e-Medrese

Eşariyye Mezhebi

Eş’ariyye Mezhebi

Eşariyye Mezhebi

İmam Eşari’nin Hayatı

İmam Eşari (ö.324/935-36) Basra’da doğmuş, ölünceye dek Bağdat’ta kalmıştır. Babasını erken yaşta kaybetmiş, babasının vasiyeti gereği Sünni bir alim olan Zekeriyya es-Sâci’nin (ö.307/920) öğrencisi olmuştur. Annesinin Mutezili bir kelâmcı olan Ebu Ali el-Cübbâi (ö.303/916) ile evlenmesinden sonra ondan kelâm ilmini tahsil ederek Mutezile içinde imam seviyesine yükselmiştir. Eşari’nin, Mutezili düşünceden ayrılmasaydı Mutezili kelâmını öğrendiği ve etkisinde kaldığı hocası Cübbâi’nin yerini alacak derecede bir donanıma sahip olduğu söylenmiştir.

Hocası Cübbâi ile birçok konuda görüş alışverişinde bulunan, zaman zaman münakaşalara giren Eşari, bu münakaşalarda tatmin edici cevaplar alamayınca Mutezile’ye karşı zihninde birtakım şüpheler oluşmuştur. 300 yılı civarında bir Cuma günü Basra Camii’nde Mutezileden ayrılarak Sünni kelâmı tercih etmiştir. Bu açık ilandan sonra bir müddet Ahmed bin Hanbel’in (ö.241/855) benimsediği selef itikadına tabi olduğunu açıklamıştır. Mutezileden ayrılmasına sebep olarak Hz. Peygamber’i rüyasında görmesi ve üç kardeş meselesi de anlatılmaktadır. Yaklaşık 300’lü yıllarda Basra’dan Bağdat’a giderek hayatının geri kalanını burada geçirmiştir. Daha önce Basra’da başlattığı talebe yetiştirme, eser yazma ve münazaralara katılma şeklindeki ilmi çalışmalarına Bağdat’ta da devam etmiştir.

Ahmed bin Hanbel’in görüşlerini savunduğu el-İbâne adlı eserini Bağdat’ta Hanbelilerin ileri gelenlerinden Hasan el-Berbehâri’ye (ö.329/940-41) takdim ettiği hâlde beklediği ilgiyi görememiştir. Yetiştiği Mutezile mezhebinin görüşlerini savunan eserler kaleme aldığı hâlde Ehl-i Sünnet itikadına bağlanması, hayatında önemli bir dönüm noktasıdır. Mutezileden ayrıldıktan sonra başlangıçta Ahmed bin Hanbel’in takipçisi olmuş, kısa bir süre sonra itikâdi konuları aklın ışığında yorumlama yöntemini kullanmaya başlamıştır. Bu, onun hayatının üçüncü evresini oluştururken artık Sünni kelâm içerisinde Mâturidi paralelinde ikinci bir ekol olma sürecini de başlatmıştır. Bu son döneminde daha önce savunduğu Mutezili görüşleri eleştirmeye başlamıştır.

Eşari, itikâdi esaslardan bahsederken ilk döneminde mensubu olduğu Mutezilenin etkisiyle birlikte Ahmed bin Hanbel’den istifade ettiğini de hissettirir. Öbür taraftan nakli akılla destekleme, izah etme ve tevil etme yani akli delillere de yer verme hususunda İbn Küllâb (ö.240/854), Hâris el-Muhâsibi (ö.243/857) ve Ebu’l-Abbas el-Kalânisi (ö.4. asır başları) gibi isimlerin çizgisini takip etmiş; kendine özgü bir metotla kelâm yapmıştır. İlk döneminde akla, ikinci döneminde nakle önem vermiş; son döneminde ise nakli akılla destekleme şeklinde iktisadi bir kelâm anlayışını tercih etmiştir.

İmam Eşari’nin Eserleri

el-İbâne: Eşari’nin Mutezileden ayrıldıktan sonra ilk olarak kaleme aldığı sanılan eser, başta Ehl-i Hadis/Selef akidesini özetledikten sonra nübüvvet bahisleri dışında kelamın hemen bütün önemli konularına kısaca temas eder, bu konularda Ehl-i Bidatin görüşlerini çürütür.

el-Lüma: Eser, bazı ulûhiyyet bahisleri ve imamet meselesini ele alır, kelami bir üslup taşır. Eser, Eşari’nin Ehl-i Sünnet kelâmında esas alınan görüşlerini içerir. Eşari, eserde nasların ışığında kelâmi meselelerin akli izahlarını yapar.

Risâle fi İstihsâni’l-Havz: Akâid alanında kelâm metodunu kullanmanın cevazı hakkında on bir sayfalık bir risaledir. Eşari, eserde kelâm meseleleri ile ilgili tartışmalara girmeden “selef Âlimlerinin görüşü şudur…” şeklindeki kalıp ifadelerle Ehl-i Sünnet düşüncesini ortaya koyar.

Usûlü Ehli’s-Sünne: Eşari’nin Derbent halkına hitaben yazıp gönderdiği bu risale, Ehl-i Sünnet akidesini Selef açısından ele alır.

Makâlatü’l-İslâmiyyin ve İhtilafu’l-Musallin: Eşari, bu eserde tenkite tabi tutmadan İslam fırkalarının (ehl-i bidatin) görüşlerini nakleder, Ehl-i Sünnet akidesinin de esaslarını sayarak bunlara bağlılığını belirtir. Eserin ikinci kısmı kelâm ilminin bazı ince meselelerine tahsis edilmiş olup özellikle Mutezilenin bu meseleler hakkındaki görüşleri sıralanır. Eserin üçüncü kısmı Allah’ın esmâ ve sıfatları hakkında ihtilaflara dairdir.

Eşariyye Mezhebinin Teşekkül Süreci

İbn Küllâb el-Basri ile başladığı düşünülen Kelâm metodu, Eşari ile daha sistematik bir yapı kazanmış, Sünni kelâmın oluşması, resmen ve açıkça Irak’ta Eşari ile başlamıştır. Eşari’nin talebeleri olan Hasan el-Bâhili ve İbn Mücâhid (ö.324/936) gibi alimler, onun görüşlerini yaymaya çalışmışlardır.

Bir kelâm sistemi ve algısı bakımından pek çok konuda Mâturidilikle aynı düşünmekle birlikte Mâturidilikten ayrıldığı belli başlı konular bulunmaktadır: Sıfâtullah, ef’âl-i ibâd, iman-amel ilişkisi gibi konulardan bunlardan birkaçıdır. Hicri 2. asırda nakille birlikte akla vurgu yapan, nakli akılla tevil etmeye çalışan Mutezile ortaya çıkmıştır. Bunun yanında sıfatlar bağlamında Cehmiyye, Müşebbihe ve Mücessime varlık göstermektedir.

Bu sayılan ehl-i bidat akımlar yanında Hasan-ı Basri (ö.110/728) ile başlayan Sünni kelâm anlayışı doğmuştur. Bu anlayışın içinde ise bir taraftan itikâdimeselelerde naslara sımsıkı sarılmayı temel ilke edinen, içinde İmam Mâlik (ö.175/795), İmam Şâfii (ö.204/820) ve Ahmed bin Hanbel (ö.241/825) gibi isimlerin başı çektiği Selefi anlayış bulunmaktadır. Diğer taraftan da nasları temele almakla birlikte naklin tevilinde akla başvurmayı ve nasları akılla temellendirmeyi benimseyen, içinde Ebu Hanife ve talebeleri, İbn Küllâb, Hâris el-Muhâsibi ve Ebu’l-Abbas el-Kalânisi gibi alimlerin kelâm anlayışı gelişmiştir.

Bütün bunların üzerine halku’l-Kur’ân tartışmalarına bağlı olarak Abbasiler döneminde Mutezili anlayışın hâkim olmasıyla bu görüşe karşı olanlara uygulanan mihne sonucunda ilk kutuplaşmalar belirginleşmeye başlamıştır. Böyle bir ortamda doğan Mâturidilik ile birlikte 4. asırda varlık gösteren Eşarilik, kendilerinden önceki üç asırlık tartışmaların üzerine ortaya çıkmışlardır.

Mutezileye karşı oluşan reaksiyonu Ehl-i Hadis içinde özellikle Ahmed bin Hanbel temsil etmiş ve bu, onun doğal liderliğini ortaya çıkarmıştır. Ancak bir reaksiyon olarak gelişen bu akımın sistematiğinde bazı boşluklar bulundurmaktadır. Bu sebeple daha sonra gelen ve Selef metodunun yetersizliğini gören bazı alimler, akli delillere de başvurarak başka bir metot ve tavır arayışına girmişlerdir. Bu bağlamda h. 3. asırdan itibaren bir yönüyle Mutezilenin bıraktığı yerden devam eden bir yönüyle de Mutezileye karşı olmak şeklinde ortaya çıkan bir tavır geliştirilmiştir. Böylece aslında Mutezile eliyle oluşturulan kelâm metodu, h. 3. asırdan itibaren Sünni kelâm metoduna dönüşmüştür.

Aslında Eşari kelâmı, kendi döneminde var olan Mutezile kelâm söyleminden ayrı ancak kendisinden önceki dönemlerde uygulanan Selef söyleminden de farklı şekilde bir anlayış olarak gelişmiştir.

Eşari’nin görüşleri, takipçileri tarafından kayda değer bir değişime uğrayarak geliştirilmiştir. Onun sistemine katkıda bulunan ve Eşariliğin kuvvetli bir mektep haline gelmesini sağlayan isimler arasında özellikle İbn Furek (ö.406/1015), Bakıllâni (403/1013) ve Ebu İshak el-İsferâyini (ö.418/1027) öne çıkan isimlerdir. Bu alimler hem Eşariliği yayan hem de sistemleştiren neslin öncüsü olmuşlardır. Özellikle Bâkıllâni, mezhep içinde ikinci imam gibi olup mezhebi hem sistemleştirmiş hem de mezhebin kelâm metodolojisini ortaya koymuştur.

Selçuklu sultanı Tuğrul Bey’in (ö.455/1063) veziri olan Mutezili görüşlere sahip el-Kunduri’nin (ö.456/1064) Eşarilik üzerinde kurduğu baskı, Eşariliğin tarihi seyrinde bir dönüm noktasıdır. Bu baskı döneminde Eşariliğin yayılması ve ilmi faaliyetleri durdurulmuş, el-Cüveyni’nin (ö.478/1085) de içinde bulunduğu birçok Eşari alim sürgün edilmiştir.

Alparslan’ın (ö.465/1072) tahta geçmesi ve Nizamülmülk’ün (ö.485/1092) vezir olmasıyla Eşarilik üzerindeki baskı kalkmış ve Eşarilik, tekrardan etkin konumunu kazanmıştır. Bu dönemde kurulan Nizamiye medreselerinde Eşarilik o derece okutulmuştur ki, Nizamiye medreseleri denilince Eşari kelâmı akla gelir olmuştur. Nizamiye medreseleri, Eşariliğin yayılmasında ve kökleşmesinde çok önemli bir role sahiptir. Bundan sonra Eşari metinleri, medreselerde baskın olarak okutulmaya devam etmiştir.

İslam medrese geleneğinde Eşari metinleri yaygın olarak okutulması, Anadolu Selçuklularından Osmanlı’ya intikal etmiş, Cumhuriyet dönemine kadar da devam etmiştir.

Eşarilik içinde ikinci dönüm noktası, -öncesinde Cüveyni’nin özellikle tevili ve felsefi kavramları Kelâma dahil ettiği kabul edilse de-İmam Gazali’nin (ö.505/1111) mantığı kelâma dahil ederek yeni bir anlayışı başlatmasıdır. Gazali’nin açtığı bu yolu devam ettiren Râzi (ö.606/1210), felsefeyle kelâmı mezcetmiştir. Eşarilik içerisinde başarılan bu dönüşüm, sonrasında İslam düşünce geleneğinde Eşariliği baskın unsur haline getirmiştir ve sonrasında yazılan metinler bu metotla kaleme alınmıştır.

Râzi’den sonda İci (ö.756/1355) gibi kelâmcıların metinlerine şerh ve haşiye yazma geleneği başlamıştır. Yazılan bu şerh ve haşiyeler, Râzi çizgisini devam ettiren iki büyük alim tarafından, Sadeddin et-Teftâzâni (ö.792/1390) ve Seyyid Şerif el-Cürcâni (ö.816/1413) tarafından yazılmıştır. Bu isimlerin metinleri, yüzyıllarca hem Osmanlı medreselerinde hem de İslam dünyasının birçok yerinde ders kitabı olarak okutulmuştur.

Mesela Osmanlı medreselerinde Teftâzâni’nin Şerhu’l-Akâidi, İci’nin Mevâkıf’ı üzerine Cürcâni’nin yazdığı Şerhu’l-Mevâkıf asırlarca okutulmuş ve bunlar üzerine birçok şerh ve haşiye yazılmıştır. Osmanlı ilim geleneği içerisinde yazılan bu şerh ve haşiyelerle birlikte Eşarilik, metinsel olarak Osmanlı’da modernleşmeye kadar devam etmiştir.

Modernleşme dönemine gelindiğinde (özellikle Tanzimat sonrasında) Eşarilik, İslam dünyasında en çok tenkit edilen düşüncelerin başında gelmiştir. Bu dönemde kabaca İslamiilimler içerisinde tasavvuf, kelâm mezhepleri içerisinde Cebriyye, Ehl-i Sünnet içerisinde de Eşarilik zemmedilmiştir. Bu durum, klasik müktesebatın yetersizliği ve eserlerin birçok teferruatla malul olduğu gibi ithamlar, klasik Eşarilik üzerinden gelen atom nazariyesinin modern dönemde yıkılmış olması, âlem anlayışının değişmiş olması, Eşariliğin nedensellik ilkesini inkâr eden yaklaşımının modern bilimsel bilgi ile uyumsuz olması gibi sebeplerden kaynaklanmaktadır.

Eşariyye Mezhebinin Mütekaddimun Dönemi

Mütekaddimun Dönemi Konuları

1-Varlık ve Âlem Anlayışı

İlk dönemlerde varlık meselesinde maksat, âlemin sonlu ve hâdis olmasından hareketle varlığı hâdis ve kadim olarak ikiye ayırarak kadim olan varlığın Allah olduğunu ispatlamaktır. Eşariliğin varlık anlayışı, klasik kelâmın varlık anlayışı ile aynıdır: Âlem, bütünüyle hâdistir ve her hâdis, kadim ve aşkın bir muhdise ihtiyaç duyar. Kâinat, özde farklı nitelikleri bulunmayan birbirine benzer cevherler ile değişik türlerden oluşan arazlardan meydana gelmiş olup hâdistir, kadim ve aşkın bir muhdis tarafından yaratılmıştır. Cevher ve arazların varlıklarını sürdürmeleri, Allah’ın onları sürekli yaratmasına bağlıdır. Zira evrende ondan başka yaratıcı ve varlıklar üzerinde müessir olan bir fail yoktur. Özellikle “hudûs delili” sayesinde kelâmcılarca Allah dışındaki bütün varlıkların sonlu ve fani olması ispatlanabilmiştir. Bu sonlu varlıkların bir muhdise ihtiyacının olması, isbât-ı vâcibe götürmüştür.

2-Allah Anlayışı

Allah’ın sıfatları meselesine dair ayrışmalar, Allah’ın zâtı hakkında olmayıp O’na nispet edilen sıfatların tevhide zara verip vermeyeceği noktasında yoğunlaşmıştır. Bu bağlamda kelâmcılar, Allah’ın birliği konusunu genellikle Allah’ın zâtı itibariyle tek ve ortaksız olması, sıfatları açısından ise onunla yarattığı varlıklar arasında benzerliğin bulunmaması şeklinde iki açıdan ele almışlardır.

Mütekaddimun döneminde Allah anlayışı hakkında “sıfat” kavramı, “sıfatların zât ile aynılığı/gayrılığı” ve “sıfatların sübutu” gibi konular daha çok öne çıkmıştır. Eşarilik, Allah tasavvurunda kudreti , Mutezile adaleti, Mâturidiler ise hikmeti esas almaktadır. Bu temel anlayış, bütün konularda muhafaza edilmiştir.

Mütekaddimun Dönemi Âlimleri

Eşari’nin açtığı çığır öncelikle talebeleri aracılığıyla sürdürülmüş ancak esas takipçilik ve sistemi sürdürme faaliyeti Bâkıllâni, İbn Furek ve Ebu İshak el-İsferâyinigibi isimler tarafından gerçekleştirilmiştir.

1-Bâkıllâni(ö. 403/1013)

Eşari’nin sisteminin takipçisi ve sürdürücüsü olarak en fazla öne çıkan isimdir. Eşarilere muhalefet eden mezhepleri, özellikle Mücessime ve Mutezile’yi tenkit eden Bâkıllâni, Eşari’nin görüşlerini zaman zaman özetleyerek zaman zaman da onları geliştirerek Eşariliğin sistematik bir yapıya bürünmesinde önemli bir role sahip olmuştur. Bununla birlikte Eşari’den ayrıldığı kelâmi görüşleri de olmuştur.

O, Eşari’nin oluşturduğu metodu tamamlarken Eşari kelâmı bağlamında yeni akli bahisleri de ekleyerek mezhebin temel prensiplerini belirlemiştir. Temhid adlı eseri, kelâm konularını bütün ayrıntılarıyla ele alan ilk eserdir.

2-İbn Furek (ö. 406/1015)

Eşariliğin yayılmaya başladığı Basra ve Bağdat’a giderek bu bölgelerde Eşari’nin öğrencisi olan İbn Mücâhid’dentahsilini tamamlamış, daha sonra İsfehan’a ve Nişabur’a giderek Sünnidüşünceyi yaymaya çalışmıştır. En önemli iki eseri Eşari’nin fikirlerini topladığı Mücerred-u Makâlâti’ş-Şeyh Ebi’l-Hasen el-Eşarive Ebu Hanife’nin el-Âlim ve’l-Müteallim’ine yazdığı şerhtir.

3-Ebu İshak el-İsferâyini(ö. 418/1027)

Eşari’nin öğrencisi Bâhili’nin Bağdat’taki ders halkasında ilim tahsil etmiş, daha sonra Nişabur’a dönmüştür. Burada oluşturduğu ders halkalarında Kuşeyri (ö.465/1072) gibi meşhur alimler yer almış, ayrıca Eşarilik içinde önemli kelamcılardan olan Abdulkâhir el-Bağdâdi’ye (ö.429/1037) de hocalık etmiştir. Kelâm alanında en çok bilinen eseri el-Akide adlı risalesidir.

4-Abdulkâhir el-Bağdâdi (ö. 429/1037)

Kelâm alanında en çok Usûlü’d-Din, dinler ve mezhepler tarihi alanında önemli bir yere sahip olan el-Fark beyne’l-Firak ve el-Milel ve’n-Nihal adlı eserleri bilinmektedir.

5-Cüveyni

(ö. 478/1085) Selçuklular zamanında vezir Kundûri’nin Eşariler aleyhine yürüttüğü bazı uygulamalar nedeniyle Hicaz’a giderek oraya yerleşmiştir. Daha sonra Alparslan döneminde Nizamülmülk’ün vezir olmasıyla Eşariler aleyhine olan bu durum olumlu yöne dönmüş ve Cüveyni, Nizamiye medreselerine müderris olarak tayin edilmiştir. Akidetü’n-Nizâmiyye adlı eserinde ulûhiyyet, nübüvvet ve sem’iyyât şeklindeki bu yeni üçlü sistemi uygulaması bakımından temayüz etmiş bir kelamcıdır.

Eşariyye Mezhebinin Müteahhirun Dönemi

Müteahhirun Dönemi Konuları

Gazaliile birlikte başlayan bu dönemde kelâm sisteminde önemli bir değişiklik meydana gelmiştir. Önceki dönemde bilgi, varlık, Allah’ın sıfatları ve nübüvvet meseleleri temel kelam konuları olarak bilinmekteydi. Bu dönemde ele alınan konuların başında da varlık gelmektedir. Özellikle Cüveyni ile birlikte kelâm kitapları usûl-i selâse diye tabir edilen ulûhiyyet, nübüvvet ve sem’iyyât şeklinde kategorize edilen sistematik yapısına kavuşmuştur. Bu dönemde felsefe, kelâma dahil edilmiş; mantık ilminin kuralları, kelâm yapmada da kabul edilmiş; felsefe ile memzuc bir kelâm metodu geliştirilmiştir.

Mütekaddimun Dönemi Âlimleri

1-İmam Gazali (ö. 505/1111)

Nişabur Nizamiye medresesinde Cüveyni’ye talebelik etmiştir. Hocasının vefatından sonraki dönemde Bağdat Nizamiye medresesine müderris olarak tayin edilmiş; felsefe ile olan diyaloğu sayesinde medrese müfredatına felsefi eserleri de eklemiştir. Bâkıllâni ve Bağdâdi’nin kelâm mantığı ve yaklaşımının aksine hocası Cüveyni’nin başlattığı kelâm anlayışı, onun kelamcılığı açısından önemli bir hazırlık ve destekleyici unsur olarak kabul edilmelidir. Bu destekleyici unsura binaen Gazali’nin kelâm alanında geliştirdiği en önemli husus, mantığı kelâma dahil ederek mantık temelli bir usul geliştirmesidir. -Başlıca eserleri arasında el-İktisâd fi’l-İ’tikâd, Makâsıdü’l-Felâsife, Tehâfütü’l-Felâsife, el-Mustasfâ, Mi’yâru’l-İlim, Mihakku’n-Nazar gibi eserler bulunmaktadır.

2-Fahreddin er-Râzi (ö. 606/1210)

Dönemin hem fikir babası hem büyük bir imamı olarak kabul edilen Râzi, özellikle el-Meâlim, el-Muhassal ve el-Metâlibu’l-Âliye adlı eserlerinde felsefe ile kelâmı birleştirerek felsefi kelam dönemini başlatmıştır.

3-Seyfeddin el-Âmidi (ö. 631/1233)

Ebkârü’l-Efkâr ve Gâyetü’l-Merâm fi İlmi’l-Kelâm gibi eserlerinde Râzi’nin önemli katkıları bulunan felsefi kelâm anlayışını ondan sonra devam ettiren isimlerdendir.

4-Adudüddin el-İci (ö. 756/1355)

Asıl şöhreti, Cürcâni’nin şerh ettiği el-Mevâkıf ve Devvâni’nin şerh ettiği el-Akide adlı eserleriyle ortaya çıkmıştır.

5-Sadeddin et-Teftâzâni (ö. 792/1390)

Onun asıl şöhreti Mâtüridi olan Ömer en-Nesefi’nin (ö.537/1142) Metnü’l-Akâid adlı eseri üzerine yazdığı Şerhu’l-Akâid ve hem metni hem şerhi kendisine ait olan Şerhu’l-Makâsıd isimli eserlerine dayanır. Eserleri, Osmanlı medreselerinde asırlarca okutulmuş ve temel kaynak olarak kullanılmıştır.

6-Seyyid Şerif el-Cürcâni (ö. 816/1413)

Teftâzâni gibi Osmanlı medreselerinde uzun yıllar okutulan Şerhu’l-Mevâkıf adlı eserin sahibidir. İkinci önemli eseri olan et-Ta’rifât ise kelâm, felsefe ve tasavvuf alanlarına ait temel kavramları içermektedir.

Kelâm ilmini felsefe ile rekabet edecek seviyeye getiren bu isimler, kavuştukları ilmi güçle birlikte Eşari’yi aşmış, onun görüşlerini geliştirmiş ve zaman zaman da tenkit etmişlerdir. Hanefi ve Mâturidilerin hâkim oldukları yerlerde bile Eşariliğin öne çıkması ve Eşari kelâm kitaplarının okutulması, Eşari’den sonra gelen Eşari kelâmcıların gücünü göstermektedir. Söz konusu bu duruma en iyi örnek, Osmanlı toplumunun Mâturidi olmasına rağmen medreselerde Eşari kelâm kitaplarının okutulmasıdır.

Eşari Mezhebinin Temel Kelami Görüşleri

Bilgi

Eşari’yegöre bilgi, zaruri ve iktisabi olmak üzere ikiye ayrılır. Doğruluğundan şüphe edilmeyen bilgilere zaruri bilgiler denir. Bilgi kaynakları üçtür: Duyular/havâss-ı selime, akıl/istidlâl ve doğru haber/haber-i sadık.

Akıl, dış dünyadaki nesnelerden yaptığı soyutlamalarla yani kavramlarla birleşip özdeşleşince bilgi meydana gelir. Bu anlamda akıl, bilgi demektir. Bilgi, sadece nazar ve tefekkürle değil tartışma yoluyla da elde edilebilir. Haberin kesinlik ifade etmesi, onun tevatür derecesinde olmasına bağlıdır. Aynı zamanda tevatür derecesindeki haber, akla ve duyu ile elde edilen verilere aykırı olmamalıdır. Gazali’nin bilgi kaynaklarından biri olarak kabul ettiği “keşif” ise, diğer Eşari kelâmcılar tarafından reddedilmiştir.

Ulûhiyyet

Allah’ın Varlığının Delilleri

Allah’ın varlığına ulaşma konusunda akıl üzerinde duran Eşari kelâmcılar, mütekaddimun döneminde hudûs delili üzerinden bir sistem oluşturmuşken, müteahhirun döneminde ilk dönemde kullanılan delillerle birlikte filozoflarında önem verdiği imkân delili öne çıkmıştır.

Hudûs Delili

Allah’ın varlığını ispat için bir varlığın, olayın hatta bütünüyle âlemin bir zamanlar yokken sonradan var olması manasını ifade eder. Sonradan meydana gelen, yaratılan şeye hâdis, onun yaratıcısına da muhdis denir. Varlık ve olayların, bir yokluğun ardından yani yok iken var olmaları durumu, bir yaratıcının bulunmasını akli bir zorunluluk olarak gerektirir. Her değişen şey, hâdistir, sonradan olmuştur. Her bir hâdisin, bir muhdisi, yani yaratanı vardır. Âlem de sürekli olarak değişim hâlindedir. Öyle ise bu âlemin ezeli bir yaratanı vardır.

İmkân Delili

Bir şeyin kendi zatında varlığının ve yokluğunun imkân olarak birbirine eşit olması; varlığı veya yokluğunun zorunlu olmamasıdır. Yani var olması da yok olması da mümkün olmak, demektir. Öyleyse onların varlıkta veya yoklukta olmalarını tercih eden bir yaratıcının iradesi olmadan var da olamazlar yok da olamazlar. Öyleyse varlık ya da yokluk şıklarını tercih eden bir yaratıcı vardır. Eşari kelâmcılar, ilâhi zât hakkında bilgi sahibi olmaktan çok Allah-kâinat ilişkisi üzerinde durmuşlardır.

Sıfâtullahın Bilinmesi

Cüveyni, Gazalive Râzigibi bazı Eşariler, ilâhizâtın sıfatları insanların algı düzeylerini aştığı için bunların hakikatini sadece akıl yürüterek bilmenin imkânsız olduğunu savunmuşlardır. Öte yandan Teftâzâni ve Cürcâni gibileri, mahlukata ait nitelikleri göz önünde bulundurarak ilâhi sıfatların hakikatinin kısmen de olsa bilinebileceğini savunmuşlardır.

Ru’yetullah

Eşariler, Allah’ın cennette görülmesi hususunda ittifak etmişlerdir. Ancak ru’yetullahın aklen ispatı ve dünyada gerçekleşmesi konusunda farklı görüşleri mevcuttur. Râzi gibiler, bu konuda sadece nakli delilin yeterli olacağını savunmuşlardır. Râzi’ye göre ru’yetullahın imkânsızlığını iddia etmek büyük bir cehalettir. Vahye dayalı sem’i deliller, ru’yetullahın olacağını söylemektedir. Mutezilenin ru’yetullahın imkânsızlığına ilişkin kuşkuları yersizdir. Dolayısıyla delillerin zahir anlamlarına bağlı kalmamız gerekmektedir.

Kader, İnsanın Fiilleri ve Özgürlüğü

Eşariler, insanın fiillerini değerlendirirken Allah’ın kudreti eksenli bir anlayış geliştirirler: Kulların ihtiyâri fiilleri, Allah’ın yaratmasıyla meydana gelir. Kul, fiilini Allah’ın dileyip yarattığı hâdis kudret ile yapar. Bu hâdis kudret ile fiili yaptığı için de sorumlu olur.

Bâkıllâni, Eşari’nin cebre yakın gibi görünen bu tutumundan kaçınmak için kulun bu hâdis kudretinin fiili üzerinde etkili olduğunu kabul etmiştir. Cüveyni ise Eşari’nin bu görüşünü isabetli bulmayarak -kulun sorumluluğuna uyum sağlayacak şekilde-kulun kendi kesbi üzerinde kudret sahibi olduğunu, onun bu kudretinin kesbi üzerinde mevcut olduğunu kabul etmiştir. Teftâzâni ve Cürcâni gibi sonraki Eşariler, fiillerin meydana gelmesinde insanın kudretinin bir etkisinin olmadığını, insanın özgür gibi görünen ancak hakikatte özgür olmayan bir varlık olduğunu kabul ederek Eşari’nin görüşüne dönmüşlerdir.

Nübüvvet

Allah, kulların hakikati görmeleri için gerekli olan peygamberlik vazifesine dilediği kulunu seçebilir. Bunda herhangi bir sebep ve hikmet söz konusu olmayıp bu, Allah’ın rahmetinin bir sonucu olarak gerçekleşir. İnsan, aklıyla idrak edemeyeceği fizik ötesi âleme ait bilgileri mucize sahibi olan bu peygamber sayesinde elde eder.

İman-Amel İlişkisi

Eşari’ye göre iman, tasdikten ibarettir. Dil ile ikrar ve amel, iman tanımında zikredilse bile bunlar imanın var olması için şart değildir. Büyük günah işeyen kimse kâfir değil fasık olur. Günah işlemek, itikâdi açıdan mahzurlu değildir. Dolayısıyla bu kişinin arkasında Cuma, bayram ve diğer namazlar kılınabilir. Eşarilerin çoğunluğuna göre iman, inanılacak konuları kalpten tasdik etmektir. İkrar, -Teftâzâni’nin dediği gibi-tasdik edileni dil ile ifade etmektir. Ancak tasdikin sakıt olması hiçbir şekilde mümkün değilken, ikrarın bazen düşmesi mümkündür.

Ahiret

Ölüm meselesi, en fazla ayrılığa düştükleri konudur. Eşariler arasında erken dönemde ruhun “latif bir cisim” olduğu vurgulanmıştır. Ancak sonraki dönemlerde ruhun bedenden ayrı basit bir cevher olduğu ve ölümden sonra da varlığını sürdürdüğü görüşü kabul görmüştür.

Hilafet/İmamet

Eşariler’e göre Müslüman toplumun idari işlerini Rasulullah’ın belirlediği prensipler çerçevesinde yürütmesi için elbette bir yönetici gereklidir. Ancak Şia’nın iddia ettiği gibi imamın nas ve tayinle olması gerektiğini belirten bir delil yoktur.

Bu makaleyi okuyanlar için tavsiye yazı: “Maturidiyye Mezhebi

Kaynaklar

TDV İslam Ansiklopedisi, Eşariyye Maddesi.
Wikipedia, İslam Mezhepleri Maddesi.
Wikipedia, İmkan Delili Maddesi.
Allah’ın Varlığını Aklen Bilmeye İlişkin Maturidi’nin Hudus Delili, Fatma Aygün, Amasya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 6 (2016).
Eşari ve Metodolojisi, Erkan Yar, İlahiyat Fakültesi Dergisi, 10/2, 2005.
Eşarilik’in Doğuşu ve İlk Dönem Eşarilik, Enes Er, İslam Bilimleri Araştırmaları Dergisi, Sayı:1, 2016.
Ana Hatlarıyla İslam Mezhepleri Tarihi, Mustafa Öz, Ensar Yayınları, İstanbul, 2014.
Kelam İlmine Giriş, Cemalettin Erdemci, Ensar Yayınları (Dem Serisi), İstanbul, 2012.
Osmanlı’da Eşarilik-Maturidilik İlişkisine Genel Bir Bakış, Mehmet Kalaycı, İlahiyat Akademi Dergisi, 2017.
Kelam İlmi, Bekir Topaloğlu, Damla Yayınevi, İstanbul, 2000.

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

eMedrese bir İlmiye Vakfı projesidir.