e-Medrese

Cahiliye Şiiri ve Muallakalar

05.01.2021

A- CÂHİLİYE ŞİİRİNİN RİVAYETİ VE TEDVİNİ

Konumuza Câhiliye dönemi ile Câhiliye edebiyatının sınırlarını çizerek başlayalım: Câhiliye dönemi denince İslâm’dan önce geçen bütün zamanlar akla gelebilir. Bu da Arap Yarımadasının milâttan önce ve sonra yaşamış olduğu bütün tarihî evreleri kapsar. Ancak Câhiliye edebiyatı üzerine araştırma yapanlar, zamanı bu kadar geniş tutmazlar. Nübüvvetin gelişinden bir buçuk asır öncesini, bu zaman dilimine dâhil etmezler. Sadece bir buçuk asırlık süreçle sınırlı tutarlar. İşaret edilen bu zaman, Arap dilinin, başlangıcından itibaren belirli bir olgunluğa ulaştığı zamandır. -1- el-Câhiz (ö. 255/869), bu dönemin İmru’u’l-Kays (ö. m. 565) ve Muhelhil b. Rebî‘a (ö. m. 531) ile açıklığa kavuştuğunu ve İslâmiyetin gelişinden 150 sene önce, eğer zorlama olursa 200 sene önce şeklinde netleşebileceğini söyler. -2- Bu çok ince bir tespittir. Çünkü bu tarihten önceki Arap şiiri meçhuldür. -3-

Arap şiirinin ilk defa nasıl oluştuğu ve nasıl düzenli bir şekil aldığı kesin olarak bilinmemekle birlikte M. VI. yüzyıl başlarında bütün Kuzey Arabistan’da hemen hemen bütün kabilelerce bilinen bir şiir dili mevcuttu. -4- Arapları, edebiyat alanında zirveye yerleştiren bu şiirler, iki yüz yıl yazılmadan ağızdan ağıza nakledilerek gelmişler -5- ve ortaya çıkışından üç asır sonra yazıya geçirilebilmişlerdir. -6- Yazıya geçmediği için pek çok şiir ve mensur eser tarihî süreç içerisinde yokolmuştur. ‘Amr b. el-‘Alâ’ (ö. 145/770), Araplar tarafından söylenen sözlerin çok azının diğer nesillere ulaştığını, eğer pek çoğunun ulaşmış olsaydı insanların elinde daha çok ilim ve şiir olacağını rivayet eder. -7- Yazılı bilgiye dayanmayan bu şiir sanatı, Câhiliye döneminde pek çok açıdan gelişimini tamamlamıştır -8- ve bu şiirlerin, bu kadar uzun bir süre hafızalarda yaşayabilmesi, o dönem şiirlerinin, yaşamış oldukları hayata ve topluluğunun ortak duygularına sıkı sıkıya bağlı olmasından kaynaklanmaktadır. -9-

Elimizde Arapların, şiirlerini muhafaza etmek için yazıyı kullanıp kullanmadıklarına dair maddî bir delil yoktur. Onların yazı için kullandıkları taşlar, deriler, kemikler ve hurma yaprakları, bu durumu zorlaştırmaktadır. Ancak elimizde bulunan verilere göre, yazı, o dönemlerde bilinmektedir. Özellikle Mekke, Medine ve Hîre gibi medenî şehirlerde bu durum mevcuttur ve yalnız iktisâdî durumlar için kullandıkları rivayet edilmektedir. -10-

Yarımadanın kuzeyinde yaşayan Araplar, Câhiliye döneminin başlarında, yazılarını Nebatî yazısıyla geliştirmişlerdir. -11-

el-Murakkış el-Ekber (ö. m. 550)’in beytinde geçen atlâl (kalıntılar) ve diyarların resmedilişinin, yazıya benzetilmesi bu duruma bir delildir. Beyit şu şekildedir: -12-

الدَّارُ قَفْرٌ والرسُومُ كما رَقَّشَ فى ظَهْرِ الأَدِيم قَلم

“Ev terk edilmiştir. İzler, kalemin derinin sırtını süslediği gibi(dir).”

Nitekim Nu‘mân b. el-Munzir (580/602)’de, büyük Arap şairlerinin, kendisi ve hanedanı için söylemiş olduğu övgü dolu şiirlere ait bir divânın bulunduğu rivayeti, Arapların daha önce söylenmiş olan şiirleri kayıt altına almış olduklarının bir ispatıdır. -13- Bu anekdot, büyük şiir ravisi Hammâd er-Râviye (ö. 156/773) tarafından rivayet edilmiştir ve Hammâd’ın rivayetine göre, Nu‘mân b. el-Munzir tarafından gömülen şiirler, el-Muhtâr b. Ebî ‘Ubeyd (ö. 687) tarafından çıkartılmıştır ve bu nedenden dolayı, Kûfe ehli, şiir konusunda Basra ehlinden daha bilgilidir. -14-

O dönem şiirlerinin diğer nesillere nakledilmesini sağlayan ravilerdir. Her şairin bir râvisi bulunurdu ve bu raviler, şiirleri sözlü olarak naklederlerdi. Adeta o dönemin ravileri, kitap ve defterlerin yerini tutuyordu. -15- Zamanla bu ravilerin bazıları, önemli şairler arasına katılmış ve onlar da yanlarında kendi ravilerini taşımışlardır. Örneğin Tufeyl el-Ğanevî (ö. m. 600)’nin ravisi Evs b. Hacer (ö. m. 600), onun ravisi de Zuheyr b. Ebî Sulmâ (ö. m. 609)’dır. Zuheyr’in ravileri de oğlu Kâ‘b b. Zuheyr (ö. m. 646) ve el-Hutay’e (ö. m. 679)’dir.16 Sözü edilen raviler, tek başlarına şiir rivayetine önem vermiyorlardı. Bilakis kabile üyelerinin her biri şiir rivayetini önemsiyordu. Çünkü bu şiirler, kabileleri hakkında bilgi vermesinin yanı sıra onların savaşlarda göstermiş oldukları başarıları da kayıt altına almış oluyordu. -17- Câhiliye döneminde şiir, Arapların sicil kaydı olarak kabul ediliyordu. Hz. Ömer (ö. 23 / 644), bu durumu şu şekilde anlatmıştır: “Şiir bir kavmin ilmidir. O kavim için şiirden daha güvenilir bir ilim yoktur.” -18-

Bu ravilerden başka bir kabilenin bütün şairlerinin eserlerini ezberleyen raviler de yetişmiştir. Örneğin Hammâd er-Râviye, el-Mufaddal ed-Dabbî (ö.168/784) ve Halef el-Ahmer (ö. 180/796), bu tip ravilerdendir ve ezberledikleri şiir sayısı hakkında menkıbevî fıkralar anlatılmaktadır. -19-

Araplar, İslâmiyetin gelişinden sonra cihadlar ve fetihler sebebiyle şiir rivayetini ihmal etmişler ve zamanla pek çok ravinin ölmesi sonucu tekrar şiir rivayetine önem vermişlerdir. Doğal olarak bu süreç içerisinde pek çok şiir ve bilgi yok olup gitmiştir. -20-

İslâmiyetin gelişi, hafızanın yerini, yazının almasını sağlamış ve Kur’ân-ı Kerîm nüshalarının ve hadislerin kaydedilmesinin yanı sıra sözlü rivayetler hâlinde dolaşan şiirlerin de yazıya aktarılmasına başlanmıştır. Bu durum hicrî II. asrın ilk yarısına kadar sürmüştür. Ancak yazının yaygın hâle gelmesi zaman aldığı için bir süre yazılı ve sözlü rivayetler birbirine denk olarak devam etmiştir. Zaten yazının mevcut sisteminin esaslarını hicrî II. asrın ortalarında kazandığı rivayet edilmektedir. -21- Başlangıçta yazıda kullanılan noktalama işaretleri yeterli olurken, sonraları konuların anlatımında, nadir kelimelerin ve yabancı terkiplerin kullanılması, muğlâk yer isimlerinin geçmesi, mevcut yazı sisteminin yetersizliğine yol açmıştır. -22-

Câhiliye dönemine ait olan şiirlerin, diğer asırlara aktarılmasında dîvanlar önemli bir rol üstlenmektedir. Yine aynı şekilde belirli bir kabileye mensup şairlerin eserlerini toplayan dergiler de düzenlemiştir. Ebû Sa‘îd es-Sukkerî (ö.m. 888)’nin Şerhu Eş‘âri’l-Huzeliyyîn adlı eseri, bu tür eserlerdendir. Dîvanların dışında, Hammâd er-Râviye’nin toplamış olduğu ve Arap edebiyatının en güzide eserleri kabul edilen ve bu nedenle Kâbe’ye asılan Mu‘allakât-ı Seb‘alar, Mufaddal ed-Dabbî tarafından toplanan elMufaddaliyyât, Ebû Temmâm (ö. 231/845)’ın eseri olan Dîvânu Eş‘âri’l-Hamâse, Buhturî (ö. 284/897)’nin Dîvânu’l-Hamâse’si, Ebu’l-Ferec el-İsfahânî (ö. 356 / 967)’nin el-Eğânî adlı eseri, İbn Kuteybe (ö. 276/889)’nin eş-Şi‘r ve’ş-Şu‘arâ’sı, Ebû Zeyd elKureşî (ö. 170/786)’nin Cemheretu Eş‘âri’l-‘Arab adlı eseri, İbnu’ş-Şecerî (ö. 542/1148)’nin Muhtârât’ı ve elAsma‘î (ö.216/831),’nin el-Asma‘iyyât’ı, el-Câhiz’in elBeyân ve’t-Tebyîn’i, İbn Abdi Rabbih (ö. 328/940)’in el-‘Ikdu’l-Ferîd’i ve el-Kâlî (ö. 356/966)’nin el-Emâlî adlı eserleri, Câhiliye şiirlerini bizlere aktaran diğer önemli kaynaklardır. -23-

  1. CÂHİLİYE DÖNEMİNDE ŞİİRİN ÖNEMİ VE ŞÂİRİN KONUMU

Câhiliye şiiri, Arap yaşantısının bir aynasıdır. Onların âdetleri, gelenekleri, haberleri, edebiyatları, ilimleri, ahlâkları, savaşları ve hayat tecrübeleri hakkında bilgi verir ve bu bilgiyi, diğer nesillere aktarır. -24- Diğer bir ifadeyle şiir, -25- Arapların kültürel bir serveti -26- ve sicil kaydıdır. Dolayısıyla eğer Arap şiiri olmasaydı onların edebiyatları, haberleri, kabileleri, savaşları ve hatta coğrafî bilgileri dahi öğrenilemez. Yine aynı şekilde nahiv, dil, belâgat ilimleri de bu şekilde zenginleşemez. Çünkü bütün bu bilgiler onların şiirlerinde toplanmıştır ve bir nevi Arap şiirini bilmek, Arapların hassasiyetlerini bilmek demektir. -27- Bu nedenlerden ötürü Arap şiirinin büyük bir tarihî değeri de vardır. Çünkü şiirler, o günlere ait pek çok tarihî olayları günümüze kadar aktarabilmiştir. -28- Nitekim bu konuda Hz. Ömer’in “Şiir, bir kavmin ilmidir. Bir kavim için ondan daha güvenilir bir ilim yoktur” sözü, şiirin konumunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır. -29- Zaten şiirlerin asırlarca silinmeden hafızalarda yaşayabilmesinin nedeni, topluluğun müşterek duygularına sıkı sıkıya bağlı kalmasından kaynaklanmaktadır. -30-

Şiirlerin, Arapların üzerinde büyük bir etkisi vardır. Çünkü o şiirlerle yüksek bir mevkide olan kişi ya da kavimler aşağılanabilir ya da tam tersi olabilir. Örneğin Temîm kabilesinden bir grup, dedeleri Benû Enfi’n-Nâka’ya nisbet ediliyor ve deveburnu oğulları anlamına gelen bu nisbetten rahatsız oluyorlardı. Ancak büyük Arap şairlerinden el-Hutay’e’nin kendileri hakkında söylemiş oldukları bir beyitten sonra artık bu nisbetle anılmaktan gurur duyar hâle gelmişlerdir. O beyit şu şekildedir:

همُ الأنفُ والاذْنابُ غيرُهم ومَنْ يُسوِّى بأنفِ النَّاقة الذَنبَا قَوْمٌ

“Onlar öyle bir kavimdir ki, burundurlar. Diğerleri ise kuyruktur. Kim devenin kuyruğu ile burnunu eşit tutar.” -32-

Daha önce belirttiğimiz gibi övgü için kullanılan şiir, bazen hiciv için de kullanılabiliyordu. Örneğin Hassân b. Sâbit (ö. m. 682), boylarının uzunluğu ve iri gövdeleri ile övünen ‘Abdulmeddân oğullarını, şu beyiti ile hicvetmiştir:

العَصَافيرِ لا باْسَ بالقوم مِنْ طولٍ ومِنْ عِظَم جِسْمُ البِغالِ وأحْلامُ

Bir kavim kuş beyinli olduktan sonra, katır gibi vücutlarının ve boylarının uzun olmasına aldırış edilmez.” -34-

Bu durumdan rahatsız olan ‘Abdulmeddân oğulları, Hassân b. Sâbit’e gelerek yakınmışlar ve Hassân b. Sâbit, “bozduğum şeyi ben düzelteceğim” diyerek söylemiş olduğu şu beyitiyle onları övmüştür. Beyit şu şekildedir:

 وقد كنا نقولُ اذا رأينا لذى جسْمٍ يُعَدُّ وذى بيانِ

كأنك أيها المعطَى بياناً وجسْماً من بنى عبد المِدانِ

“Biz iri gövdeli, heybetli ve güzel ifadeli biriyle karşılaştığımız zaman; “Ey bahşiş veren kimse! Sen vücut ve güzel ifade bakımından ‘Abdulmeddân oğulları gibisin” derdik” -35-36-

Arapların yaşamında önemli bir rol oynayan bu şiirlerin şairleri de doğal olarak önemli bir yere sahiptir. Eğer bir kavimden şair çıkarsa, bu durum onlar için bir övünç kaynağıdır. Çünkü bu şair o kabilenin dili, kılıcı ve övünç dolu haberlerini, diğer nesillere aktaran sesidir. -37- Şairler, barış zamanında kabilesinin reisi ve elçisi, savaş zamanında ise kahramanı kabul edilir. Bazen tek bir beyiti ile kabilesinin onurunu yükseltir ya da düşürebilir. -38- Hatta Araplar, kendi kavimleri içinden bir şairin yetişmesini, bir süvarinin yetişmesine tercih ederler. Bu nedenle kabilenin içerisinden bir şair yetişirse diğer kabileler gelip bu kabileyi kutlarlar ve ziyafetler verilir. -39- Çünkü o dönemde büyük şairler yetiştirmiş olmak gurur ve şeref kaynağı olurken, şairlerden mahrum kalmak, utanç ve ayıplanma vesilesidir. -40- Aynı zamanda şair, kabilesinin dilidir ve o kabilenin ne istediğini karşı tarafa bildirir. Hatta şairler için bugünün Resmî Gazetesi denilebilir. Bilindiği üzere Resmî Gazetede yayınlananlar hükümetin istediği şeylerdir. Şiirin, siyasetteki tesiri de buradan gelir. -41- Yine şair, Câhiliye döneminde zamanın en bilgili ve en akıllı insanı olarak kabul edilir -42- ve iki kabile arasında yapılan siyasî müzakerelerde onların da bir yeri vardır. -43-

Kendisi ile bu kadar övünülen şairden bir o kadar da çekinilir. Çünkü onun dili yerine göre öldürücü bir silâh olabilir. Yukarıda da sözü edildiği gibi bir hasmını hicvederse, onu yalnız küçük düşürmekle kalmaz akimleştirebilir. -44-

Araplara göre şairlerin hicivlerinden çekinilmesinin bir diğer nedeni de şairin, alelâde bir kimsenin elde etmesi imkânsız olan bir ilme vakıf olması ve gözle görülmeyen bir takım kuvvetlerle irtibat halinde bulunmasıdır. Bunun sonucunda bir takım beddualarla düşman üzerine belâ ve kötülükler yağdırabilir. -45-

  1. PANAYIRLAR

Şairler, bu eşsiz güzellikte yazılan şiirlerini okumak ve onları ebedîleştirmek için yılın belirli dönemlerinde, belirli yerlerde düzenlenen panayırlara gelirlerdi. Arapların, Câhiliye döneminde ticaret için kurulmuş pazarları vardı ve bu pazarlar yıl boyu devam ederdi. Bunların en meşhurları ‘Ukâz, Micenne ve Zu’l-Mecâz idi. Bu pazarlar arasında en büyüğü Nahle ve et-Tâif arasında kurulan ‘Ukâz idi ve İslâmiyete kadar da de vam etmiştir. Bu pazarlar ticaret için kurulduğu kadar görüş alış-verişinde bulunmak, düşüncelerini açıklamak, bazı sorunlu durumlar için istişare etmek için de kullanılıyordu. Bu pazarların Arap edebiyatında önem arz etmesinin nedeni, dönemin şairlerinin buralara gelerek şiirlerini inşâd edip üne kavuşmalarıdır. Örneğin ‘Amr b. Kulsûm, meşhur Mu‘allakasını ve el-A‘şâ (ö. 7/628), medih içeren kasîdesini, ‘Ukâz’da inşad etmiştir. Araplar, bu tür etkinlikleri savaşın yasaklandığı Haram Aylar’46da yapıyorlardı ve bu aylar şiirin güçlenmesine ve fikir alış-verişinde bulunulmasına imkân tanımıştır. -47-

Bu edebî meydanda hutbe okumak için minberler bulunurdu ve hatip o minbere çıkarak hitap ederdi. Meşhur Arap şairi en-Nâbiğa ez-Zubyânî (ö.m. 607), ‘Ukâz’da şairler arasında hakemlik yapardı. Burada seçilmiş olan edebiyat harikaları, Kâbe’nin duvarına asılır ve raviler tarafından diğer şehir ve kabilelere duyurulurdu. Edebiyat alanında meşhur olan Mu‘allakaların oluşması da bu şekilde olmuştur. -48-

Bu panayırlar, dilin gelişmesi açısından da önemli bir rol oynuyordu. Arap dilinde farklı lehçe ve kelimeleri kullanan çeşitli kabile ve şehirlerden, ticaret için pek çok kimse yine bu pazarlarda buluşuyordu. Bu sayede kabileler arası kelime değişimi gerçekleşiyordu. Bu kabileler arasında Kureyş’in özel bir yeri vardı. Diğer kabileler, onların kullandığı lehçe ve kelimeleri beğeniyor ve kendi dillerinde kullanıyorlardı. Sonuçta Kureyş lehçesi, Arap dilinin olgunlaşmasında önemli bir rol oynamış ve Arap kabilelerinin en fasîh dili kabul edilmiş ve Kur’ân-ı Kerîm de bu lehçeyle inmiştir. -49-

  1. MU‘ALLAKALAR
  2. MU‘ALLAKALARIN İSİMLENDİRİLMESİ

Bir milletin edebî eserleri, o milletin duygu, düşünce ve inançlarının çizilmiş olduğu bir tablodur. -50- Bu nedenle Mu‘allakalar, edebî açıdan olduğu kadar tarihî açıdan da büyük önem taşırlar.

Hem tarihî hem de edebî açıdan büyük öneme sahip olan bu güzide kasidelerin isimlendirilmesinde farklı görüşler yer alır. Şimdi İslâm öncesine ait bu yedi kasîdenin yer aldığı mecmuaya neden Mu‘allakât -51- ismi verildiğine dair farklı görüşler hakkında bilgi vermeye çalışalım:

Bir görüşe göre, bu kasîdelerin ismi, Hac mevsiminde Mekke’de kurulan ‘Ukâz panayırında, inşâd edildikten sonra beğenilen kasîdelerin, keten bezinden yapılmış tomarlara, altın suyuyla yazılıp Kâbe’nin duvarına asılmasından dolayı asılı anlamına gelen Mu‘allaka kelimesinden gelmektedir. -52- Şiirlerin, altın suyuna batırılıp yazılması, onların el-Muzehhebât (Altın Süslemeli) şeklinde isimlendirilmesine neden olmuştur. -53- Batılı yazarlara göre ise Mu‘allakaların Kâbe’ye asılması söz konusu değildir ve bu kelime, Değerli, güzel şey anlamına gelen ‘Ilk54 kelimesinden türemiştir. -55- Ebû Ca‘fer en-Nahhâs (ö. 338/950) da, Mu‘allakaların, Kâbe’ye asılması konusunda -56- sağlam bir delil olmadığı -57- görüşündedir. -58-

Mu‘allakaların isimlendirilmesi hakkında bir diğer görüşe göre ise Câhiliye döneminde yaşamış olan krallar, beğendikleri kasîdelerin, hazinelerinde olması istemişler -59- ve onların asılmalarını emrettiği için bu şiirler Mu‘allaka ismiyle anılmışlardır. -60-

Ancak bazı yazarlar, Mu‘allakaların, yazılmış olmasını, o dönemde okuma-yazma bilinmediği gerekçesiyle reddederler. -61- Oysaki o dönemde yazı bilinmektedir -62- ve Câhiliye şiirinin, İslâmiyetten önce toplanmış olması, bu durumun ispatıdır. -63- Yine Hz Muhammed’in, Bedr gazvesinden sonra, yazı bilen esirlere, özgürlükleri karşılığı, Müslüman çocuklara yazı öğretmesini istemesi, yazının, o dönemlerde bilindiğinin bir göstergesidir. -64- Hatta Hz. Ömer’in kızı Hz. Hafsa (ö. h. 45) ve akrabası Hz. Şifâ bint ‘Abdullah o dönemlerde, okuma-yazma bilen kadınlar arasında geçmektedir. -65- Yine aynı şekilde Hz. Muhammed’in vahiy kâtiplerinin varlığı da yazının, çok önceden bilindiğini göstermektedir. -66- Yani, Câhiliye döneminde bilinmekte olan yazı, İslâmiyetin gelmesiyle yaygınlaşmıştır. -67-

MU‘ALLAKALARIN KÂBE’YE ASILMASI DURUMU

Mu‘allakalar hakkında bir diğer ihtilaflı konu ise onların Kâbe’ye asılması -68- durumudur. Bu konudaki görüşleri farklı iki kategoride toplamak mümkündür:

1- Mu‘allakaların, Kâbe’ye asıldığını kabul edenler,

2- Mu‘allakaların, Kâbe’ye asıldığını reddedenler.

Bu iki farklı görüşün ortaya çıkmasındaki sebep İbn ‘Abdirabbih ve en-Nahhâs’ın, Mu‘allakalar hakkında verdiği bilgilerden kaynaklanmaktadır. Şimdi bu bilgileri aktaralım:

İbn ‘Abdirabbih, eserinde, Araplar için şiirin önemini anlatırken aynı zamanda şiirden Arapların yaşantıları, tarihleri, günleri hakkında bilgi veren bir kayıt olarak bahseder. Bu bilgilerin akabinde eski şiirde yer alan ve Arapların da çok değer verdiği yedi kasideye geçer. Bu kasidelerin, altın suyla yazılıp Kâ‘be’ye asıldığını ve “İmru’u’l-Kays’ın Altın Yaldızlı Kasidesi, Zuheyr’in Altın Yaldızlı Kasidesi” şeklinde adlandırıldığını anlatır. Aynı zamanda bu şiirlere el-Mu‘allakât isminin verildiğini de söyler. -69- Mu‘allakaların, Kâbe’ye asıldığını kabul edenlerin vermiş olduğu bilgiler de bu şekildedir.

Diğeri ise en-Nahhâs’ın verdiği bilgidir. en-Nahhâs “Onların Kâbe’ye asıldığını bilen bir ravimiz yoktur” şeklinde bir görüş beyan eder. -70- Mu‘allakaların Kâbe’ye asıldığını reddedenler delillerini bu rivayete dayandırırlar. (Konu hakkındaki detaylar için bkz. Câhiliye Şiirinin Tematik Yapısı, Doç. Dr. Sevim Özdemir, Yediveren Kitap 2004)

MU‘ALLAKALARIN ARAP EDEBİYATINDAKİ KONUMU

İsimlendirilmesinde bazı şüpheler taşısa da Mu‘allakaların, Arap edebiyatındaki konumu tartışılamaz. Onlar sadece edebî bir ürün değil aynı zamanda Câhiliye döneminin hayatını, coğrafyasını, yaşayışını, siyasetini, dinini ve yaratılış özelliklerini anlatan tarihî bir vesikadır. -71- Pek çok dil ve nahiv âlimi, onun beyitleriyle istişhâd etmiş, koymuş oldukları kaide ve hükümlerini, onlarla kıyaslamışlardır. -72-

MU‘ALLAKALARIN SAYISI, ŞERH ve BASKILARI

Mu‘allaka şairlerinin sayısı hakkında kaynaklar farklı rakamlar vermektedir. Örneğin bir kaynakta İmru’u’lKays, Zuheyr, Tarefe (ö. m. 564), ‘Antere, ‘Amr b. Kulsûm, Lebîd (ö. m. 661) ve el-Hâris b. Hillize (ö. 570) olmak üzere yedi isim geçmektedir -73- ve genelde bunlar Mu‘allakât şairleri olarak benimsenmiştir. -74- Bir diğer kaynakta ise Ebû ‘Ubeyde (ö. m. 825)’nin de Mu‘allaka şairleri olarak yedi kişiyi saydığı ancak ‘Antere ve el-Hâris b. Hillize -75-’nin yerine en-Nâbiğa ez-Zubyânî ve el-A‘şâ’yı koyduğu rivayet edilir.- 76- İbn Kuteybe, ‘Abîd b. el-Ebras (ö. 555) -77-’ı, İbn Haldun ise ‘Alkame b. el-‘Abede (ö. 597)’yi -78- da Mu‘allaka şairleri arasında sayar. Böylece Mu‘allaka şairlerinin sayısı dokuzu bulur. Ancak asıl olan daha önce de belirttiğimiz gibi ilk başta verdiğimiz yedi kişidir.

Mu‘allaka şairleri arasında ilk sırayı alan İmru’u’lKays’dır ve M. V. asrın ilk yarısında yaşamış olduğu rivayet edilmektedir. Diğerleri ise yine aynı asrın son yarısında yaşamışlardır ve aralarından sadece Lebîd b. Rebî‘a Müslüman olmuştur. -79-

Yüzyıllardır insanların beğenisi kazanmış olan bu kasideler, doğal olarak pek çok kişi tarafından şerh edilmiş ve basılmıştır. Örneğin İbnu’l-Enbârî (ö. 940), ez-Zevzenî (ö. 1093), Ebû Ca‘fer en-Nahhâs’ın yapmış olduğu şerhler, bunlardan sadece bir kaçıdır. -80-

MU‘ALLAKALARDA YER ALAN KASİDELERİN YAPISI

Mu‘allakaların yazıldığı dönemlerde kaside, gerçek biçimini almıştır. -81- O biçime göre şair, terk edilmiş diyarları (atlâl) ağlamaklı bir şekilde anarak ve arkadaşlarından da ağlamalarını isteyerek kasidesine başlar. Bu terk edilmiş diyarlarda kalan her bir kalıntı, şaire, sevgilisini ve onunla yaşadığı güzel günleri hatırlatmaktır. Şair bu bölümde ayrılıktan dolayı çekmiş olduğu acı ve ızdırabları anlatır. Bu ızdırabları anlatırken sevgilisinin, sevgiliden kalan kalıntıların ve anıların tasvirini yapar. Terk edilen diyarlardan ve sevgiliden ayrılışın, ruhunda bıraktığı acılardan bahseden bu bölüm nesîb veya teşbîb olarak adlandırılır. -82- Sonra devesi ya da atı ile yolculuğuna devam eder ve bu esnada bineğinin tasvirini yapar, onun süratinden, gücünden ve özelliklerinden bahseder. Onu, çölde yaşayan vahşi hayvanlara benzetir. Yine bu bölümde çöl yolculuğunun tehlikelerinden de bahseder. Son olarak kasidenin asıl yazılış amacına anlatır. Amaç, ya birilerini veya kendini övmek ya da birilerini hicvetmek veyahut birilerinden özür dilemektir. Bu bölümde şair cesaretinden ya da kabilesinin yaptıklarından övünerek bahseder. Methettiği kişinin cömertliğini, cesurluğunu anlatır. Kabilesine saldırmış olan başka bir kabileyi ya da kişiyi hicveder ve kabileyi öç almaya çağırır. Ya da ölen bir kişinin ardından ağlar. Câhiliye döneminde yazılan şiirlerin uslûbu genelde bu şekildedir. -83-

Her ne kadar konular dar gibi gözükse de, Câhiliye şairleri, çok çeşitli kelime ve anlam bolluğu kullanmada mahirdirler. -84-

MU‘ALLAKA SAHİPLERİNİN ŞAİRLİĞİ VE MU‘ALLAKALARININ ÖZELLİĞİ

1- İMRU’U’L-KAYS

Şairliği: Câhiliye şairlerinin en üstünü ve önderi kabul edilen şair, aynı zamanda klâsik kasîdeye ilk şeklini veren, istiâreyi çok iyi kullanan, teşbîhi çeşitlendiren, kadınları ceylana benzeten, terk edilen diyarlara durup ağlayan -85- ve arkadaşlarının da bu şekilde yapmasını isteyen, atı en iyi şekilde vasıflandıran ve atın tasvirinde ilk defa vahşi hayvanları anında avlayan tabirini kullanan kişidir. Atını, yolculuklara ve baskınlarına gidiş-gelişlerinde arkadaş edinmiştir. Atın yanı sıra deveyi, geceyi, seli, şimşeği, savaşı ve bedevî hayatının özelliklerini en iyi şekilde tasvir etmiş, kullanmış olduğu sözlerin pek çoğu darb-ı mesel olmuştur. -86- Bütün bu özellikler yaşadığı hayat tarzına, hayal gücünün genişliğine, derin bir duyguya, anlattıklarını bizzat yaşayıp hissetmesine ve çok seyahat etmesine bağlıdır. -87-

Hz. Peygamber’in, hakkında “Kıyamet gününde elinde şairlerin bayrağını taşıyarak gelecek” -88- diye söz ettiği kişi olan İmru’u’l-Kays, şiirlerini herhangi bir sanatsal kaygı kastetmeksizin yalnız içinden geldiği gibi söylemiştir. -89- Şiirlerinde aşk hikâyelerine ve çekmiş olduğu sıkıntılara yer verir. Yani şiiri, hayatının bir yansıması ve kavminin de tarihçesidir. Kısa ve özlü kelimeler kullanarak tek bir kelimede pek çok anlam ifade eder. Terk edilen diyarlara durup ağlayarak ve arkadaşlarının da ağlamasını isteyerek pek çoklarının takip ettiği yeni bir üslûp yaratmıştır. Sözlerinde haddi aşan, kaba, sert, anlaşılması zor ifadelerin olmasının yanı sıra, harikulâde bir anlam, şık, zarif bir işleyiş, ince duygularla yazılmış sözler ve kendinden sonra gelenlere önderlik edecek bir metot vardır. Kelimenin tam anlamıyla o, asrının şairler lideridir. -90-

Yazmış olduğu kasîdeler, her asırda hayranlık kazanmış, düşünce ve duyguların ve konuların işleniş tarzı, diğer şairlere örnek olmuştur. -91- Şiirlerindeki herhangi bir kazanç beklemeksizin yapmış olduğu övgüler, daima beğeni toplamış ve durum Hz. Ali (ö. m. 661) tarafından da takdir edilmiştir. -92- Üstün zekâsı ve şiirsel sanatı asırlar boyu daima övülmüştür. -93-

Diğer taraftan Oryantalistler ve Arap edebiyatı araştırmacıları tarafından da ele alınan şiirleri, mükemmelliği açısından her zaman dikkat çekmiş ve beğenilmiştir. Çünkü Arapların ilk dönemlerinde bu şekildeki şiirlere rastlamak pek mümkün değildir. Zira ilk zamanlarda sadece önemli bir olay ya da durum için söylenen birkaç beytin dışında pek fazla şiir bulunmuyordu. -94-

Mu‘allakası: 81 beyitten oluşan ve tavîl bahrinde nazmedilen -95- Mu‘allakasının büyük bir kısmını eğlence ve lüks içinde geçirmiş olduğu gençliğinde yazmıştır. Konusu da amcasının kızı ‘Uneyze’ye duyduğu aşktır. Mu‘allakasına sevdiğinden kalan izlere ağlayarak başlar ve daha sonra gazel bölümüne geçer. Bu bölümde sevgilileriyle geçirmiş olduğu eğlence dolu günlerden, özellikle Dâretu Culcul gününden bahseder. Bu bölümde ifadeleri kullanırken mahremiyette sınır tanımaz, oldukça cesurdur. Yapmış olduğu tasvirlerde hiçbir îmâya gerek duymamış ve çekinmemiştir. Bu durum 41. beyte kadar devam eder. Daha sonra ise kadın, gece, şimşek, yağmur, kuşlar gibi başka tasvirlere ve benzetmelere geçer. -96- Yapmış olduğu tasvir ve benzetmelerde oldukça güçlüdür. Benzetmelerde yeni kelimelere yer verir. Örneğin Mu‘allakasında geçen -97-

تُضِئُ الظَّلامَ بالعشاء كأنها مَنارةُ مُمْسى راهبَ مُتَبَتِّل

“(Sevgilinin yüzünün parlaklığı), inzivaya çekilen rahibin çerağı gibi akşam karanlığını aydınlatır.”

beytinde, sevgilisinin yüzünün parlaklığını, rahibin çerağına benzetirken -98-, bir başka beytinde de gerdanını aynaya benzetir. Bu beyitte geçen السَّجَنْجَل kelimesi Yunanca (Rumca)’dır ve “ayna” anlamına gelmektedir. Bir başka rivayete göre ise gümüş ve altından bir parça demektir. -99- Beyit şu şekildedir: -100-

Mu‘allakasını okuyan herkes kullanmış olduğu ibarelerde bir düzen ve istikrar, lafızların terkibinde de bir uyum olduğunu gözlemler. Bu durum onun konuştuğu dilin bütün inceliklerine sahip olduğunun bir göstergesidir. -102-

Beyitlerde işlenen konuları şu şekilde tasnif etmek mümkündür: 1-8. beyitlerde sevgilinden kalan izlerde üzüntüyle durup ağlar; 9-42. beyitlerde sevgilisiyle geçirmiş olduğu günleri, özellikle Dâretu Culcul gününü anlatır; 43-46. beyitlerde geceyi; 47- 50. beyitlerde kurtların uluduğu terk edilmiş vadiyi; 51-68. beyitlerde atı ve avı; 69-70. beyitlerde şimşeği ve 71-80. beyitlerde de seli tasvir eder. -103-

2- TAREFE b. el-‘ABD

Şâirliği: İmru’u’l-Kays’tan sonra Câhiliye döneminin en iyi şairlerinden kabul edilen Tarefe -104-’nin Mu‘allakası, halis bir bedevî yaşantısının aynasıdır. Çoğunluğu gazel, medih, hamase, övünme, hiciv ve hikmetli sözlerden oluşur. -105- Tasvir de büyük bir yer tutar. Mu‘allakasının 35 beytinde deveyi tasvir ederken, o zamana kadar kimsenin kullanmadığı kelime ve vasıfları kullanır. Böylelikle diğer şairlere öncülük eder. Kullanmış olduğu kelimeler anlam yüklü ve gerçekçidir, âdeta hislerinin dışa vurumudur. Bazı terkiplerde mu‘âzale -106- yapar ve bu sebeple hicivlerinde çok başarılıdır. -107- Kullanmış olduğu kelimeler açık ve net, vermek istediği mesaj belirgin, okunuşu akıcıdır. -108- Körfez bölgesinde yaşadığı için, suya, dalgalara ve gemilere aşinalığı sebebiyle yapmış olduğu teşbihler çevreyle ilintilidir ve develeri, gemilere benzetir. Böylelikle bir çöl bedevisinin görmediği uygarlık ve medeniyeti görmektedir. Akrabası ile arasında geçen bir anlaşmazlık sonucu, uğradığı hayal kırıklığının bir sonucu olarak inşâd edilen Mu‘allakasında hayata bakış açısını -109- izah eder ve övünür. Aşağıdaki beyitte, kendisiyle ne kadar övündüğünü açık bir dille ifade eder:

إذا القوم قالوا مَنْ فتًي خِلْتُ أنّنى عُنيتُ فَلَم أكسل ولم أتَبَلَّد

“Kavmim içinde ‘bir yiğit yok mu’ denildiğinde, kendimin kastedildiğini anlarım ve (kavmime yardım hususunda) tembel davranıp tereddüt etmem.”

Hayat ona göre gelip geçicidir ve öldükten sonra dirilme yoktur. Bu sebeple hayatın bütün nimetlerinden faydalanmak gerekir. Bu görüşlerini şu beyitlerinde dile getirir:

تَرَى جُثْوَتَيْن مِنْ تُرابٍ عليهما صَفائِحُ صُمٌّ من صَفيحٍ مُنَضَّدِ أرَى قَبْرَ نَحَّامٍ بَخِيلٍ بِمالِهِ كقَبْرِ غَوِىٍّ فى البَطَالة مُفْسِد 

“Ey, savaştım ve zevk ve safa sürdüm diye beni kınayan kişi, (ben bunları yapmazsam) beni ebedileştirebilir misin? Madem ki ölümü benden defedemeyeceksin, bırak beni elimde avucumda ne varsa onlarla (ölüm gelinceye kadar) zevk ve sefa süreyim.” -113-114-

Bunun yanı sıra ölümün, zengin ve fakir, cimri ve cömert kişi için eşit olduğunu vurgulayan hikmetli sözler de terennüm eder.112 Bu görüşlerini şu beyitlerde dile getirir:

لَعَمْرُكَ ما الايّام إُلا مُعارَةٌ فَمَا اسْتَطَعْتَ مِن مَعْرُوفِها فتُزّوِّدِ 

“Ömrüne yemin olsun ki hayat ancak ödünç verilen bir şeydir, gücün yettiğince iyilik yap ve o iyilikleri arttır.” -116-117-

Duyguları, aklına galip gelir. Kuvvetli ve gerçekci bir hayal gücüne sahiptir. Hem güçlü hem de ince ve zarif uslûbu bir arada kullanır.118 Erken yaşta öldürülmesi sebebiyle çok fazla şiiri olmayan Tarefe’nin, elde olan şiirleri dilciler tarafından istişhâd edilmede güvenilir kaynak olarak kabul edilir.119 Hatta Hz. Muhammed’in

ستُبْدى لَكَ الأيامُ ما كُنْتَ جاهلاً ويأْتيكَ بالأخبارِ مَنْ لَمْ تُزَوِّدِ 

“Günler sana bilmediğin şeyleri gösterecek ve (haber toplaması için) yol azığı vermediğin kimse sana haberler getirecek.” – 120-121-

şeklinde geçen beyitini söylediği rivayet edilir.122 Aynı zamanda Tarefe’nin bu ve aşağıda gelen beyti, Araplar arasında darb-ı mesel olarak da kullanılır. -123-

مِنْ وَقْعِ الحُسام المُهنَّد وظُلْمُ ذَوِي القُربَى أَشَدُّ مَضاضَةً عَلَي المَرْء 

“Akrabadan gelen zulüm ise, kişiyi bilenmiş kılıç darbelerinden daha beter yaralar” -124-125-

Mu‘allakası: Daha önce belirtildiği üzere Tarefe’nin amcasının oğluna olan sitemi üzerine inşâd edilen ve 104 beyitten oluşan en uzun olan Mu‘allakası -126- Tavîl bahrinde nazmedilmiştir. Diğer Mu‘allakalardan farklı olarak belirli bir konuya hasredilmiştir. İşlemiş olduğu konuların beyitlere göre dağılımı şu şekildedir:

1-5. beyitlerde sevgiliden kalan izleri (atlâl) ve ondan ayrıldığı için duyduğu üzüntüyü anlatır. 6-10. beyitlerde sevgilisi Havle’yi, 11-44. beyitlerde de deveyi tasvir eder. 44-75. beyitlerde cömertliğinden, eğlenceye ve içkiye düşkünlüğünden bahseder. Aynı zamanda bu beyitlerde akrabalarının yanındaki konumunu ve hayat ve ölüm hakkındaki düşüncelerini anlatır. 76-94. beyitlerde amcasının oğlunu sitem ederek azarlar ve son olarak 95-104. beyitlerde bazı hikmetli sözlerle amcasının oğluna tavsiyelerde bulunur. -127-

3- ZUHEYR B. EBÎ SULMÂ

Şairliği: En iyi şairlerden biri olduğu konusunda ittifak edilen Zuheyr, belki de bu özelliğini, şairlerle dolu köklü bir aileden geliyor olmasına borçludur. Düşünce sahibi bir kişi olan şair, şiir inşâd etmede çok hassastır. Rivayet edildiğine göre kasidesini dört ayda nazmeder, dört ayda düzenler ve dört ayda da bu konunun uzmanlarına danışır ve sonuçta bir yıl sonra ancak insanlara sunardı. Bu sebeple şiirlerine Havliyyât (Yıllık), kendisine de Şiirin Kölesi ismi verilmiştir. -128-

Zuheyr b. Ebî Sulmâ, şiirlerinde daha çok övgü ve hikmetli sözlere yer vermiş, ‘Abs ve Zubyân oğulları sürekli savaş hâlinde olduğu için, savaş ve öç almaktan nefret ettirip barışa çağrı konularını işlemiştir. Az sözle çok fazla anlam ifade etmektedir ve kullandığı kelimeler açık ve nettir. Daha önce de belirtildiği gibi, kişiyi, kendisinde olmayan vasıflarla övmez ve dolayısıyla yalandan da kaçınmıştır. Kişiyi methederken, cesaret, yiğitlik, yardım severlik ve asalet gibi Arapların sevdiği kelimeler kullanır. Kompleks, girift ifadeleri kullanmamanın yanı sıra hicvetmekten de geri durmuştur. Hatta hicvederken bile ağırbaşlılığını kaybetmez ve hicvettiği kişiyi, ıslah etmeye çalışır. Bir kavmi hicvettiği -129- fakat sonra yaptığına pişman olduğu rivayet edilir. Şiirlerinde kullandığı darb-ı mesel ve hikmetli sözlerle kendinden sonra gelen şairlere örnek olmuştur. -130-

Şiirleri dikkatli bir biçimde incelendiğinde, İmru’u’lKays’ın şiirlerinde olduğu gibi her hangi bir yenilik ya da orijinallik olmadığı göze çarpsa da, kullanmış olduğu kelime ve sanatlarla bu açığını kapatır. -131- Mu‘allakasında geçen şu beyit, Araplar arasında darb-ı mesel olarak kullanılmaktadır:

ومَنْ هابَ اسْبابَ المنايَا يَنَلْنَهُ ولو نالَ اسبابَ السماءِ بسُلَّمِ 

“Kim ölümün sebeplerinden korkarsa, merdivenle göğün kapılarına yükselse bile, ölümün sebepleri ona ulaşır.”-132-133-

Özel hayatında ciddi, ağır başlı, vakur, dürüstlüğü, doğruluğu ve barışı seven -134- bir kişi olan Zuheyr’in şiirleri de âdeta hayatının bir yansımasıdır. -135- Bu hâliyle etikçi, ahlâkçı olarak tasvir edilir. -136- Hak ve adaleti, aşağıda geçen tek bir beyitte toplamıştır.

وإنّ الحقَّ مَقْطَعُه ثلاثٌ يَمينٌ أو نِفارٌ أو جِلاَءُ 

“Hak üç şeyle ortaya çıkar: Yemin veya hakem veyahut beyyine ile.” -137-138-

Zuheyr’in bu olgun, veciz, hikmetli sözlerle dolu ahlâkî şiiri, dönemine göre, onun kendine has dinî görüşleri ve farklı bir bakış açısı olduğunu gösterir. -139- O, İslâmiyet gelmeden önce, -140- bu din hakkında şiir yazanlardan -141- ve öldükten sonra dirilmeye inananlardandır. -142- Mu‘allakasında geçen şu beyitleri, bu düşüncelerinin açık ifadesidir:

يُؤَخَّرْ فيُوضَع فى كتابٍ فيُدَّخَرْ لِيوم الحِسابِ او يُعَجَّلْ فيُنْقَمِ فلا تَكْتُمُنَّ اللهَ ما فى نفوسِكم لِيَخْفىَ ومَهْما يُكْتَمِ اللهُ يَعْلَمِ 

“İçinizden geçenleri Allah’tan saklamaya çalışmayın, ne kadar saklasanız da O (Allah) bilir. (İçinizde gizlediğiniz kötülüklerin cezası) bir kitaba konulup hesap günü için saklanır ve (cezası) geciktirilir ya da acele edip intikam alınır.” -143-

Zuheyr, herkes tarafından bilinen açık ve net ifadeler kullandığı, mübalağadan, karmaşıklıktan, saçmalık ve sapkınlıktan uzak seviyeli olan şiirinde -144- kullanmış olduğu edebî sanatlarda oldukça başarılıdır. -145- Örneğin tek bir beyitte kadın için üç ayrı vasfı birden kullanmıştır. Bu beyit şu şekildedir:

تَنَازَعَهَا الَمَها شَبَهاً ودُرُّ البُحُورِ وشَاكَهَتْ فيها الظِّباءُ 

“Yabanî öküzler ona çekmiş (benzemiş), gerdanlıktaki parlaklık da aynı onun gerdanına benziyor, gerdanı da (güzellik ve uzunluk bakımından) ceylanlara benzer.” -146-147-

Zuheyr, bu beyitte, teşbih-i maklûb -148- sanatını kullanmıştır. Yani, müşebbehi (benzeyen), benzetme yönünün daha kuvvetli ve daha belirgin olması sebebiyle, müşebbeh bih (benzetilen) yapmıştır. Diğer şairlerin beyitlerinde, kadınların gözlerinin güzelliği, yabanî öküzlere benzetilerken, Zuheyr’in beytinde, yabanî öküzlerin gözlerinin güzelliğini, kadından aldığı iddia edilmektedir.

Mu‘allakası: Gazel, medih ve hikmetli sözlerin yer aldığı Mu‘allaka,-149- Tavîl bahrinde nazmedilmiştir ve ‘Abs ve Zubyân oğulları arasında geçen savaşı ele almaktadır. Farklı rivayetlere göre 60 ya da 64 beyit civarındadır. Diğer şairlerde olduğu gibi Zuheyr de Mu‘allakasına sevgiliden kalan izler (atlâl) ve yer tasvirleriyle başlar. Daha sonra Herim b. Sinân ve el-Hâris b. ‘Avf’ı methe geçer. Onların iki kabile arasında sağladıkları barışı ve akan kanı durdurma konusundaki başarılarını över ve hikmetli sözlerle Mu‘allakasını sonlandırır. -150-

Mu‘allakada işlenen konuları, beyitlerine göre şu şekilde sıralamak mümkündür: 1-15. beyitlerde sevgiliden kalan izleri anlatır. 16-25. beyitlerde barışı sağlayan kişileri metheder. 26-35. beyitlerde savaşan kabilelere nasihatlerde bulunur. 36-47. beyitlerde Zubyân kabilesinden özür diler ve 48-64. beyitlerde hikmetli sözler ve darb-ı mesellerle Mu‘allakasını bitirir. -151-

4- LEBÎD B. REBΑA

Şâirliği: Üçüncü tabaka şairlerden kabul edilen Lebîd’in -152- şiirlerinin konusu genel olarak kahramanlık, kendini ve başkasını övme, mersiye ve tasvirdir. -153- Cömert ve eli açık olan ve asil bir soydan gelen Lebîd’in bu özellikleri şiirlerine yansır. Övünürken âdeta asillik ve cömertlik mânâları onu temsil eder. Muhteşem kelimeler ve düzenli lafızlar kullanır. Haşvler -154- pek yoktur. Yine şiirlerini hikmetli sözler, güzel öğütler ve sıradan olmayan cümlelerle süsler. Lebîd, Câhiliye döneminin, mersiye -155- hususunda, ölüme sabreden bir kişinin hüzünlü duygularını, etkili ve hoş bir üslûpla tasvir eden ve şiirini hikmetli sözlerle süsleyen en iyi üç şairinden -156- biridir denilebilir.-157- enNâbiğa ez-Zubyânî, onu, ‘Âmir oğullarının en iyi şairi olarak kabul ederken, -158- Lebîd de kendisini, üçüncü tabaka şairler içinde görür. -159-

Lebîd’i diğer Mu‘allaka şairlerinden ayıran özelliği, onun şiiri, bir meslek olarak profesyonelce icra etmesidir. Zira diğer şairler, liderlik, savaş gibi nedenlerle şiir söylerken, Lebîd, kavmi içerisinde, kendini gösterebilmek, varlığından söz ettirebilmek için şiir söylemiştir. Bu sebeple övgülerinde asilliğinden, yiğitliğinden, cömertliğinden, kimsesizlere sahip çıkmasından bahseder. Diğer taraftan Lebîd’in şiirlerinde, dilde istişhâd olarak kullanılabilecek kelime zenginliğinin yanı sıra pek çok dil âliminin, şiirlerinde geçen bir kelimeyi farklı anladıkları ya da varsayımlarda bulundukları ve pek çok tekrarın olduğu da bir gerçektir. -160-

Lebîd’in medeniyetten uzak sürdürdüğü bedevî yaşantısı, şiirlerine sadelik ve samimiyet şeklinde yansır. Kendinden olduğu gibi bahseder. Barışta, eğlenceli, şakacı ve cömert; savaşta yiğit ve cesur, yaşlılığında ise hikmetli sözler söyleyen ve öğüt veren bir kişidir. Bunun yanı sıra sevgiliden boş kalan yerlerin ve rüzgârla sürüklenen hafif bir buluta benzettiği devenin hızını tasvirde çok başarılıdır. -161- Şiirlerinde boş sözler ya da hatalı kullanımlar çok azdır. -162- Teşbih ve istiârelerde kullanmış olduğu hoş ibâreler, şiirine akıcılık katar. Yapmış olduğu kişileştirmelerde makuldür. -163-

İmam Şâfi‘î (ö. 150/767),

ولولا الشعرُ بالعلماء يُزْرِي لَكنتُ اليومَ أشعرَ من لبيدِ

“Şiir söylemek âlimlerin itibarını düşürmeseydi, bugün Lebîd’en daha iyi bir şair olurdum.”

şeklindeki sözüyle Lebîd’in, ne derece üstün bir şair olduğunu göstermektedir. -164-

Yine Hz. Âişe(ö. h. 57 veya 58)’nin, Lebîd’in 12 bin beytini rivayet ettiği söylenir. -165-

Mu‘allakası: Bilindiği üzere Lebîd, içki ve av sahnelerinin tasvirinde ve pastoral şiirler yazmada oldukça mâhirdir. Kâmil bahrinde nazmedilen Mu‘allakasında bu konuları çok güzel işlemiştir. -166- Diğer Mu‘allaka şairlerinde olduğu gibi, o da Mu‘allakasına terk edilmiş diyarları (atlâl) tasvirle başlar. 90 beyit civarındadır. En önemli konuları terk edilmiş diyarların tasviri, sevdiği insanların gidişinden dolayı duyduğu üzüntü ve sevdiği kadını övme, devenin tasviri ve onun bazen bir buluta bazen de vahşi ineklere benzetilmesi ve kendini övmesidir. Yine Mu‘allakada içki ve eğlencenin tasviri ve şairin cömertliği ile gözü pekliği de işlenen konular arasındadır. -167- Yapılan benzetmelerde kullanmış olduğu ifadeler, saf bedevî yaşantısında geçen kelimelerdir ve belki de o zamana kadar yapılan teşbihlerin en güzelidir. -168-

Söyleniş sebebi hakkında herhangi bir önemli olay ya da tarih belirtilmeyen ve sadece şairin duygularını anlatmak için söylendiği tahmin edilen -169- Mu‘allakada geçen konuları işleniş sırasına göre şu şekilde sıralamak mümkündür: 1-9. beyitlerde sevgiliden kalan yerlerin tasviri ve yağmurların oralarda bıraktığı izleri anlatır, 10-15. beyitlerde sevgiliden kalan yerleri sorgular, 16-21. beyitlerde sevgilisinden bahseder. Daha sonra devesinin tasvirine ve benzetmelerine geçer. 22- 24. beyitlerde devesini kırmızı bulutlara, 25-35. beyitlerde vahşi eşeğe, 36-54. beyitlerde vahşi ineğe benzetir. Daha sonra tekrar sevgilisi Nevâr’a döner ve 55-56. beyitlerde ona olan siteminden bahseder. 57-62. beyitlerde eğlence ve içki içmesini, 63-69. beyitlerde cesaretini ve atının süratini anlatır. 70-72. beyitlerde en-Nu’mân’ın meclisinde geçen olayı dile getirir. 73-77. beyitlerde cömertliğinden söz eder ve 78-88. beyitlerde kendini ve kavmini överek Mu‘allakasını bitirir. -170-

5- ‘AMR B. KULSÛM

Şâirliği: ‘Amr b. Kulsûm’un Mu‘allakası, onur, asalet ve şerefin beslediği bir ruhtan sâdır olmuştur. Diğer bir ifadeyle Mu‘allaka, -171- kendisinde, insanlığın ideal özelliklerini birleştiren bir adamın eseridir. Mısralar, içinde coşan heyecanın ve duyguların âdeta bir dışa vurumudur. Bir başka ifadeyle kaside, şairin duyguları üzerine yapılanmaktadır. Kendisi bir kabilenin lideridir ve bu liderlik, pervasızca kendini göstermektedir. Bu coşkun duygular, aklına galip gelmekte ve bir kralın huzurunda bile olması fark etmemektedir. -172- Şiirinde kullandığı lafızlar kendi arasında uyumlu ve mükemmel, üslûbu da hoştur. Eşi ve benzeri olmayan övgülerle doludur. Gaye ve hedefini mükemmel bir biçimde dile getirir ve kendi nefsini tatmin eder. -173- Akıcılık ve güç bir aradadır. Kendine ve kabilesine olan güveni, net bir biçimde ifade etmektedir. Örneğin Mu‘allakasında geçen şu beyit, kendisi ve kabilesi ile ne kadar gurur duyduğunun net bir ifadesidir:

إذا بلغ الفِطامَ لنا ولِيْدٌ تَخرُّ له الجبابرُ ساجدينا 

“Bizden bir çocuk sütten kesildiğinde zorbalar dahi onun önünde secde eder.” -174-

Bu şiir, kendisinin ve kabilesinin üstünlüğüyle onur duyan bir kabile reisinin dizeleridir. -175- Konular, başından sonuna kadar birbiriyle bağlantılıdır. Pek çok konu âdeta tek bir konuda işlenmiş gibidir Kullanmış olduğu istiare ve teşbihler gerçeklerle ilintilidir. Şiirin akışında bir zorlama ve külfet yoktur, tamamen fıtrî ve irticâlîdir. Övgü, öfke ve heyecanın yanı sıra güzel, parlak, zarif ve veciz sözlerle doludur. -176- Aynı satırda hem tehditler savurabilmekte hem de övünmektedir. Kendisini, ailesini ve kabilesini yüceltmeyi, kendine görev addeder. Asla yorulmaz, her zaman güçlüdür ve silâhını akıllı bir şekilde kullanır. -177-

Diğer taraftan ‘Amr b. Kulsûm, Mu‘allakasına içkiyi ve onun etkilerini tasvir ederek başlayan tek şairdir. Bu hâliyle diğer şairlere muhalefet eder. -178- Yine Mu‘allakanın diğerlerinden ayrılan bir diğer özelliği de gazel ve tasvire fazla yer ayırmayıp çoğunlukla bir konu üzerinde yoğunlaşmış olmasıdır. Şair, Mu‘allakasını âdeta kavmi adına nazmetmiştir ve şan, şöhret sahibi bir krala hitap etmektedir. -179-

Mu‘allakası: Tağlib oğullarından büyük-küçük herkes tarafından bilinen ve yüzyıllarca övgüyle tekrar edilen, -180- terazinin bir kefesine Arap şiirlerini, diğerine ‘Amr’ın şiirini koysan, ‘Amr’ın şiiri ağır basar diye övgüyle bahsedilen Mu‘allaka, -181- vâfir bahrinde ve yaklaşık 100 beyittir. İki kısımdan oluşmaktadır. İlk kısmını, ‘Amr b. Hind’in sarayında, kendi kabilesi ile Bekr oğulları kabilesi arasında hakemlik yapıldığı gün nazmetmiştir. 1-48. beyitler arasında olan bu kısım övgülerle doludur. İlk 1-19. beyitlerde içki ve sevgiliyi tasvir eder, 20-48. beyitlerde de övgü ve tehdide geçer. İkinci kısmı ise ‘Amr b. Hind’i öldürdükten sonra nazmetmiştir. 49-100. beyitler arasında olan bu kısım, pek çok övgülerle doludur. -182- Bu beyitlerden 49-62. beyitler arasında, ‘Amr b. Hind’in annesi ile kendi annesi arasında geçen olaydan açık bir şekilde bahsetmiş ve asaletiyle övünmüştür. -183- ‘Amr’ın Mu‘allakasında bahsettiği bir diğer konu da Bekr oğullarının günlük yaşantıları ve Tağlib’li kadınların, savaşlarda oynadığı roldür. Bunlar 62-100. beyitler arasında geçer. -184-

6- ‘ANTERE B. ŞEDDÂD

Şairliği: Altıncı tabaka şairlerinin en büyüğü olarak kabul edilen -185- ve savaşlardaki kahramanlığı ve savaşların tasvirini, en önemli şiir konuları olarak seçen ‘Antere, -186- şiirlerinde fasîh lafızlar kullanan başarılı bir şairdir. Manaları mükemmel bir biçimde açıklar. Câhiliye şiirlerinde yer alan kaba sözler ve sert anlamların aksine şiirinde son derece hassas ve nazik ifadeler kullanır. Amcasının kızı ‘Able’ye duyduğu aşk onu, şiirlerinde hassas hale getirmiştir. -187-

Şiirlerinde kullandığı teşbih ve istiâreler, gerçek hayatla bağlantılıdır, -188- anlamada herhangi bir zorluk ve külfet yaşanmaz. Konular arası geçişte çok hızlıdır. Diğer şairlerde görülen cesaret ya da ata binmedeki övgüler, yerini, ‘Antere’de kendiyle övünmeye bırakır. Bu durum, bir köle çocuğu olması sebebiyle kendinde eksiklik hissetmesinden ve kendini bastırmasından kaynaklanabilir. Diğer taraftan teninin siyah olması da onu olumsuz yönde etkilemektedir. Bir şiirinde bu durumu şöyle dile getirir:

يَعيبون لَوْنِى بالسّوادِ جَهالةً ولَوْلا سَوادُ الليلِ ما طَلَعَ الفجرُ 

“Tenimin siyah olmasıyla beni cahilce kınıyorlar (oysaki) bilmiyorlar gecenin siyahlığı olmasaydı güneş doğmazdı.” -189-

Şair hayatında yer alan bu olumsuzlukları, cesur savaşçılığı ve güçlü şiir söylemesiyle kapatmaya çalışmaktadır. -190-

Diğer taraftan kölelik ve aşkın, ‘Antere’nin şiirlerini yönlendiren iki temel esas olduğu söylenebilir. Bunları kahramanlık, cesaret, güzel söz ve davranışlarla desteklemektedir. Buradan da anlaşılmaktadır ki, şeref, sadece hür olanlara tahsis edilmiş değildir. İnsan, nesebiyle değil ahlâkı ve tavırlarıyla insandır. Bütün bu özellikler bağlamında denilebilir ki, ‘Antere’nin yazmış olduğu kaside, kişiliğinin bir yansımasıdır. Mu‘allakasında geçen şu iki beyit, onun ikili ilişkilerdeki hoşgörüsüne, savaştaki şiddet ve kasvetine ve barış esnasında da yumuşak başlı ve inceliğine bir örnektir:

فإذا ظُلمتُ فإن ظُلْمي باسِلُ مُرٌ مُذاقَتُه كطَعْمِ العَلْقمِ أثْني عليّ بِما علِمتِ فإنني سَمْحٌ مُخالقَتي إذا لم أُظُلمَ 

“Beni bildiğin şekilde öv, çünkü haksızlığa uğramadıkça hoş geçimliyimdir. Zulme uğrarsam eğer, zulmüm de çetindir, tadı Ebû Cehil karpuzu gibi acıdır.” -191-192-

Sevgilisi ‘Able’ye duyduğu saf, temiz ve platonik aşk, şiirlerine de yansımış ve sevgilinin fizikî tasvirini, haddini aşmadan, edep sınırları içerisinde ancak birkaç beyitle sınırlandırmıştır. -193-

Şiirlerinde kölelik, fahr ve gazelin dışında diğer Câhiliye şiirlerinde olduğu gibi bazı tabiat tasvirleri, tarihî bilgiler, sevgiliden geriye kalan izler (atlâl) ve ölüm ve hayat hakkında bazı hikmetli sözler de yer alır. -194- Ancak sevgiliden geriye kalan izler hakkında yazılan beyitleri, gerçek, samimi duygularını yansıtması açısından diğer Arap şairlerin beyitlerinden farklılık gösterir. -195-

Mu‘allakası: Dâhis ve’l-Ğabrâ’ -196- Savaşı’nın -197- akabinde nazmettiği Mu‘allakasını -198- babasının nesebine kabul edildikten sonra Benî ‘Abs kabilesinden bir adamın, teninin rengi, annesi ve kardeşleriyle alay etmesi sonucu nazmetmiş ve katıldığı savaşları, cesareti ve şahsî özelliklerini anlatmıştır. -199- Kâmil bahrinde nazmedilen -200- ve fasih kelimeler kullanması sebebiyle “Altın Süslemeli, Muhteşem (Muzehhebe, Zehebiyye)” diye isimlendirilen -201- Mu‘allakasında geçen beyit sayısı hakkında farklı rivayetler vardır: Örneğin ez-Zevzenî şerhinde 74 beyit, -202- Cemheretu Eş‘âri’l- ‘Arab adlı eserde 104 beyit, -203- el-Enbârî ve et-Tebrîzî şerhlerinde de 80 beyit olarak geçmektedir. -204- Daha çok fahr ve gazel konularını işlediği -205- Mu‘allakasında yer alan diğer konuları, işleniş tarzına göre şu şekilde sıralamak mümkündür:

1-12. beyitlerde sevgilisinden kalan izler ve ayrılık; 13-21.beyitlerde ‘Able’nin ve bahçenin tasviri; 22- 34. beyitlerde devenin tasviri. Daha sonra sevgilisi ‘Able’ye dönerek, kendi özelliklerinden ve ahlâkından bahsederek övünür. Bunlar da şu beyitlerdir: 35- 37. beyitlerde güzel yaratılışı ve zalimle vuruşması; 38-41. beyitlerde içki içmesi ve içkinin tesiriyle cömert davranması, 42-80. beyitlerde savaşlardaki vuruşması. -206-

7- el-HÂRİS B. HİLLİZE

Şairliği: el-Hâris b. Hillize’nin çok iyi ancak çok az şiir söylediği, Mu‘allakasının da söylemiş olduğu şiirlerin en iyisi olduğu rivayet edilmektedir. ‘Amr b. Kulsum ve Tarefe b. el-‘Abd gibi tek bir kasideyle meşhur olan şairlerdendir. Şiirlerinde en çok fahr, hamase, hikmet ve medh konularının yanı sıra, teşbih, beliğ sözler ve ifadelerin kullanımında çeşitlilik de göze çarpar. Bunların dışında Arapların tarihi hakkında bilgiler -207- ve diğer rakip kabilelerle olan kan davalarından da bahseder. -208- Bu durum onun Mu‘allakasına ayrı bir önem kazandırır. Fahr konusunda o kadar başarılıdır ki, hakkında افخر من الحارث el-Hâris b. Hillize’den daha çok övünen şeklinde bir darb-ı mesel dahi söylenmiştir. Şiirlerinde kullandığı fasîh kelimeler, kasîdesinin daha kolay anlaşılmasına ve akıcılığına imkân tanır. -209-

Mu‘allakası: Edebiyat tenkitçileri, el-Hâris b. Hillize’nin Mu‘allakasını, yedi Mu‘allakaya dâhil etme hususunda ihtilâf etmişlerdir. Theodor Nöldeke’ye göre, Mu‘allakaları derleyen Hammâd er-Râviye, -210- Bekr kabilesindendir ve onların düşmanı olan Tağlib kabilesine karşı, Bekr kabilesini memnun etmek için el-Hâris’in kasidesini, Mu‘allakaya dâhil etmiştir. Zira bilindiği üzere Tağlib kabilesinin şairi olan ‘Amr b. Kulsûm’un kasidesi, yedi Mu‘allaka dâhilindedir. -211- Şairlerden bazıları, ‘Amr b. Kulsûm’un Mu‘allakasını, anlaşılmasındaki kolaylık ve övgüdeki başarısı sebebiyle el-Hâris’in Mu‘allakasına tercih eder. Aynı zamanda onlara göre, ‘Amr. b. Kulsûm, konuları bıkkınlık ve usanç vermeden daha kapsamlı bir şekilde işlemiştir. Edebiyatçılar ise, el-Hâris b. Hillize’nin Mu‘allakasını, bazı tarihî olaylarda delil olarak kabul edilebilme özelliğinden dolayı, bütün Mu‘allakalardan üstün görürler. -212- Mu‘allakanın bir diğer özelliği de gazel ve tasvire fazla değinmeksizin çoğunluğunun tek bir konu üzerinde yoğunlaşmasıdır. Şair âdeta kavmi adına bu Mu‘allakayı nazmetmiştir ve şan, şöhret sahibi bir krala hitap etmektedir. -213-

85 beyitten oluşan ve hafîf bahrinde nazmedilen -214- Mu‘allakasında şair, terk edilen diyarlara durup ağlamayı fazla uzatmaz ve devesinin tasvirine geçer. Daha sonra her iki kabile arasında geçen olaylardan ve savaş hazırlıklarından bahseder. Akabinde ‘Amr b. Hind’in yanında kabilesini kötüleyen ‘Amr b. Kulsûm’e sataşır ve ‘Amr b. Hind’in, ‘Amr b Kulsûm’un sözlerine inanmayacak kadar şeref ve keramet sahibi bir kişi olduğu söyleyerek onu metheder ve kendi kabilesine de övgüler yağdırır. -215-

Mu‘allakada işlenen bu konuları beyitlerine göre şu şekilde sıralamak mümkündür: 1-14. beyitlerde terk edilen yerlere durup ağlama ve devesinin tasviri ve hızda, deve kuşuna benzetilmesi; 15-58. beyitlerde Tağlib kabilesinin yapmış olduğu haksızlıklar, zulümler, utanç verici şeyler, barışı ihlâl etmeleri ve kendi kabilesi ile övünmesi; 59-85. beyitlerde de ‘Amr b. Hind ile olan münasebetleri ve ona yapılan övgüler yer alır. -216-

SONUÇ

Bir döneme ışık tutan Câhiliye şiiri, -elde yeterli imkânların olmaması sebebiyle- her ne kadar yazıya geçirilememiş olsa da daima önemini korumuştur. Arap şiirinin ilk defa nasıl oluştuğu ve düzenli bir şekil aldığı bilinmemekle birlikte, şiirin, Arap toplumu için vazgeçilmez olduğu açık ve nettir. Çünkü onlar geçmişe ait bilgilerini, gelenek-göreneklerini, âdetlerini, savaşlarını hatta coğrafyalarını bile şiirleri vasıtasıyla öğrenmişlerdir. Bir başka ifadeyle şiir, onların sicil kaydıdır.

Câhiliye şiiri içerisinde özel bir yeri olan Mu‘allakalar, varlığı noktasında asırlardır tartışma konusu olmuş ve bazı kesimlerin hedefi haline gelmiştir. Üzerinde bu derece tartışılıyor olması, aslında onların kesin olarak varlığının da bir ispatıdır.

Câhiliye şiirinin sözlü rivayetle varlığını koruması ve az önce de belirttiğimiz gibi imkânsızlıklar sebebiyle yazıya aktarılamamış olması, Mu‘allakaların daima zayıf noktası olmuştur. Ancak şiirin Câhiliye döneminde tedvin edildiğini reddedenler kadar yine onun hicrî I. yüzyılın ilk yarısında derlenmiş olduğunu söyleyen iddialı âlimler de vardır. Yine şiirlerde gelen farklı rivayetler, eş anlamlı sözcüklerin varlığı ile açıklanmıştır. Zaten çoğunluğunun sözlü rivayete dayanır olması sebebiyle bu tür farklılıkları peşinde getirmesi de doğaldır. Her ne kadar uydurma şiirler olsa da, bunlar Arap şiirinin orijinalliği hakkında bir şüpheye sebep olamaz.

Mu‘allakaların varlığı konusunda şüphelerini dile getirenlerin öne sürdüğü iddialarının mesnetsiz olduğu da bir gerçektir. Örneğin D. S. Margoliouth’un, ravi sistemini reddediyor olması, tamamıyla gerçeklerle bağdaşmayan bir iddiadır. Çünkü genelde Câhiliye şiirini, özelde de Mu‘allakaları reddedenler ya da varlığına şüpheyle yaklaşanlar bile şiirlerin bir sonraki nesle aktarımında ravi sisteminin varlığını kabul etmektedirler. Yine aynı şekilde ravi sisteminin reddedilmesi, bugün bile önemini ve varlığını koruyan Hadis-i Şeriflerin varlığına da şüpheyle yaklaşmak anlamına gelir. Aslında Hz. Peygamberin sözlerinin rivayetle aktarılıyor olması, -her ne kadar o dönemde sistemli bir şekil almasa bile- Câhiliye şiirinin de rivayetle varlığını korumasının bir delilidir. Çünkü yazının kullanımına uzak bir milletin, değerlerini bir başka nesile aktarmak için bir yol bulması gerekir ki bu yol da o dönemin şartlarında ravilerdir.

Yine aynı şekilde Mu‘allakaların, daha sonraki dönemlerde bir tek kişi tarafından uydurulduğunu iddia edenlerin delilleri de tamamıyla mesnetsizdir. Zira Mu‘allaka şairlerinin hayatlarını incelediğimizde yaşamış oldukları hayat tarzlarını, şiirlerine yansıttıklarına şahit olmaktayız. Örneğin hayatında kadınlara ve eğlenceye düşkünlüğü ile tanınan Mu‘allaka şairi İmr’u’l-Kays’ın şiirlerine bu hayat tarzını yansıttığını ve hayatında olgun bir kişilik sergileyen Zuheyr b. Ebî Sulmâ’nın da şiirlerinde hikmeti konu edindiğini görmekteyiz. Dolayısıyla aynı kişinin hem açık-seçik hem de hikmet dolu şiirleri aynı anda yazmasının düşünülmesi de teorik olarak imkânsız bir şeydir. Diğer taraftan Tarefe’nin, Bahreyn’de yaşıyor olması sebebiyle şiirlerinde gemileri işliyor olması da şairin hayatının, şiirlerine yansımasıdır. Binaenaleyh Câhiliye şiirinin büyük çoğunluğunun intihal olduğunu iddia etmek, bir araştırmacının da belirttiği gibi, organize bir uydurma hareketinden söz etmek olur.

Konuya bir başka açıdan bakacak olursak, Hz. Peygamber’in, Mu‘allaka şairleri hakkında söylemiş olduğu sözler ve Tarefe’nin “Günler sana bilmediğin şeyleri gösterecek ve (haber toplaması için) yol azığı vermediğin kimse sana haberler getirecektir” şeklindeki beyitini beğenip söylüyor olması da, Mu‘allakaların varlığına bir delildir.

Mu‘allakalar, Arap Edebiyat Tarihine katmış olduğu güzelliklerin yanı sıra medih, vasf, fahr, hikmet gibi temaların doğmasına da vesile olmuşlardır. Yazımızda belirttiğimiz gibi her ne kadar şairlerin, şiirlerinde bu tür konuları işleme gibi bir kaygıları yoksa da farkında olmaksızın bu temaların doğuşuna zemin hazırlamışlardır.

Mu‘allaka şairleri, ‘Amr b. Kulsûm dışında Mu‘allakalarına atlâl (kalıntılar)ı anlatarak başlamış ve tasvirle devam etmişlerdir. Daha sonraki beyitlerde ise ya fahrı, ya medihi ya da hikmeti konu edinmişlerdir. Başlangıçta birbiriyle alakasız gibi görünen bu konuları, çok güzel geçişlerle anlatarak konu bütünlüğünü sağlamışlardır. Hatta bazen tek bir beyitte iki sanatı birden işlemişlerdir. Örneğin Mu‘allakaların girişinde işlenen atlâl, aynı anda hem teşbîb hem de vasf sanatını kapsamaktadır. Zaten şairin, şairlik gücü ve becerisi de burada saklıdır.

Mu‘allaka şairleri, bu temaların yanı sıra, tarihî konuları da anlatarak şiirlerinin değerini arttırmışlardır. Örneğin el-Hâris b. Hillize’nin Mu‘allakası bazı tarihî olaylara şahitlik etmektedir.

Sonuç olarak diyebiliriz ki Câhiliye döneminde yaşamış olan Mu‘allaka şairleri hem kasideleri hem de kasidelerinde işlemiş oldukları konuları itibariyle tarihteki yerini almıştır ve taşıdıkları önem sayesinde günümüzde de adından söz ettirmektedirler.

DOÇ. DR. SEVİM ÖZDEMİR

Bu makaleyi okuyanlar için tavsiye yazı: “Arap Edebiyatı Tarihi ve Cahiliye Şiirleri”

Latest posts by emedrese (see all)

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

eMedrese bir İlmiye Vakfı projesidir.