e-Medrese

Kaza ve Kader Nedir?

Kaza ve Kader

Kaza ve Kader

Kader Nedir?

Kader, Arapçada “bir şeyin meblağı, künhü ve nihayeti” anlamlarına delalet eder. Kader kelimesinin lügatte iki anlamı vardır:

a- Kaza; Kudret tahakkuk ettikten sonra muayyen bir ameli seçmeye dair hüküm ve karardır. Bundan sonra takdir aşaması gelir.

b- Muayyen miktar ve ölçü; bu manada kader, isim-masdar olup takdirden ve kudretin ortaya konulmasından elde edilen şeydir.

Kader, Allah’ın eşyaya onlar için irade ettiği meblağlarını ve nihayetlerini kaza etmesidir. (hükmetmesidir.)Kader ile takdir arasında fark vardır. Takdir, Allah’ın fiilleri hakkında da kulların fiilleri hakkında da kullanılır. Kader ise sadece Allah’ın fiilleri hakkında kullanılır. Takdir güzel de çirkin de olabilir. Müneccimin Zeyd’in ölümünü, fakir düşmesini veya zengin olmasını takdir etmesi gibi. Oysa kader sadece güzel olabilir. Kur’an’ı Kerim’de bir kâfirin kötü ve yanlış takdirinden söz edilmektedir. “Çünkü o (ayetlerimiz kendine okunduğunda) düşündü ve takdir etti (ölçtü biçti). Kahrolası nasıl da takdir etti sonra kahrolası nasıl da takdir etti.” Kader kelimesi hem Kur’an-ı Kerim’de hem de dini metinlerde “takdir, hüküm, icap, ilzam, yaratmak, bildirmek, bir şeyin miktarlarını ve değerlerini açıklamak, hikmete göre yapmak” gibi çeşitli anlamlarda kullanılmıştır.

Kazâ nedir?

Kazâ kökü, “Bir söz veya ameli tamamlamak” anlamındadır. Bu kök bir şeyin muhkem, sağlam ve uygun bir şekilde yapılmasına delalet eder. Ragıp el-İsfahani (ö.5. yüzyılın ilk çeyreği) kazâyı şöyle tarif etmiştir: “Sözlü veya fiili olarak bir işi hükme bağlamaktır. Bunlardan her biri ilahi ve beşerî olur.

İlahi söz; “Biz Beni İsrail’e kitapta kaza ettik.”(hükmettik), “Rabbin Ondan başkasına ibadet etmeyin diye kaza etti.” (emretti), “Ona şu emri kaza ettik.”(kesin vahiyle bildirdik).

İlahi Fiil; “Allah hakkı kaza eder.”(yerine getirir) “Bu suretle onları iki günde yedi sema olarak kaza etti.”(yarattı).

Beşerî Söz; bu hâkimin kazasıdır. Çünkü hâkim hükmünü sözle bildirir.

Beşerî Fiil; “Nihayet hac ibadetinizi kaza ettiğiniz zaman.”(eda ettiğiniz zaman)Bu kök manadan hareketle kaza kelimesi hem Kur’an’ı Kerim’de hem de dini metinlerde “Eda, hüküm, boşluk, fasıl, yerine getirmek, teyit etmek, yaratmak, ulaştırmak, ölmek, öldürmek, ameli sağlam yapmak, infaz, bildirmek, takdir etmek, ulaştırmak, icab ve ihtiyaç gidermek” gibi çeşitli anlamlarda kullanılmıştır.

Kader ve Kaza Arasındaki Farklar

Kader ve kazâ arasında şöyle bir fark vardır: Kader, fiillerin işlendikleri husus için kendilerine duyulan ihtiyaç miktarında ve kifayet oranında var olmalarıdır. Kaderin arzu edilenin gerçekleşmesini irade etme yönü, mukdirin (takdir edenin) ise kaderi bu yönde gerçekleştiren olması caizdir. Kök itibarı ile kader, “fiilin, failin arzu ettiği ölçüde var olmasıdır.” denilmiştir. Allah’ın fiilleri konusunda kaderin gerçek anlamı ise “fiilin maslahat miktarınca var olmasıdır.” Kaza ise bir işi tamamen feshetmek/kesin hüküm vermektir. Kaza kader ve takdir arasında şöyle bir ilişki mevcuttur: Kaza, tamamlamak ve kesin hüküm vermektir. Bir hüküm Allah Teala tarafından tamamlanıp kesinleştirildikten sonra ona kaza denir. Kudret ve takdir, kaza aşamasından sonra gelir.

Nas ve Mezheplerde Kader

Kur’an’da Kader

Kur’an-ı Kerim’e göre bütün varlıklar Allah’ın takdiri ile meydana gelmiştir. Allah’ın varlıkları takdiri iki şekilde olur: Kudret ihsan etmek ve ya hikmetin gereği olarak onları belli bir ölçü ve belli bir şekilde yaratmakla. Kur’an’a göre yeryüzünde verilen bütün nimetler, rızıklar ve diğer şeylerle ilgili kanunda aynı şekilde yeryüzüne yağmur yağması ve gündüz ve gecenin birbirini takip etmesi de Allah’ın takdiri olarak isimlendirilir. “Semadan belli kader (ölçü) ile su indirdik.”, “Onu hangi şeyden yarattı? Küçük bir hayat tohumundan. Onu yarattı, sonra onu bir ölçüye göre yaptı. ”Bütün bu ayetler göstermektedir ki, Kur’an-ı Kerim’in dilinde takdir, Allah’ın bütün kâinatta olduğu kadar insan hakkında da cari olan evrensel bir kanundur. Bugün eş, ay, yıldızlar, yeryüzü, gökler ve onlarda bulunanların hepsine şamil bir kanundur.

İnsanın İrade Sahibi Olduğunu Bildiren Ayetler

“Salih amel işleyen kendi lehine işlemiş, kötü iş yapan yine kendi aleyhine yapmıştır. Yoksa rabbin kullara zulmedici değildir.” “Allah kişiye ancak gücünün yettiği kadar yükler; kazandığı iyilik lehine, ettiği kötülük de aleyhinedir.”

İnsan İçin Cebr (Zorunluluk) İfade Eden Ayetler

Allah’ın her şeyin yaratıcısı olduğuna ve kulların fiillerini de Allah’ın yarattığına dair ayetler:

“De ki: Her şeyi yaratan Allah’tır.”, “Sizler sözlerinizi gizleseniz de açıklarsanız da birdir, O, kalplerde olanı bilir. Yaratan hiç bilmez olur mu?”

İnsanı Hidayete Erdirenin de Onu Saptıranın da Allah Olduğuna Dair Ayetler

“O, bu misalle birçoğunu saptırır, birçoğunu da yola getirir.”

Her Şeyi Allah’ın İrade Ettiğine ve Onun İradesi Dışında Hiçbir Şeyin Meydana Gelmeyeceğine Dair Ayetler

“Allah dilediğini yapar.”

Allah’ın Her Şeyi Önceden Takdir Ettiğine Dair Ayetler

“Gerçekten biz her şeyi bir ölçüye göre yarattık.”

Kur’an’dan bir ayeti veya bir grup ayeti alıp “İslam’ın görüşü budur.” demek doğru değildir. Böyle bir durum Kur’an’ın bütünlüğüne aykırıdır. Çünkü Kur’an’ın insanı hem yaptıklarından sorumlu tutması hem de insanın fiillerinde mecbur olduğunu kabul etmesi mümkün değildir. İnsanın fiillerinde mecbur olduğunu ifade eden ayetler, Allah’ın mutlak irade ve kudret sahibi olduğunu vurgularken, insanın fiillerinde irade ve kudret sahibi olduğunu gösteren ayetler de Allah’ın irade ve kudreti yanında insanın da irade ve kudreti bulunduğunu bildirmektedir. Aksi hâlde insanlar fiillerini zorla işlemiş olurlar ki bu durumda insanın sorumlu bir varlık olmasının manası kalmaz. Böyle bir şey zulümdür ve Allah’ın kullarına zulmetmesi mümkün değildir.

Kader veya takdirin mefhum olarak Kur’an’da üç temel anlam ifade ettiği söylenebilir:

Birincisi, ilahi inisiyatif ya da doğa kanunlarının işleyişi olarak tanımlayabileceğimiz alan. İnsanın fıtratı, evrenin fiziki yapısı ve hatta topyekûn bütün bir varlık dünyasının oluşumuna ilişkin Allah’ın kendi iradesine uygun tasarımı bu çerçevede değerlendirilebilir.

İkincisi, insan iradesinin devreye girdiği alanla ilgilidir. Asıl belirleyici olan sevap veya günah olarak insanın işledikleridir.

Üçüncüsü,başkalarının yaptıklarının bizim hayatımıza etkisi söz konusudur ki bu da kaderdir. Ötekinin yaptıklarının olumlu ya da olumsuz bir başkasını etkilemesi kaderdir.

Hadislerde Kader

Kaderin İmanın Şartlarından Biri Olduğunu Vurgulayan Hadisler

Kul şu dört şeye inanmadıkça iman etmiş olmaz: “Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet etmek, benim hak ile gönderilmiş Allah resulü olduğuna şehadet etmek, öldükten sonra dirilmeye iman etmek, kadere, hayrın ve şerrin ondan olduğuna inanmak.”

Cibril hadisi diye bilinen uzun bir hadisin konumuzla ilgili kısmı şu şekildedir: “Bana imandan haber ver.” “İman: Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe, kadere, hayrına ve şerrine inanmaktır.”

Her ŞeyinAllah’ın Kaderi ile Olduğunu Beyan Eden Hadisler

Hz. Peygamber (as) “Ey kalpleri çeviren (Allah), kalbimi dinin üzerine sabit kıl.” şeklindeki duayı sıkça yapardı. Hanımları ona şöyle dediler: “Ey Allah’ın resulü! Sana ve getirdiğine inandık hala korkuyor musun?” O da: “Kalpler, Allah’ın parmaklarından iki parmak arasındadır, onu çevirir.” buyurmuştur. Sadece bu hadislere bakıldığında insanın Allah’ın kaderi ile hareket ettiği, fiillerinde herhangi bir rolü ve etkisinin bulunmadığı sonucuna ulaşılmaktadır. Ancak hadisler Kur’an’ın beyan ettiği temel prensiplere uygun olarak okunmalı ve Allah’ın kitabı ile çelişmeyecek şekilde yorumlanmalıdır.

Hz. Peygamber’in(as) Kader Konusunda Tartışılmasını Yasaklayan Hadisler

Ebu Hureyre’den rivayet edildiğine göre şöyle buyurmuştur: Kader mevzuunda birbirimizle çekişmekte iken Resulullah üzerimize çıkageldi. O kadar kızdı ki yüzü kırmızılaştı. Hatta yanaklarına sanki nar sıkılmıştı. Sonra şöyle buyurdu: “Size bu (yani kader mevzuunda münazaa) mu emredildi veya ben size bununla mı gönderildim? Sizden öncekiler bu meselede çekiştikleri için helak oldular. Artık bu mevzuda münazaa etmemenizi sizden ciddi olarak istiyorum.” Peygamber (as) bir hadiste “Ameli terk edelim mi?” diye soran bir adama, “Amel ediniz, herkes ameline göre müyesserdir.” buyurmuşlardır. Buradan da anlaşılıyor ki, kaza ve kadere iman insanın irade sahibi olmasına ve fiillerini işlemesine mâni değildir.

Kelam Ekollerinde Kader

Cebriyye: Cebriye kader kelimesine tamamen cebr (zorunluluk) anlamı vermiştir. Onlara göre kulun ne kesb ne de yaratma (halk) olarak hiçbir fiili yoktur.

Kaderiyye ve Mutezile: Cebriye’nin söz konusu cebirci kader anlayışına ilk tepki, Mabed el-Cüheni’den (ö.83/702) gelmiş, daha sonra bu fikri Gaylan el-Dımeşki (ö.120/738) benimsemiştir.

Bunlar cebri anlamdaki kaderi inkâr ederek insanların işledikleri fiilleri insanlara nispet etmişler ve insanın fiilini işlemesine dair kudretinin bulunduğunu iddia etmişlerdir. Bunların bu fikirleri daha sonra hicri 2. asırda ortaya çıkan Mutezile tarafından benimsenmiş ve savunulmuştur. Bu yüzden Mutezile için kullanılan yaygın isimlerden biri de Kaderiyye olmuştur. Mutezile insanların fiillerini kendilerine nispet ederek kullardan sadır olan fiiller hakkında kaza ve kaderi inkâr ederler. (Bunu da adalet ilkesine bağlarlar.)

Ehl-i Sünnet: Ehl-i sünnet kelamcıları kaza ve kaderin tanımında ihtilaf etmişlerdir.

Maturidilere göre kaza ve kaderin tarifi şu şekildedir: Kader; olacak olan şeylerin zaman ve mekânını, evsaf, özellik ve ayrıntılarını Allah’ın bilip ezelde takdir ve tahdid etmesidir. Kaza; Allah’ın irade ve takdir ettiği şeylerin zamanı gelince ilim ve iradesine uygun olarak icad etmesi demektir. Eşariler ise Maturidilerin kaza dediklerine kader, kader dediklerine de kaza demektedir.

Şu makaleye göz atmanızı tavsiye ederiz: “Eş’ari ve Maturidi Mezhepleri Arasındaki Görüş Ayrılıkları

Kadere İman

Ehl-i sünnete göre takdir değişmez. Bu yüzden kaza ve kadere rıza göstermek gerekir. Kur’an-ı Kerim’e baktığımızda iman esasları diye bir tabir olmadığı gibi, kadere iman ifadesi de yoktur. Bazı İslam âlimleri İslam’ın iman esaslarını üç temel ilkede bir araya getirerek usuli selase (üç esas) olarak isimlendirip bu ilkeleri “Allah’a, nübüvvete ve ahiret gününe iman” şeklinde ortaya koyarken, bazıları da Cibril hadisine dayanarak “Allah’a, O’nun meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe ve kadere iman” şeklinde altı esas tespit etmişlerdir.

Kaderin Mahiyeti

Kaza ve Kader beşer idrakinin üstündedir. Bu hususu Ziya Paşa (1829-1880) bir beyitle çok güzel ve özlü bir şekilde dile getirir:

İdrak-i meali bu küçük akla gerekmez,
Zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez.

Bu yüzden bir kısım kelam âlimi bu konunun zorluğunu dile getirmişlerdir.

Cüveyni (ö.478/1085):“Bu hususta bir hayli söz söylemiş olmamla birlikte, bu meseleyi bana hakkı ile anlatacak birini bulabilseydim, bu benim için bütünüyle dünya saltanatından daha hayırlı olurdu.”Sadruşşeria (747/1346):“Cebir ve kader meselesinde, ilimde rusûh sahibi olanların ayakları kaymış, bu meselenin prensiplerinde mütefekkirlerin zihinleri sapmış, kader ve cebir denizinde tecrübeli âlimlerin akılları boğulmuştur.”

Kaderle İlgili Bazı Problemler

Allah’ın Önceden Bilmesi

Allah için “Önceden ve sonradan bilme” diye bir şey söz konusu değildir. Zira Allah, zamandan münezzehtir ve O’nun bilmesi asla zamanla kayıtlı değildir. Geleceğin Allah için açık bir kitap olduğu açıktır. İnsan için her şey olan mekân ve zaman sınırları Allah için hiçbir şeydir. İnsanın eşyaya dair bilgisi, mekân ve zamanla sınırlıdır. Fakat zamandan ve mekândan münezzeh olan Allah için sınırsız bir mekân adeta bir nokta, geçmiş ve gelecek şimdi gibidir.

Bir şeyi sırf bilmek, failin ve yapanın tercihine engel değildir. Birçok kelamcı bu sorunu kısaca şöyle izah etmektedir: “İlim, maluma tabidir.” Yani bilgi bilinene bağlıdır. Buna göre insanların fiilleri, Allah Teala’nın önceden bilmesinin zorunlu bir sonucu olarak meydana gelmez. İnsanlar öyle işleyecekleri için Allah önceden bilir.

Hayır ve Şerrin Yaratılması

Bir ayette, iyilik ve kötülüğün her ikisinin de Allah’tan olduğu ifade edilmektedir. “Kendilerine bir iyilik erişirse, ‘Bu Allah’tan’ diyorlar, bir kötülük de değdi mi, ‘bu senden’ diyorlar. De ki: Hepsi Allah tarafındandır.”

Fakat ardından gelen ayette şöyle denilmektedir:

“Sana bir iyilik erişirse bil ki Allah’tandır, başına bir kötülük gelirse anla ki sendendir.” Bu ifade ile “Hepsi Allah’tandır.” şeklindeki önceki ifade arasında bir çelişki yoktur.

Kur’anî dünya görüşünde Allah bütün hadiselerin nihai kaynağıdır. Sonuçta insanın karşılaştığı her iyilik ve başına gelen her kötülük, son tahlilde Allah’ın iradesinin bir eseridir. Ancak insanın kötü kader saydığı her şey, gerçekte nihai sonuçları itibarıyla kötü değildir. Zira, “Mümkündür ki, nefret ettiğiniz bir şey sizin için iyi olabilir. Yine mümkündür ki, sevdiğiniz bir şey de sizin için kötü olabilir. Allah bilir ama siz bilmezsiniz.”

Böylece zahiri birçok kötülük çoğu zaman sıkıntı çekerek ruhsal olgunluğa erişme aracından başka bir şey olmayabilir.Ayrıca bir kişinin başına mutlak anlamda bir kötülük gelmesi onun yanlış bir seçim veyayanlış bir fiil sergilediği anlamına gelmemektedir.

Levh-i Mahfûz ve Kalemin Kader ile İlgisi

Levh-i mahfuz hakkında Kur’an ve hadisten deliller mevcuttur. Kur’an’dan delil Allah’ın şu ayetidir:

“Hayır! O, şerefli bir Kur’an’dır, korunan bir levhadadır.”

Kalem konusunda ise şu hadisi delil getirmişlerdir:

Allah’ın ilk yarattığı şey kalemdir. Ona “Yaz” diye buyurdu. O da “Rabbim neyi yazayım?” diye sordu. Allah da “Kıyametin kopacağı ana kadar her bir şeyin miktarını yaz.” buyurdu. Allah’ın bütün hükümlerinin yazılı olarak bulunduğu farz edilen Levh-i Mahfuz’un gerçekten kader ile bir ilgisi var mıdır?

Hz. Musa’nın elvah’ı ile Kur’an’ın levhi aynıdır. Bu, “Kur’an’ın değişiklik ve tahrife karşı korunduğunu” açıklamaktadır. Bundan dolayı Levh-i Mahfuz’un taşıdığı mana, bir başka yerde vahiy hakkında ifade edilenle tamamen aynıdır.

“Muhakkak ki o zikri biz indirdik ve elbette onun koruyucusu da biziz.”

Her iki yerde de mana şudur: Kur’an vahyi, hiçbir cin ve şeytanın etkisine maruz kalmadan tam safiyet içinde korunmuş olarak Peygamber’e ulaştırılacaktır. Dolayısıyla Levh-i Mahfuz’un kaderle hiçbir ilgisi yoktur.

Allah’ın Kalpleri Mühürlemesi

Kur’an’da kalplerin mühürlenmesinden bahsedilmişse de bu, Hz. Peygamber’in (as) uyarısına hiç kulak asmamış olan katı kalplere sahip olan kimseler ile ilgilidir. Onlar hakkı kabul etmek için kalplerini açmayı reddederler ve hakkı işitmek için kulaklarını açmazlar. Hakkı batıldan ayırmak için gözlerini kullanmazlar. Kalplerinin mühürlendiği söylenen kimseler hep günahkardırlar.

Kelam Ekollerinde Hidayet ve Dalalet

Mutezile: Hidayet ve dalaletin Allah’ın yaratması ile olmadığını söylemişlerdir.

Ehl-i Sünnet: Ehl-i sünnete göre hidayet ve idlal, hidayeti ve dalaleti yaratma manasındadır. Nitekim Allah şöyle buyurmuştur: “Allah her kimi hidayete erdirmek isterse onun sinesini İslam’a açar (gönlüne genişlik verir), her kimi de dalalete bırakmak isterse onun da kalbini daraltır.”

Güç Yetmeyen İşle Teklif

Eşariler güç getirilmeyen şeyle teklifin caiz olduğuna dair, “Hadi, davanızda sadıksanız bana şunları isimleriyle haber verin!” ayetini delil getirmişlerdir. Bu ayette Allah isimleri bilmedikleri hâlde onlardan haber vermelerini emretmiştir. İşte bu gücü yetmeyen işle tekliftir.

Yine “Ey Rabbimiz takat yetiremeyeceğimiz şeyleri bize yükleme!” ayeti, güç yetmeyen işte teklifin caiz olduğuna delalet eder. Yoksa Allah’a yakarmanın bir manası olmaz.

Maturidiler güç yetmeyen şeyle teklifin caiz olmadığına dair şu delili ileri sürerler: Teklif, yapıldığında sevap yapılmadığında ceza getirecek hususlarda düşünülür. Bu da yapılması mümkün olan hususlarda olur. Yapılması mümkün olmayan hususlarda değildir. “Allah kimseye vüs’undan (gücünden) öte teklif yapmaz.” ayeti açıkça delalet etmektedir ki güç yetirilmeyen şeyle teklif vaki değildir.

Ecel Meselesi

Ecel kök olarak belirlenmiş ve tayin edilmiş vakit demektir. İnsan hayatı için belirlenen müddete de ecel denir. Ecel konusunda mezhepler arasında görülen ihtilaflar, daha çok iki ecelin bulunup bulunmadığına ve dolayısıyla ömrün uzayıp uzamayacağına ilişkindir. Ecel meselesini ilk defa tartışma haline getiren Mutezile’dir.

Mutezile: Ecel bir kimsenin öleceği veya öldürüleceği vaktin Allah katında malum olmasıdır. Bu hususta Ehl-i sünnet ile Mutezile arasında ihtilaf yoktur. Ancak Mutezile farklı olarak şu görüşü ileri sürmektedir: Eğer maktül, katil tarafından öldürülmeseydi Allah’ın takdir ettiği vakte kadar yaşayacaktı. “Maktül eceliyle ölseydi katilin zemme, cezaya, diyete, kısasa müstahak olmaması gerekirdi. ”Bu onların insan fiillerinin yaratıcısıdır görüşlerinin bir neticesidir.

Ehl-i sünnet: Öldürülen kimse (maktül) eceli ile ölmüştür. Ölüm ölenle kaimdir ve Allah’ın yaratığıdır ve ecel birdir. Ecel uzamaz ve kısalmaz. İnsan, Allah’ın tayin ettiği zamanda ölür.

Rızık Meselesi

Mutezile’ye göre haram rızık değildir. Onlara göre Allah’a nispet ve izafe edilen şeyler çirkin değildir. Ona isnad edilen şeyi işleyen de kötülemeye ve cezaya müstahak olmaz. Yeme haram ise kötüleme veya cezaya müstahak olması gerekir. Binaenaleyh haram Allah’a izafe ve isnad edilemez. Ebu Hilal el-Askeri (ö.400/1009) de haramın rızık olmadığı görüşündedir. Ona göre rızkın haram olmadığı bizzat rızık kavramının kendisindedir. Zira rızık hükmen bol bol verme üzere cari olan bir lütuftur ve haram olan rızık olduğuna hükmedilmiş olan mülklerden değildir.

Ehl-i sünnete göre ıstılahta rızık helal olsun haram olsun Allah’ın canlıya yemesi ve gıdalanması için verdiği şeyin ismidir. İmam Maturidi haramın rızık olduğunu şu şekilde anlatmaktadır: Rızık mülk değil gıda demektir. İnsanların bir kısmı ömrü boyunca haram yerler. Böyleleri için “Dünyadan çıktı gitti, Allah’ın rızkından bir şey yemedi.” demek mümkün değildir. Mutezile rızkı mülk manasına alarak haramın rızık olmadığını söylüyor. Halbuki rızkı mülk manasında almak mümkün değildir. Zira davar, sığır gibi mahlukların çoğu hiçbir mülke sahip olmadıkları hâlde, Allah onlara rızık verir. Nitekim Kur’an’ı Kerim’de “Yerde debelenen hiçbir canlı yoktur ki rızkı Allah’a ait olmasın.” buyurulmuştur. Rızkı mülk manasında almak bu ayeti inkâra varmaktır. Netice olarak Ehl-i sünnete göre rızık, insanın faydalandığı her türlü maddi ve manevi şeylerdir. Mutezile’nin aksine haram da helal gibi rızıktır.

Bu makaleyi okuyanlar için yazı tavsiyesi: “İnsan Fiilleri

Kaynaklar

TDV İslam Ansiklopedisi, Kader Maddesi.
Wikipedia, İslam Mezhepleri Maddesi.
Kelam El Kitabı, ed. Şaban Ali Düzgün, Grafiker Yayınları, İstanbul, 2013.
Tartışmalı İnanç Meseleleri I-II, ed. Mehmet Bülgen-İsmail Taşpınar, İFAV Yayınları, İstanbul, 2018.
Kelama Giriş, Cemalettin Erdemci, Ensar Yayınları, 2012.

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

eMedrese bir İlmiye Vakfı projesidir.