Alimlerin Münazaraları
İçindekiler
Abdullah b. Abbas’ın Haricilerle Görüşmesi
Hazreti Muaviye ile Halife Hazreti Ali arasında gerginlik yaşanan dönemde Hariciler Halifeden ayrılınca, İbni Abbas kendileriyle diyalog kurmak üzere izin ister. “Senin adına onlardan endişeleniyorum” der Hazreti Ali. Nihayet İbni Abbas ibadet düşkünlükleriyle bilinen Haricilerin yanına gider ve aralarında şu konuşmalar geçer:
– Hoş geldin ey İbni Abbas. Hayrola, nedir seni buraya getiren?
– Sizinle konuşmaya geldim.
– Konuş, seni dinliyoruz.
– Rasülüllah’ın amcasının oğlu, kızının eşi ve ona ilk iman eden Halifeyle ne probleminiz var, söyleyin bakalım?
– Üç konuda ona karşıyız.
– Nedir onlar?
– Birincisi, Allah’ın dininde şahısları hakem tayin etti. İkincisi, Aişe ve Muviye ile savaşmışken onlardan ne bir esir ne bir ganimet aldı. Üçüncüsü, müminler kendisine biat etmişken o “emirül müminin” sıfatını kullanmadı.
– Ne dersiniz, eğer size Allah’ın kitabından ve Peygamberin hadisinden reddedemeyeceğiniz şeyler söylersem bu görüşlerinizden döner misiniz?
– Tabi, elbette.
– O halde ilk iddiaya, onun Allah’ın dininde hakem seçmesine gelince, Allah sübhanehü şöyle buyurur: “Ey iman edenler! İhramlı iken avı öldürmeyin. İçinizden kim onu kasten öldürürse öldürdüğü hayvanın dengi (ona) cezadır. (Buna) Kâbe’ye varacak bir kurban olmak üzere içinizden adalet sahibi iki kişi (hakem) hükmeder (öldürülen avın dengini takdir eder).” (Maide, 95) Şimdi Allah için soruyorum size: İnsanların kan ve canlarını korumak, aralarını düzeltmek adına hükmetmek mi daha gereklidir yoksa bir dirhem bile etmeyen tavşan hakkında hüküm vermek mi?
– Aksine, Müslümanların kanlarını korumak ve aralarını bulmak adına hükmetmek.
– Öyleyse bu iddiadan vazgeçtik mi?
– Vallahi evet.
– Gelelim Ali’nin tıpkı Rasülüllah Efendimiz gibi savaşıp da esir almaması meselesine. Siz eğer anneniz Aişe’nin esir alınmasını, diğer esirler gibi onun da ırzının helal olmasını kastediyorsanız, küfre düştünüz demektir. Yok, eğer onun anneniz olduğunu kabüllenmezseniz, yine küfre girdiniz demektir. Çünkü Allah sübhanehü şöyle buyurur: “Peygamber müminlere kendi canlarından önce gelir. Onun hanımları müminlerin anneleridir.” (Ahzap, 6) Bu durumda takdir sizin. Hangi şıkkı seçeceğinize karar verin. Ne diyorsunuz, bu iddiadan da vazgeçtiniz mi?
– Vallahi evet.
– Son olarak Ali’nin kendi için “emirül müminin” ünvanını kullanmamasına gelince, Rasülüllah da Hudeybiye Anlaşması’nda böyle yaptı. Müşrikler kendisinden anlaşma maddelerini yazmasını isteyince, “Bunlar Allah rasülü Muhammed’in kabül ettiği hususlardır” diye yazmış, müşrikler “eğer senin Allah’ın rasülü olduğuna inansaydık, Kabe’den alıkoymaz ve seninle savaşmazdık. Onun yerine ‘Abdullah oğlu Muhammed’ yaz” demişlerdi. Buna karşılık Allah Rasülü Efendimiz “beni yalanlasanız da vallahi ben Allah’ın rasülüyüm” diyerek isteklerini kabül etmişti. O halde bu konuda da anlaştık mı?
– Vallahi evet.
Sonuçta İbni Abbas’ın derin hikmet ve güçlü huccetleri karşısında 20 bin kişi tekrar halifenin safına katılmış, 4 bin kişi eski inatlarında diretmişlerdi.
(Suver min hayati’s-sahâbe, Abdurrahman Re’fet el-Başa)
Cefer-i Sadık’ın Rafizi ile Münazarası
Ali bin Salih anlatıyor. Rafizilerden bir adam Cafer bin Muhammed es-Sadık’ın yanına gelir ve selamlaşma faslından sonra konuşmaya başlarlar.
– Ey Allah Rasülü’nün torunu! Allah Rasülü’nden sonra en hayırlı insan kimdir?
– Ebubekir es-Sıddık radıyallahü anh.
– Delilin nedir bu konuda?
– Allah azze ve cellenin şu ayetidir: “Eğer siz ona (Peygamber’e) yardım etmezseniz, Allah ona yardım eder. Hani o kâfirler, onu Mekke’den çıkardıkları vakit sadece iki kişiden biri iken, ikisi de mağarada bulundukları sırada arkadaşına ‘Üzülme, çünkü Allah bizimledir.’ diyordu.” (Tevbe, 40) Üçüncüleri Allah olan iki kişiden kim daha üstün olabilir? Nebi aleyhisselam dışında Hazreti Ebubekir’den daha üstün biri olabilir mi?
– Ama diğer taraftan Ali bin Ebi Talip aleyhisselam (süikast girişimi gecesi) hiç korkmadan, Nebi sallallahü aleyhi vesellemin yatağında geceledi.
– Ebubekir de aynı şekilde korkusuzca Peygamber sallallahü aleyhi ve sellemle kaldı.
– Allah teala senin dediğinin aksini söylüyor.
– Ne diyor?
– “Hani (Peygamber) arkadaşına üzülme, diyordu. Allah bizimle beraberdir.” Bu korkmak demek değil mi?
– Hayır! Üzülmek korkudan, endişeden farklı bir şeydir. Hazreti Ebubekir Peygamber sallallahü aleyhi vesellemin öldürülmesine, böylelikle Allah’ın dininin öksüz kalacağına üzülüyordu. Onun üzüntüsü, Allah’ın dini ve Allah’ın Rasülü içindi, yoksa kendi canına üzülmüyordu. Nasıl üzülsün! Bu süreçte yüze yakın böcek kendisini soktuğu halde gıkını çıkarmadı.
– Fakat üstad, buna karşılık Allah teala başka ayette şöyle buyuruyor: “Sizin dostunuz (veliniz) ancak Allah’tır, Resulüdür, iman edenlerdir; onlar ki Allah’ın emirlerine boyun eğerek namazı kılar, zekâtı verirler.” (Maide, 55) Bu ayet ruku halinde yüzüğünü bir fakire tasadduk ettiği esnada Ali bin Ebi Talip hakkında inmiştir. Peygamber Efendimiz de bunun üzerine Allah’a hamdetmiştir.
– Aynı surede bundan bir önceki ayet çok daha güçlü bir delildir: “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven toplum getirecektir.” (Maide, 54) Allah Rasülünden sonra Araplarda dinden dönmeler yaşandı. Kafirler Nihavend’e toplanıp “artık güç aldıkları adam öldü” dediler. Hatta Hazreti Ömer Halife Ebubekir’e “kıldıkları namazları dikkate al, boş ver zekâtları kendilerine kalsın” dedi. Buna karşılık Hazreti Ebubekir şöyle çıkıştı: “Vallahi onlar Rasülullah’a zekât olarak verdikleri dişi bir oğlağı bile bana vermezlerse onu vermeleri için elbette onlarla savaşırım.” İşte ayet Hazreti Ebubekir’in daha faziletli olduğunu gösteriyor.
– Başka bir delilim daha var: “Mallarını gece ve gündüz, gizli ve açık hayra sarfedenler var ya…” (Bakara, 274) Bu ayet Ali aleyhisselam hakkında nazil oldu. Sahip olduğu dört dinardan birini gece, birini gündüz; birini aşikâr, birini gizli tasadduk etmişti.
– Hazreti Ebubekir için bundan daha açık bir ayet var Kuran’da. Buyurur ki Allah Teâlâ: “Karanlığı ile ortalığı bürüdüğü zaman geceye andolsun! Açılıp aydınlattığı zaman gündüze and olsun! Erkeği ve dişiyi yaratana andolsun! Gerçekten sizin işiniz başka başkadır. Artık kim verir ve sakınırsa, en güzeli de tasdik ederse…” (bu ve cevaptaki diğer ayetler Leyl suresinden) İşte burada Bahsedilen Hazreti Ebubekir’dir. “Biz onu en kolay yola muvaffak kılacağız.” Bu da Ebubekir’dir. “Temizlenmek üzere malını hayra veren iyiler ondan (ateşten) uzak tutulur.” Bu Ebubekir’dir. “O yaptığı iyiliği birinden karşılık görmek için yapmaz. Ancak yüceler yücesi Rabbinin rızasını aramak için yapar. Elbette yakında kendisi de hoşnut olacaktır.” Bu ayetlerde de bahsedilen hep Ebubekir’dir. Malının tamamı 40 bin dirhemi infak etmiş, o kadar ki sırtında bir elbisesi kalmıştır. Bunun üzerine Cebrail gökten inerek Allah’ın “Benden Ebubekir’e selam söyle. Ve sor bakalım, bu fakir halinde benden razı mı?” sözünü bildirmiştir. Bunun üzerine üç defa “ben Rabbimden razıyım” demiş, Allah da ondan razı olmayı vadetmiştir.
– Peki, Tevbe suresindeki ayete ne diyeceksin? “Hacca gelenlere su vermeyi, Mescid-i Haram’ı onarmayı, Allah’a ve ahiret gününe inananla, Allah yolunda cihat edenle bir mi tuttunuz?” (Tevbe, 19) Bu da Ali aleyhisselam hakkında nazil olmuştur.
– Hazreti Ebubekir için de aynısı var Kuran’da. “İçinizden, fetihten önce harcayan ve savaşan bir olmaz. Onların derecesi, sonradan infak eden ve savaşanlardan daha büyüktür.” (Hadid, 10) Ebubekir Allah yolunda ilk cihad eden, Allah Rasülü ile beraber ilk çarpışmaya katılan ve ilk infak edendir. Müşrikler Peygamber Efendimize fiili saldırıda bulunmaya yeltendiklerinde, bunu duyan Hazreti Ebubekir Mekke sokaklarında koşarak “Yazıklar olsun size! Rabbim Allah dediği için bir insanı mı öldüreceksiniz?! Oysa o size Rabbinizden açık delillerle geldi.” demiştir. Bu sefer müşrikler ona saldırmış, yüzünü kan revan içinde bırakmışlardır. Malı ilk infak eden de odur. Peygamber Efendimiz “Hiçbir mal bana Ebubekir’in malı kadar fayda vermedi” buyurmuştur.
– Ama diğer taraftan Ali bir an olsun Allah’a şirk koşmadı.
– Olsun, Allah Ebubekir’e öyle bir övgüde bulunmuştur ki başka şeye gerek kalmamıştır. “O kimseler ki, gerçeği getirmiş ve onu doğrulamışlardır.” (Zümer, 33) Burada ilk bahsedilen Efendimiz, ikincisi Ebubekir’dir. Herkes Efendimize “yalan söylüyorsun” dediğinde Ebubekir “doğruyu söylüyorsun” dediği için bu ayet inmiştir. Ona mahsus tasdik ayetidir bu.
– Şuna ne diyeceksiniz; Ali’yi sevmek Allah’ın kitabında farz kılınmıştır. “De ki, ben bu tebliğime karşı sizden akrabalıkta sevgiden başka hiçbir ücret istemiyorum.” (Şûra, 23)
– Ebubekir için de aynı şey söz konusu. “Onlardan sonra gelenler: ‘Rabbimiz! Bizi ve bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi bağışla. Kalbimizde müminlere karşı kin bırakma. Rabbimiz! Şüphesiz Sen şefkatlisin, merhametlisin’ derler.” (Haşr, 10) Hazreti Ebubekir imanda öne geçendir. Onun için af dilemek ve ona muhabbet beslemek farzdır, ona buğzetmek haramdır.
– Bir de hadise bakın üstad. Peygamber aleyhisselam şöyle buyurmuştur: “Hasan ve Hüseyin cennet gençlerinin efendileridir. Babaları ikisinden de değerlidir.”
– Ebubekir’in derecesi Allah katında bundan daha üstündür. Bana babam dedemden, o da Hazreti Ali’den şöyle dediğini nakletti: “Bir keresinde Peygamber Efendimizin yanındaydım. Başka kimse yoktu. Bu sırada Ebubekir ve Ömer göründü. Efendimiz buyurdu ki; “Ey Ali, bu ikisi ilk insanlardan kıyamete kadar cennet ehlinin yetişkinlerinin ve gençlerinin efendileridir. Yalnız bundan nebiler ve rasüller müstesnadır. Sakın yaşadıkları sürece bunu onlara söyleme.” Hazreti Ali, onlar ölünceye kadar bu hadisi kimseye söylemediğini haber verdi.
Nihayet Rafizi adam haksızlığını anlar ve derin pişmanlık duyar.
– Ey Allah Rasülü’nün torunu! Tövbem mümkün mü benim?
– Tövbe kapısı açık. Dört halife için bolca istiğfar et. Onlara muhalif şekilde ölürsen İslam fıtratı dışında ölmüş olursun ve yaptığın iyilikler -tıpkı kafirlerinki gibi- heba olup gider.
(Münazarat u Cafer bin Muhammed Sadık Maa’r Rafizi, Tahkik: Ali bin Abdülaziz Al-i Şibl)
Ebu Hanife’nin İmam Katâde’ye Yönelttiği Sorular
Hatip Bağdadi Nadr bin Muhammed’den nakleder. Tabiînin büyük müfessirlerinden İmam Katâde günün birinden Küfe’ye gelir ve Ebu Berde’nin evinde misafir olur. Dışarı çıktığında birçok kişinin toplandığını görünce “Kendisinden başka ilah olmayan Allah’a yemin ederim ki bugün bana kim helal ve haramdan ne sorarsa cevabını vereceğim” der. Bunun üzerine İmam Ebu Hanife kalkar ve şunu sorar:
– Ey Ebu’l Hattap! Yıllarca kocasından haber alamayan kadın hakkında ne dersin?
– Hazreti Ömer’in dediğini derim. Kadın dört yıl bekler. Bu zaman zarfında kocası gelirse nikâhı devam eder. Yok, dönmezse kocaları ölen diğer kadınlar gibi dört ay on gün iddet bekler. Sonra başka bir adamla evlenebilir.
– Peki, ilk koca döndüğünde “Be kadın! Hayatta olduğum halde başkasıyla nikâhlandın.” derse ve ikinci koca “Bir kocan olduğu halde benimle evlendin” diye kızarsa bu durumda kadın kimin hanımı sayılacak ve hangi adamla lanetleşecek?
– Yazık sana! Oldu mu böyle bir hadise?
– Hayır.
– Henüz olmayan bir şeyi bana niye soruyorsun?
– Belaya o gelmeden önce hazırlanıyoruz ki başımıza geldiğinde çıkış yolunu bilelim.
– Vallahi daha helal ve haramdan size bir şey söylemem. Bana tefsirden sorun. Ebu Hanife yine kalkar:
– “Yanında kitaptan bir ilim bulunan kişi (Süleyman’a) dedi ki…” ayetinde (Neml, 40) bahsedilen kişi kimdir?
– Hazreti Süleyman’ın kâtibi Asaf bin Berhiya’dır. Kendisi İsm-i Azam’ı bilirdi.
– Peki, Hazreti Süleyman bilir miydi İsm-i Azam’ı?
– Hayır.
– Nasıl oluyor da bir peygamberin yaşadığı dönemde ondan daha iyi bilen varolabiliyor, bu mümkün mü?
– Size tefsirden de bir şey söylemeyeceğim. Bana âlimlerin ihtilaf ettiği hususlardan sorun. Ebu Hanife yine kalkar:
– Ey Ebu Hattap! Sen kesin şekilde mümin misin?
– Umarım öyleyimdir.
– Neden?
– Hazreti İbrahim’in şu sözünden dolayı: “Ve hesap günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum O’dur.” (Şuara, 82)
– Bunun yerine Hazreti İbrahim’e “sen iman etmedin mi?” diye sorulduğunda “Evet iman ettim, fakat kalbim yatışsın diye sordum.” (Bakara, 260) şeklinde cevap verdiği ayete dayanarak cevap verseydin ya!
Bunun üzerine İmam Katâde öfkelenerek kaldığı eve girer, artık orada konuşmayacağına dair yemin eder.
(Hatip Bağdadi, Tarih u Bağdad; Muvaffak Mekki, Menâkıb)
Ahmed b. Süreyc ile Muhammed b. Davud ez-Zahiri Arasındaki Diyalog
İbni Süreyc: Nassların zahirine bakıp kıyası reddettiğine göre, Allah tealanın şu ayeti hakkında ne diyorsun: “Kim zerre kadar iyilik yaparsa karşılığını görecektir. Kim de zerre kadar kötülük yaparsa karşılığını görecektir.” (Zilzal, 7-8) Peki zerrenin yarısı kadar iyilik veya kötülük yapanın hali ne olacak?
Muhammed bin Davud ez-Zahiri: (Uzunca sustuktan sonra) İzin ver de tükürüğümü yutkunayım.
– Tabi, istersen Dicle’yi yut.
– En iyisi bana bir saat süre tanı.
– Kıyamet saatine kadar sana mühlet tanıdım.
(Burhaneddin ez-Zerkeşi, el-Burhan fi ulumi’l-Kuran)
İmam Zevzeni ile Atâ el-Makdisi’nin Kısas Tartışması
İbnü’l Arabi el-Maliki kısas ayetini tefsir ederken anlatır. Hicri 487 senesine Hanefilerin meşhur âlimi Şeyh Zevzeni Mescid-i Aksa’yı ziyarete gelir. Etrafına toplanan bölge âlimleri kendisine kafiri öldürmesine karşılık Müslümana kısas uygulanıp uygulanmayacağını sorarlar. Zevzeni “Evet, bu durumda kısas yoluyla Müslüman öldürülür” cevabını verir. “Öldürülenler hakkında üzerinize kısas hükmü getirildi” ayetini, “bu her cani için geçerlidir” diyerek delil getirir. Bu cevap üzerine mecliste bulunan ünlü Şafii fakih Atâ el-Makdisi söze girer:
– Üstadın getirdiği ayet üç yönden kendisine delil olmaz. Birincisi, Allah sübhanehü “Kısas size farz kılındı” derken cezada eşitliği şart koşuyor, oysa Müslüman ile kafir arasında eşitlik yok. Kafirin mertebesi daha düşük. İkincisi, Allah sübhanehü ayetin sonunu evveline bağlıyor ve “Hüre karşılık hür, köleye karşılık köle, kadına karşılık kadın (ın öldürülmesi) şeklinde kısas size farz kılındı” buyuruyor. Küfrün sonuçlarından olan esareti sebebiyle köle hüre denk gelmiyorsa kafirin hayli hayli ona denk düşmemesi gerekir. Delildeki üçüncü eksiklik ise şu: Allah sübhanehü ayetin devamında “Ancak her kimin cezası, kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından bir miktar bağışlanırsa.” buyuruyor. Müslümanla kafir arasında bir kardeşliğin olmadığı ise açık bir şey. Dolayısıyla ayet sizin görüşünüze mesned teşkil etmez.
– Ne alakası var, bu gayet sahih bir delil. İtiraz ettiğin noktalar beni bağlamıyor. “Allah teala cezada eşitliği şart koştu” sözüne katılıyorum, lakin kafirle Müslümanın eşit olmadığı kısmı doğru değil. Çünkü ikisi kısas için yeterli olan haramlık konusunda eşitler. Bu ebediyen kan akıtmanın haramlığıdır. İslam yurdunun sakinleri oldukları için zimminin de Müslümanın da ebediyen kanları haramdır. Zimminin malını çalmasına karşılık Müslümanın elinin kesilmesinden bunu çıkarabiliriz. Zimminin malının Müslümanın malıyla eşit olması, kanının da eşit olduğunu gösterir. Öyle ya, mal sonuçta sahibinin haramlığı, dokunulmazlığı üzerine haram ve dokunulmaz oluyor. “Hür köleye karşılık kısasla öldürülmez” sözüne gelince, buna katılmıyorum. Bana göre ona kısas uygulanır. Dolayısıyla burada asılsız bir iddiayla beni çürütmeye kalkıştın. “Kimin cezası kardeşi tarafından bağışlanırsa” kısmına gelirsek, evet, ben de böyle söylüyorum, lakin bu affetmeye mahsus bir şeydir, genel olarak kısasın gerçekleşeceğini engellemez. İkisi birbirine zıt meseleler. Birinin umumi oluşu diğerinin hususiliğini engellemez. Aynı durum tersi için de geçerli.(İbnü’l Arabi, Ahkamü’l-Kur’ân)
Bu makaleyi okuyanlar için tavsiye yazı: “Ulemanın Bahar-ı Ömrü”
- İslami İlimler Literatürüne Giriş -3- - 12 Eylül 2020
- İslami İlimler Literatürüne Giriş -2- - 12 Eylül 2020
- İslami İlimler Literatürüne Giriş -1- - 12 Eylül 2020