İnsan Fiilleri
İnsan Fiilleri
İçindekiler
İnsan Fiilleri
Fiil Nedir?
Fiil, amel vb.’yi icâd etmektir. Buna göre fiilde amelin fâiline ve ondan sudûruna nisbeti gözetilmiştir. Fiilin hariçte meydana gelmesi dikkate alındığında buna ‘amel’ denilir. Amel, işlenmiş olan her fiili kapsar. Kindi (ö.252/866) fiili, “tesiri kabul eden bir konuda tesirde bulunma” olarak tarif eder.
Kelam Ekollerinde Fiil Kavramı
Mutezile fiili, “kudret sahibinden meydana gelen olaylar” olarak tarif eder. Onlar insan fiillerini iki kısma ayırmaktadır.
a- Gücümüzün yettiği fiiller: Sesler, inanışlar, arzu ve istekler, fikirler vb.
b- Gücümüzün yetmediği fiiller: Kokular, cevherler, tatlar, kuruluk, ölüm, kudret, şehvet vb.
İmam Eşari (ö.324/935-36), insan fiillerinin Allah’ın yaratması ile meydana geldiğini söyler.
İmam Maturidi’ye (ö.333/944) göre insan, mecazen değil hakikaten fiil sahibidir. İnsanın fiil sahibi olduğuna aklî ve nakli deliller getirmektedir. Nakli olarak Allah’ın, fiil hakkında emir ve nehiylerini, va’d ve vaid’ini (sevap-ceza) delil getirir.
İmam Maturidi, insanın fiil sahibi olduğuna dair akli delil olarak şunları zikreder: “Taat, ma’siyet, fuhşiyat ve münkeratı işlemek emredilen ve yasaklanan hususlardandır. Bunların Allah’ın fiili olması mümkün değildir. Dolayısıyla bunlar insan fiilidir.
Fiil Çeşitleri

1-Izdırâri (zorunlu) fiiller.
2-İhtiyâri (isteğe bağlı) fiiller.
İnsandan sudur eden fiillerin hepsi onun ihtiyar ve iradesi ile meydana gelmemektedir. Sorumluluk açısından bakıldığında insanın herhangi bir katkısı olmayan zorunlu fiiller, her ne kadar insanla ilgili olup onda meydana gelseler de gerçekte insanın irade ve isteği dışında meydana geldiklerinden insanın sorumlu olduğu fiiller değildir.
İrade Nedir?
İrade, ihtiyar ve seçimle birlikte talep manasındadır. Kur’an’da hem Allah’ın hem de insanın irade sahibi olduğundan söz edilmektedir. Allah her türlü sınırdan ve sınırlamadan münezzeh olunca onun iradesinde herhangi bir noksanlık söz konusu değildir ama insan iradesi sınırlı ve noksandır.
İrade iki anlamda kullanılmaktadır:
1-Mebde’ (Başlangıç): “Nefsin bir şeye meyletmesi” anlamında.
2-Müntehâ (Sonuç): “Bir şeyin yapılmasına ve yapılmamasına hükmetmek” anlamında.
İrade kelimesi Allah hakkında kullanıldığında mebde’ değil müntehâ edilir. Çünkü Allah ‘meyl’ manasından münezzehtir. Böylece ilahi irade ile hâdis olan insan iradesi arasında bir ayırım yapılmak istenmiştir. Çünkü ilahi irade bir şeye taalluk ettiği zaman o şeyin meydana gelmesini gerektirir, insan iradesi ise bir şeye taalluk ettiği zaman o şeyin meydana gelmesini gerektirmez. İrade, insanlar için kullanıldığı gibi cansızlar ve hayvanlar için de kullanılır. Nitekim Kur’an’da ‘duvar’ hakkında kullanılmıştır.
Kelamda irade ile ilgili eş anlamlı olarak meşiet, ihtiyar, kasd gibi kelimeler kullanılmaktadır.
Kelam Ekollerinde İrade
Cebriyye: İnsanın herhangi bir iradesi yoktur. Onlar, insan fiillerinin Allah’ın yaratması ile meydana geldiğini düşünürler. Allah’ın mutlak kudreti karşısında insanın bir tercihi ve iradesi yoktur.
Mutezile: Mutezili âlimler insanın etkin bir iradeye sahip olduğu görüşündedirler. Onlara göre hür bir iradeye sahip olan insanın kendi fiillerini meydana getirmesi ve yaratıcısı olması gerekir. İnsanın fiillerinin meydana gelmesinde Allah’ın rolü doğrudan değil, Allah’ın insanda yarattığı kudret vasıtasıyladır.
İmam Eşari, ısrarla Allah’ın iradesi üzerinde durmaktadır. İmam Eşari’ye göre ilahi irade bütün mahlukatı kapsamaktadır. Onun mutlak ilahi irade anlayışında insan iradesi adeta yok gibidir. Onlar bu konuda Cebriyye’ye yakın bir görüş benimsemektedir. Zira onlara göre insan hür görünümde mecburdur. Bu durumdan onların insana irade hürriyeti tanımaya çalıştıkları kesb kavramlarının bir mana ifade etmediği ortadadır. Eşarilerin, insanın etkin bir iradesinin bulunduğunu söylemekten ısrarla kaçınmaları, Allah’ın iradesine zarar vereceği endişelerinden kaynaklanmaktadır.
Maturidiler, Allah’ın mutlak iradesini kabul etmekle beraber insanında iradesi olduğunu benimsemişlerdir. Onlar bu konuda orta yol izleyerek iradeyi iki kısma ayırmak suretiyle daha gerçekçi davranmışlardır: Birisi genel anlamda irade ki buna son daha sonraki dönemlerde külli irade, diğeri “ihtiyar, kasd, azm” gibi lafızlarla ifade edilen irade ki, sonraları buna da cüz’i irade ismi verilmiştir.
İradenin külli irade ve cüzi irade şeklinde iki kısma ayrılması, eski kelamcılarda değil Osmanlı’nın son dönemlerinde ortaya çıkmıştır.

1-Külli İrade: Külli irade, irade sahibi olan bütün canlılarda bulunan sıfattır. Bu sıfat Allah tarafından yaratılmıştır. Sadruşşeria’nın (ö.707/1346) failin kendisi ile iki eşit taraftan birini veya tercih edilebileni tercih etme imkânı veren bir sıfat olarak tarif ettiği irade budur. İnsan bununla bütün mümkün fiilleri irade edebilir. Yani külli irade, kendisi ile henüz bir tercihin gerçekleşmemiş olduğu iradedir. Bu irade henüz bir tarafa yönelmediğinden insanın onunla verdiği kararından vazgeçmesi mümkündür.
2-Cüz’i İrade: Cüzi irade külli iradenin muayyen bir fiile taalluk etmesi keyfiyetidir. Yani külli iradenin muayyen bir fiile sarf edilmesi demektir. Maturidiler bu nevi iradeye ‘ihtiyar’ demektedir. Kısaca ihtiyar, iradenin belirli bir işe yönelmesi ve o işte kullanılması demektir. Ebu Seleme es-Semerkandi’ye (ö.268/881) göre ihtiyar, (cüz’i irade) bizzat kulun fiilidir. Çünkü ihtiyar iradesizliğin zıddıdır.
İnsan ihtiyarının, fiilinin meydana gelmesinde etkin bir role sahip olduğunu ilk defa bu kadar net ve belirgin şekilde ortaya koyan kelamcı Sadruşşeria’dır.
Burada Eşarilerin şu şekilde bir itirazı olabilir: “İhtiyar, Allah’ın yaratığı olmayıp da sırf insan tarafından meydana getirilirse insan onun yaratıcısı olmaz mı?”
Sadruşşeria bu soruya şöyle cevap vermektedir: Hiç şüphesiz her şeyin yaratıcısı Allah’tır. Ancak ihtiyar ‘şey’ değildir. Çünkü şey, mevcut duruma denir. Zira Arapçada şey mevcut demektir. İhtiyar ise mevcut değildir. Daha önce de belirttiğimiz gibi ihtiyar, iradenin bir fiile taallukundan ibarettir. Zihinde var olmakla birlikte hariçte varlığı yoktur. Bu ve benzeri şeylere ‘hâl’ denilmektedir. Bu gibi haller ne vardır ne de yoktur. Bunlar zihinde mevcut olan hakikatlerdir. Bu gibi hallere yaratma taalluk etmez. Yaratma hariçte varlığı bulunan harici durumlarla ilgilidir. Bu bakımdan ihtiyar yaratmaya muhtaç değildir.
Maturidilerin irade konusundaki görüşlerinden anlaşıldığına göre onlar, Eşarilerin dedikleri gibi tesirsiz bir irade değil, aksine tesiri olan bir irade kabul etmektedirler. Mesele Eşarilerin dedikleri gibi olursa insan kendi kasd ve ihtiyarı ile hiçbir şey yapamıyor, ne yaparsa cebren Allah’ın kendisinde yarattığı ve kendisinin asla şuuru olmadığı mücerret bir kudretle yapıyor demektir. Bu şekilde insanı sorumlu bir varlık olarak kabul etmenin bir manası kalmıyor. Şu hâlde insanın sorumlu olabilmesi için etkin bir iradenin gerekli olduğu ortaya çıkmış olmaktadır ki, bu irade ihtiyar ve cüz’i irade denilen şeyler.
Kudret Nedir?
Kudret, bir fiili işleme veya terk etmeyi tercih kuvvetidir. Bu, “dilerse onu yapma, dilemezse yapmama kuvveti” anlamındadır. Allah’tan başkası mutlak manada kudretle vasıflanamaz. Buna göre insanın kudretini de ‘acz’ bulunmaktadır.
Kudret ile yakın anlamlı olan istitaat, “emre sarılmak suretiyle ameli gerçekleştirmek üzere gereğini yerine getirmek” demektir. İnsan hürriyeti ve fiilleri meselesinde kelam kitaplarında genellikle istitaat kelimesi kullanılmıştır. Kudret ile yakın anlamlı olan bir diğer kelime kuvvettir. Kuvvet, “Canlıya bir fiili işlemeye imkân veren şey” demektir. Ancak kuvvet ile kudret arasında fark olduğu söylenmiştir. Kuvvet bir cihet için geçerli olduğu hâlde, kudret, her cihet için geçerlidir. Mesela bir taşın yuvarlanışı kuvvetledir, o yuvarlandığı yerden dönemez. Kudret ile sağ giderken aksine de gidebilir, yaparken bırakılabilir. Kısacası kuvvet zorunluluk, kudret ise ihtiyar ifade eder.
Kelam Ekollerinde Kudret
Cebriye: İnsan hiçbir şeye kâdir değildir. Bu yüzden insan istitaat ile vasıflandırılamaz. Onlar fiili hakiki anlamda insandan nefyedip Allah’a nispet etmişlerdir. Netice olarak Cebriye’ye göre insan kudret sahibi olmayıp yaptığı bütün fiil ve hareketlerinde mecburdur.
Mutezile: Mutezililerin kudret (istitaat) konusundaki görüşleri birbirinden farklılık arz etmektedir. Sümame bin Eşres (ö.213/828), Bişr el-Mutemir’e (ö.210/825) göre istitaat sağlıklı olmak ve noksanlıklardan kurtulmak manasına gelir. Bunlara göre Allah insanlara arazları, renkleri, tatları ve benzerlerini meydana getirme gücünü vermiştir, fakat ölümü meydana getirme gücünü vermiştir.
Ebu Huzeyl el-Allaf’a (ö.235/849-50) göre istitaat bedenen sağlam ve sağlıklı olmaktan daha fazla bir şeydir. Kalbin fiilleri istitaat ile aynı anda meydana gelir. İnsan kendisinde hareket, sükûn, irade ve bilgiye sebep olabilir. Fakat mahiyeti bilinmeyen renk ve tat gibi arazlara sebep olamaz. Nazzam’a (ö.231/845) göre istitaat insanın kendisidir. İnsan gerçekte nefis ve ruhtur, beden ise alet ve kalıptır. Ruh istitaat, hayat, meşiet gibi vasıflara sahiptir. Dolayısıyla insan bizzat istitaat sahibidir. Görülüyor ki Mutezile insana fiilini mal edebilmek ve insanın fiilinin yaratıcısı olduğunu söylemek için bizzat insan orijinli bir kudret/istitaat anlayışı benimsemiştir.
Mutezile ile yakın görüşe sahip olan Şia’ya göre şu dört vasfa sahip olan insan istitaat sahibi olmaktadır:
1- Fiili itibariyle hür olmak,
2- Bedeni bakımdan sağlam olmak,
3- Organları sağlıklı olmak,
4- Yüce Allah tarafından verilmiş gücü bulunmak.

İmam Eşari’ye göre insan kendi dışından bir istitaat ile iş yapabilme gücüne sahiptir. Çünkü insan bazen istitaat sahibidir bazen de acizdir. İnsanın nasıl bilgin ve hareketli olması kendi nefsinden olmuyorsa istitaat sahibi olması da kendinden değildir. Şu hâlde bazen istitaat sahibi olan bazen de olmayan insanın istitaatinin başkasından olması gerekmektedir. Bakillani (ö.403/1013),insanın kudret sahibi olduğu görüşündedir. Ona göre Kudret insanın özünde olmayıp sonradan yaratılmıştır. Amidi’ye (ö.631/1233) göre kudret, bir şeyin yokluktan varlığa tahsisini gerektiren bir sıfattan ibarettir. Cürcani (ö.392/1001-2) kudreti; hayat sahibine iradesi ile bir fiili yapma veya terk etme gücü veren sıfat, olarak tarif eder.
Görülüyor ki, Eşarilerin geneline göre kulun kudretinin fiillerinde asla bir tesiri yoktur. Onların bu görüşe varmalarına Allah’ın kudretine zarar vereceği endişesinin yol açtığı anlaşılmaktadır. Maturidilere göre kudret, iradeye uygun olarak makdurat üzerinde tefsirde bulunan ve faile bir işi yapma veya yapmama imkânı veren kuvvet şeklinde tarif edilir.
Maturidi kelamcılar bu tarifi Ebu Hanife’den (ö.150/767) almıştır. Sadruşşeria’ya göre kudret, kulun ihtiyarı ile birlikte bedel yoluyla bir fiilin yapılmasını veya yapılmamasını faile mümkün kılan şeylerin toplamıdır. Bu tariflerde açıkça görülüyor ki kudret, insan fiilinin oluşumunda iradeyi takip eden bir unsur olmaktadır. Bu anlamda kudret istitaat manasındadır.
Maturidilere göre kudretin bulunabilmesi için bazı şartlar vardır:
1- Kudret bazı illetlerin bulunmamasına bağlıdır; mesela dilin kekemelikten, elin çolaklıktan, bedenin ise hastalıktan salim olması gibi.
2 -Kudret hem vücudî hem de arızîolan hususların bulunmasına bağlıdır. Bu da failin ihtiyar ve iradesidir. Çünkü insanın fiil elde edebilmesi için fiile teşebbüs etmesi, irade ve ihtiyacını fiil yönünde kullanması gereklidir. Maturidiler insan kudretini ikikısımda mütalaa etmektedirler.
a-Külli Kudret: İnsanda kuvve halinde mevcut olan kuvvet ve temekkündür. Bu kudret sebep ve aletlerin, bedenin organlarının sağlam ve sıhhatli olması ile meydana gelir. İnsan bu kudret ile bir fiilin iki tarafına (yapıp yapmamaya) imkân sahibi olur. İmam Maturidi’ye göre külli kudret fiilden önce bulunmaktadır.
b-Cüz’i Kudret: Külli kudretin muayyen bir fiile taallukudur ki, fiil bununla hasıl olur. Sonucunda sevap veya cezanın meydana geldiği, husun ve kubuh gibi vasıflar taşıyan fiillerin meydana gelmesinde amil olan fiil ile birlikte ve fiil için olan kudrettir. Bu kudret bizzat fiilin meydana gelmesini sağlar. Yani cüz’i kuvvet, külli kudretin fiile çıkan kısmı demektir. Kelamcıların istitaat dedikleri kudret budur.
İnsan Kudretinin Sınırı
Maturidi kelamcıları insan fiilinin meydana gelmesinde insan kudretine etkin bir rol biçmek ile beraber, insan kudretinin sınırından bahsetmeyi de ihmal etmemişlerdir. Eğer insan kudreti ile her istediğini yapacak olursa, onun kudreti ilahi kudret gibi olmuş olur ki, bu mümkün değildir.
Maturidi kelamcıları insan kudretinin sınırlı oluşuna dair şu delilleri ileri sürmektedir:
1- İnsanın gücünün yetmediği ihtiyari fiillerinin olduğunu bilmesi, kudretinin sınırlı oluşuna delildir.
2- Fiillerin meydana gelmesindeki harikulade olaylar ve fiillerin meydana gelmemesindeki birtakım harikuladelikler insanın fiilinin sınırlı olduğuna delalet eder.
3- Hareketler sinirlerin uzaması ve gevşemesi ile meydana gelmektedir. Ancak biz bunun şuurunda değiliz ve herhangi bir hareket yapmak için hangi sinirin uzaması gerektiğini bilmiyoruz.
Görülmektedir ki zorunlu fiillerinde kesinlikle bir katkısı olmayan insanın, bazı ihtiyari fiillerinde de herhangi bir rolü yoktur. Buna göre insanın bazı ihtiyari fiilleri meydana getirmede kudret sahibi olması, onun o fiilin yaratıcısı olmasını gerektirmez. Çünkü Maturidilerin yukarıda zikrettikleri hususlar insan kudretinin tek başına fiilini meydana getirmede yeterli olmadığını ortaya koymaktadır. Bu da göstermektedir ki, insan sınırsız bir irade hürriyetine sahip değildir. Ona ancak sorumlu olduğu fiillerini işleyebilmesi için bir irade ve kudret imkânı tanınmıştır.
Sonuç olarak insanın fiilinde dörtmertebe olduğu ortaya çıkmaktadır.
1-Külli irade
2-Külli Kudret
3-Cüz’i irade
4-Cüz’i kudret
Bunlardan birincisi, insanın bütün mümkünlerin arasında seçim yapabilmesine imkân veren bir sıfattır. İkincisi, insanda bulunan potansiyel güç olup bu insana teklifin yapılmasına imkân veren bir sıfattır. Üçüncüsü, insanın külli iradesini muayyen bir tarafa sarf edip tercihte bulunmasıdır. Dördüncüsü, insanın tercih ettiği fiilin meydana gelebilmesi için Allah’ın fiil anında yarattığı kudrettir. İnsanın fiilinin oluşumunda etkili olan son ikisidir.
Kudret-Fiil İlişkisi
Maturidiler, kudret-fiil ilişkisinde üç husus üzerinde durmakta ve bu şekilde insan hürriyeti problemini izah etmeye çalışmaktadırlar. Bunlar: Kudret’in fiil ile birlikte oluşu, kudretin iki zıt için elverişli oluşu ve bir fiile iki kudretin etkisi.
Kudret’in Fiil ile Birlikte Oluşu
İnsan fiili meydana gelirken insanın sahip olduğu kudret, o anda Allah tarafından yaratılan kudret midir? Yoksa insan fiilini Allah’ın önceden yarattığı bir kudretle mi işliyor?
Mutezile: Külli kudret fiilden önce bulunur, fiil ile birlikte değildir. Çünkü sağlam bir el ve sıhhatli bir ayak “tutma ve yürüme” den önce bulunur. Külli kudret hakkında Ehl-i sünnet ile Mutezile arasında bir ihtilaf yoktur. İhtilaf cüz’i kuvvetin fiil ile birlikte olup olmadığı hususundadır. Onlara göre cüz’i kudret de fiilden öncedir.
Eşariler: Kudretin fiil ile birlikte olduğu hususunda Eşariler ile Maturidiler ittifak halindedir. Bakillani kudretin fiiliyle birlikte olduğuna dair şu aklî deli getirmektedir. Ona göre hâdis kudret fiilden önce olsaydı değil kudretsiz olarak meydana gelmiş olurdu. Çünkü kudret bir arazdır, araz ise baki değildir. Kudretin fiilden sonra olması da mümkün değildir. Fiilden sonra olmuş olursa insan kudretsiz fail olmuş olur. Bu hâlde kudret fiil ile birlikte olmalıdır. Onlar hâdis kudretin fiilde herhangi bir tesiri olmadığını söylemişlerdi. Fiilin meydana gelmesinde hiçbir etkisi olmayan hâdis kudretin fiil ile birlikte olmasının bir manası olmayacağı ortadadır. Dolayısıyla Eşarilerin hâdis kudretin tefsiri olmadığı anlayışıyla, kudretin fiil ile birlikte olduğu görüşleri bağdaşmamaktadır.
Maturidiler: “Kudret fiil ile birliktedir” görüşlerini Ebu Hanife’den almışlardır. Onlara göre kudret fiilden önce veya sonra değil fiile mukarin olarak bulunur. İmam Maturidi şöyle demektedir: “İnsanın istitaati fiilden önce kendisinde mevcut olmayıp yaptığı işin her cüz’ü meydana gelirken onunla birlikte vücuda gelir. Kaderiyye;‘ İnsanın gücü fiilden öncedir. Bir kişi onu istediği gibi kullanır.’ diyor. Biz ise ‘Bu Allah’tan müstağni olmak Allah’a lüzum yok demek anlamına gelir ki sonu küfre varır.’ deriz.”
Maturidilere göre, fiilin meydana gelmesi için gerekli olan kudret, fiilden önce değil fiil ile birlikte bulunmasının sebebi kula ait olan hâdis kudretin bir araz olmasıdır. Çünkü arazın devamlı oluşu imkânsızdır. Eğer kulun kudreti fiilden önce bulunsaydı, fiilin meydana gelmesi sırasında mevcut olmayacak ve böylece fiil kudretsiz meydana gelmiş olacaktı. Bir fiilin kudret olmaksızın meydana gelmesi mümkün olsaydı, fiilin aciz bir kimseden de sudur etmesi mümkün olurdu ki, bu bâtıldır. Açıkça görülüyor ki kudretin fiil ile birlikte olduğu hususunda Eşariler ile Maturidiler arasında bir mutabakat vardır. Kudretin fiil ile birlikte olduğuna dair getirdikleri deliller de hemen hemen birbirinin aynıdır.
Kudretin İki Zıt İçin Elverişli Olması

Mutezile: Onlara göre fiilden önce olan kudret hem fiile hem de zıddına elverişlidir.
Eşariler: Kudretin iki zıt için elverişli olmadığı görüşündedirler. İman kudreti küfür için geçerli değildir. Zira küfür için olan kudret başkadır. Eğer bir kudret iman için ise onunla iman meydana gelir, küfür için ise küfür meydana gelir. Dolayısı ile bir kudret ancak bir fiil için geçerlidir.
Maturidiler: Hür olan bir fail, bir şeyi yapmaya kadir olduğu zaman, onun zıddını da yapmaya kadir olur. Bu, fiilini meydana getirmeye kadir olanın tekrar o fiili yok edebilmeye kadir olması anlamında değildir. Kudret konusunda Maturidilerin orijinal tarafı, bir kudretin iki zıtta aynı anda elverişli olmasını kabul etmeleridir. Aksi takdirde insanın hür bir varlık olduğunu söylemek imkânsız olacaktır. Kudret-fiil ilişkisinde hakiki kudretin iki zıt için elverişli olması demek, insanın fiilini hem yapmaya hem de yapmamaya kudretli olması demektir. Yani hakiki kudretin bulunması mutlaka fiilin de bulunması anlamına gelmez. Çünkü hür olan vucubiyet (zorunluluk) olmaksızın fiil işler. Bu yüzden hakiki kudret bulunduğu hâlde failin fiili işlemekten vazgeçmesi mümkündür. Ebu Hanife bir kudretin zıt olan iki şeye elverişli olduğunu, fakat bunun bir anda değil bedel yoluyla olacağını söylemektedir. Sadruşşeria bu hususa şu şekilde açıklık getirmektedir: “İki zıttan maksat fiil ile terk durumudur. Yani kul, fiile mukarin olarak yaratılan kudretle fiili işleme imkânına sahip olduğu gibi terk etme imkânına da sahiptir. ”Sonuç olarak fail bir fiili işlediği zaman, Allah’ın fiile mukarin olarak yarattığı bir kudretle işlemiş olur. Eğer kul fiili işlemezse Allah’ın hakiki kudreti yaratmadığı söylenemez. Böyle bir durumda Allah hakiki kudreti yaratmakla beraber kul fiili işlememiştir.
Bir Fiile İki Kudretin Etkisi
Eğer insan fiili hem Allah’ın hem de insanın kudretinin tesiriyle meydana geliyorsa bu iki kudret sahibi o fiili ortaklaşa meydana getirmiş olmazlar mı? Ortaklık vardır deniliyorsa bu ortaklık nasıl olmaktadır? Mutezile, bu meselede şirk durumundan çekindiğinden, insan fiili için birtane fail yaratıcı kabul etmektedir ki o fâil de insandır. Çünkü onlara göre bir eserde iki müessir söz konusu olamaz.
İmam Eşari de bir fiile iki kudretin tefsirini kabul etmez. Ancak ona göre fiil, Allah’ın yaratması ile meydana gelir. Kulun hâdis kudretinin fiilde bir etkisi yoktur. Kul sadece kesbeder. Çünkü ona göre bir eserde iki müessirin tesiri mümkün değildir. Burada Maturidiler ile Eşariler arasındaki ihtilaf, yaratma ve kesb anlayışlarındaki farklılıktan kaynaklanmaktadır. Cüveyni’ye (ö.478/1085)göre, “İnsan fiili kadim ve hâdis iki kudretin toplamı ile meydana gelir” demek doğru değildir. Çünkü bölünmeyi kabul etmeyen bir makdur üzerinde iki kudretin birlikte tesiri imkânsızdır. Bir fiil ancak bir kudretin tesiri ile meydana gelir ki, o da insanın hâdis kudretinden ibarettir. Bununla beraber insanın kendi fiilinin yaratıcısı olduğunu söylemekte caiz değildir.
Zira insanın kudreti, diğer kuvvetleri ve kendisi gibi Allah’ın yarattığıdır. İnsan ancak Allah’ın kudret ve imkân vermesi sayesinde bir şeyi seçmeye ve uygulamaya muktedir olabilir. Bu sebeple insanın fiili, halk (yaratma) ve takdir itibarıyla Allah’a nispet edilir.
Maturidiler, insan fiili için iki fail kabul ederek hem Mutezileden hem de Eşarilerden farklı bir görüş sergilemektedirler. Onlar bir fiile iki kudretin tesir edebileceği görüşündedirler. Kulun fiili hem Allah’ın hem de kulun icadı ile meydana geliyorsa bu şirk olmaz mı? Pezdevi (ö.493/1100) bu soruya şu şekilde cevap vermektedir: “Bir fiile iki kudretin etkisi kullar hakkında mümkündür. Çünkü başkasında yaratma imkânı olmadığı için yaratıcı Allah’tır. ”Bir bilinen hakkında iki âlimin bilgisi olması, aynı şekilde bir tek şeyin iki kişi tarafından görülmesi mümkün ve caiz olduğuna göre, niçin fiil iki failin mefulü ve iki kadirin makduru olmasın? Buna göre bir fiil iki failin makduru olmakta, ancak iki failin mefulü olmamaktadır. Zira yaratmayı Allah’a, fiili de insana izafe ve nispet etmek gerekir. Çünkü fiil Allah’ın yaratması olup kulun yaratması değildir. Fakat kulun fiilidir. Fiil mefulden başkadır. Bu meful, Allah’ın fiili olamaz. Allah’ın fiili kulun fiilinden başka bir şey olan yaratmadır. “Yer” yaratma yönünden Allah’ın mülkü olduğu hâlde, tasarruf yönünden insanın mülküdür. İşte kulun fiilinin yaratma yönünden Allah’a, kesb yönünden insana nispet edilmesi de böyledir.
İnsanın ihtiyari fiilleri, sadece kulun kasd ve ihtiyarıyla (kesbiyle) olmayıp, aynı zamanda Allah’ın yaratmasında gerekli olduğunu söyleyen Sadruşşeria, bir fiile iki kudretin tesirini açık bir şekilde kabul etmiş olmaktadır. Eğer sadece Allah’ın kudretinin insan fiilinde müessir olduğu söylenecek olursa cebr, şayet sadece insan kudreti kendi fiilinde müessir olduğu söylenecek olursa tefviz olur.
Halk (Yaratma) ve Kesb
Halk Nedir?
Halk, oranlamak, ölçümlemek, yaratmak, yoktan var etmek, bir şeyden bir şeyi icat etmek, ayarlayıp yapmak, takdir gibi anlamlara gelir. Yaratma ile ilgili birçok kelime bulunmaktadır. Ancak bunların hepsi yoktan var etme anlamına gelmemektedir. Yoktan var etme anlamına gelip Allah hakkında kullanılan kelimelerin insan hakkında kullanılması doğru değildir. Zira insanın yoktan bir şey yaratma gücü yoktur.
Kesb Nedir?
Kesb, insanın mal kazanmak, ticaret yapmak, ilim elde etmek, hayır işlemek, günah işlemek, rızık ve genişlik talep etmek gibi anlamlarda kullanılmıştır. Kesb kavramının faydası ve zararı ile failine ait bir fiil, girişim ve uğraşma yoluyla gerçekleşen bir kazanç ve uzuv ile yapılan bir fiil olması hasebiyle yüce Allah hakkında kullanılmadığı söylenmiştir.
Halk (yaratma) ile Kesb Arasındaki Farklar

1- Aletsiz meydana gelen şey halk, aletle meydana gelen şey kesbtir.
2- Halk failin dışında meydana gelen ve failden ayrılması sahih olan eserin kendisi ile icat edildiği fiildir.
3- Kesb, failden ayrılmayacak bir şekilde failde bulunan eserlerin meydana gelmesine katkısı olan bir fiildir.
4- Halk, kâdirin eserini münferid olarak meydana getirmesidir. Kesb, kâdirin eserini münferit olmayarak meydana getirmesidir.
5- Kesb, faydası ve zararıile failine ait bir fiildir. Kesb, girişim ve kuvvet yoluyla gerçekleşen bir kazançtır. Kesb, uzuv ile yapılan bir fiildir. Bunlardan hiçbiri halk’ta mevcut değildir.
İmam Eşari’ye göre eğer fiil kadim kudretle meydana geliyorsa buna halk, hâdis kudret ile meydana geliyorsa buna kesb denilir. Halk ve kesb kavramları arasındaki bu farklardan anlaşılıyor ki, kulun ihtiyari fiilinde Allah’ın rolüne halk, kulun kendi rolüne ise kesb denilmektedir.
Kelam Ekollerinde Halk ve Kesb
Cebriyye: İnsanın fiillerine dair herhangi bir kudret ve iradenin olmadığını savundukları için onlara göre kesb, manası olmayan ve kendisi ile bir şey hasıl olmayan bir lafızdır.
Mutezile: Kesb, kulun fiilinin Allah’ın icadı ve dilemesi olmaksızın kendi icadı ihdası ve meşieti ile meydana gelmesidir. Mutezile kesb’in mânâsını lügat ve ıstılah olmak üzere iki açıdan ele alır. Onlara göre kesb’in lügat manası “kendisi ile faydanın sağlandığı veya zararın defedildiği her fiildir.” Mutezile kesbin ıstılahi manasını kabul etmez. Mutezile’ye göre Ehli sünnetin açıkladığı manada kesb, makul değildir. Çünkü onlar bir fiili ihdas edicisinin dışında bir müktesibe nisbet etmenin mümkün olmadığı görüşündedirler. Buna göre Mutezile’nin insanın kesbi olduğunu kabul etmedikleri ortaya çıkmaktadır. Onlar insana hâlık sıfatını vermek suretiyle meseleyi hallettiklerini zannetmektedirler. Ne var ki onlar insana sorumluluk yükleyebilmek için insanı yaratıcı olarak nitelendirmekten çekinmemişlerdir. Mutezile bu görüşü ile sırf Cebriye’ye tepki olarak insana geniş bir hürriyet alanı vermektedir. Bunu yaparken de insanı fiillerin yaratıcısı olarak kabul ederek Allah’ın yaratmasına gölge düşürmektedirler.
Eşariler, kulların ihtiyarı fiilleri Allah’ın yaratması ile meydana geldiği ve kulun fiilinde asla bir tesiri olmadı görüşündedirler. Kulun kudreti de fiilide Allah’ın yaratması ile olmaktadır. İmam Eşari’ye göre “Kulun fiilini Allah yaratır, kulun bunda herhangi bir katkısı yoktur. Kul sadece kesbeder.” diyerek bu kesb kavramıyla insana hürriyet sağlamak istemiş, ancak kesbin tesirsiz olduğunu kabul ettiği için bunu başaramamıştır.
Maturidilere göre fiil, icat yönüyle Allah’a kesb yönüyle de kula aittir. Burada kulun kesbinden maksat, kudret ve iradesini fiile yönetmesidir. Eğer kulun fiilinde sadece Allah’ın yaratması müessir olursa cebrin, sadece kulun ihtiyar ve iradesi müessir olursa bu durumda da kader (tefviz) olur.
Maturidilere göre kesb, fiilin meydana gelmesinde etkili olan kudret ve iradenin insana verilmesi anlamındadır. İşte bu kesb sayesinde insan sorumlu olmaktadır. Onlar bu hususta Eşarilerden ayrılmaktadır. Maturidilerin kesbi etkin ve dinamik, Eşarilerin kesbi ise etkisiz bir sıfattır.
Sadruşşeria’ya göre insan fiili ,Allah’ın yaratması ve kulun işlemesi ile meydana gelir. Bu cebr ve kader arasında orta yoldur. Bunun yanında, Sadruşşeria ya göre insanın ihtiyari fiilleri sadece kulun kasd ve ihtiyarıyla olmayıp, aynı zamanda Allah’ın yaratması da gereklidir.
Mütevellidat
Mütevellidat nedir?
Mütevellidat mütevellit kelimesinin çoğuludur. Bu konuda daha çok tevlid ve tevellüd kelimeleri kullanılmaktadır.
Tevlid lügatte, “Doğurmak, doğurtmak, dünyaya getirmek, meydana getirmek, neticesini vermek” demektir. Istılahta, bir fiilin diğer bir fiil vasıtasıyla dolaylı olarak fâilinden meydana gelmesidir. Elin hareketi sebebiyle anahtarın hareket etmesi gibi.
Tevlid ile mütevellidât arasındaki farkı şöyle izah edebiliriz: Mesela, kul camı kırmak için ilahi kudret ve icâdın müdahalesi olmadan tamamen kendi kasd ve irâdesiyle yumruğunu kaldırarak cama vurur. Bu, birinci safhaya fiilin vukuu diyoruz. İkinci safha camın kırılmasıdır, buna fiilin netice ve eseri denir. Mutezile’ye göre ikinci safha ilahi kudret ve icâdın müdahalesi olmadan, tamamen fiilin mahsulüdür, ondan doğma [mütevellid]dır. İşte kelâm ıstılahında bu hadiseye yani fiilin kendi neticesini yine kendisinin doğurmasına tevlid, doğan bu neticelere mütevellidât denir.
Kelâm Ekollerinde Mütevellidât

Mutezile: Tevlid, fâilin fiilinin fâil için kudret mahallinde veya bu mahallin dışında başka bir fil meydana getirmesidir. Mutezile, mütevellid madum bir kudretle ve mâdum bir sebeple meydana gelmesinin câiz olduğu görüşündedir. Yani insan mütevellid fiil meydana gelirken ölü veya âciz olabilir. Mutezile’nin çoğunluğu taş, ok, anahtar gibi araçların insanın kudretiyle hareket ettiği ve fiilin bu şekilde hâsıl olduğu görüşündedirler. Bişr bin el-Mutemir, sebebi insan olduğu için bunları insanın fiili olarak kabul eder. Ona göre, okun fırlatılışı, ok tarafından meydana getirilen yaralama ve ölüm fiili, oku atan kimsenin fiilleridir. Bütün bunlar insan tarafından yaratılmış olup, Allah’ın bir etkisi yoktur.
Ehl-i Sünnet’e göre kullara ait fiillerin eserleri Allah’ın yaratması ve icadı ile meydana gelir. Bunlar kulların fiillerinden doğmuş değillerdir. Ehl-i sünnete göre emir, nehiy ve teklif saikler itibarıyla olmaktadır. Yani Allah, fiili saikin akabinde yaratır.
Dövme filini işleyen bir kimsenin o fiilden hemen sonra ölmesi mümkündür, elem ise ölümden sonra meydana gelmiş olur. Hâlbuki ölüden fiilin sâdır olması imkânsızdır. Ne var ki Allah, kanununu sebebe tevessülün hemen peşinde eserini yaratmak tarzında yürütmüştür. Kul, eserin hâsıl olması kastıyla sebebine başvurunca, bu eser, her ne kadar onun filliyle meydana gelmiş değilse de ona nispet edilmiş, mesuliyet âdeten ona yönelmiş, şer’an dünyada tazminata, ahirette de azaba duçar olmuştur.
İmam Maturidi, mütevellidatın Allah’ın yaratığı olduğunu şöyle izah etmektedir:
“Mütevellid, bir şeyin içinde bulunan diğer bir şeyin meydana gelmesinden ibarettir. Zarf mahluk olunca, zarfın içinde olanın mahluk olmaması mümkün değildir. Kul, oku attıktan sonra okun geçip gitmesine mâni olmaya muktedir değildir. Eğer kudret kişinin elinde olsaydı bunu yapması gerekirdi.”
Sadruşşeria’ya göre, vurma, öldürme ve kırmanın peşinden meydana gelen elem, ölüm ve kırılma gibi filler, Allah’ın yaratmasıyladır. Çünkü esere vasıl olmak, bizim gücümüzde değildir. Mutezile’nin, mütevellidâtın insanın fiili olduğu görüşleri makul değildir. Bunun tutarsızlığını bir örnekle izah edelim. Mesela bir terörist, bir yere bomba yerleştiriyor. Ancak bomba patlamadan önce kendisi ölüyor. Onun ölümünden sonra bombanın patlaması sonucu ortaya çıkan fillerin Mutezile’ye göre teröristin fiili olması gerekir. Hâlbuki o ölmüştür. Böylece Mutezile’nin mütevellidât konusunda ne kadar mantıksız düşündüğü açıkça görülmektedir. Netice olarak Ehl-i sünnete göre doğrudan fiillerde olduğu gibi mütevellid filler de Allah’ın yaratmasıyla meydana gelmektedir. Zira Allah, her şeyin yaratıcısıdır.
Bu makaleyi okuyanlar için yazı tavsiyesi: “Kelam İlmi Literatürü“
Kaynaklar
TDV İslam Ansiklopedisi, Fiil, Kudret, Halk, Kesb Maddeleri.
Wikipedia, İslam Mezhepleri Maddesi.
Kelam İlmi, Bekir Topaloğlu, Damla Yayınevi, İstanbul, 2000.
Ana Hatlarıyla İslam Mezhepleri Tarihi, Mustafa Öz, Ensar Yayınları, İstanbul, 2013.
İslam Kelam Ekollerinde İnsan Fiilleri ve İnsanın Sorumluluğu İlişkisi, Bayram Çınar, Yalova Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 10/21, 2020.