitabından oluşuyor. Toplam 27 kitaptan oluşan bu metinlerin derleniş ve kanonik yani sahih birer kaynak olarak kabul ediliş dönemleri uzun bir zaman diliminde gerçekleşmiştir.
İncil: Yunanca müjde anlamına gelen “evangelion” kelimesinin Arapça karşılığı olan İncil, Hristiyan kutsal literatürü içerisinde İsa Mesih’in hayat hikâyesini konu edinen birçok metne verilen isimdir. Hristiyanlara göre eldeki İnciller bedenleşmiş Tanrı İsa Mesih’in yeryüzündeki yaşam öyküsünü ele alan ve İsa’nın çarmıhta öldürülüşünden çok sonraları çeşitli İncil yazarlarınca kaleme alınmış olan metinlerdir.

Yeni Ahit’in ilk kısmını oluşturan İncil metinleri adeta İsa’nın hayat hikâyesini konu alan birer siyer kitabı görünümündedir. Matta ve Luka İncilleri İsa’nın doğumundan ölümüne ve ölüm sonrası yeniden dirilip ilahi aleme yükselmesine kadar İsa’nın hayatını konu edinir. Markos İncili ise İsa’nın doğum hikâyesini atlayarak onun Yahya döneminde ortaya çıkışından ölümü, dirilişi ve yükselişine kadar hayat hikâyesini anlatır. Yuhanna İncili gerek tarihi gerekse muhtevası yönünden diğer 3 İncil’den ayrılmaktadır. Tamamıyla Hristiyan imanının İsa’sını ön plana çıkaran bu İncil’de temelde diğer üç İncil’de bulunan malzemeyi kullanır. Ancak diğerlerinden farklı olarak bu malzemeyi tamamıyla tanrısal bir varlık olarak kabul ettiği Oğul İsa Mesih anlayışı çerçevesinde yorumlayıp geliştirir.
Birbirine benzer nitelikleri nedeniyle Sinoptik İnciller şeklinde de adlandırılan Matta, Markos ve Luka İncilleri arasında Markos İncilinin tarihsel açıdan diğerlerinden önce olduğu konusunda bilim adamları arasında genel bir konsensüs bulunmaktadır. Markos İncilinin yaklaşık olarak MS 65-70’te Roma civarında derlendiği tahmin edilmektedir. Diğer iki Snoptik İncil’den Matta’nın 80 yılı civarında Suriye’de Luka’nın ise 80-90 yıllarında Antakya’da yazıldığı varsayılmaktadır. Yuhanna İncilinin ise daha sonraki dönemlerde muhtemelen 85-150 yılları arasındaki bir tarihte Efes’te değerlenmiş olduğu ifade edilmektedir. İnciller arasında yapılan metin incelemelerinden hareketle Markos İncilinin diğer iki İncilin (Matta ve Luka) yazılmasına kaynaklık ettiği belirlenmiştir. Gerek Luka gerekse Matta İncili adeta Markos İncilini temel alan birer nüsha görünümündedir. Yeni ahit metinleri arasında yer alan ’un mektupları ise yeni ahit metinlerinin en eskileri olarak kabul edilir. Geleneksel olarak Pavlus’a atfedilen 13 mektuptan aslında yalnızca 7 tanesinin gerçekte Pavlus’a ait olabileceği tartışılmaktadır.
Apokrif Metinler
Bu metinlerden başka Hristiyanlık tarihinde birçok kutsal metin daha mevcuttur. Kanonik sayılmayan metinler apokrif yani sahih görülmeyen olarak nitelenmektedir. Apokrif sayılan metinler arasında Thomas İncili, Yakup İncili, Filip İncili, Mısırlılar İncili, Meryem İncili, Hakikat İncili, Çocukluk İncilleri, Yahuda İncili vb. onlarca İncil metni de bulunmaktadır.
Hristiyanlığın Temel İnanç Esasları

Günümüz Hristiyanlığının inanç esaslarının Hristiyanlığın bir ilk birkaç yüzyılında şekillenmiş olduğu kabul edilir. İnanç ilkelerinin belirlenmesinde Yeni Ahit metinlerinden oluşan kutsal literatürün ve çeşitli tarihlerde düzenlenen konsillerin önemli bir yeri vardır. Pavlus çeşitli bölgelerde yaşayan cemaatlerine yazdığı mektuplarında savunduğu temel inanç esaslarına sıkça vurgu yapmış ve bu mektuplar daha sonra derlenen Yeni Ahit’in belkemiğini oluşturmuştur. Yeni Ahit metinleri içerisinde günümüz Hristiyan inanç esasları en açık seçik biçimde Pavlus’un mektupları ile Yuhanna İncilinde ifadesini bulmaktadır.
Hristiyan inanç esaslarını ya da amentüsünü ifade etmede yaygın olarak kredo terimi kullanılmaktadır. Tanrı, ölüm sonrası yaşam, ilahi yargılama vb. konulardaki dogmaları içeren bir iman formülü şeklinde kredonun derlenmesine yönelik erken dönemlere ait bazı örnekler vardır. Bunlardan ilki havariler kredosu olarak adlandırılan iman formülüdür. Havariler Kredosunun Anglikan dua kitabında geçen şekli şöyledir:
“Her şeye gücü yeten göğün ve yerin yaratıcısı Baba Tanrıya inanırım. Ve onun biricik oğlu Rabbimiz İsa Mesih’e: O, kutsal ruh tarafından gebe bırakılmış bakire Meryem’den doğdu, Pontius Pilatus döneminde acı çekti, çarmıha gerildi, öldü ve gömüldü. Cehenneme indi, üçüncü günde tekrar dirildi, göğe yükseldi ve her şeye gücü yeten Baba Tanrının sağ yanına oturdu. Dirileri ve ölüleri yargılamak üzerine gelecektir. Kutsal Ruha, Kutsal Katolik kilisesine, azizler topluluğuna, günahların bağışlanacağına, ölümden sonra yeniden dirilişe ve sonsuz yaşama inanırım. Âmin.”
Hristiyan geleneği bu kredonun havariler dönemine ait olduğuna inanır. Ancak eldeki mevcut kaynaklar kredonun MS 4. yüzyıla ait olduğunu göstermektedir. Bu iman formülünün içeriğine baktığımızda bir teslis inancının ve kurulu bir kilise anlayışının varlığı dikkat çekmektedir. Bu da bir kredonun bu konularda tartışmaların kısmen durulmuş ve oturmuş bir kilise anlayışının tesis edilmiş olduğu bir döneme ait oluştuğuna işaret etmektedir ki zaten tarihsel araştırmalar da bunu desteklemektedir.

Havariler Kredosu olarak adlandırılan iman formülünden sonra en yaygın kredo İznik-İstanbul kredosudur. Havariler kredosuna göre daha sistemli ve daha kapsamlı olan bu kredo 4. yüzyılda yapılan İznik konsiline atfen isimlendirilmiştir. Zira bu konsilde Oğlun Baba ile aynı cevhere sahip bir ilahi varlık olduğu açıkça vurgulanmıştır. İznik iman formülünde açıkça vurgulanan teslis öğretisinde Oğlun tabiatının uygulanmasına ayrı bir önem verilmiştir. Kutsal ruhun uluhiyeti ise vurgulanmıştır.
Hristiyan geleneğinde iman esaslarına ilişkin öğretilerin birer dogma yani tanrısal esin kaynağı olduğundan dolayı sorgulamadan inanılması gereken birer ilke olduğu kabul edilir.
Teslis Öğretisi

Hristiyanların Tanrı inancını ifade etmede kullanılan bir terim olarak teslis, Baba, Oğul ve ’tan oluşan ilahi üçlemeyi ifade etmektedir. Yeni Ahit metinlerinden Sinoptik İncillerde bu üçlemeye yönelik tek ifade Matta İncilinde geçen, “gidin, bütün ulusları öğrencilerim olarak yetiştirin. Onları Baba, Oğul ve Kutsal Ruhun adıyla vaftiz edin” ifadesidir.
Günümüz Hristiyan teolojisinde formüle edildiği şekilde bir teslis inancına Pavlus’un mektuplarında rastlamak güçtür. Pavlus teolojisinde bir üçlemeden ziyade Baba Tanrı ve tanrısal oğul olan Rab İsa Mesih ikiliği görülmektedir. Oğlun Babaya karşı konumu ve tabiatı ile Kutsal Ruhun Baba ve Oğula karşı konumu gibi sorunlar çeşitli konsillerin toplanma nedenleri arasında yer almıştır. Teslis inancı nedeniyle Hristiyanlık, Hristiyan olmayanlarca sıklıkla çok tanrıcılık ile ya da monoteizmden uzak bir tanrı düşüncesine sahip olmakla suçlanmıştır. Ancak Hristiyanlar bu ithamları şiddetle reddetmekte ve teslisin kesinlikle tek tanrı inancını içerdiğini ısrarla vurgulamaktadır.
Baba
Hristiyanlıkta Yüce tanrı Baba/Abba olarak nitelenir. Bu niteleme aslında Yahudi ve dolayısıyla Tanah geleneğine uygun tarzdadır. Zira Yahudi kutsal metinlerinde her şeyi yaratan yüce Tanrı bazen Baba olarak nitelenmektedir. Bu konuda İnciller’de geçen İsa’nın meşhur” bağ kiracıları” benzetmesi de dikkat çekicidir. Bu pasaja göre İsa yeryüzü ve insanlığı bir bağa, Tanrıyı bağ sahibi olan babaya, kendisini ise bağ sahibi sahibinin mirasçısı olarak oğluna benzetir. Öte yandan İsa, muhaliflerini de bağı kiralayan ama sonra da onu tamamıyla sahiplenerek bağ sahibinin oğluna karşı çıkan ve onu öldürenlere benzetmektedir.
Hristiyan iman formüllerinde vurgulandığı gibi Baba her şeye gücü yeten ve bir olan yüce varlıktır. O, göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunan görünür ve görünmez her şeyin yaratıcısıdır ve Rabbidir. Oğlu yeryüzüne gönderen odur. Bundan başka O, her şeyi bilen ve mutlak iyi olarak olan yüce varlıktır. İyilikleri ödüllendirir. Onunla ilgili sıklıkla yapılan tanımlama “göklerde olan Baba” ifadesidir. Bağışlanma ve sevgi babanın en temel nitelikleridir. Her ne kadar Hristiyan geleneğinde Baba ile Oğul’un aynı tanrısal öze sahip oldukları vurgulansa da mezhepler arasında zaman zaman ve ikisinin birbirine karşıt olanlar açısından bazı farklı görüşler savunulmaktadır Örneğin Katolik geleneği Baba ve Oğul da dahil teslisin her bir unsurunu Tanrı inancı açısından aynı oranda vurgulamaya çalışırken; Ortodokslarda babaya daha fazla vurgu yapıldığı görülür. Diğer taraftan Baba ile Oğul arasındaki en temel ilişki “sevgi” niteliğiyle ilgilidir. Baba, Oğlu sever ve her şeyi ona emanet etmiştir.
Baba ile ilgili tanımlamalarda dikkati çeken ikinci husus ise Baba’nın, Oğulun konumuna ve mesajına yönelik fonksiyonudur. Oğulun inkarnasyonu bağlamında babanın Oğlu göndermiş olduğu vurgulanarak ayrıca Tanrı’nın egemenliği öğretisi bağlamında Oğulun ikinci kez yeryüzüne geldiğinde Mesih’in her yönetimi, her hükümranlık ve gücü ortadan kaldırıp egemenliği Babaya teslim edeceği belirtilir. Hristiyan geleneğindeki bireysel dindarlıkta da ilahi Oğul İsa Mesih dua edilen ve yakarılan bir kurtarıcı olarak daha ön planda gözükmektedir.
Oğul
Hristiyan iman ikrarında Tanrının biricik oğlu olarak Tanrıdan Tanrı, Işık’tan ışık ve hakiki Tanrıdan hakiki Tanrı olarak nitelenen Oğul, teslisin ikinci unsurunu oluşturmaktadır. Oğulun cevher olarak Tanrıyla (Babayla) aynı tabiata sahip ve ezeli olarak Tanrıdan sudur etmiş olduğuna inanılır. Ayrıca Yuhanna İncilinin giriş kısmında açıkça vurgulandığı gibi onun sayesinde her şeyini yaratıldığı düşünülür.
Hristiyan inancında oğulun taşıdığı fonksiyonel özellikleri açısından şu 3 kusur dikkat çekicidir: Yaratılışta asli unsur olma, kurtarıcılık ve yargılayıcılık. Bu özellikler doğrultusunda Yeni Ahit’te oğul ile ilişkili iki temel kavram olan kelam söz ya da logos ile Mesih üzerinde durulur. Oğul yaratılışta asli unsur olma açısından kelamdır, kurtarıcılık ve yargılayıcı özellikleri açısından da Mesih’tir.
İsa Mesih’in Baba Tanrı ile birliğini İncil’deki İsa ile Filip arasında geçen şu konuşmada şöyle dile getirir: Filip, “Rab, bize Babayı göster, bu bizim için yeterli olacaktır” dedi. İsa ona şöyle dedi: “Filip, bunca zamandır sizinle birlikteyim, daha beni tanımadın mı? Beni görmüş olan Babayı görmüştür. Sen nasıl Babayı bize göster diyorsun? Benim Babada, Babanın bende olduğuna inanmıyor musun? Size söylediğim sözleri kendiliğimden söylemiyorum ama bende duran Baba kendi işlerini yapıyor. Bana iman edin. Ben Babadayım, Baba da bendedir.”
Ayrıca baba ile oğul arasında çeşitli ilahi nitelikler açısından da bir birliğin olduğu yönünde zaman zaman vurgularda bulunulur. Örneğin ölüleri diriltip onlara yaşam verme konusunda Baba gibi Oğlun da bunu yaptığı vurgulanır. Yargılama konusunda Yuhanna İncilinde bir yerde babanın kimseyi yargılamayacağı, tüm yargılama işini Oğula verdiği belirtilirken bir başka yerde “Çünkü ben yalnız değilim, ben ve beni gönderen Baba birlikte yargılarız” demektedir. Dikkat edildiği gibi insanın günümüz Hristiyan teolojisi bağlamında Tanrı oğlu olmasına yönelik en açık ve vurgulu ifadeler İnciller arasında Yuhanna İncilinde yer alır. Yuhanna, Oğul ifadesini özel bir anlamda kullanmaya dikkat gösterir. Tüm insanlar tanrının çocuklarıdır ama oğulları değil. Oğul olan tanrının biricik ve tek oğlu yalnızca İsa Mesih’tir. Hristiyanlıkta teslisin ikinci unsuru olan Oğul inancı ile yakından ilişkili olan teolojik öğretiler arasında bedenleşme, kefaret, ölümden diriliş ve yükseliş öğretileri oldukça önemlidir. Hatta bu öğretilerin Hristiyan ilahiyatının belkemiğini oluşturduğu söylenebilir.
Bedenleşme/İnkarnasyon

Pavlus, tanrının insanları yasanın bağımsızlığından özgürlüğe kavuşturmak üzere öz oğlunu kadından doğan bir varlık şeklinde gönderdiğini söyler. Bedenleşme yeryüzünde günah ve ölümün tutsağı olan insanların kurtuluşları için ilahi bir müdahaledir. Baba tarafından oğulun yeryüzüne gönderilmesi ilahi rahmetin, insanlara ve yeryüzüne karşı ilahi sevginin bir eseridir. Hristiyan geleneği bedenleşmede Meryem’e ve Kutsal Ruh’a önemli bir misyon yüklemektedir. Meryem’e yüklediği misyon Oğulun (kelamın) onun rahminde bedenleşmesidir. Kutsal Ruhun bu olaydaki fonksiyonu bir insan gibi Meryem’i hamile bırakması değil Meryem’in rahminde kelamın bedenleşmesinin imkânı sağlamasıdır. Kiliseler ilerleyen dönemde Meryem’in İsa’nın hem insani hem de ilahi yönünü doğuran olduğunu kabul etmiş ve dolayısıyla onu antropotokos “insan anası” unvanı yanı sıra teotokos “Tanrı anası” unvanıyla da tarif etmişlerdir.
Kefaret
Bu doktrinin özünü Tanrı Oğlu İsa Mesih’in neden acı çekerek öldüğü ya da kurban edildiği sorusu ve bu soruya cevap olarak sunulan İsa Mesih’in çarmıha gerilerek kurban edilmesinin insanların günahına bir kefaret olduğu inancı oluşturmaktadır. Pavlus’un Romalılara mektubunda acı çekerek ölen İsa Mesih’in, Tanrı tarafından insanların günahlarının bağışlanması için bir kurban olarak sunulduğu ve bununla tanrının adaletini gösterdiği belirtilir. Buna göre İsa insanların suçları için buna bir kefaret olarak ölmüş ve günahtan ayaklanmaları için yeniden dirilmiştir. İsa Mesih’in insanlık için ölmesi Tanrının insanlığa olan sevgisinin bir kanıtıdır. Zira Tanrı kendi öz oğlunu kurban olarak göndermiş ve bizim için onu kendi elleri ile ölüme teslim etmiştir.
Ölümden Sonra Diriliş ve Yükseliş
Hristiyan inancına göre Pontius Pilatus döneminde İsa Mesih çarmıhta acı çekerek ölümü sonrası mezara gömülmüş ve 3 gün süresince burada kalmıştır. 3 gün sonunda İsa Mesih ölümden dirilmiştir. İsa Mesih’in ölümünden dirilmiş olmasının anlamı ve verdiği mesaj nedir? Hristiyan inancına göre her şeyden önce bu olay İsa’nın tanrılığını ve Mesihliğinin doğrulamasıdır. Dirilişle kutsal yazılarda verilen sözler yerine getirilmiştir. Dirilen İsa bununla insanlara ölümden dirilmenin mümkün olduğunu göstermiştir. Ölümden dirilen İsa Mesih Luka’ya göre 40 gün talebelerini eğitmeyi sürdürmüş bu sürenin sonunda göğe yükselerek Babanın sağ tarafına oturmuştur. İsa’nın yükselişi ve Babanın sağ tarafında oturuyor olması Mesih’in egemenliğinin ve ilahi krallığın semavi alemdeki kuruluşunun ilanı olarak kabul edilmektedir.
Kutsal Ruh
Kutsal Ruh peygamberler aracılığıyla konuşan ve tanrısal inayeti bahşeden unsurdur. Pavlus teolojisinde Kutsal Ruhun Baba ve Oğul yanında üçüncü müstakil bir unsur olarak algılanıp algılanmadığı konusunda birtakım şüpheler vardır. Pavlus Ruhu her zaman İsa Mesih ışığında düşünür ancak sıklıkla bahsettiği Ruhu tam olarak nasıl kavradığı onun yazılarında net bir şekilde ortaya çıkmaz. Pavlus’un yazılarında sıklıkla “Tanrının Kutsal Ruhu” ya da “Mesih’in Ruhu” kavramlarına rastlanır. Ruhla ilgili bazı ifadelerde Mesih’le ruh adeta özdeştir.
Ökümenik konsillerde, Kutsal Ruh konusundaki tartışmalara bir nokta konulmuş ve Kutsal Ruhun da Baba ve Oğul gibi aynı tanrısal öze sahip bir unsur olduğu vurgulanmıştır. Ruh Oğulun bedenleşmesinde, Mesihlik faaliyetlerinde ve ölümden dirilişinde aktif olarak görev yapmaktadır.
Vaftiz olarak İsa Mesih’e iman etmiş olan herkes Kutsal Ruhu almakta ve onunla dolmaktadır. Hristiyan kutsal metinde hiç kimsenin Kutsal Ruhun aracılığı olmadan “İsa Rabdir” diyemeyeceği vurgulanır. Dolayısıyla Kutsal Ruh bireylerin kalbine imanın ihsan edilmesinde ve ilahi inayetin sağlanmasında aktif olan ilahi unsurdur.
Yine kutsal ruh insanlara yönelik kurtuluş misyonunun ulaştırılmasında da aktiftir. Ruh aracılığıyla kişilere bilgece söz söyleme yeteneğinin, imanın, hastaları iyileştirme ve mucizeler yapma gücünün, peygamberlikte bulunmanın, ruhları ayırt etme, çeşitli dillerde konuşma ve bu dilleri çevirme yeteneğinin verilmekte olduğu düşünülür. Bunların hepsini etkin kılanın bir ve aynı Ruh olduğu ve Ruhun bunları herkese dilediği gibi dağıttığı vurgulanır. Ayrıca Kutsal Ruhun Tanrının inanan insanlara yönelik bir iletişim vasıtası olarak algılanmakta olduğu da görülür. Tanrı insanlara hakikatleri ruh aracılığı ile açıklamakta ve öğretmektedir.
Hristiyan inancına göre Kutsal Ruh, İsa Mesih’in ölümden dirilip göre göre çıktığı dönem sonrası da yine aktiftir. Zira Ruh, vaftiz olarak ruhu alanlar ve inananlar topluluğundan oluşan kiliseyi yönlendirmektedir. Konsillerde kutsal ruhun iradesi egemendir. Böylelikle kilisenin şahsında kutsal ruh dolayısıyla da ilahi irade aktivitesini hala devam ettirmektedir. Bu durum Hristiyanlıkta vahiy geleneğinin Kutsal Ruh ile sürekli süregelen bir gelenek olarak anlaşıldığını da göstermektedir.
Mesih ve Gelecek Dönem İnancı

İsa Mesih Hristiyanlıkta dünyaya ve insanlara yönelik tanrısal iradenin açılımı ve tanrının kurtuluş planının ifadesidir. Mektuplarında Pavlus, tanrının sır olan planının ya da İsa’ya ilişkin Mesih sırrının kendisine açıklandığını ve kendisine bağışlanan bu sırrı insanlara bildirmekle görevlendirildiğini söylemektedir. Mesih, yeryüzünde bedenleşen ve ölüp dirilen bir kurtarıcıdır. Onun ölüp dirilmesi İsa Mesih’in ve şahsında bütün inanan insanların yeryüzünün sonlu ve günahkâr yaşamından ölümünü (bu yaşama terk etmesini) ve ilahi alemin ebedi yaşantısına dirilmesini (ulaşmasını) sembolize etmektedir.
İsa Mesih’in bedenleşmesinin insanlık açısından önemi iman ve sevgi ilkesi bağlamında kurtuluş planını yürürlüğe koymasıdır. Kurtuluş için gerekli olan yegâne şey Mesih hukukuna ya da Mesih’te mevcut olan “hayat ruhu hukukuna” bağlanmaktır. Bunun yolu da Mesih’e iman ve sevgi ilkesini gözetmektir. Mesih hukuku insana sonsuz hayat bahşetmekte, onu günah-ölüm hukukundan ve bu çağın yöneticilerinden kurtararak temizlemektedir. Bu çağın yöneticileri günahkarların ölümü için hukuku kullanmışlardır. Zira ölümün dikeni günahtır; günah ise gücünü tanrısal hukuktan almaktadır.
Tanrı oğlu İsa Mesih’in ileride melekler eşliğinde yeniden yeryüzüne gelmesi beklenir. Mesih’in ikinci gelişine yönelik bu beklenti Parousia inancı olarak adlandırılır. Yeryüzüne melekler eşliğinde gelecek olan Mesih, dirileri ve ölüleri yargılayacaktır. Mesih’in gelişi ile bütün yeryüzü yönetimleri fesholunacak ve yalnızca tanrısal hükümranlık söz konusu olacaktır. İnsanlara yönelik yargılama sonucunda sonunda kötüler yok olacaklar, iyiler ise İsa Mesih’le birlikte yeryüzünde ölümsüzlük elbisesini bürünmüş vaziyette bin yıl yaşayacaklar. Bu sürenin sonunda Mesih ile birlikte ilahi aleme yükseleceklerdir.
Yeni Ahit metinlerinden Vahiy kitabı özellikle Mesih’in ikinci gelişi öncesi gerçekleşmesi beklenen olaylara ayrıntılı bir yer verir. Yeryüzünde çıkacak olan büyük çatışmaları, iyilerle kötüler arasında gerçekleşecek olan nihai savaşı (Armagedon) ve Mesih’in yeryüzüne inerek olaylara müdahale etmesini tasvir eder. Mesih’in ikinci gelişi Pavlus döneminden itibaren Hristiyanlarca beklenmektedir. Özellikle Mesihçi ve bin yıllık öğretileri ön plana çıkaran mezhepler temel kurgularını bu beklenti üzerine bina etmişlerdir.
Çarmıh Öğretisi ve Kurtuluş

Bu öğreti kurtuluş anlayışı açısından ilahi Oğul İsa Mesih’in iki haydudun arasında çarmıha gerilerek ve acı çekerek ölmesi inancını merkez alan Hristiyanlığın temel doktrinlerinden biridir. İncil yazarlarına göre İsa henüz tutuklanma öncesi dönemde kendisinin yaşayacağı çarmıh hadisesini bilmektedir.
Adem’den kaynaklanan günah ve ölümün tutsağı olan insanların kurtulması ve hukuk-günah-ölüm boyunduruğundan sıyrılarak ebedi hayata kavuşması için Tanrı biricik oğlunu günah tutsağı bir insan suretinde yeryüzüne göndermiş ve daha sonra onun çarmıhta acı çekerek ölmesine razı olmuştur.
Çarmıhta İsa’nın ölmesi insanlık tarihinde bir dönemin, hukuk ve günaha bağlılık döneminin kapanması ve yeni bir dönemin yani iman ve sevgi aracılığıyla kurtuluş döneminin açılmasının başlangıcıdır. Zira bununla insanların aleyhine yürürlükte olan anlaşma yani ilahi yasalara riayet etme yoluyla kurtuluş modeli ortadan kalkmıştır.
Yeni Ahit metinleri insanlığın kurtuluşu tarihini iki aşamalı olarak ele alır. Birinci aşama Musa ile başlayan ve İsa Mesih’in çarmıhta ölümü ile sona eren tanrısal hukuk dönemidir. Bu dönemde Tanrı, insana hukuk yoluyla günahı ve insanın günahkâr tabiatını tanıtmış, hukukun günah, günahın da ölüm doğurduğunu anlatmaya çalışmıştır.
Mesih insanları kötü çağdan kurtarmak için insanların günahlarına karşılık kendisini feda etmiş insanları tanrısal hukukun lanetinden kurtarmak için kendisinin hukuk tarafından günahkâr addedilmesine razı olmuştur. Bir başka açıdan Mesih İsa’nın çarmıhta ölümü, insanların Tanrı ile barışmasının da bir vesilesidir. Zira günahkâr insan tanrıyla barışık olmayan insandır. Mesih çarmıhta akan kanı ve ölümü aracılığıyla insanları günah ve ölüm illetinden kurtarmış, dolayısıyla onların tanrının huzuruna kutsal, lekesiz ve kusursuz olarak çıkmalarına imkân sağlamıştır. Dolayısıyla haç, kurtuluşun sembolüdür.
Cennet ve Cehennem Düşüncesi, Araf Öğretisi

Hristiyanlıkta cennet Mesih’le birlikte ebediyen yaşamı, Tanrıyı olduğu gibi yüz yüze görmeyi, ebedi sevgi ve yaşam birliğini ifade etmektedir. İsa Mesih’in ikinci gelişini, dirileri ve ölüleri yargılayarak bin yıllık saadet dönemini ifade eden Parousia sonrası yeryüzünün yok edileceği ve inananların Mesih’le birlikte cennete yükselecekleri düşünülür.
Hristiyan tasavvuruna göre cehennem ise soyut anlamda ebediyen Tanrı’dan uzak olmayı ifade etmektedir. Bununla birlikte Hristiyanlıkta somut bir cehennem düşüncesi var olmuş ve Matta incilinde ifade edildiği gibi yalnızca ağlayış ve diş gıcırtısının olduğu kızgın fırın ve sönmez ateş şeklinde tasvir edilmiştir. Buraya iblisin meleklerinin yardımcılarının ve inanmayanların katılacakları düşünür.
Hristiyan geleneği cehennemi Yahudi geleneğinden mülhem olarak Şeol ve Hades olarak adlandırır. İnançsızların ölüm sonrası gittikleri bu mekâna İsa Mesih’in de çarmıhta ölümü sonrası gittiği ve 3 gün orada kaldığı düşünülür. Ancak İsa Mesih oraya bir inançsızın gidişi gibi gitmemiş, kendisinin yeryüzünde bedenleşmesi öncesi inançsız olarak ölmüş olanları da uyarmak üzere inmiştir. Böylelikle İsa hem yaşayanlara hem de ölmüş olanlara yönelik Mesihlik görevini icra etmiştir. Nitekim üçüncü günde oradan dönerek yeniden dirilmiştir.
Hıristiyan geleneğinde cennetle cehennem arasında bir ara mekân olan Araf varlığına inanılır. Genel Hristiyan itikadına göre Araf ölümden sonra günahkarların son ayrılma yeri olarak düşünülür.
Meryem
Hz. Meryem Hristiyan iman ikrarlarında kutsal ruh vasıtasıyla hamile kalarak ilahi oğul İsa Mesih’i doğuran bakire olarak tanımlanır. İsa Mesih’in hem ilahi hem de insani yönünü doğuran olarak ona insan anası ve Tanrı anası unvanları verilir. İsa Mesih’in annesi olarak Meryem aynı zamanda bedeni olarak görülen kilisenin ya da Mesih üyelerinin de gerçek annesi sayılır. Hristiyan geleneğinde Meryem kutsal bakire olarak saflığın temizliğin ve iffetin modelidir. Özellikle Katolik geleneğinde Meryem’e büyük bir önem verilmiştir.
Meryem’le ilgili şu 4 husus iman açısından önemli olarak değerlendirilir; tanrıyı doğuran olması, tertemiz ve saf şekilde hamile kalması, bakire olarak doğum yapması ve bedensel olarak göğe yükseltilmiş olması. Hıristiyan geleneğinde zaman içerisinde Marioloji olarak adlandırılan ve Meryem’e ilişkin dogmaları konu alan bir teolojik disiplin ortaya çıkmıştır. Meryem’le ilgili birçok mucize öyküleri anlatılmaya başlanmış, onun adına altarlar (sunak) yapılmış ve ona vakfedilen bayramlar ve kutlamalar ile Meryem Ana duaları ihdas edilmiş ve Meryem’e tazim geleneği oluşturulmuştur.
Temel İbadetler

Hristiyan ilahiyatçılar kurtuluşta İsa Mesih’e imanın temel olduğunu, kişinin kendi davranışlarının kurtuluş konusunda bir rolü olmadığını savunmuştur. Bu durum Luther ve Calvin gibi reformasyon dönemi teologları tarafından da “yalnızca iman” ve “yalnızca ilahi rahmet” doktrinleri ile sürdürülmüştür. Hristiyanlık insan yaşamını baştan sona düzenleyen bir ilahi yasa anlayışına Yahudilikten farklı bir yaklaşım getirilmiştir. İsa Mesih’in çarmıhta can vermesi ve sonra tekrar ölümden dirilmesiyle insanlık için yeni bir dönemin başladığı ve bu dönemde ilahi yasaların tamamlanmış olduğu ve ilahi yasaya ve onun gereklerine bağlanmak yoluyla kurtuluş anlayışının geçerliliğini yitirdiği düşünülmektedir. Dolayısıyla insanın bireysel ve sosyal yaşantısını baştan aşağı düzenleyen ilahi yasa ile temizlik, yeme-içme, mabet kuralları, helaller ve haramlar vb. emir ve yasaklamalar Mesih’le birlikte hükmünü tamamlamıştır. İsa Mesih bu ilahi yasaların özü olan sevgi ilkesini vurgulamış, samimiyet, ahlak, içtenlik ve merhameti ön plana çıkarmıştır.
Kişinin hayatında tanrısal alan ile sivil alan ayrımına dayalı bu yaklaşım İncillerdeki “Sezar’ın hakkını Sezar’a, Tanrının hakkını Tanrıya verin” deyişinde de bulmak mümkündür. Hristiyanlık insan yaşamında ve davranışlarında dini anlamda yapılması gerekli olan davranışları belirli alanlarda sınırlamıştır. Bununla birlikte yaşanan tarihsel süreçte Hristiyanlığın siyasallaşması da ve kilisenin siyasal bir güç olarak dünyevi alana egemen olmasıyla birlikte bu anlayışın değiştiği ve kilisenin bireyin tüm yaşamını dini sınırlamalar ile kontrol etme noktasına geldiği bir gerçektir. Bununla birlikte Reform döneminde İki Kılıç doktrini anlamında insanın bireysel ve sosyal yaşantısına yönelik İlahi ve seküler alan ayrışması tekrar vurgulanmış; iman, kurtuluş ve bireyin tavır ve davranışları konusundaki yaklaşım yeniden kutsal metin merkezli olarak anlaşılmaya çalışılmıştır. Hristiyanlık günlük haftalık ve yıllık düzeyde bazı temel ibadetlere yer vermektedir.
Sakramentler
Hıristiyan geleneğinde sakrament terimi yapılan birtakım sembolik davranışlar, işaretler için kullanılmaktadır. Günümüz Hristiyanlığında özellikle 7 temel davranış için kullanılan bu terim Hristiyan tarihinde kişinin yaşamında kutsal olan her fenomen için kullanılmaktaydı. İnsan yaşamına yönelik belirli dini düzenlemeler olan bütün sakramentlerin bizzat İsa Mesih tarafından tesis edildiğine ve ilahi rahmetin bir tezahürü olduğuna inanılır. Sakramentler özü ve cevheri itibarıyla birer gizem ve sır olarak anlaşılmakta, bunların görünür şekillerinde tanrının inayetinin ve rahmetinin ortaya çıktığı düşünülmektedir.
Genel olarak Hristiyan geleneğine göre sakramentler 3 temel unsuru bir arada bulundurur: sakramenti idare eden rahip, sakramente ilişkin şekil ve obje, her bir sakramentte kutsal ruhun hazır olması. Sakramentlerin sayısı konusunda kiliseden kiliseye farklılıklar bulunmaktadır. Örneğin Katolik ve Ortodoks kiliseleri 7 temel sakrament kabul ederken ana gövde Protestanlar genelde bunlardan yalnızca ikisini kabul etmekte ve diğerlerinin tarihsel süreç içerisinde kutsal metin merkezli din anlayışından uzaklaşan kilise tarafından uydurulduğunu ileri sürmektedir. Bütün Hristiyanların üzerinde ittifak ettikleri iki temel sakramentler vaftiz ve evharistiyadır.
Vaftiz

Hristiyanlıkta vaftiz bir çeşit dine giriş ya da inisiyasyon törenidir. Bu yönüyle vaftiz, bazı Hristiyan ilahiyatçılarca Eski Ahit geleneğindeki sünnetle kıyaslanmış, Tanrı ile yapılan Yeni ahitleşmede sünnetin yerine vaftiz sakramentinin geçtiği ileri sürülmüştür. Hristiyan inancına göre İsa Mesih’in ilahi oğulluğu İncillerde anlatıldığı gibi Ürdün Nehri’nde Yahya eliyle vaftiz olmak için girdiği sudan çıktığında ilan edilmiş, Kutsal Ruh bu esnada hazır bulunmuştur.
Vaftiz İsa Mesih’in bütün bu eylemlerine sembolik olarak katılmanın ifadesidir. Vaftiz için suya girme ölümü, sudan çıkma ise dirilmeyi ifade etmekte; bu esnada yapılan dualar ise kutsal ruhun hazır bulunmasını işaret etmektedir. Pavlus’a göre vaftiz olanlar bu yolla Mesih ile birleştirmekte ve Mesihi giyinmektedirler. Vaftiz olanların hepsi bir beden olarak aynı ruhta vaftiz bulunmakta ve aynı ruhtan içmektedir. Pavlus’a göre vaftiz edilenlerin hepsi Mesih’in ölümüne vaftiz edilmekte ve yeni bir yaşam, sonsuz hayat sürmek için vaftiz yolu ile Mesih’le birlikte ölüme gömülmektedirler. Vaftiz günahsızlaşma değil, günaha karşı kurtuluş yolunu seçmeyi ifade etmektedir. Ancak dine yeni giren bir kişinin vaftiz olması günahlarının bağışlanmasına kapı aralamaktadır.
Evharist
Bütün Hristiyan kiliseleri açısından iki temel sakramentten ikincisi evharisttir. Bu sakrament Komünyon, Mass, Rabbin akşam yemeği, Aşay-ı Rabbani ya da ekmek-şarap ayini gibi adlarla da bilinmektedir. Evharist töreni Hristiyan geleneğinde İsa Mesih’e katılmayı ya da onunla gizemli bir şekilde birleşmeyi ifade etmektedir. Bu konumdaki en temel referans İsa Mesih’in havarileriyle yediği son yemekte söylediği İnciller’de aktarılan şu sözlerdir:
Yemek sırasında İsa eline ekmek aldı. Şükran duasını yapıp ekmeği böldü ve öğrencilerine verdi. “Alın yiyin” dedi. “Bu benim bedenimdir.” Sonra bir kâse alıp şükretti ve bunu öğrencilerine vererek “Hepiniz bundan için. Çünkü bu benim kanımdır, günahların bağışlanması için birçokları uğruna akıtılan anlaşma kanıdır.” Hemen hemen bütün Hristiyanlarda bu ayin, pazar günü kilisede yapılan dini törenin en önemli ritüeli olarak yapılır. Kiliselerde ayin için hazırlanan ekmek ve içkinin sunulduğu genellikle görkemli bir masa bulunur. Pazar gününden başka yılın muhtelif zamanlarında çeşitli kutsal günlerde ve dönemlerde de bu ayin düzenlenmektedir.
Konfirmasyon
Konfirmasyon ya da güçlendirme ayini, Hristiyan geleneğinde vaftiz olduktan sonra kişinin kutsal ruhun inayetini kazanması ve vaftizle alınan nurun tamamlanması amacıyla yapılır. Özel olarak hazırlanan bu yağlar kişinin alnı ve diğer bazı uzuvlarının mesh edilmesi, genellikle haç sembolünün çizilmesi şeklinde gerçekleştirilir. Bu ayin çoğu Protestan kiliselerince kabul edilmez. Konfirmasyon erken dönemlerde vaftizin hemen sonrasında yapılmaktaydı. Doğu kiliselerinde bu gelenek halen sürdürmektedir. Katoliklerde ise konfirmasyon kişinin kiliseye bağlılığının göstergesi olarak ilerleyen yaşta yapılmaktadır.
Konfirmasyon ayini bir piskopos ya da rahip tarafından yürütülür. Ayin esnasında rahip dualar okurken elini kişinin başı üzerine koyar. Hristiyan geleneğinde bir kişi bir kiliseden diğerine geçmek istediğinde bazı kiliseler şahsın vaftiz olmasını da şart koşarken bazıları onu konfirmasyon törenine tabi tutarlar. Dolayısıyla bu anlamda konfirmasyon bir kiliseye bağlanmanın da göstergesi olarak uygulanmaktadır.

Günah İtirafı/Tövbe
Hristiyan geleneğinde doğuştan günahkâr olan kişinin işlediği günahlarından arınmak için tövbe etmek zorunda olduğu düşünülür. Günah itirafı kişinin bir rahip huzurunda günahlarını itiraf etmesi ve rahibin de kişiye vaaz/nasihat ederek onun günahlarını Baba, Oğul ve Kutsal Ruh adına bağışlamasıdır. Kilise kişinin işlediği her suçun ya da günahın biri dünyevi diğeri uhrevi olan iki cezasının bulunduğunu ve bunlardan dünyevi cezaları affetme yetkisinin kilisede olduğunu ileri sürmüştür. Ayrıca bu cezalardan uhrevi olanının affedilmesi için öncelikle dünyevi cezanın ortadan kaldırılması gerektiğini, bunun için de kişinin kilisede günah itirafında bulunması gerektiğinin altı çizilmiştir. Günah itirafında mutlaka bir rahibe ihtiyaç olduğunun altını çizen kilise, kişinin kendi kendisine tövbe edemeyeceğine inanmıştır.
Nikah
Nikahın bir ruhbanın gözetiminde gerçekleşmesi şarttır. Bu bağlamda Hristiyan geleneğinde nikah törenleri kilisede ayin eşliğinde yapılmakta, kiliseler bir tür nikah daireleri gibi görev yapmaktadır.
Rahip Takdisi
Katoliklik ve Doğu Hristiyanlığında rahip ataması da bir sakrament olarak kabul edilir. Kilise hiyerarşisi içerisinde yer alan din adamları bu görevlerini bir üst Ruhban tarafından dini törenler eşliğinde kutsanmak suretiyle atanırlar. Rahipliğe atanan kişi kendisini Tanrı’ya ve cemaatine adamış sayılır. Bütün inananların din adamları ilkesini geliştiren Protestan kiliseler müstakil bir Ruhban sınıfına ve rahip atamasına karşı çıkarlar.
Son/Hasta Yağlama
Hristiyan geleneğindeki sakramentlerden sonuncusu son yağlama ya da hasta yağlamasıdır. Katoliklerde ölüm döşeğindeyken hastalara yapılan bir törendir. Hastanın belirli uzuvları rahip tarafından dualar eşliğinde takdis edilir. Doğu kiliselerinde ise bu tören cemaatten kişilerin istedikleri her zaman ya da herhangi bir hastalık anında yapılmaktadır. Ermeni Kilisesi son yağlamayı bir sakrament olarak görmemektedir. Yağlama sakramenti kişinin kilisenin bir üyesi olduğunun vurgulanması, günahların affı, şifa ve şahsı rahatlama amacına yöneliktir. Bu ayinle ruh ve bedenden müteşekkil olan insanın hem bedeni hem de ruhuna şifa sağlamak amaçlanır.
Günlük ve Yıllık İbadetler
Kiliselerde hazırlanmış olan liturjik takvimlerde bu ibadetlerin zamanı belirlenir. Hıristiyan geleneğinde ibadetler genellikle toplu olarak kilisede yapılır. Ancak bunun yanında bireysel ibadet anlayışı da vardır. İbadetlerde dua ve ilahiler önemli bir yer tutar. Her kilise belirlemiş olduğu bir dua ve ilahileri içeren liturjik metinlere sahiptir. Kiliselerde yapılan toplu ibadetlerde rahip yönetiminde dua, ilahiler okuma ve vaaz dikkati çeker. Bireysel ibadetler ise genellikle dua içeriklidir. Günlük dualarda ve evharistik liturjide okunan en yaygın dua Matta’da geçen Rabbin Duasıdır.
Hristiyan geleneğinde ibadetler kiliselerin yapısına göre oturarak ayakta ve diz çökerek yapılır. Özellikle bireysel ibadetler esnasında ellerin avuç avuca bir araya getirilmesi parmakların birbirine kenetlenmesi ve boyun eğilmesi dikkati çeker. Bireysel ibadet Ortodoks Kilisesinde ise ikonalar önünde eğilerek yapılır. Kiliselerde bulunan ikonaların dışında bazı Ortodokslar kendi evlerinde ikonanın bulunduğu bir özel bir köşe oluşturur ve burada ikona önünde dua ederler. Ortodoksların aksine çeşitli kiliseler ikonalar önünde dua etmeye karşı çıkarlar. Hatta bunun bir putperestlik ve küfür olduğunun da altını çizerler.
Kilisede toplu yapılan ibadetlerde de kiliseden kiliseye farklılıklar dikkati çeker. Genellikle toplu dua ilahiler ve vaaz şeklinde gerçekleştirilen ibadetler bazı Protestan kiliselerinde hareketli gösterilere dönüşür. Öyle ki bazı cemaatler ibadeti toplu dans etme şovuna dönüştürürler. Hıristiyan kiliselerinin ibadet şekilleri arasında rükû ve secde yoktur. Bunun bir istisnası Süryani kilisesidir. Süryanilerde dua ve secdeden ibaret olan ibadette İslam’dakine benzer bir secde yer alır. Hristiyan geleneğinde genelde erkekler ve kadınlar karışık olarak ibadet ederler. Hristiyan kiliselerin birçoğunda günlük ibadetler düzenlenir. Genellikle sabah ve akşam ibadetleri görülür. Süryanilerde ise buna bir de öğle ibadeti eklenir.
Hıristiyan geleneğinde gerçek orucun günahlardan uzak durmak şeklinde olduğuna dikkat çekilmekle birlikte yılın belirli zamanlarında yiyip içmekten ya da belirli yiyeceklerden uzak durmak şeklinde bu ibadet yerine getirilir. Çeşitli Hristiyan kiliselerinde Kül Çarşambası ve İyi Cuma ile Lent’in üçüncü gününde oruç ibadetine yer verilir. Hristiyanlıkta yılın çeşitli zamanlarına dağılmış birçok bayram ve kutsal gün vardır. Bunlardan bir kısmı İsa Mesih ile Kutsal Ruh ya da Meryem’le bir kısmı da çeşitli azizlerle ilişkilidir.
Bayramlar arasında en önemlisi ve kutsal olanı İsa’nın dirilişi anısına kutlanan Easter ya da Paskalya Bayramıdır. Bu bayram Nisan ayında kutlanır. Kutlama öncesi bir oruç dönemi vardır. Easter dönemi Kül Çarşambası ile başlar ve Pentekost Kutlaması ile son bulur. Batı geleneğinde Easter Bayramı’nda Easter yumurtaları adı verilen boyalı yumurtalar ya da yumurta şeklinde hediyeler hazırlanır. Bir diğer önemli bayram ise İsa’nın doğumu anısına kutlanan Kristmas’tır. Easter, Pentekost ve Epifani’den sonra ortaya çıkan bu bayram, Batı Hristiyanlarınca 4. yüzyıldan beri 25 Aralık’ta kutlanmaktadır. Bazı Doğu kiliselerinde ise 6 Ocak’ta kutlanır.
Dini bir obje olarak Haç
Kiliseler ve evler yanında giyim kuşam gibi günlük yaşama ilişkin alanlarda haç motifi sıkça kullanılır. Dualara başlarken ya da ve korkulan durumlarda haç işareti yapılır. Haç sembolü kişiyi Tanrıyla doğrudan ilişkiye geçiren, kötülükleri ve şeytanı defeden ve iyiliklere yol açan bir aracı unsur olarak görülür.
Ahlaki Öğretileri
Hristiyanlıkta Eski Ahit geleneğinden hareketle Tanrının suretinde yaratıldığı düşünülen insan bedeninin tanrının bir mabedi olduğu anlayışı vardır. Dolayısıyla bu mabedin temizliğinin korunması ve kirletilmemesi gerekir. Ahlaklı olmak iyi olmanın şartıdır. İyi ve ahlaklı olmak tutkuların esiri olmamak, sağduyu, adalet, cesaret ve itidal gibi temel erdemlere sahip olmaktır. Hristiyanlık bilgelik, akıllı olmak, öğüt, güç, bilgi, dindarlık ve Tanrı korkusunu insana yönelik kutsal ruhun 7 armağanı olarak tanımlar. İnsanlarla ilişkiler açısından birçok dinde vurgulanan ve altın kural olarak adlandırılan “başkalarının size nasıl davranmasını istiyorsanız siz de onlara öyle davranın” ilkesi Hristiyan kutsal kitabında da vurgulanmaktadır.
Günah
Yeni Ahit günahtan uzak durulması hususunu ısrarla vurgulamaktadır. İncillerde İsa “gözün seni günaha sokuyorsa onu çıkar, elin günaha sokuyorsa onu kes” vb. vurgularla günahtan uzak durmanın ne kadar önemli olduğunun altını çizer. Günahkarlık durumunda ise tövbe etmenin kişinin affedilmesi için şart olduğu belirtilir. Hristiyanlığın günaha ilişkin en dikkat çekici özelliği asli ya da ilk günah konusundaki yaklaşımıdır. Asli günah inancı kapsamlı bir öğreti olarak Augustine tarafından geliştirildi. Augustine asli günahın Adem’den miras olarak tüm insanlığa geçtiğini ve her doğan kişinin günahkâr olarak doğduğunu vurgulamıştır.
Sivil Otorite ile İlişkiler
Erken dönem Hıristiyan ilahiyatçıları dinden dönmeye ve putlara tapmaya zorlamadıkça yöneticilere itaat edilmesinin şart olduğunu düşünmüşlerdir. Bu doğrultuda kilise Orta Çağda siyasal bir güç olarak ortaya çıkana kadar dünyevi otoritelere bağlılığını sürdürmüştür.
Mezhepsel Oluşumlar
Hristiyanlık evrensel dinler arasında en fazla mezhepleşme hareketinin görüldüğü din konumundadır. Öyle ki erken dönemlerden itibaren birbirinden bağımsız olan yüzlerce mezhep Hristiyanlık bünyesinden ortaya çıkmıştır.
Hristiyanlık tarihinde mezhepleşme süresi açısından 3 önemli dönem dikkat çeker:
1. Bunlardan birincisi MS 5. yüzyıldır. Bu dönemde genel anlamda Ayrılmış Doğu Hristiyanları olarak kategorize edilen dinsel gruplar ortaya çıkmıştır.
2. İkinci dönem 11. yüzyıldır. Bu dönemde ise Hristiyanlığın ana gövdesi Katolik ve Ortodoks şeklinde ikiye ayrılmıştır.
3. Son önemli mezhepleşme dönemi ise Protestanlar olarak adlandırılan reform yanlılarının Katolik kiliselerinden ayrıldıkları 16. yüzyıldır.
Erken Dönem Mezhepleşme Hareketleri

İlk önemli ayrılık hareketi kristolojik tartışmalara bağlı olarak 5. yüzyılda ortaya çıkmıştır. 431 Efes ve 451 Kadıköy Konsillerinde İsa’nın insani ve ilahi şahsiyetleri konusunda yapılan tartışmalar ve alınan kararlar, bugün ayrılmış Doğu kiliseleri olarak adlandırılan mezheplerin ana gövdelerinden koparak ayrı birer mezhep halinde teşekkülüne yol açmıştır. İznik Konsili 325’te İsa Mesih’in uluhiyetini vurgulamış; 381 İstanbul Konsili ise onun insanlığına atıfta bulunmuştu. Fakat İsa’nın nasıl hem Tanrı hem de insan olabileceğine dair şüpheler devam etmiştir.
Bu tartışmada İskenderiye kristolojisi ve bunun hararetli savunucusu Cyril, İsa’da ilahi tabiatın bedeni tamamen kuşattığını, Onu içine aldığını, dolayısıyla İsa’da yalnızca bir ilahi tabiattan söz edilebileceğini savunmaktaydı. Buna karşılık Antakya kristolojisi ilahi tabiat yanında insani tabiatı da vurgulamaktaydı. Bu tartışmada İstanbul patriği Nestoryus Antakya kristolojisine yakın durmuş ve İsa’nın ilahi ve insani tabiatlarının birbirine karışmadan varlıklarını yan yana devam ettirdiğine dayalı iki tabiatlı olma görüşünü savunmuştur.
Yine Nestoryus, Meryem’in İsa’nın insani yönünü doğuran olmasına dikkati çekmiş ve ona Theotokos (Tanrı anası ya da tanrıyı doğuran) denilmeyeceğini, ama Kristotokos (Mesih’i doğuran) olabileceğini savunmuştur. İskenderiye ekolü ve Cyril, bedenleşen kelamda iki tabiatı ayırt etmenin mümkün olmadığını belirterek Kelamın gerçek şeklinde beden olduğunu ifade etmiştir. Bu durumda o, Nestoryus’un savunduğu fikirlerin ilahi Kelamın insan olduğu inancını inkâr anlamına geldiğini ileri sürmüştür.
Sonuçta 431’de toplanan konsilde, Nestoryus ve taraftarlarının fikirleri sapkın sayılmış ve tek tabiatçılık yani Monofizitizm lehine bir karar alınmıştır. Bu durum doğal olarak iki tabiatlılık görüşünü benimseyen Antakya-Suriye-İran bölgelerindeki Doğu Hristiyanlarının ana gövdeden dışlanmalarına ve ayrı bir grup olarak ortaya çıkmalarına neden olmuştur. Diofizit akideyi benimseyen bu Hristiyanlar, Nestoryus adından hareketle Nesturîler olarak adlandırılmıştır. Nesturîlerin ana gövdeden kopmaları Hristiyanlık içi birlik açısından ciddi bir sıkıntı oluşturdu. Bu durum 451 Kadıköy konsili ile düzeltilmeye çalışılmış ve konsilde alınan kararla İsa’da tek bir ilahi tabiat bulunduğu yönündeki akide reddedilmiş ve iki tabiatlılık akidesi savunulmuştur.
Bu durum doğal olarak tek tabiatlılık akidesine bağlı olan Hristiyan cemaatlerin dışlanmasına neden olmuş ve başta Batı Süryaniler olmak üzere Kıpti ve Habeş kiliseleri gibi grupların ana gövdeden ayrılarak ayrı bağımsız bir kilise olarak ortaya çıkmaları sonucunu doğurmuştur. 451 Kadıköy konsili ile ilgili olarak bu toplantıya davet edilmeyen Ermeni Kilisesi de katılmadığı konsil kararlarını tanımayarak ayrı bir kilise şeklinde yapılanma yoluna gitmiştir.
Katolik ve Ortodoks Ayrışması
Hristiyanlık tarihinde ikinci önemli mezhepleşme olayı 11. yüzyıl ortalarında karşılıklı bir restleşme ile sonuçlanan Roma ve İstanbul kiliseleri arasındaki ayrılmadır. Bu ayrılma kendisini Roma İmparatorluğu ile bütünleştiren Hristiyanların ana gövdesinin ikiye ayrılmasıdır.
451 Kadıköy konsilinde Roma ve İstanbul piskoposlarının eşitliği vurgulanmış ancak Roma temsilcileri bu karara katılmamışlardır. Roma, havari Petrus aracılığıyla bütün Hristiyanların merkezi iddiasıyla tüm Hristiyanlar üzerinden bir otorite olduğu kanaatini ve bu kanaat doğrultusunda bir politikayı her zaman sürdürmüştür. Ancak bu durum bir imparatorluk kilisesi halindeki İstanbul’un her zaman tepkisine yol açmıştır. Böylelikle iki kilise arasındaki asıl önemli çekişme otorite ve dini merkez olma konusunda yaşanmıştır. İstanbul’un kendisini Roma ile eşit görmesine karşılık Roma kendisinin Hristiyanların merkezi olduğunu ileri sürmüştür.
Siyasal çekişmeler yanında bazı teolojik ve litürjik konulardaki farklılıklar da iki kilise arasındaki ayrışmada rol oynadı. Bunların başında teslisin üçüncü unsuru Kutsal Ruhla ilgili tartışma gelmektedir. Roma Kilisesince İznik Kredosuna eklenen “oğuldan da” ifadesi kutsal ruhun hem Babadan hem de Oğuldan neşet ettiğini vurgularken İstanbul Kilisesi bunun kabul edilemez olduğunu savundu. Zira bu hem konsillerde belirlenen asli öğretiye aykırıydı hem de teslis öğretisinde kutsal ruhun konumunu Oğula göre ikincilleştiren bir durumdu.
Bir diğer tartışma konusu ikonalarla ilgiliydi. Roma Kilisesi İstanbul bağlılarınca ikonaların bir tazim aracı olarak kullanılmasını puta tapıcılık olarak görmekteydi. Nitekim Roma’nın İstanbul üzerinde etkisini hissettirdiği bir dönemde, 726-843 yılları arasında tekabül eden ikonaklazm döneminde ikanolara karşı bir dizi yaptırım uygulandı. Tarihe “Put Kırıcılık” olarak geçen bu hadise zihinlerde derin izler bıraktı.
İki kilise arasında uzun görüşmelerle birbirini ikna etme teşebbüslerine rağmen 1054’te Patrik Cerularios ile görüşmeye gelen Kardinal Humbert ile ipler koptu. Papalığın İstanbul kilisesine yönelik tavrından ve politik manevralarından rahatsız olan Patrik kardinale randevu vermedi. Patrikle görüşemeyen kardinal de İstanbul Kilisesinin farklı görüşlerinden dolayı sapkın olduğuna dair bir papalık belgesini Ayasofya’ya bırakıp Roma’ya döndü. Buna karşılık İstanbul Kilisesinde Roma Kilisesi’nin kutsal ruh konusundaki inancının sapkınlık içerdiğine karşı bir belge hazırladı ve Roma’ya iletti. Bu karşılıklı etkileşim ve birbirini aforoz etme iki kilise arasındaki mutlak ayrılığın ilanı oldu.
Katolik kilisesi ilerleyen dönemlerde Avrupa’daki etkisini artırarak siyasal ve askeri bir güç haline geldi. 11-13. yüzyıllar arasında gerçekleştirilen Haçlı seferlerinde kilise hep belirleyici ve yönlendirici bir rol oynadı. Katolik kilisesinin Doğu kiliselerine yönelik politikası yakın zamanlara kadar devam etti. Bu politikanın temelini Doğu kiliselerini Roma ile birleştirmek anlayışı oluşturuyordu. Ancak uzun yıllar bunda görünür bir başarı sağlanamadı.
Nihayet 16. yüzyıldan itibaren Katolik misyonerler vasıtasıyla Doğu Hristiyanları Katolikleştirilmeye çalışıldı. Ayrılmış Doğu Kiliseleri olarak adlandırılan kiliselerde bu kısmen başarılı olduysa da Ortodokslar açısından aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Katolik ve Ortodoks halklar arasında derin ayrılığın hala devam ettiği de bir gerçektir.
Ortodoks Kilisesi bir imparatorluk kilisesi olarak varlığını 15. yüzyıl ortalarına kadar devam ettirdi. 1453’te İstanbul’un Osmanlılarca fethedilmesi üzerine Moskova Ortodoks Kilisesi “Üçüncü Roma” iddiasıyla Ortodoksların dini merkezi olarak ortaya çıktı. İstanbul Kilisesi ise Fatih Sultan Mehmet tarafından yeni bir yapılanma konusunda teşvik edildi. Ortodokslarca seçilen Patrik Osmanlı idaresi tarafından tanındı ve patriğe saray erkanında bir resmiyet verildi. Osmanlı İmparatorluğu süresince patrikhane birkaç merkez değiştirdi; ancak sonunda Fener’de günümüzdeki yerine taşındı.
Reformasyon
Dönemi Hristiyan tarihinde 3 önemli ayrışma hareketi 16. yüzyılda gerçekleştirilmiştir. Orta çağda Katolik kilisesinin dinsel ve siyasal yapılanması ve ekonomik ve sosyal alanda kurduğu tahakküm çeşitli kesimlerin yoğun tepkisine neden olmuş ve sonunda reform hareketlerine dönüşecek olan bir dizi yenilikçi anlayışın oluşumunu sağlamıştır. Reformasyon hareketleri öncesi reforma zemin hazırlayan gelişmeleri iki ana kategoride ele almak mümkündür. Bunlar Rönesans ve Hümanizm hareketleridir.
Lutheranizm

Reform dönemi denildiğinde akla ilk gelen Martin Luther’dir. Ancak Luther öncesi dönemde yaşamış olan ve reform hareketlerine uygun teolojik altyapıyı hazırlamış olan birçok öncü reformistten de söz etmek mümkündür. Luther’in Katolik anlayışa yönelttiği itirazlar, Roma Kilisesinin yüzyıllardır elinde bulundurduğu imtiyazlı statükoyu derinden sarsmıştır.
İman, tövbe, dinde temel referanslar, kutsal kitap, endüljans, çeşitli eklesiastik sorunlar ve benzeri konulardaki yaklaşımları Hristiyanlığın ana gövdesinin Katolik ve Protestan şeklinde ikiye ayrılmasıyla sonuçlanmıştır. Bu yaklaşımın temelinde sola scriptura (yalnızca kutsal metin), sola fide (yalnızca iman) ve sola gratia (yalnızca ilahi rahmet) anlayışları bulunmakta ve kilise kurumunun özellikle endüljans uygulamasına karşı şiddetli eleştiri yer almaktadır.
Luther 1517’de 95 maddede özetlediği yenilikçi düşüncelerini Wittenberg Şatosu Kilisesi kapısına asarak ilan etti. Endüljanstan papalığa, rahiplerin mutlak bekarlık geleneğine, sakramentlere, ölüler için yapılan mass ayinine, iman ve tövbe konularındaki geleneksel anlayışa, keşişlik ve manastır sistemine kadar hemen her konuda eleştirilerini sıraladı. Luther’in bu eleştirileri Katolik kilisesini oldukça hiddetlendirdi.
Kilise 1520’de Luther’e yönelik “Exurge domine” belgesini yayınladı. Bu belgeyle ona, fikirlerinden geri dönmek için iki aylık bir süre tanınmaktaydı. Ancak Luther bu talebi geri çevirerek papalık belgesini yaktı. Nihayet kilise 1521’de Luther’i aforoz etti; çeşitli Katolik merkezlerde Luther’in kitapları yakıldı. Çeşitli tarihlerde yapılan toplantılarda Luther yanlıları onun fikirlerini savundular. 1529 da toplanan Speyer Meclisi’nde ise Luther yanlıları Katoliklerin Luther aleyhine tutumunu protesto ettiler. Bu olayla birlikte Luther yanlıları Protestanlar olarak nitelenmeye başlandı.
Luther, iman ve tövbe konusunda kilisenin anlayışını eleştirmekte ve papalık ve kilise kurumunun iman ve tövbe konusundaki aracı rollerini reddetmektedir. O, imanla tövbenin kişi ile tanrı arasında gerçekleşeceğine inanmakta ve papanın ve kilise kurumunun günah bağışlaması geleneğine karşı çıkarak tövbenin Tanrı tarafından kabul edileceğini vurgulamaktadır.
Bu bağlamda Luther endüljans uygulamasına da şiddetle karşı çıkmakta, bunun bir sahtekarlık olduğunu vurgulamaktadır. Yine Luther, herkesin kutsal metni okuyup anlamasının önemine dikkat çekmekte ve dinde temel otoritenin papalık ya da kilise kurumu değil kutsal metin olduğunu belirtmektedir. Bu doğrultuda o, Hristiyan kutsal kitabını Almancaya çevirmiştir. Ayrıca Luther ana dilde ibadetin önemine dikkat çekmiştir.
Bundan başka Luther rahiplerin evlenmemesi yönündeki kilise kuralına da karşı çıkıp eski bir rahibe ile evlenmiştir. Luther papalığı antikrist/deccal olarak tanımlamaktaydı. Ona göre Katolik tavır Hristiyanlığın asıl yapısına uymamaktadır; zira kilise kutsal metnin anlayışından ve Pavlusçu öğretilerden uzaklaşmıştır. Sıkı bir Pavlusçu ve literalist olan Luther, yaşadığı dönemde prens ve derebeylerin siyasal iktidarlarını kutsamakta, bunların yönetim ve iradelerine her ne sebeple olursa olsun karşı çıkmayı dine aykırı saymaktadır. “İki Kılıç doktrini” bağlamında Luther, dünyevi iktidarların Tanrı tarafında tesis edildiğini dolayısıyla bunlara itaat etmenin şart olduğunu düşünmektedir. Lutheran Protestanlık hareketi Avrupa’nın kuzeyinde Danimarka, İsveç ve diğer İskandinav ülkelerinde yayıldı.
Reform Kiliseleri
Protestanlık içinde yer alan günümüz Reform kiliseleri ikinci kuşak reformistler olarak da adlandırılan Calvin ve Zwingli’nin görüşlerinden esinlenerek ortaya çıkan akımlardır. Calvin yalnızca Kitabı Mukaddesten kaynaklanan öğreti ve uygulamaların doğru olduğunu savunmuştur. İman ve kurtuluş yalnızca tanrının isteğine ve inayetine bağlı olarak gerçekleşir. Yani Tanrı kimlerin iman edenler, dolayısıyla kurtulanlar ve kimlerin iman etmeyenler olduğuna yalnızca kendisi karar verir; bu konuda insanın kendi çabası ve amelleri etkili değildir. İman eden insanlar ilahi irade tarafından seçilmiş olanlardır. Seçilmişliğin işareti ise kutsamadır. Ancak insan kendisinin seçilmiş olup olmadığını tam anlamıyla bilemediğinden iyi davranışları ile imana ve doğruya yönelmek zorundadır. İnsan ilahi iradeye mutlak anlamda itaat etmek zorundadır.
Calvin ve Kalvincilik, dindarlığın sosyal ve ahlaki boyutu vurgusuyla da tanınmaktadır. Calvin Cenevre’de küçük ölçekli bir teokratik yapılanma oluşturmaya çalışmıştır. O, dinin devlet, ekonomi ve toplumla ilişkisi üzerinde durmuş ve bireysel dindarlığın iş ahlakı boyutuyla da gerçekleşmesini vurgulamıştır. Calvin gibi kutsal metni merkeze alan reformistler Katolik kilisesinin baskıcı tutumlarına ve kurumlarına karşı çıkmakla birlikte ortaya koydukları anlayışla kendileri de aslında bağnazlığı ve baskıcı din anlayışını bir başka tarzda sürdürme yoluna gitmişlerdir. Cenevre örneğinde görüldüğü gibi teokratik bir yapılanmaya gitmeye çalışmışlardır. Kalvinci kiliseler olarak da adlandırılan Reform kiliseleri Avrupa’da İsviçre, Hollanda, İskoçya, Bohemya, Macaristan ve Almanya ile Kuzey Amerika genelinde yaygın durumdadır.
Anabaptistler
Anabaptist kiliselerinin en temel özellikleri bebek vaftizini reddetmeleri ve vaftizin kişinin doğru ile yanlışı ayırt edebilme yaşında yapılması gerektiğini savunmalarıdır. Ayrıca Anabaptistler arasında vaftizin bir iman ikrarı olarak tekrar tekrar yapılabilirliği de düşünülmektedir. Onlar sosyal yaşam açısından gerçek dindarlığın İsa’nın döneminde olduğu şekilde olması gerektiğine inanmakta ve modernitenin oluşturduğu teknolojik yaşam tarzına şiddetle karşı çıkmaktadır.
Milli vurguları ile ön plana çıkan ulusal bir kilise olarak dikkati çeker. İngiliz Kralı Henry kendisini İsa’nın İngiltere’deki halefi yani “İngiliz Kilisesi’nin başı” olarak vasıflandırdı. Kilise kurumu içerisinde sosyal, siyasal ve ekonomik açıdan kendi otoritesine ters düşebilecek olan hususlarda düzenlemelere girişti. Ayrıca İngiliz mahkemelerinin davalarını Roma’ya götürmelerini yasakladı ve manastırları kapatma teşebbüsünde bulundu. Henry’nin ölümü sonrası da Anglikanizm hareketi gelişim sürecini sürdürdü. Henry’nin oğlu VI. Edward döneminde ilk İngilizce dua kitabı onaylandı. Edward döneminden itibaren kilise, parlamento tarafından denetlenmeye başlandı. Böylece Anglikanizm İngiltere’de ve İngiliz milli kilisesi olarak günümüze kadar süregelen dönemlerde yerini aldı
Anglikan Kilisesi Araf ve Evharistte Katolik dönüşüm öğretisi gibi Katolik inançlara karşı çıkmakta ve Protestan kiliseler gibi iki temel sakramenti kabul etmektedir. Ancak Katolik kilisesinin temel sakramentlerine tamamen karşı çıkmamaktadır. Sivil otoriteye bağlı bir kilise olarak kraliçe kilisenin başı sayılmaktadır.
Yeni Kilise Akımları
Günümüzde birçok kilise akımını bünyesinde barındıran ve dünya genelinde yaygın misyonerlik çalışmalarıyla hem Hristiyan olmayan halklar arasında hem de Katolisizme veya Doğu kiliselerine bağlı Hristiyanlar arasında hızla yayılan Evanjelizm oldukça önemlidir. Reform döneminde evanjelik terimi önceleri Lutheran Protestanlar için kullanılmış, kısa zamanda hem Lutheranlar hem de diğer reform cemaatleri bu şekilde adlandırılmaya başlanmıştır.
Kıta Avrupa’sında ortaya çıkan ve buradan zamanla Amerika’ya yayılan evanjelik hareketinin temel motivasyonu kiliselerin yeniden canlanmasını sağlamak olmuştur. Avrupa merkezli olarak gelişen evanjelik harekette özellikle şu temel noktaların ön plana çıkarılmakta olduğu dikkati çeker. Bunlardan ilki dinde temel kaynak olarak kutsal kitabın otoriter yapısına vurgu yapılmasıdır. İkinci husus bireysel dindarlık üzerinde durulması ve üçüncüsü İncil mesajının yayılmasına ve cemaatin yeniden canlanmasına özen gösterilmesidir.
Günümüz Evanjelizmin temel özellikleri arasında şu 4 husus dikkati çeker:
1. Her evanjelik, evanjelik hareketin öğretilerini kabul etmekle kendisinin yeniden doğmuş bir Hıristiyan olduğunu ve bu çerçevede diğer bütün Hristiyanlardan farklı bir konumda olduğunu kabul etmektedir.
2. Evanjelikler dinde kutsal kitabı temel referans olarak kabul etmektedirler.
3. Evanjelikler arasında İsa Mesih’in yeryüzüne ikinci gelişi olarak bilinen parousia inancı oldukça etkilidir.
4. Evanjelikler temsil ettikleri Hristiyan mesajının yayılmasına büyük önem vermekte ve misyonerliği, İsa’nın yeryüzüne ikinci gelişi öncesinde mutlaka yapılması gereken küresel bir evanjelizm görevi olarak görmektedirler.
Kilise Kurumu ve Önemi

Kilise Hristiyanlıkta cemaati ifade etmek için kullanılan bir kavramdır. Yeni Ahitte tanrının binası ve tarlası şeklinde tanımlanan kilisenin ya da inananlar cemaatinin İsa Mesih tarafından kurulduğuna inanılır. Çarmıha gerilen İsa Mesih çarmıhta akan kanıyla kiliseyi kurmuştur. Dolayısıyla Hristiyan geleneğine göre Mesih’in bedeni olarak kilise, Mesih’le bir olmanın ifadesidir. Bir açıdan Mesih kilisenin başı bir başka açıdan ise kilise Mesih’in eşi olarak kabul edilir. Kutsal Ruhun kiliseyi kutsadığına ve kilisenin Kutsal Ruhun tapınağı olduğuna inanılır. Kutsal Ruhun inayeti her zaman kilise üzerinde hazırdır ve geçerlidir. Kilise, Ruh sayesinde Mesih öğretisini korumakta ve iletmektedir.
Hristiyan kiliselerin çoğunda ruhbanlık sınıfına yer verilir. Protestan gruplar dışında halk Ruhban olanlar ve olmayanlar şeklinde ikiye ayrılır. Ruhban sınıfı da kendi içerisinde kilisenin hiyerarşik yapılanmasında görev yapan din adamları ve manastır yaşantısını tercih eden keşişler ve bakireler şeklinde ikiye ayrılır. Bütün inananların din adamlığı ilkesini kabullenmiş olan Protestanlar ise özel anlamda din adamları ve ruhbanlık sınıfı anlayışına karşı çıkarlar. Manastır geleneğini kabul etmezler. Bununla birlikte Protestan kiliselerde pastör, minister, presbiter vb. adlarla özel eğitimli din adamları grubuna rastlamak mümkündür.
Katolik kilisesinin en üst düzey din adamı ve lideri papadır. Havari Petrus’un vekili olarak papalar kilise hiyerarşisinde bir alt kademede olan kardinaller tarafından seçilmekte ve bu görevi yaşamlarının sonuna kadar sürdürmektedirler. Katolik kilisesine göre zamanla yanılmaz otorite vasfına da ulaşan Papa, Mesih’in gerçek vekili, bütün kiliselerin başı ve bütün Hristiyanların babası/öğretmenidir. Katolik kilisesinde papadan sonra papalık merkezinde aktif görev yapan kardinaller, yöresel dini liderleri temsil eden piskoposlar, dini ayin ve törenleri yöneten papazlar (rahipler) ve diyakozlar gibi gruplar din adamları sınıfını oluşturur. Bunlardan başka kiliselerde çeşitli görevlerde ve cenaze hizmetlerinde çalışan bazı yardımcılar da bulunmaktadır. Ortodoks kilisesinde ruhban sınıfı patrik, piskoposlar, rahipler ve diyakozlar şeklinde sıralanır. Kilise liderini ifade eden patrik aynı zamanda “bütün doğunun patriği” unvanını taşır. Metropolitler ve piskoposlar üst düzey din adamlarıdır. Manastır yaşantısı tarih boyu Hristiyanlıkta önemli yer tutmuş ancak Protestan hareket bu geleneğe ciddi eleştiri getirmiştir.
Manastır yaşantısı, kadın ya da erkek fark etmez tüm ruhban sınıfının bir disiplin altında uzlet yaşantısı sürmeleridir. Keşişlerin bağlı oldukları üç temel ilke vardır. Bunlar: mutlak bekarlık, mutlak fakirlik ve mutlak itaat ilkeleridir. Bekarlık ilkesi doğrultusunda erkek ve kadın keşişler evlenmeyi ve cinsel ilişkiden kesin olarak uzak durmayı kendilerine temel yaşam biçimi olarak kabul ederler. Onların mistik anlamda Mesih’le evlendirildikleri ve kendilerini her anlamda Tanrıya verdikleri düşünülür. “Kendilerini göklerin egemenliği uğruna hadım saymış olanlar” olarak keşişler erkek ve kadınların tamamen birbirinden ayrı olduğu manastırlarda yaşamlarını sürdürürler.
Kiliselerde olduğu gibi manastırlarda da hiyerarşik bir yapı mevcuttur. Manastırların başında bulunan yöneticiler her açıdan manastır yaşamını ve keşişlerin eğitim ve ibadet yaşantılarını kontrol ederler. Hristiyanlıkta kilise daha dar bir anlamda içerisinde ibadet amacıyla inşa edilen binaları da ifade etmektedir. Batıda bu ibadethaneler için eglise, church veya kirsche terimleri kullanılır. Günlük, haftalık ve yıllık ibadetlerin yapıldığı mekanlar olarak kiliselerde başta İsa Mesih ve Meryem olmak üzere azizlerin ve meleklerin timsalleri, resimleri ve suretleri bulunur. Kiliselerde altar olarak adlandırılan bir platform bulunur. Kiliselerin yönü doğuya doğrudur. Kuşkusuz bu Hristiyanlığın doğuda doğmuş olması ve buradan Batıya doğru yayılması ile yakından ilgilidir.
Bu makaleye paralel olarak şu yazıyı da okumanızı tavsiye ederiz: “Ana Hatlarıyla Yahudilik“
Kaynaklar
TDV İslam Ansiklopedisi, Hristiyanlık Maddesi.
Wikipedia, Hristiyanlık ve Kilise Maddesi.
Ana Hatlarıyla Dinler Tarihi, Mahmut Aydın, Ensar Yayınları, İstanbul, 2013.
Tanrının Tarihi, Karen Armstrong, Pegasus Yayınları, İstanbul, 2018.
Hristiyanlık, Şinasi Gündüz, İSAM Yayınları, İstanbul, 2013.
Dinler Tarihi, ed. Baki Adam, Grafiker Yayınları, İstanbul, 2010.
Dinler Tarihine Giriş, Mircea Eliade, Alfa Yayınları, İstanbul, 2017.
Dünya Dinleri, Şinasi Gündüz, Milel Nihal Yayınları, İstanbul, 2015.
Süryani Ortodoks Kilisesinde İbadet, Nihat Durak, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2011.