e-Medrese

Hristiyanlık Dininin Tarihsel Gelişimi

Yaklaşık 2000 yıllık tarihi ve 2 milyarı aşkın müntesibi ile Hristiyanlık, dünyanın önemli inanç sistemlerinden birisidir. Mesihçi anlamına gelen Hristiyan teriminin bu dinin bağlıları için kullanılışının Hz. İsa sonrası olduğu kesindir. Zira Hristiyan isminin ilk kez kullanılışına yönelik olarak Resullerin İşleri kitabında Luka yaklaşık MS 50 yılına işaret etmektedir. Bu terimin ilk defa Antakya’da o yıllarda kullanılmış olduğu söylenmektedir.

Tarihsel Serüven ve Coğrafik Yayılım

Kur’an’da Nasrani ve çoğul olarak Nasara şeklinde kullanılan kavram Hristiyanları işaret etmektedir. İslam tarihinin çok erken döneminden itibaren Müslümanlar Hristiyanlar ile yakın temas halinde olmuşlardır. Hristiyanlar daha çok Roma Katolik kilisesi merkezli olarak Müslümanlar üzerine pek çok Haçlı Seferi düzenlenmiştir.

Hristiyanlık Dininin Tarihsel Gelişimi

Yaklaşık 2000 yıllık tarihi ve 2 milyarı aşkın müntesibi ile Hristiyanlık, dünyanın önemli inanç sistemlerinden birisidir. Mesihçi anlamına gelen Hristiyan teriminin bu dinin bağlıları için kullanılışının Hz. İsa sonrası olduğu kesindir. Zira Hristiyan isminin ilk kez kullanılışına yönelik olarak Resullerin İşleri kitabında Luka yaklaşık MS 50 yılına işaret etmektedir. Bu terimin ilk defa Antakya’da o yıllarda kullanılmış olduğu söylenmektedir.

Hz. İsa Dönemi

Yahudi toplumu Hz. İsa’nın Filistin bölgesinde Yahudi bir toplum içerisinde doğup yaşadığı bilinmektedir. Onun yaşadığı dönemde Yahudi geleneğinde birbirinden farklı özellikleriyle dikkati çeken çeşitli akımlar bulunmaktadır. Bunlar Ferisiler, Sadukiler, Zelotlar, Samiriler, Esseniler, Nasuralar’dır. Eldeki mevcut kaynaklarda Hz. İsa’nın hem Ferisiler hem de Sadukilerle ciddi mücadele içerisinde olduğu, özellikle Sadukilerin onun mesajına karşı ciddi bir muhalefet sergiledikleri anlaşılmaktadır. Bunların dışında heterodoksal gruplar arasında yer alan vaftizciler, usulcüler gibi daha birçok akım mevcuttur. Hz. İsa’nın doğduğu dönemde Filistin bölgesinde Herod ailesinin başını çektiği yarı bağımsız otonom bir yönetimin iş başında olduğu bilinmektedir. Yörede iş başında olan valiler Roma imparatorluğuna bağlıydılar.

İsa Mesih Kimdir?

Hz. İsa’nın kimliği konusunda eldeki mevcut kaynaklar bize iki farklı İsa tipolojisi sunmaktadır. Bunlardan ilki Miladi takvimin başlarında Filistin bölgesinde yaşayan tarihsel bir şahsiyet olan İsa’dır ki bu figür genellikle “tarihsel İsa” ya da “tarihin İsa’sı” diye isimlendirilir.

Tarihsel İsa, Yahudi toplumu içerisinde doğan bir İsrailoğlu olarak yaşamını sürdüren ve toplumdaki inançsızlıklar ve ahlaki faaliyetlere karşı mücadele eden bir şahıs olarak dikkati çeker. Diğer figür ise Hıristiyan inancına konu olan teslisin ikinci unsuru olan Oğul İsa Mesih’tir. İlahi Oğul İsa Mesih bedenleşen kelam olarak bir ilahi kurtarıcıdır. Tarihsel İsa’nın yaşadığı döneme ait tarihsel sayılabilecek kaynaklardan söz edilemez. Yani Hz. İsa’nın yaşadığı döneme ait tarihsel kaynaklar adeta onu yok saymaktadır. Bu durum doğal olarak bazı araştırıcıları, İsa’nın aslında hiç yaşamadığı gibi uç bir iddiaya sevk etmiştir. Diğer taraftan Hz. İsa’dan bahseden kaynaklardan en önemlisi meşhur Yahudi tarihçi Flavius Josephus’tur. Ayrıca 5. yüzyıla ait olmakla birlikte çok daha önceki dönemlere ait malzemeyi ihtiva eden Talmud da Hz. İsa’dan zaman zaman bahsetmektedir.

Hz. İsa ile ilgili Hristiyanlık içi kaynaklar arasında ise Yeni Ahit’i teşkil eden kanonik metinlerle Yeni Ahit dışında kalan apokrif metinler sayılabilir. Yeni Ahit metinlerinde İsa hakkında bilgi veren en erken kaynak Pavlus’tur. Ancak Pavlus mektuplarında tarihte yaşamış olan İsa’nın yaşamı ve sözlerinden ziyade kendisine gökte görüldüğü söylenen ilahi oğul İsa Mesih ön plana çıkarır. Esasen o, mektuplarında tarihsel İsa ve imana konu olan ilahi oğul ayrımına yer verir ve kendi söylemlerinde tarihsel İsa ya da onun deyimi ile bedenen yaşayan İsa’dan çok Şam vizyonunda kendisine görünen ilahi oğul ve onun mesajının önemli olduğunu belirtir

Hz. İsa ve yaşamı konusundaki diğer kanonik kaynaklar olan İncillerde esas itibarıyla Pavlus gibi ilahi oğul İsa Mesih’i ön plana çıkarmaktadır. Pavlus’un takipçisi olan İncil yazarları Hristiyanlığın, ilahi oğul İsa Mesih öğretisi temelinde şekillendiği bir dönemin İsa anlayışını yansıtmaktadır. Bu sebeple gerçek bir İsa portresi ortaya koymak oldukça güçtür. Eldeki mevcut metinlerden hareketle tarihsel İsa olarak da adlandırılan Hz. İsa’nın yaşamını ve temel mesajlarını anlamaya çalıştığımızda karşımıza şu tablo çıkmaktadır:

Kendisini ısrarla insanoğlu olarak nitelendiren Hz. İsa, Hz. Musa hukukuna ve inancına sıkı sıkıya bağlı olan bir şahsiyettir Ürdün Nehri civarında faaliyetlerini yürüten ve insanları günahlarından arınmaya ve en güzel ahlaka çağıran Hz. Yahya’nın yanına gelerek onun eliyle vaftiz olmuştur (gusül abdesti almıştır). Bu eylem o dönemde günahlardan tövbe ederek Hz. Yahya cemaatine katılmak amacıyla yapılmaktadır. Hz. Yahya’nın öldürülmesi sonrası dönemde ise Hz. İsa çeşitli yerleşim birimlerindeki sinagoglarda ve diğer yerlerde halkı irşad ve tebliğ faaliyetlerine başlamıştır. Hz. İsa’nın halka yönelik temel mesajlarını 3 ana noktada özetlemek mümkündür:

1. Bunlardan ilki insanları tanrının krallığına davet etmektir. Bu davet tanrının emir ve yasaklarına bağlanmak suretiyle ona iman etmeyi ve yaklaşan hesap/yargı gününe karşı hazırlıklı olmayı içermektedir.

2. Temel mesajlardan ikincisi Musa hukuku olarak adlandırılan ilahi yasalara ya da haram ve helal kurallarına sıkı sıkıya bağlanmakla ilgilidir.

3. Üçüncü husus ise onun toplumda özellikle din adamları ve yöneticilerle ilişkili olarak görülen ahlaksızlara karşı mücadele etmesidir.

O dönemde toplumsal yapıyı kendi çıkar ve menfaatlerine uygun şekilde yönlendirmeye çalışan ve özellikle Ferisi ve Saduki ileri gelenlerinden oluşan gruplar hukuku kendi çıkarları doğrultusunda yorumlayıp uygulamakta, dinsel inançlar, beklentiler ve mekanları kendi kişisel amaçlarına uygun şekilde anlayıp kullanmaktadırlar. Hz. İsa söz ve eylemleriyle bütün bu güç odaklarına karşı mücadele etmiştir.

Hz. İsa’yla ilgili, etrafındaki insanlarca yapılan birtakım değerlendirmeler ve ona verilen isimler dikkati çekmektedir. Bunlar arasında en dikkate değer olanları onun bir “peygamber” ya da “Mesih” olduğu kanaatidir. Bir başka dikkati çeken değerlendirme ise onun “yeniden dirilen Yahya” ya da Eski Ahitte“ kasırgalar arasında ilahi aleme yükseldiği ifade edilen ve Yahudi geleneğinde her an ortaya çıkıp hakkı ve hakikati temsil edeceği ve yoksullara yardım edeceği düşünülen İlyas” olduğudur. Diğer taraftan genelde halk onu “Celile’nin Nasıra kentinden İsa peygamber” olarak tanımlamaktadır.

Sıradan halktan başka, Hz. İsa’nın yanında yer alan talebelerinin de onu bir peygamber olarak gördüğüne hatta bazı ifadelerinde Hz. İsa’nın kendisinin bir peygamber olduğunu ima eden sözlerine de rastlanmaktadır. Luka’nın Resullerin İşleri’ndeki ifadelerine göre Petrus konuşmalarında Hz. İsa’nın, Eski Ahit peygamberlerince müjdelendiğini duyurmakta ve örneğin Musa’nın Tesniye’de yer alan sözlerini İsa’nın geleceğiyle ilişkili bir müjde olarak algılar.

Bazı talebelerinin onu bir Mesih olarak nitelemesine rağmen bizzat onun kendisi ile ilgili böylesi bir isimlendirmede bulunmaması ve ısrarla kendisi ile ilgili “İnsanoğlu” ifadesi kullanması dikkat çekmektedir. Diğer taraftan Hz. İsa ile ilgili kullanılan Mesih tanımlaması onun Yahudilerin bekledikleri “Mesih Kral” olduğu kanaatinden kaynaklanmaktadır. Yahudilerin beklediği bu kurtarıcı figür yalnızca dini ve ahlaki anlamda bir canlanmayı değil aynı zamanda siyasi bağlamda bir değişimi de gerçekleştirecek olan bir figürdür. Hz. İsa etrafındaki insanlarca böylesi bir Mesih olarak görülmüştür.

Hz. İsa’nın yaşamının sonu oldukça dramatik şekilde sonuçlanmıştır. Pavlusçu anlayış doğrultusunda İncil yazarları onun yöneticilerce “Yahudilerin kralı” olduğu iddiasında bulunduğu ve Yahudi din adamlarınca da sapkınlık ve fitnecilik yaptığı iddiasıyla suçlanıp yargılandıktan sonra çarmıha gerilme cezasına çarptırıldığını anlatırlar. Pavlus ve İncil yazarları Hz. İsa’nın bu cezası sonrası çarmıha gerilerek öldürüldüğü kanaatini işlerler. Bu konuda farklı düşüncelerin olduğu da bilinmektedir.

Havariler ve Pavlus

Hz. İsa’ya inananlar arasından onun önce öğrencileri ya da havarileri olarak bilinen kişilerin isimleri Hristiyan kaynaklarda verilmektedir. Bunlar: Yakup, Petrus, Yuhanna, Andreas, Filip, Bartalamay, Matta, Thomas, Alfay oğlu Yakub, Taday, Simon ve Yahuda İskaryot’tur. Ancak Hz. İsa’ya inananların tamamının bunlarla sınırlı olduğu söylenemez. Büyük ihtimalle İncil yazarları Eski Ahit geleneği üzerinden bu inancı meşrulaştırmaya çalıştıkları bir yaklaşımla İsrailoğulları’nın 12 kabilesine atfen 12 havarisinin isminden bahsetmektedirler.

Hz. İsa sonrasında havariler açısından oldukça sıkıntılı bir dönem başlamıştır. Zira bir taraftan Roma yönetimi bir taraftan da Yahudiler isyankâr, fitneci ve sapkın addettikleri Hz İsa bağlılarına yönelik takibat başlatmışlardır. Bu durum doğal olarak havarilerin Filistin bölgesindeki hareketlerini sınırlamış ve onlardan bir kısmı Filistin dışındaki bölgelerde varlıklarını sürdürmeye çalışmışlardır. Bu dönemde Filistin bölgesi dışında Antakya ve Şam gibi merkezlerde de İsa yanlısı cemaatler ortaya çıkmıştır. Bu merkezler arasında özellikle Antakya oldukça önemlidir. Zira burada oluşan ve günümüz araştırmacılarınca Helenistik İsa cemaati olarak tanımlanan bir cemaat günümüz Hristiyanlığının şekillenmesi açısından önemli bir işlev üstlenmiştir.

Barnabas ve Hahanya gibi bazı İsa yanlısı kişiler, İsa’nın Yahudi geleneğinde beklenen Mesih olduğuna inanmakta, İsa’nın şahsında kurtarıcı Mesih düşüncesini ön plana çıkarmaktaydılar. İsa’nın çarmıhta ölümü onlar üzerine bir şok etkisi oluşturmuştu. Zira İsa Mesih kurtarıcılık görevini tam olarak gerçekleştiremeden ölmüştür. Bu durumda onlar mesajını tamamlamak üzere İsa’nın yeniden ölümden dirildiğine inanmaktaydılar. Bu cemaatin Hz. İsa’nın şahsında Mesih inancını merkeze alan bir öğreti etrafında toplanması, bunların MS 50 yılı civarında “Mesihçiler” anlamında Hristiyanlar olarak adlandırılmasına neden oldu.

Hristiyanlık açısından Hz. İsa’nın çarmıhta ölümü sonrasında ortaya çıkan en önemli figür Pavlus’tur. 1 ile 10 yılları arasında doğduğu düşünülen Pavlus, soyunu İsrailoğulları’nın Benyamin kabilesine bağlamakta ve kendisinin de İbrahim soyundan gelen bir İsraili olduğunu vurgulamaktadır. Doğduğu yer ve aidiyeti konusunda ise kendini Tarsus doğumlu bir Roma vatandaşı olarak tanımlamaktadır. Diğer taraftan Pavlus’un kendisine yönelik yaptığı tanımlamalar arasında en dikkat çekici olanı ana rahmindeyken seçilip görevlendirilen kişi olduğudur. Bu bağlamda o kendisinin Mesih sırrına/mesajına dayalı “gizli bilginin öğreticisi” ve “Gentileler Havarisi” ya da “İsa Mesih’in Havarisi” olarak adlandırmaktadır. Bu bağlamda Pavlus yaşamı esnasında İsa’ya iman etmemiş ve hatta onu görmemiş olsa da kendisini bir havari olarak tanımlamaktadır.

Kendisinin ve yakın öğrencisi Luka’nın anlatımına göre İsa’nın ölümü sonrasında Şam’daki İsa yanlılarını cezalandır-mak üzere yoldayken gökte İsa Mesih kendisine görünmüş ve kendisini bir havari olarak tayin etmiştir. Şam vizyonu olarak bilinen bu tecrübe yalnızca Pavlus’un yaşamı açısından değil Hristiyan geleneğinin şekillenmesi açısından da bir dönüm noktasıdır. İsa Mesih tarafından seçilip havari olarak atandığını sıkça vurgulayan Pavlus, bununla da kalmayarak havarilere karşı argümanlarında onları “hukuka göre seçilmişler”, kendisini ise “vaade göre seçilmiş” olarak tanımlamakta ve vaadinin hukuka üstünlüğü nedeniyle kendisinin diğer havarilerden daha üstün olduğunu ima etmektedir.

Bu dönemde havarilerden Yakup liderliğindeki Kudüs cemaati ise tarihsel İsa’nın öğretilerine bağlı kalmayı sürdürmüştür. Ancak bu cemaat bir taraftan Yahudiler ve Romalı yöneticilere karşı var olma mücadelesi verirken diğer taraftan Pavlus’un dine girişi sonrası liderliğini yaptığı Antakya merkezli Helenistik cemaatle ve onun İsa ve din anlayışıyla mücadele etme durumunda kalmıştır. Yahudi Hristiyanlar olarak da adlandırılan bu cemaat (Ebionitler), zamanla yok olmuştur. Bu durumda kuşkusuz 4. yüzyıldan itibaren Roma İmparatorluğunun egemen dini haline gelen Hristiyanlığın farklı İsa anlayışlarına ve bunların referanslarına karşı uyguladığı yok etme politikasının da önemli rolü olmuştur.

Patristik Dönem ve Konsiller

Pavlus sonrası dönemde Hristiyanlık ilk iki yüzyılda Roma İmparatorluğu’nda tutunmaya ve yayılmaya çalıştı. Doğal olarak belirli dönemlerde Hristiyanlara karşı çeşitli takibatlar söz konusu oldu. Ancak genel olarak bakıldığında Hristiyanlık Roma İmparatorluğu’nda gerek merkezi yerleşim bölgelerinde gerekse kırsal alanda yayılma imkânı buldu.

Çeşitli Heterodoksal Akımlar

Hristiyanların erken dönemlerinden itibaren çeşitli konularda farklı inanç ve düşünceleriyle Roma merkezli Hristiyanlığın ana gövdesinden farklı bir çizgide olan birçok kişi ve grup ortaya çıktı. Bunlardan birisi ünlü İlahiyatçı Sinoplu Marcion’du. Bir dönem Roma’da da etkili olan Marcion, yaratıcı ve yargılayıcı Eski Ahit Tanrısı ile seven ve bağışlayan Yeni Ahit Tanrısı anlayışına dayalı ile dikkat çekti. O, bu düalitede yaratıcı tanrının kötü olduğunu savundu. Marcion’dan başka, Gnostik Cerinthus, Pavlus’u ve öğrencilerini yalancı, sahte havariler ve sahtekârlar olmakla itham eder. Hristiyanlığın ilk birkaç yüzyılda özellikle kendi içerisinde neşet eden bu gruplara karşı mücadele ettiği söylenebilir.

Kristolojik Tartışmalar

Hristiyanlık tarihinde Patristik dönem olarak adlandırılan, kabaca ilk yedi yüzyılda Hristiyanlık açısından birçok ayrılıkçı hareketin ana çıkış noktası İsa Mesih’in şahsı konusunda ortaya çıkan farklı yaklaşımlardır. İsa’nın şahsı konusunda Roma merkezli anlayışa ciddi bir eleştiri Antakya patriği Samsatlı Pavlus’tan gelmiştir. Patrik Pavlus, insanın bir tanrı olduğu fikrine karşı çıkarak İsa’nın bir insan olduğunu ve diğer peygamberlerden yalnızca derece açısından farklı olduğunu savunmuştur. Bu düşünceleri nedeniyle Samsatlı Pavlus’a karşı Antakya’da sinodlar toplanmış ve o hem patriklik makamından uzaklaştırılmış hem de aforoz edilmiştir.

Diğer taraftan insanın şahsı konusunda en etkili olan aykırı görüş Kuzey Afrikalı İlahiyatçı Arius tarafından temsil edilen “benzer cevher” teorisidir. Arius, İsa’nın bir tanrı olmadığını ama ilk yaratılan ve diğer yaratıklardan üstün bazı niteliklere sahip bir kişi olduğunu savunmuştur. Onun bu fikirlerinin yaşadığı dönemde başta Kuzey Afrika olmak üzere Hristiyanlık aleminde dalga dalga yayılması bir anda Roma’yı telaşlandırmış ve 325’te rivayete göre henüz Hristiyanlığı ilan etmemiş olan İmparator Konstantin liderliğinde toplanan İznik konsilinde aforoz edilmesi sağlanmıştır. Bu konsilde İsa’nın baba ile benzer değil aynı cevhere sahip olduğu vurgulanmış ve sonradan İznik-İstanbul Kredosu olarak adlandırılan inanç formülündeki Baba ve Oğul öğretisi vurgulanmıştır.

İsa’nın şahsı konusundaki tartışmalar daha sonra monofizit-diyofizit çekişmeleri ile devam etmiştir. İskenderiye cemaati ile Antakya cemaati arasında yaşanan bu çekişmede Antakya’da ilahiyatçılar ve onlara destek veren Nestoryus İsa’daki ilahi ve insani olmak üzere iki ayrı tabiatın bulunduğunu savunurken İskenderiyeliler İsa’da tek bir tabiatın varlığını savunmuşlardır.

Monofizitizm: Hristiyan teolojisinde İsa’daki insani tabiatın ilahi tabiat içerisinde yok olduğunu ve dolayısıyla onda yalnızca bir tek ilahi tabiatın bulunduğunu savunan kristolojik doktrindir.

Diyofizitizm: Hristiyanlıkta İsa’nın şahsında birbiriyle birleşmez, ayrılmaz ve karışmaz iki ayrı tabiatın yani tanrısal ve insani tabiatın mevcut olduğunu savunan kristolojik akımdır.

Sonraki dönemlerde imparatorluk bu iki akide arasında bir bakıma orta yol sayılabilecek yeni bir kristolojik yorum ortaya koyacak bir konsil toplamış ve bu konsilde “monetelitizm” ya da “monaenerjizm” denilen ve İsa’da bir tek enerji şeklinde ortaya çıkan iki tabiatın varlığını savunan bir akide savunulmuştur. Ancak orta yol olarak sunulan bu akide kimseyi tatmin etmemiş ve ayrılıklar derinleşerek sürmüştür.

Hristiyan Konsil Geleneği

Hristiyan geleneğinde konsiller kendi aralarında çeşitli açılardan tasnif edilmektedir. Genel konsiller olarak nitelenen ilk 7 konsil, Katolik ve Ortodokslarca kabul edilen toplantılardır. Bu konsiller ve konsiller alınan önemli kararlar şunlardır:

1-325 İznik Konsili: Oğul, Baba ile aynı cevherdendir.
2-381 İstanbul Konsili: Kutsal ruhun tanrılığı vurgulanmıştır.
3-431 Efes Konsili: İsa’da bir tek ilahi tabiat vardır; ilahi tabiat insani yönü içine almıştır. Meryem Tanrı anasıdır.
4-451 Kadıköy Konsili: İsa’da bir şahsiyete birbirine karışmayan ilahi ve insani iki ayrı tabiat yan yana mevcuttur.
5-553 İstanbul Konsili: İsa’daki iki tabiat daha güçlü şekilde vurgulanmış, şahıs birliği ifade edilmiştir.
6-680-81 İstanbul Konsili: Mesih’te iki tabiat ve iki irade olduğu vurgulanmış, monotelitizm görüşü reddedilmiştir.
7-787 İznik Konsili: İkonalara tazim meşru kabul edilmiştir.

Bu konsillerde alınan kararların bağlayıcı olduğu kabul edilir. Bunların ilk ikisi bütün Hristiyanlarca sahih konsiller sayılmaktadır. Genel konsiller ökümenik ya da evrensel konsiller gibi adlarla da anılmaktadır.

Genel konsiller katılımın elden geldiğince geniş tutulduğu ve farklı bölgelerde yer alan Hristiyan cemaatlerin temsil oranlarının yüksek olduğu konsillerdir. Genel konsillerden başka bir de yerel konsiller vardır. Bunlar ise genellikle sınırlı sayıdaki din adamının katılımıyla bölgesel düzeyde yapılan konsillerdir.

Konsillerde dini, siyasi, sosyal ve kilise yapılanmasına yönelik birçok görüşme yapılmıştır. Çeşitli açılardan Hristiyan inancının formüle edilmesi, ibadetlerin belirlenmesi, heretik sayılan kişi ve grupların din dışı ilan edilmeleri, kilise içi hiyerarşik yapının ve ruhban sınıfına yönelik hukukun tespiti ve dışarıdan tehlike olarak değerlendirilen olaylara ve güçlere karşı tedbirler önerilmesi hep konsillerde görüşülen ve karar alınan konular arasındadır. Özellikle genel konsiller dikkate alındığında konsil geleneği bağlayıcılık açısından önemlidir. Zira Hristiyan inancında konsillerde alınan kararlar Kutsal Ruhun tanıklığını ve inayetini taşımaktadır. Böylece konsillerle vahiy geleneği devam etmekte ve tanrısal irade bir şekilde bu kararlara yansıtılmaktadır.

Hristiyanlığın Yayılış Dönemi

Pavlus sonrası ilk birkaç yüzyılda Hristiyanlık Roma İmparatorluğu’nda hızlı bir yayılma süreci yaşadı. Öyle ki 3. yy. sonuna gelindiğinde Hristiyan öğretisi ile karşılaşmamış olan bir bölge hemen hemen yoktu. Hıristiyan misyonerler aracılığı ile Suriye, Anadolu, Kuzey Afrika ve Avrupa’nın Akdeniz sahilleri büyük oranda Hristiyanlaştırıldı. Anadolu’da ise Kral Abgar döneminde Edessa (Urfa) şehir krallığı Hristiyanlığı benimsediler. Hristiyan misyonerliği açısından asıl dönüm noktası ise İmparator Konstantin döneminde Hristiyanlığın Roma’nın meşru dini haline gelmesiyle birlikte yaşandı. Batı Roma’nın yıkıldığı 5. yüzyıl sonrası dini alan yanında siyasi alanda da iktidarını ilan eden papalığın dinsel ve siyasal anlayışlarıyla bu çerçevedeki açılımları Roma destekli misyonerlik faaliyetlerinin merkezinde yer aldı.

Orta çağ boyunca yürütülen Hristiyanlığın yayılması faaliyetlerinde gösterilen başarıda pek çok etken önemli rol oynamıştır. Bunlardan birincisi Hristiyan imparatorlukların ve siyasal yönetimlerin kilise ve misyonerlerin sağladığı destektir. Bu destek hem misyonerler için uygun çalışma ortamlarının hazırlanması ve onların siyasal ve ekonomik olarak desteklenmesi hem de istila edilen yörelerde halkın Hristiyanlaşması için çeşitli teşvik ve baskı ortamlarını tesis etme şeklinde gerçekleşmiştir.

Özellikle orta çağda Hristiyanlığın yayılması faaliyetlerindeki başarının arkasında bulunan bir diğer önemli etken misyon bölgelerinde geliştirilen manastır yaşantısıdır. Misyon bölgelerinde kurulan Manastırlarla yöreye yerleşen keşişler hem yöreyi tanıma ve dil, gelenek ve kültür açısından yöre halklarıyla kaynaşma hem de misyonerlik faaliyetlerini yürütme açısından manastırları birer üs olarak kullanmışlardır.

Manastırlar ile irtibatlı olarak orta çağ Hristiyanlığında genellikle çeşitli Hıristiyan tarikatları ön plana çıkmıştır. Bunlardan 13. yüzyılda asist ile Asissili Aziz Francis tarafından kurulan Fransisken Tarikatı ile Aziz Dominik tarafından kurulan Dominiken Tarikatı, yoksulluğu ve Hristiyanlığın yayılması faaliyetlerini temel amaç edinen tarikatlardır. Bu tarikatlara bağlı olan ve genellikle “Friar” olarak da adlandırılan keşişler manastırlarda yerleşik ya da gezgin misyonerler olarak misyon bölgelerinde Hristiyanlığın yayılmasında aktif rol oynamışlardır.

Bunlara 16. yüzyıldan itibaren Cizvitler tarikatına bağlı keşişleri de eklemek gerekir. Bu tarikatlar, keşifler ve sömürge dönemlerinde Hristiyanlığın yayılması faaliyetlerinde aktif rollerini sürdürmüşlerdir. Sömürge bölgelerinde sömürge yönetimleriyle iş birliği içerisinde çalışmalarını yürütmüşlerdir.

16. yüzyıldan itibaren başta Cizvitler olmak üzere Katolik kilisesi bünyesindeki Hıristiyan gruplara bağlı misyonerlerin Afrika, Hindistan, Uzakdoğu ve Ortadoğu’da yoğun bir çalışma yürüttükleri görülür. 18. yüzyıldan itibaren çeşitli Protestan kiliselerine bağlı misyonerler de İslam ülkelerine ve Müslümanlara yönelik faaliyetlere katılmışlardır. 18. ve 19. yüzyıllarda başta Ortadoğu olmak üzere İslam ülkelerinde İngiliz ve Amerikan misyoner teşkilatlarının yoğun faaliyetleri dikkati çeker. 20 yüzyılda özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde Hristiyan batılı ülkelerin dünya genelinde oluşturdukları etkin sosyo-politik yapı Hristiyanlığın dünyanın birçok bölgesinde hızla yayılmasına bir zemin hazırlamıştır. Örneğin bu doğrultuda Hristiyanlık Güney Kore[ ve Japonya gibi ülkelerde hızla yayılma imkânı bulmuştur.

Hristiyanlık dinine dair daha detaylı bilgiyi şu yazımızda bulabilirsiniz: “Ana Hatlarıyla Hristiyanlık

Kaynaklar

TDV İslam Ansiklopedisi, Hristiyanlık Maddesi.
Wikipedia, Hristiyanlık ve Kilise Maddesi.
Ana Hatlarıyla Dinler Tarihi, Mahmut Aydın, Ensar Yayınları, İstanbul, 2013.
Tanrının Tarihi, Karen Armstrong, Pegasus Yayınları, İstanbul, 2018.
Hristiyanlık, Şinasi Gündüz, İSAM Yayınları, İstanbul, 2013.
Dinler Tarihi, ed. Baki Adam, Grafiker Yayınları, İstanbul, 2010.
Dinler Tarihine Giriş, Mircea Eliade, Alfa Yayınları, İstanbul, 2017.
Dünya Dinleri, Şinasi Gündüz, Milel Nihal Yayınları, İstanbul, 2015.
Süryani Ortodoks Kilisesinde İbadet, Nihat Durak, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2011.


BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

eMedrese bir İlmiye Vakfı projesidir.