e-Medrese

Mutezile Mezhebi

Mutezile Mezhebi

Mutezile Mezhebi

Mutezile ekolü hicri ikinci asırda yabancı kültürlerin ve dinlerin buluştuğu bir ilim merkezi olan Basra’da doğmuştur. En karakteristik özelliği, itikadi meselelerin yorumunda aklı ön planda tutması, zaman zaman aklı hâkim kılmasıdır. Ortaya çıkışı itibariyle itikadibir ekol olsa da zamanla itikadi-siyasi hüviyet kazanmıştır. Diğer taraftan görüşlerine nispetle muhtelif fırkalar tarafından değişik isimlerle anılmışlardır.

Mutezile Mezhebinin İsimleri

a-Mutezile

“Ayrılmak” manasındaki “itizâl”den gelir. Ekolün kurucusu olan Vâsıl b. Atâ (ö.131/748), mürtekib-i kebire konusunda hocası Hasan el-Basri (ö.110/728) ile ihtilafa düşer ve kendi görüşüyle hemfikir olanlarla birlikte onun halkasından ayrılarak mescidin sütunlarından birinin yanına oturur ve orada kendi ders halkasını kurar. Bunun üzerine Hasan el-Basri “itezele ‘annâ Vâsıl (Vâsıl bizden ayrıldı)” der. Bir başka görüşe göre bu isim bidatçilerden ve aşırı uçlardan uzak durdukları için kendileri tarafından tercih edilmiştir.

b-Ehlu’t-Tevhid ve’l-Adl

“Adâlet” ile kader inkâr edilir. Allah’a şer nispet etmemek ve onu bundan tenzih etmek için de insanın kendi fiillerini icat ettiğini savunurlar. “Tevhid” ile kadim sıfatlar inkâr edilir. Ayrıca Allah’ın vahdaniyetini savunmayı da kastederler.

c-Kaderiyye

Kaderiyye, aslında Mutezile’den önce ortaya çıkmış bir fırkadır. Mutezile, bu fırkanın insanların kendi amellerini taktir ettikleri ve Allah’ın bunlarda bir yaratması ve takdiri olmadığına dair görüşlerini benimsediği için bu isimle de anılmıştır.

d-Seneviyye ve Mecusiyye

Mutezile, hayrın Allah’tan, şerrin kuldan ya da şeytandan olduğu görüşünü kabul ettiği ve bu görüş de Seneviyye ve Mecusiliğin görüşüne benzediği için bu isimle anılmıştır.

e-Cehmiyye

Cehmiyye de aslında Mutezile’den önce ortaya çıkmış bir fırkadır. Mutezile bu fırkanın Kur’an’ın mahlûk olduğu, sıfatların nefyi ve ru’yetullahı inkâr gibi görüşlerini benimsediği için bu isimle de anılmıştır. Mesela Ahmed bin Hanbel (ö.241/855), Buhari (ö.256/870), İbni Teymiye (ö.728/1328) gibi alimler “Cehmiyye” ifadesinden Mutezile’yi kastederler.

f-Havaric

Mürtekib-i kebirenin kâfir olmadığını söylemelerine rağmen tövbe etmeden ölmesi hâlinde ebedi olarak cehennemde kalacağı hususunda Haricilere muvafakat ettikleri için bu isimle anılmışlardır.

g-Va’idiyye

Allah’ın va’d ve vaidine sadık olduğu, tövbe etmedikçe günahları bağışlamayacağı şeklindeki görüşlerinden dolayı bu isimle anılmışlardır.

h-Mu’attıla

Cehmiyye’nin Allah’ın sıfatlarını âtıl kılan, dolayısıyla nefyeden yaklaşımını benimsedikleri için tıpkı onlara “Mu’attıla” denildiği gibi Mutezilede bu isimle anılmıştır.

Mutezile Mezhebinin Teşekkül Süreci

Doğuş ve Gelişme (H. 100-198)

İlk ortaya çıktıkları dönemde daha önce ümmet tarafından hoş karşılanmayan Kaderiyye ekolünün olumsuz imajından kurtulabilmek ve görüşlerini rahat bir şekilde savunabilmek için Emevi halifelerinin desteğini elde etmeye çalışmışlardır. Kaderiyye ve Mutezile’nin görüşlerini benimsemiş olan Halife Yezid b. Velid (ö.126/744), Mutezililer tarafından desteklenmiş ve bazı siyasi meselelerde yönlendirilmiştir. Mesela Mutezililer hastalığı esnasında onu kardeşi İbrahim’i veliaht tayin etmesi için teşvik etmişlerdir. Son Emevi halifesi de Kaderiyye’den etkilenenler arasındadır. Hatta ona Ca’d b. Dirhem’in (ö.124/744) görüşlerini benimsediği için Ca’dî denilmiştir.

Abbasiler döneminde Mutezile, ekolün kurucu imamlarından Amr b. Ubeyd’in (ö.144/761) yakın arkadaşı olan Ebu Cafer el-Mansur’un (ö.158/775) hilafetinde etkinliğini artırmıştır. Mansur’dan sonra kısa bir durgunluk dönemi geçirmişler fakat Harun Reşid (ö.193/809) döneminde idarede yer almaya başlamışlardır. Reşid’in bazı Mutezilileri yanında bulundurmasına ve devlet ricalinin Mutezili alimlere yakınlık göstermesine rağmen, Harun Reşid’in dini konularda titiz ve çok mütedeyyin olmasından dolayı Mutezililer, görüşlerini rahatlıkla yayamamışlardır. Mesela Halife, Kur’an’ın mahluk olduğu görüşüne şiddetle karşı çıkmıştır. Dini konularda babasından daha sert olan Emin b. Harun (ö.198/813) döneminde Mutezile’nin yükselişi inkıtaa uğramışsa da Me’mun’un (ö.218/833) halife olmasıyla artık altın çağları başlamıştır.

Altın Çağ (H. 198-232)

İlim, felsefe ve edebiyata düşkün, münakaşa ve cedeli seven bir kişi olan Me’mun, kendi döneminde Mutezile bu sahalarda etkin olduğu için onlara yakınlaşmış ve onlardan öğrenim görmüştür. Bu durum Mutezile’nin görüşlerini devlet eliyle yayması için bir fırsat olmuş, bu fırsat ise Kadı Ahmed b. Ebi Duad (ö.240/854) eliyle hayata geçirilmiştir.

İbn Ebi Duad, fikirlerini Me’mun’a kabul ettirmiş, sonunda onu halku’l Kur’an görüşünü yaymaya ve halkı buna zorlamaya ikna etmiştir. Me’mun, hicri 212’de halku’l Kur’an görüşünü açıkladı. Fakat 218 yılına kadar insanları buna zorlamadı. Bu yıl içinde Bağdat’ta birkaç kez ulemayı aynı konuda imtihana çektirdi ve onları halku’l Kur’an görüşünü kabul etmeye zorladı. Yazdığı mektupta Kur’an’ın kadim olduğunu söyleyen kimsenin açıkça küfür ve şirk işlediğini ifade etti, ısrar edenlerinse bağlanarak kendisine gönderilmelerini, diretenlerin boyunlarının vurulmasını emretti.

Bunun üstüne Bağdat polisi İshak b. İbrahim (ö.286/899) fukahayı topladı ve kendilerine Me’mun’un mektubunu okudu. İçlerinde Ahmed bin Hanbel’in (ö.241/855) de bulunduğu dört kişi hariç hepsi Kur’an’ın mahlûk olduğu görüşünü kabul ettiler. Bunun üzerine tamamı zincirlendi. Daha sonra tekrar imtihana çekildiklerinde aralarından iki kişi daha bu görüşü kabul etti. Ahmed bin Hanbel ve diğeri zincirlenerek Tarsus’a gönderildi fakat oraya vardıklarında Me’mun ölmüştü. Oradan Bağdat’a gönderilirlerken diğer alim yolda öldü. Ahmed bin Hanbel Daru’s-Selâm’a getirilerek hapsedildi.

Me’mun zamanında daha birçok alim halku’l Kur’an konusunda imtihana çekildi. Bunlardan kimisi hapsedildi. Me’mun’dan sonra kardeşi Mu’tasım (ö.227/842) onun vasiyeti üzerine insanları halku’l Kur’an konusunda zorladı ve bütün işlerinde İbn Ebi Duad’a itimat ederek onu kâdılkudât tayin etti. İbn Ebi Duad, bütün gayretini ve imkânını Mutezili görüşleri yaymaya harcadı.

Bu dönemde imtihana çekilen alim ve muhaddislerden bazısı işkence sebebiyle hapiste iken öldü. Bu imtihanlardan en meşhuru Ahmed bin Hanbel’inkidir. Ahmed bin Hanbel, h. 220’de sorgulanana kadar hapiste kalmış, günlerce süren sorgulama ve çeşitli işkencelere rağmen görüşünden vazgeçmemiştir. Mu’tasım’dan sonra halife olan Vâsık (ö.232/847) döneminde Mutezile, gücünün zirvesine ulaştı. Bu yüzden halifeyi devamlı olarak mihneye zorladılar. Bu dönemde de keza birçok alim sorguya çekildi, kimisi hapsedildi ve bunlardan bir kısmı hapiste öldü. Vâsık döneminde mihnenin şiddeti had safhasına ulaşmış, bu durum halkın ondan nefret etmesine sebep olmuştur. Vâsık’ın 232’de ölümüne kadar Mutezile devletin tüm imkânlarını kendi görüşlerini yaymak için kullanmıştır.

Zayıflama ve Gerileme (H. 232-…)

Vâsık’tan sonra halife olan Mütevekkil (ö.247/861), Mutezile’nin bu iktidarına son verdi ve onunla birlikte zayıflama ve gerileme dönemi başlamış oldu. Her ne kadar Mutezile 232’de zayıflamaya başlasa da varlığını hicri dokuzuncu asrın başlarına kadar devam ettirmiş, aynı zamanda Şia içinde Mutezili inanç esasları yaşamaya devam etmiştir. Çünkü Şia, usûlü’d-din noktasında imamet dışındaki konularda hemen hemen Mutezile ile aynı görüşleri benimsemiştir.

Mütevekkil, Mutezile’ninetkisini kırmak adına şu adımları izledi:

1- Hilafete geldiği yıl Kur’an vb. konularda cedeli yasakladı.
2- Mihneyi kaldırdı ve Vâsık döneminde hapsedilenleri serbest bıraktı.
3- İbn Ebi Duad’ın oğlu Ebu’l-Velid’i kâdılkudâtlığa tayin etti ancak aradan birkaç yıl geçtikten sonra onu azletti ve kardeşleriyle beraber hapse attırdı.
4- Fakihler ve muhaddislere hediyeler göndererek onlardan insanlara Mutezile’nin görüşlerini reddeden hadisleri rivayet etmelerini istedi.
5- Ahmed bin Hanbel’le yakınlık kurdu ve ona ikramda bulundu.

Böylelikle Mutezile’ye çok ağır bir darbe vurulmuş oldu. Mutezile’ye vurulan bir darbe de Mutezileiçinde imamlık seviyesine yükselmiş olan Ebu’l-Hasen el-Eşari’nin (ö.324/935-36) Mutezili görüşlerini terk ederek onlara karşı mücadeleye girişmesi olmuştur. Bu gerileme döneminde üç Mutezili isim dikkat çekicidir. Zira Mutezile etkili olmasa da onlar sayesinde varlığını ve hayatiyetini devam ettirmiştir: Kâdı Abdulcebbâr (ö.415/1025), Cârullah ez-Zemahşeri (ö.538/1144) ve Hâkim el-Cüşemi (ö.494/1101).

İslam dünyasının diğer bazı coğrafyalarında aynı anda birden fazla halifenin ortaya çıkmasıyla Bağdat merkezli halifelik kurumu etkisini büyük oranda yitirmişse de manevi otoritesini sürdürmüştür. Bu sebeple İslam dünyasında ortaya çıkan kimi gruplar, Müslüman kitle üzerinde otoritelerini meşru kılmak adına Bağdat’taki hilafeti kontrol altına almaya çalışmışlardır. Dönemin siyasi çalkantıları içinde aktif olarak yer alan Mutezililer, hicri dördüncü asırda Büveyhilerin Bağdat’ta siyasi iktidarı ele geçirmesiyle birlikte diğer mezhep mensuplarını ciddi bir şekilde rahatsız etmeye başlamışlardır. Büveyhiler başta Şiiler olmak üzere Mutezile’ye de destek vererek özellikle Irak, Horasan ve Maveraünnehir bölgelerinde bu ekolün temsilcilerini ön plana çıkarmıştır. Mutezile’nin Cübbâi ekolüne mensup olan Kâdı Abdulcebbâr, Büveyhi döneminin en büyük kadıları arasında yer almış, Mutezili ve Şii kimliğiyle şöhret bulmuş olan Büveyhi veziri Sahib b. Abbad ise devletteki en önemli makamlara sadece Mutezilileri getirmiştir.

Abbasi Halifesi, Büveyhilerin mezhepler arasında gerginlik yaratan bu tasarruflarını engelleyemese de h. 408’de bir genelge yayınlayarak Mutezililerin her türlü eğitim ve münazara faaliyetlerine son verilmesini, İslam’a aykırı olan görüşlerinden vazgeçmelerini emretmiş ve aksi taktirde onları şiddetle cezalandıracağını beyan etmiştir. Büveyhi iktidarının son bulmasıyla birlikte Mutezile mensupları üzerindeki baskı giderek artmış ve etkileri büyük oranda kırılmıştır. Özellikle Gazneli Mahmud (ö.421/1030) olmak üzere birçok yönetici döneminde başta Mutezileve Şia olmak üzere muhalif gruplar takip altına alınmış ve Mutezililer Horasan bölgesinden sürülmüştür. Sonrasında Mutezile, kendi içinde farklılaşarak değişik kollar halinde varlığını sürdürmüştür.

Mutezile Mezhebinin Beş Temel Esası (Usul-ü Hamse)

Tevhid

Bu temel ilkeye göre Allah eşi ve benzeri olmayan, tüm cihetlerden ve mekândan münezzeh, hiçbir şekilde mahlûkata benzemeyen ve duyularla algılanamayan, tek bir ilah ve kadim olan tek varlıktır; O’ndan başka kadim bir varlık yoktur. O, vahdaniyeti gereği kadimdir ve kıdem vasfı ona mahsustur. O’nun dışındaki her şey muhdestir.

Tevhid esasına bağlı olarak şu ilkelerden bahsedilebilir:

a-Allah’ın Sıfatlarını İnkâr

Allah’ın sıfatları O’nun zâtından ayrı düşünülebilen şeyler değildir. Dolayısıyla “Allah alîm, kadîr, semî, basîrdir” denilebilir fakat “O’nun ilim, kudret, sem’, basar sıfatları vardır” denilemez. Çünkü ilk ifadede kullanılan kelimeler sîga bakımından da sıfat olup zâtı ve sıfatı aynı anda ifade eder. İkinci ifadede ise sıfat, masdar şeklinde zikredilen müstakil bir mana olup zâta ayrıca ilave edilmektedir. Şu hâlde Allah’ın sıfatları da zâtı gibi kadim olacağından birden fazla kadim benimsenmiş olur (te’addüd-i kudemâ), bu ise tevhid ilkesine aykırıdır.

b-Kur’an’ın Yaratılmışlığı

Allah’ın zâtından gayrı kadim bir kelam sıfatı yoktur. O halde ses, harf ve kelimelerden meydana gelen Kur’an ezelî ve kadim değildir; mahlûk ve muhdestir. Eğer Kur’an ezelî ve kadim olsaydı, Kur’an’da ifade edilen emir, nehiy ve haberlerin de ezelde var olması gerekirdi ki bu muhaldir. Bunun aksini düşünen kimse vahdaniyete ters düşmüştür. Zira bir şey mahlûk değilse, ezelî ve kadîm sıfatını almış olur ki, bu sıfatlar Allah’a mahsustur.

c-Ru’yetullah

Allah’ın görülmesi hâlikın hiçbir şekilde mahlûka benzemeyeceği ilkesine ters düşer ve teşbihe yol açar. Çünkü gören ile görülen arasında ışık, mesafe vb. cisimlere mahsus durumlar gerekmektedir. Dolayısıyla Allah’ın gözlerle görülmesi mümkün değildir

d-Haberî Sıfatların Tevili

Tevhîd ilkesi gereği, Kur’an ve hadislerde geçen istivâ, vech, ayn ,sâk vb. yön ve uzuv bildiren ifadeler tevil edilir.

Adâlet

Bu ilkeye bağlı olarak özellikle kader tartışmaları ekseninde şu görüşler öne sürülmüştür:

a-İrade Özgürlüğü

Allah adildir, kullarına asla zulmetmez. Binaenaleyh kullar, işledikleri ihtiyari fiilleri (iyilik ve kötülükleri), Allah tarafından kendilerine verilen hür ve müstakil irade ile gerçekleştirirler. Bu fiillerin meydana gelişinde ilahibir müdahale söz konusu değildir. Zira kulun fiili, ilâhi irade ile vuku bulsaydı kul o fiili cebir altında yapmış olurdu. Bu taktirde ondan dolayı ceza görmesi zulüm sayılırdı. Dolayısıyla kul, kendi fiillerinin yaratıcısıdır ve İslâm’ı kabul, Allah’a itaat etmek ya da kafir olmak kendi elindedir. Bununla birlikte Allah, bütün kullarının İslam’ı kabul edip kendine itaat etmesini diler, insanlara bunu emreder ve günah işlemeyi yasaklar.

b-İnsanın Kudreti

Allah’ın adalet sıfatı, O’nun adalete aykırı bir şey yapmasına manidir. Akıllı kişi ancak hayırlı ve iyi (aslah) işleri yapabilir ve Allah, hikmeti gereği neyin hayırlı olduğunu bilir. O, kötü fiillerde bulunamaz, hayırlı olanı terk edemez. Kullarından imkânsız bir şeyi yapmalarını da isteyemez. Hulâsa edecek olursak; kul için hayırlı (aslah) olanı yaratmak Allah’a vaciptir. O’nun hikmeti, kulların iyiliğine riayet etmeyi gerektirir.

c-İyi ve Kötünün Ölçüsü

İyi ve kötü olan şeyler, Allah onlar için iyi ve kötü dediği için öyle değillerdir. İyilik ve kötülük (hüsün ve kubuh) varlıkların özünde bulunur. Binâenaleyh Allah zaten iyi olan şeyleri yapmayı emreder, zaten kötü olan şeyleri yapmaktan nehyeder. Bu şeylerin iyi veya kötü olduğunu belirtmek için ilâhi kanunlara ihtiyaç yoktur.

Va’d ve Vaid

Kişi mümin ve itaatkâr olarak ahirete intikal ederse sevap ve mükâfata (va’d), buna mukabil imansız olarak veya büyük günah işleyip tövbe etmeden ölürse azaba ve ebedi olarak cehennemde kalmaya(vaid) lâyık olur. Allah’ın va’dinden ve va’idinden dönmemesi onun üzerine vaciptir. Allah büyük günahı, tövbe olmaksızın hiçbir şekilde kendi lütfuyla veya şefaatle affetmez. Bu günah ebedi olarak cehennemde kalmayı gerektirir. Binâenaleyh mümin cehenneme geçici bir zaman için de olsa girmez, cehenneme giren ise oradan çıkamaz. Büyük günah işleyenlerin durumu hakkında Mutezile’nin görüşü ile Haricilerin görüşü birdir. Ancak Hariciler, İslam’ı benimseyen büyük günah sahiplerine kâfirlerin azabı gibi azap edileceğini, Mutezile ise onların azabının kâfirlerin azabından biraz daha hafif olacağını söyler.

el-Menzilet-u Beyne’l-Menzileteyn

Büyük günah işleyen mümin, imandan çıkar; fasık olur. Çünkü amel, imandan bir cüzdür. Fakat küfre girmez, zira kendisinde hâlâ mevcut olan kelime-i şehadet ve benzeri iyilikler küfürle bağdaşmaz. Şu hâlde iman ile küfür arasında bir yerde, iki menzile arasında bir menzilede bulunur. Böyle bir kimse ölünceye kadar Müslüman muamelesi görür. Şartlarına uyarak tövbe ederse imana döner, tövbe etmeden ölürse öldüğü andan itibaren kâfir sayılır.

Emr-i bi’l-Ma’rûf ve’n-Nehyi ani’l-Münker

İyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak, bütün müminlerin görevidir. Ancak Mutezile, bu ilâhi emri inanç esaslarından biri sayarak ona ayrı bir önem vermiştir. Maruf, aklın veya aklın ve nassın birlikte iyi ve güzel dediği fiillerdir. Münker, aklın veya aklın ve nassın birlikte kötü ve çirkin gördüğü fiillerdir. Münker fiiller asla Allah’tan sâdır olmaz. Onlara göre imkân ve güç nispetinde dil, el ve kılıç ile bu vazifeyi yerine getirmek vaciptir. Eğer bunu kılıç ile yerine getirirlerse bu, cihat gibidir. Savaşta cihat etmek ile kafir ve fasıklara karşı mukavemet etmek arasında bir fark yoktur. Bu ilkeye binâen Mutezililer, yabancıların İslam’a yaptıkları fikri taarruzlara karşı çıkmış ve İslam’ı savunmuşlardır.

Mutezile Mezhebinin Kendine Has Diğer Görüşleri

1- Kabir azabı ve nimetini, ölülerin Münker ve Nekir Melekleri tarafından sorguya çekileceklerini reddederler.
2- Kıyamet alametlerini, Ye’cûc ve Me’cûc ile Deccâl’in zuhurunu reddederler.
3- Kirâmen Kâtibin’i reddederler. Bu, Allah’ın kulların işlediklerinden hakkıyla haberdar olması anlamına gelir.
4- Havz ve Sırât’ın fiziki varlığını reddederler.
5- Cennet ve cehennemin hâlen mevcut olduğunu reddederler. Bunlar kıyamet günü yaratılacaktır
6- Misâk’ı reddederler ve Allah’ın hiçbir peygamber, melek ya da başka biriyle konuşmadığına ve onlara nazar etmediğine inanırlar.
7- Velilerin kerametini reddederler.
8- Hz. Peygamber’in (sav) miracını reddederler.
9- Namaz kılanın ve dua edenin sevabı kendinedir, başkasına gitmez.
10- İlâhi hüküm değişmeyeceğine göre duanın hiçbir anlamı yoktur.
11- Allah’ın habercisi melekler, O’nun elçisi resullerden daha yüksek derecededirler.
12- Akıl, bir imamın ümmetin başına tayinini gerektirir.
13- Müçtehit hiçbir zaman hükmünde yanılmaz.

Mutezile Mezhebinin Öncü Âlimleri

Mutezile ekolünü diğer İslami ekollerden ayıran karakteristik özellik, halk içinde kitlesel taraftarları olmayan ve daha çok alimler arasında kelâm ilmindeki entelektüel görüşleriyle bilinen kelamcılardan oluşmasıdır.

Mutezile iki büyük kısma ayrılır: Basra Mutezilesi ve Bağdat Mutezilesi. Basra ekolünün kurucusu Vâsıl b. Atâ, Bağdat ekolünün kurucusu Bişr b. el-Mu’temir’dir (ö.210/825). Ekolün öncü alimleri, beş temel ilkede ittifak etmekle birlikte ayrıntılara dair pek çok konuda ihtilaf etmişlerdir. Bu yüzden her bir öncü alim ayrı bir fırka olarak telakki edilmiştir.

Vâsıl b. Atâ (ö. 131)
Amr b. Ubeyd (ö. 144)
Ebu’l-Hüzeyl el-Allâf (ö. 226)
Bişr b. el-Mu’temir (ö. 210)
Nazzâm (ö. 231)
Sümâme b. Eşres[ (ö. 213)
el-Câhız (ö. 255)
Ebu’l-Hüseyin el-Hayyât (ö. 300)
Ebu Ali el-Cübbâi (ö. 303)
Ebu Hâşim el-Cübbâi (ö. 277)
Kâdı Abdulcebbâr (ö. 415)
Hâkim el-Cüşemi (ö. 494)
Cârullah ez-Zemahşeri (ö. 538)

Mutezile Mezhebinin İslam Düşüncesine Etkisi

1-Brahmanizm, Hinduizm, Mecusilik, Zerdüştlük, Yahudilik ve Hristiyanlık gibi dinlerin hâkim olduğu coğrafyalarda İslam’ın tebliği, yayılması, muhatapların irşad ve ikna edilmesinde, ilhad ve zındıklık gibi karşıt akımların önünün kesilmesinde önemli katkıları olmuştur.

2-İslam dünyasında dini ve tabii ilimlerin gelişmesinde büyük katkıları olmuştur. Bunun başında ilimlerde akılcılığın, tabiat ilimlerinde deney ve gözlem metodunun kullanılması gelir. İslam ilimleri tarihinde Kelâm, Belâgat, Cedel ve Münazara ilimlerini onların kurduğu kabul edilir. Bu yöntemler sayesinde kendilerinden sonra da orijinal sayılacak bilgi ve buluşlara ulaşılmıştır.

3-Nübüvvet meselesinin savunulmasına ayrı bir önem vermişlerdir. Bu hususta meydana getirdikleri eserler hâlâ değerlerini korumakta ve kendi sahalarındaki üstün derecelerini muhafaza etmektedir.

4-Onların bir özelliği de Kur’an üzerinde yoğunlaşmış olmalarıdır. Bir konuda nakli delil getireceklerinde bunu Kur’an’dan almaya özen göstermişlerdir. Dirayet tefsir metodu ilk defa onların başvurduğu bir yöntemdir.

5-Çoğu özel hayatında zahid ve müttaki olmakla beraber, Kur’an’a bağlılıkları sebebiyle hermetik felsefeye dayanan tasavvufa karşı çıkmışlardır.

6-Onların Ehl-i Sünnet’e açık etkisi Eşari ile başlamıştır. Hayatının önemli bir kısmını Mutezileiçinde geçirdikten sonra onlardan ayrılan Eşari, başta kelâm metodu olmak üzere ilâhi sıfatlar, kesb, cüz’-i lâ yetecezza, tevil ve hudûs gibi birçok konuda Mutezile’nin etkisinde kalmıştır. Peygamber göndermenin toplum açısından gerekliliği, hüsün-kubuh, akıl-nakil ilişkisi gibi hususlarda ise Mutezile ile Maturidiyye arasında benzerlikler vardır.

Bu makaleyi okuyanlar için tavsiye yazılar:
Eş’ariyye Mezhebi
Mutezile Hakkında Kapsamlı Bir İleri Okuma Yapmak İsteyenlere Kaynak Listesi

Kaynaklar

İzkevi’ye Göre Mutezile Fırkaları ve Görüşleri, Orhan Ateş, İslami İlimler Dergisi, 10/1, 2015.
İslam’ın Akılcı Ekolü Mutezile, Hasan Kurt, Bayburt Eğitim Fakültesi Dergisi, 7/2, 2012.
ilimdünyasi.com, Mutezilenin Kolları Makalesi.
Mutezile Ekolünün Tarihsel Serüveni, Osman Aydınlı, İslami İlimler Dergisi, 12/2, 2017.
Mutezile’nin Temel Öğretileri, Orhan Şener Koloğlu, İslami İlimler Dergisi, 12/2, 2017.
Ana Hatlarıyla İslam Mezhepleri Tarihi, Mustafa Öz, Ensar Yayınları, İstanbul, 2014.
TDV İslam Ansiklopedisi, Mutezile Maddesi.
Wikipedia, Mutezile Maddesi.
Din Felsefesi Açısından Mutezile Gelen Eki 1-2, Recep Alpyağıl, İz Yayıncılık, 2018 İstanbul.
Kelam Tarihi, Şerafettin Gölcük, Hikmet Yayınları, 2021, İstanbul.
Kelam El Kitabı, Der: Şaban Ali Düzgün, Grafiker Yayınları, 2012, İstanbul.
Kelam İlmi, Bekir Topaloğlu, Damla Yayınevi, 2000, İstanbul.

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

eMedrese bir İlmiye Vakfı projesidir.