e-Medrese

Ecrûmiyye ve Şerhi et-Tuhfetü’s-Seniyye Üzerinden Şematik Nahiv İlmi

10.09.2020

GİRİŞ BİLGİLERİ

Tarifi: “Nahv” kelimesi sözlükte iki anlamda kullanılır:
a- Yön ve taraf: (ذَهَبْتُ نَحْوَ فلاَنٍ Filancaya doğru gittim.)
b- Benzer ve denk: (مُحَمَّدٌ نَحْوُ عَلِيّ  Muhammed Ali gibidir.)

Istılahta ise, Arapça kelimelerin bileşik hallerinde sonlarındaki irab ve mebnilik gibi değişikliklerin kurallarını anlatan ilimdir.
Konusu: Sonlarındaki değişimler (irab ve mebnilikleri) açısından Arapça kelimeler.
Faydası: Nahiv öğrenmek, Arapça konuşurken dili hatadan korur. Dinin temel referansları olan Kuran ve hadisleri sahih biçimde anlamımızı sağlar.
Kurucusu: Yaygın görüşte nahvi ilk kuran, Hazreti Ali’nin emri doğrultusunda Ebu’l Esved ed-Düelî’dir.

ARAPÇA KELİMELER
İsim: Müstakil bir manası olan, fakat zaman belirtmeyen kelimelerdir. رَجُل ،َجَمل ، نَهْر (adam, deve ve nehir) gibi.  Cer ve tenvin kabul etmesi, elif lam takısı alması ve başına cer harflerinin gelebilmesi gibi özelliklerle kelimenin diğer kısımlarından temeyyüz eder.
Fiil: Müstakil bir manası olan ve geçmiş, şimdiki ve gelecek zamanı belirten kelimelerdir. كَتَبَ (Yazdı) geçmiş zaman, يَكْتُبُ (Yazıyor) şu anki zaman, اكْتُبْ (Yaz) ise gelecek zaman fiillerine örnektir.
Mazî fiil: Konuşma anından önce bir şeyin meydana geldiğini anlatan fiiller. فَتَحَ (açtı) ve عَلِمَ (bildi) gibi.
Muzarî fiil: Konuşma anında ve sonrasında (geniş zamanlı) bir şeyin meydana geldiğini anlatan fiiller. يَفْتَحُ (açıyor-açacak-açar) ve يَعْلَمُ (biliyor-bilecek-bilir) gibi.
Emir fiili: Bir şeyin konuşma anının akabinde gerçekleşmesini isteyen fiil türüdür. اِفْتَحْ (aç) ve اِعْلَمْ (bil) gibi.
* Bir kelimenin fiil olduğunun göstergesi قَدْ ، سِينْ ، سَوْفَ takılarını ve sakin dişillik ta’sını kabul edebilmesidir.

Harf: Başka kelimede bulunan manayı anlatan, kendi başına değil, ancak başka bir kelimeyle mana ifade eden kelimelerdir. Mesela  مِنْ kelimesinin manası olan “başlamak, ..den, ..dan” ancak başka kelime kendisine eklendiğinde tamamlanabilir. Bu durumda örneğin ذَهَبْتُ مِنَ الْبَيْتِ (Evden gittim/gidişim evden başladı) denebilir. Harfin alametleri, isim ve fiilin ayırdedici özelliklerini kendinde bulundurmayışıdır.

İRAB
Nahiv dilinde irab, başlarındaki amiller sebebiyle kelimelerin sonunun lafzi veya takdiri şekilde değişmesidir. Mesela مُحَمَّدٌ kelimesi حَضَرَ مُحَمَّدٌ dediğimizde raf, رأيتُ مُحمداً dediğimizde nasb, حظيتُ بِمُحمدٍ dediğimizde cer harekesini alarak başında fiiller sebebiyle değişime uğramıştır. Buna göre kelimede hareke (veya harf) değişimi yapana (misalde baştaki değişen fiiller) amil, kendisinde değişim gerçekleşene (misalde مُحَمَّد kelimesi) mamül, meydana gelen değişime de (misallerde cümle sonundaki ötre, üstün, esre) irab diyoruz. İrabın lafzi veya takdiri olması ise kelime sonundaki değişimin görünürlüğüyle alakalı bir durum. Misalde مُحَمَّد kelimesindeki değişimleri açıkça gördüğümüz için burada irab lafzi oluyorken, örneğin يَدْعُو الفَتَي ، لَنْ يَرْضَي الْفَتي ، مَرَرْتُ بِالْفَتَي misallerinde الْفَتَي kelimesindeki değişimler açıkça görülmediği için buradaki iraba takdiri (varsayımsal) diyoruz.

BİNA
İraba karşılık bina, kelimenin sonunun daima aynı hareke (veya sükûn) üzere kalmasıdır. Mesela كَمْ kelimesinin daima sakin, هؤلاءِ kelimesinin daima kesre, حَيْثُ kelimesinin daima zamme ve أيْنَ kelimesinin daima fetha olmasına bina, bu kelimelere de mebni denir. Buradan şunu da anlıyoruz: Sükûn/sakinlik, kesre, zamme ve fetha mebniler için; raf, nasb, cer/hafz ve cezm ise murebler (irab alanlar) için kullanılır.

İrabın türleri:
Bütün isim ve fiillerde bulunan irab dört tanedir: Raf, nasb, hafz/cer ve cezm. İsimlerde cezm bulunmazken fiillerde hafz ve cer gelmez. Böylelikle irabı farklı açıdan isim ve fiillerde ortak (raf ve nasb), isimlere mahsus (hafz/cer) ve fiillere mahsus (cezm) şeklinde üçe ayırabiliriz.

İRABIN GÖSTERGELERİ

RAFIN GÖSTERGELERİ:
Bir kelimenin sonunun raf/merfu olduğunu dört işaretten biriyle anlarız: Zamme, vav, elif ve nun. Bunlardan zamme aslî iken, diğer üçü ferîdir.

Zammenin raf yerine geçtiği durumlar:
Zamme dört yerde raf harekesinin göstergesi olur: Müfred isim (سّافَرَتْ فَاطِمَةُ), cem-i teksir (قامَ الرِّجالُ والزَّيَانِبُ burada zammeler açık/lafzi, حَضَرَ الْجَرْحَى و العَذَارَى buralarda varsayımsal/ takdiri), cem-i müennes salim (جَاءَ الزَّيْنَبَاتُ burada zamme lafzi, هَذِهِ شَجَرَاتِي burada ise takdiri) ve sonuna bir şey (tesniye elif’i [يَكْتُبَانِ], cemi vav’ı [يَكْتُبُونَ], müennes muhataba ya’sı [تَكْتُبِينَ], tekid [لَيُسْجَنَنَّ] ve çoğul dişillik nun’u [يُرْضِعْنَ]) bitişmeyen Fiil-i muzarî (يَكْتُبُ). (Adı geçen cemilerin tarifi için bir önceki sayının sarf şemasına bakınız.) 

Vav’ın raf yerine geçtiği durumlar:
Vav iki yerde raf harekesinin göstergesi olur: Cem-i müzekker salimlerde (ولَوْ كَرِهَ الْمُجْرِمُونَ) ve أَبُوكَ ، أَخوكَ ، حَمُوكَ ، فُوكَ ، ذو مَال kelimelerinden oluşan beş isim/ esma-i hamsede (أبُوكَ رَجُلٌ صَالِحٌ ، إني أنا أخُوكَ ، حَضَرَحَمُوكَ ، نَطُق فُوكَ ve وإنهُ لَذُو عِلْمٍ misallerinde beş ismin raf hallerinde vav aldıklarını görüyoruz.) Hemen ekleyelim: Esma-i hamsenin böylesi irab alması için dört şarta haiz olması gerekiyor: Müfred olacaklar (bununla الآباءُ يُرَبُّونَ أَبْنَاءَهُمْ gibiler kapsam dışına çıkar), tesğir/küçültme bildiren kalıba sokulmamış olacaklar (bununla هذا أُبَيُّ gibiler çıkar), muzaf olacaklar (رأيْتُ أباً gibiler çıkar) ve izafetleri birinci tekil ya’sından başka kelimeye olacak (احْتَرَمْتُ أَبِي gibiler çıkar.) Bu şartlar yerine gelmediği zaman beş isim harfle değil, harekeyle irablanır.

Elif’in raf yerine geçtiği yerler:
Elif harfı sadece tesniye isimlerde rafın göstergesi olur. حَضَرَ الصَّدِيقَانِ cümlesi buna örnektir.

Nun’un raf yerine geçtiği durumlar:
Nun’un rafın yerine geçtiği yerler fiil-i muzarîdir; tesniye, cemi ve müennes muhataba ya’sına bitişen fiil-i muzarîler. أنْتُمَا تُسَافِرَانِ غَدَاً misali tesniye elif’inin, الَّذِينَ يَقُومُونَ بواجبهم cemi vav’ının, يا هِنْدُ تَعْرِفِينَ وَاجِبَكِ misali ise müennes muhataba ya’sına bitişen fiil-i muzarîye örnektir. Üç misalde fiil-i muzarî raf halinde nun almıştır.

NASBIN GÖSTERGELERİ:
Bir kelimenin sonunun nasb/mensub olduğunu beş işaretten biriyle anlarız: Fetha, elif, kesre, ya ve nun’un hazfedilmesi. Bunlardan fetha aslî iken, diğerleri ferîdir.

Fethanın nasb yerine geçtiği durumlar:
Fetha üç yerde nasbın yerine geçer: Müfred isim (لَقِيتُ عَلِيًّ burada fetha lafzi, لَقِيتُ الْفَتَي burada takdiri), cem-i teksir (صَاحَبْتُ الرِّجَالَ burada fetha lafzi, وَتَرَى النَّاسَ سُكَارَى burada takdiri), sonuna bir şey bitişmeyen ve başına nasb edici edatlar gelen fiil-i muzarî (لَنْ نَبْرَحَ عَلَيْهِ عَاكِفِينَ). Son misalde fiil-i muzarînin sonuna tesniye elif’i, cemi vav’ı veya muennes muhataba ya’sı bitişmiş olsaydı, o zaman nasb alameti nunların hazfi/ düşmesi olurdu. Eğer tekid nun’u bitişmiş olsaydı, bu takdirde de fetha üzerine mebni, mahallen nasb olurdu. وَاللهِ لَنْ تَذْهَبَنّ örneğinde olduğu gibi. Yok, eğer fiil-i muzarînin sonuna çoğul kadın nun’u bitişseydi, nasb mahallinde sükûn üzere mebni olurdu. لَنْ تُدرِكْنَ المَجْدَ إلاَّ بالْعَفَافِ örneğinde olduğu gibi.

Elif’in nasb yerine geçtiği durumlar:
Az geride esmai hamse’nin tam irab (raf halinde vav, nasb halinde elif, cer halinde ya) alması için hangi şartların gerektiğini görmüştük. Bu şartlara haiz olan beş isim nasb halinde elif alır. احْتَرِمْ أَبَاكَ ، انْصُرْ أَخَاكَ ، نَظِّفْ فَاكَ ، لاَ تَحْتَرِمْ ذَا الْمَالِ لِمَالِه kullanımlarında sözkonusu kelimeler meful konumunda almaları gereken nasb harekesini elif’le sağlamışlardır.

Kesrenin nasb yerine geçtiği durumlar:
Cem-i müennes salim kalıplarının sonundaki kesreler nasb harekesinin göstergesidir.اِنَّ الْفَتَيَاتِ الْمُهَذَّبَاتِ يُدْرِكْنَ الْمَجْدَ  misalindeki müennes ve salim cemiler cümledeki konumlarınca (ilki inne’nin ismi, ikincisi sıfat olarak) almaları gereken nasbı kesre ile sağlamışlardır.

Ya’nın nasb yerine geçtiği durumlar:
Cem-i müzekker salim ve tesniye kalıplarının sonunla bulunan ya harfi nasb harekesinin göstergesidir. Aralarındaki fark, tesniye kalıbında ya’nın öncesi fetha, sonrası kesre olur. نَظَرْتُ عُصْفُورَيْنِ فَوْقَ الشجرَةِ  örneğinde olduğu gibi. Cem-i müzekkerde ise ya’nın öncesi kesre, sonrası fethadır. إنَّ الْمُتَّقِينَ لَيكْسِبُونَ رِضَا رَبِّهِمْ kullanımında görüldüğü gibi.

Nun’un hazfinin nasb yerine geçtiği durumlar:
Raf hali nun’un kalmasıyla gerçekleşen beş fiil-i muzarî (ef’âl-i hamse) kalıbında nun’un fiilden atılması/hazfi, nasb alameti sayılır. يَسُرُّنِي أن تَحْفَظُوا دُرُوسَكُمْ misali buna örnektir. Ef’âl-i hamse kısaca tesniye elif’i, cemi vav’ı ve müennes muhataba ya’sı alan beş fiil-i muzarî kalıbıdır. (يَقُومَانِ ، تَقُومَانِ ، يَقُومُونَ ، تَقُومُونَ ، تَقُومِينَ)

HAFZ VEYA CERİN GÖSTERGELERİ:
Bir kelimenin sonundaki üç alamet onun cer veya hafz olduğunu gösterir: Kesre, ya ve fetha. Kesre aslî, diğer ikisi ise ferîdir.

Kesrenin cer yerine geçtiği durumlar:
Müfred munsarif isimlerde, munsarif cemi teksirlerde ve cem-i müennes salimlerde sonda bulunan kesre cerin göstergesidir. Sarf tenvin demektir. Buna göre munsarif demek, tenvin kabül eden isimlerdir. Detay sebeplerini az ileride göreceğimiz için bir misalle yetinelim: أَعْجَبَنِي خُلُقُ بَكْرٍ  kullanımında Bekr kelimesi muzafun ileyh olarak alması gereken cer harekesini kesre ile karşılamıştır. Sonuna tenvin alması da munsarif isim olduğunu gösterir. Cem-i teksirlerin munsarif olması da tenvin kabul edebilirliğine bağlıdır: رَضِيتُ عَنْ أصْحَابٍ لَنَا شُجْعَانٍ kullanımı buna örnektir. Müfredinin kalıbı bozulmamış (salim) olan cemi müenneslerin cer halinde kesre aldığının örneği ise نَظَرْتُ إلَي فَتَيَاتٍ مُؤَدَّبَاتٍ cümlesidir.

Ya’nın cer yerine geçtiği durumlar:
Ya harfi üç yerde; beş isim (esma-i hamse)de, tesniye ve cemilerde cerin yerine geçer. سَلِّمْ عَلَي أّبِيكَ صَبَاحَ كلِّ يَوْمٍ ، لا تَرْفَعْ صَوْتَكَ عَلَي صَوْتِ أخِيكَ الأكْبرِ ، لاَ تَكُن مُحِبًّا لذي المال إلاَّ أن يكون مُؤدَّباً misalleri esma-i hamsenin, اُنْظُرْ إليَ الْجُنْدِيَّيْنِ kullanımı tesniyenin, نَظَرْتُ إلي المُسْلِمِينَ الْخَاشِعِينَ ise cem-i müzekker salimin cer halinde ya aldığını gösterir.

Fethanın kesre yerine geçtiği durumlar:
Fetha sadece bir yerde; munsarif olmayan (gayr-i munsarif) isimlerde cerrin göstergesidir. Tabi bunların cer halde fetha alabilmeleri, başlarında elif lam takısı bulunmamasına ve kendilerinden sonraki isme muzaf olmamalarına bağlıdır. Aksi halde cer hallerinde fetha değil, kesre alırlar. Mesela وَأَنْتُمْ عَاكِفُونَ فِي المَسَاجِدِ cümlesinde gayr-i munsarif olan el-mesacid kelimesi elif lam takısı aldığı için cer halinde kesre almıştır.

GAYR-İ MUNSARİFLİK SEBEPLERİ:
Sonlarına tenvin kabul etmeyen ve cer hallerinde kesre değil de fetha alan gayr-i münsarif isim, kendisindeki iki sebepten ötürü fiile benzer. Bu sebeplerden biri kelimenin lafzına, diğeri manasına dönüktür. Ya da iki sebep kadar güçlü tek bir sebepten ötürü bir isim gayr-i munsarif özelliğini alır.

Manaya dönük gayr-i munsariflik sebepleri:
Bunlar vasıf (vasfiyyet) ve alem olma (alemiyyet) illetleridir. İki sebepten ötürü gayr-i munsarif olan bir isimde ikisinden biri mutlaka bulunmalıdır.

Lafza dönük gayr-i munsariflik sebepleri:
Bunlar altı tanedir: Elifsiz müenneslik, ucme/yabancı kökenlilik, terkip/bileşiklik, elif ve nun eki, fiil kalıbı ve udulluk/kalıbın değişmesi. Bunlardan her biri alemlik özelliğiyle beraber bir isimde bulunmalıdır. Vasıflık illeti ise ancak üç taneden biriyle; elif nun ekiyle, fiil kalıbıyla veya udulluk sebebiyle beraber bulunabilir bir isimde.

Alemliğin diğer sebeplerle birleşmesi:
Alemlik, yani özel isim olma illetinin elifsiz müenneslikle/dişillikle beraber bulunduğuna örnekفاطمة  ve  زينب kelimeleridir. Bunlar özel isim olmalarının yanında elifsiz dişil kalıba da sahip oldukları için gayr-i munsariftirler. Tenvin kabul etmez ve cer hallerinde kesre yerine fetha alırlar. Alemliğin ucmelikle yani Arapça dışı bir kökene sahip olma illetiyle beraber bulunduğunun misali iseإدريس  ve  يعقوب kelimeleridir. Alemliğin terkip, yani aslında iki kelimeden oluşma illetiyle bir kelimede buluşmasına قَاضِيخَانُ  ve  رَامَهُرْمُزisimlerini örnek verebiliriz. Bunlar aslında iki kelimeden mürekkep ve ayrıca alem, yani özel isim oldukları için gayr-i munsariftirler. Alemliğin elif nun ekiyle beraberliğine ise عَدْنَانُ ve عُثْمَانُ kelimelerinde rastlarız. Alemliğin vezn-i fiil, yani fiil kalıbında olma illetiyle birleşmesine أحْمَد ve يَزيدُ isimleri örnektir. Bunlar özel isim olmalarının yanında fiil-i muzarî kalıplarına sahiptirler. Alemliğin udulluk, yani farklı kalıptan dönüşme illetiyle bulunduğuna örnek ise عُمَرُ ve زُفَرُ isimleridir. Bunlar ismi fail kalıpları olanعامِر  ve  زافِرkalıplarından فُعَل kalıbına dönüştürülmüşlerdir. İki özellikten ötürü gayr-i munsariftirler.  

Vasıflığın diğer sebeplerle birleşmesi:
Alemlik dışında manaya dönük bir gayr-i munsariflik sebebi olan vasıflığın elif nunla birleşmesine misal رَيَّانُ  ve شَبْعَانُ isimleridir. Biri “yemeğe doymuş”, diğeri “suya kanmış” anlamında sıfatlar olarak elif nun almakla birlikte gayr-i munsariflik kazanmışlardır. Vasıflığın fiil kalıbında olma illetiyle birleşmesine misal ise أَكْرَمُ  ve أَفْضَلُ kelimeleridir. Kendilerinde hem “en değerli” ve “en cömert” anlamında vasıflık, hem fiil-i muzarî kalıbında oldukları için vezn-i fiil illeti bulunmaktadır. Vasıflığın udullükle beraber bulunmasına مَرْبَعُ  ve  ثُلاَثُisimlerini örnek verebiliriz. “Üçer” ve “dörder” anlamındaki bu kalıplar aslında sayının iki kere tekrarlanması durumundanفُعَال  ve مَفْعَل kalıplarına dönüşmüşlerdir. Böylelikle ثالثاً ثالثاً جاء الطلبة (Talebeler üçer üçer geldi) diyeceğimize aynı manayı veren farklı bir kalıpla ثُلاَثَ جاء الطلبة diyoruz.

İki illet sayılan gayr-i munsariflik sebepleri:
Bunlar müntehâ-i cumû kalıbı ve elif-i maksura veya elif-i memdudeli müenneslerdir. Aslen cemi teksir kalıbında olup da sonuna teksir elif’inden sonra iki veya daha fazla harf alan müntehâ-i cumû kalıbına misal مَسَاجِدَ  ve مَفَاتِيح kelimelerini; elif-i maksuralı (uzatmasız elifli) müennese iseدُنْيَا  ve  دَعْوَى örneklerini, elif-i memdudeli (uzatmalı elifli) müenneslere de عُلَمَاء ve بَيْضَاء isimlerini misal getirebiliriz. Tek illet bu kelimeleri gayr-i munsarif yapmaya yetmiştir.

CEZMİN GÖSTERGELERİ:
Sükûnün cezm yerine geçtiği durumlar: Sonunda illet harfleri olan vav, ya ve elif bulunmayan fiil-i muzarîler. Mesela يَنْجَحُ muzarîsinin başına cezm edici edat geldiğinde لَمْ يَنْجَحْ şeklinde sonu sakin olur ve bunun cezm/meczum olduğunu anlarız.

Hazfin (son harfin düşmesinin) cezm yerine geçtiği durumlar: Bunlar sonunda illet harfi bulunan ve beş fiil (ef’al-i hamse) kalıbı içerisinden yer alan fiil-i muzarîlerdir. Sonu illetli/mutel olana misal يَدْعُو muzarîsidir. Cezm halinde لَمْ يدْعُ şeklinde sonundaki illet harfi düşer/hazfolur. İkinci yere يضربان ، تضربان ، يضربون ، تضربون ، تضربين kalıplarını örnek verebiliriz. Başlarına cezmedici aldıklarında keza son harfleri düşer: لَمْ يَضْرِبَا، لَمْ تَضْرِبَا لَمْ يَضْرِبُوا، لَمْ تَضْرِبُوا، ، لَمْ تَضْرِبِي

HAREKE VE HARF AÇISINDAN İRABIN KISIMLARI:
HEREKE İLE İRAB ALANLAR:
Müfred isim: Mesela ذَاكَرَ مُحَمَّدٌ الدَّرْسَ örneğinde محمدٌ ve الدرسَ kelimeleri müfred isim oldukları için irablarını hareke olarak zamme ve fetha ile almışlardır.
Cem-i teksir: Mesela حَفِظَ التَّلامِيذُ الدُّرُوسَ örneğinde التلاميذُ ve الدروسَ kelimeleri teksir cemisi oldukları için irablarını hareke ile almışlardır.
Cem-i müennes salim: خشَعَ المؤمناتُ في الصلواتِ misalinde المؤمناتُ ve الصلواتِ kelimeleri dişil ve salim bir cemi olarak irablarını hareke ile almışlardır.
Sonuna bir şey bitişmeyen fiil-i muzarî: Mesela يذهبُ محمد dediğimizde muzarînin sonuna bir şey bitişmediği için zamme harekesini almıştır.

Hareke ile irabta asıl durum:
İrabı harekelerle sağlanan müfred isimde, cem-i teksirde, cem-i müennes salimde ve sonuna bir şey bitişmeyen fiil-i muzarîde  aslolan durum, dört halde dört ayrı hareke almalarıdır: Raf halinde zamme, nasb halinde fetha, cer halinde kesre ve cezm halinde sükûn. Fakat üç kelime bu aslî durumun dışına çıkmıştır: Nasb halinde (fetha yerine) kesre alan cem-i müennes salim (لن أخالفَ المؤمناتِ). Cezm halinde (sükûn yerine) sonundaki harf düşen sonu illet harfli fiil-i muzarî (لَمْ يدْعُ ). Cer halinde (kesre yerine) fetha alan munsarif isim (مررتُ بأحمدَ).

HARFLE İRAB ALANLAR:
Bir kelimede irab göstergesi sayılan harfler dört tanedir: Elif, vav, ya ve nun. Dört kelime bu harflerle irabını sağlar.
Tesniye: Müfred ve ceminin arasında bir şeyin iki adedini ifade eden bu isimler, raf halinde elif, nasb ve cer halinde ya alır. Raf haline misal حضر القاضِياَن nasb haline misal أكره المتكاسِلَيْن ve cer haline misal نظرت إلى الفارِسَيْن cümleleridir.

Cem-i müzekker salim: Erile kullanılan ve müfredinin kalıbı bozulmamış demek olan cem-i müzekker salim kalıpları vav ile raf, ya ile nasb ve cer alırlar.أفلح الآمِرُونَ بالمعروف  raf haline örnek, احترمت الآمرِينَ بالمعروف  nasb haline örnek,رضي الله عن الآمرِينَ بالمعروف  ise cer haline örnektir.

Esma-i hamse: Geride detaylıca gördüğümüz beş isim raf hallerinde vav, nasb halinde elif, cer halinde ya alırlar. إذا أمرك أبُوك فأطعه raf haline,  أطع أبَاكnasb haline, استمع إلى أبِيك ise cer halinin kullanımına misaldir.

Efal-i hamse: Geride gördüğümüz beş fiil-i muzarî kalıbı raf halini nun’un kalmasıyla, nasb ve cezm halini ise nun’un gitmesiyle sağlar. تَفْهَمَانِ muzarîsinde raf halinde nun sabitken لم تَفْهَمَا cezm halinde ve لن تَفْهَمَا  nasb halinde nun düşmüştür.

FİİLLERİN İRABLARI
MAZÎ FİİLİN İRABI:

Zahiri fetha üzere mebni olanlar: Sonuna çoğul vav’ı ve harekeli raf zamiri (ت, نا, ن) bitişmeyen fiil-i mazîler daima görünür fetha üzere mebnidirler. سَرُوَ ve  أَكْرَمَörneklerinde olduğu gibi.

Takdiri fetha üzere mebni olanlar: Bu fiillerin sonunda takdiri (varsayımsal) fetha ya; a- özürden dolayı takdir edilmiştir. Ki bu  دعَا gibi sonunda elif olan fiil-i mazîlerde olur. b- veya münasebetten dolayı takdir edilmiştir. Ki bu كتبُوا  gibi sonunda cemi vavı olan fiil-i mazîlerde olur. c- ya da dört hareke peşpeşe gelmesin diye takdir edilmiştir. Bu da كتبْتُ، كتبْتَ، كتبْتِ، كتبْنَا، كتبْنَ fiillerinde olduğu gibi sonunda harekeli raf zamiri olanlarda olur. Görüldüğü gibi buralarda dört harekeli harf yanyana gelmemesi için son harfler (ب) zahiren sakin olmuş, ama takdiren fetha almıştır.

EMİR FİİLİNİN İRABI:
Emir kalıplarının irabı, türetildikleri fiil-i muzarîye göre değişir. Eğer muzarî sonunda illet harfi olmadığı için sükûn üzere mebni olmuşsa, emir fiili de sükûn üzere mebni olur; اُكْتُبْ fiilinde olduğu gibi. Eğer muzarînin sonu illetli olduğu için cezm hali illet harfinin düşmesiyle oluyorsa, emir fiili de illet harfinin düşmesiyle cezm üzere mebni olur; اُدْعُ misalinde olduğu gibi. Yok, eğer muzarî efal-i hamseden olduğu için nun’u hazfedilerek cezm oluyorsa, emir kalıbı da nun’un aynı şekilde hazfiyle mebni olur; اكتُبَا, اكتُبُوا, اكتُبِي misallerinde olduğu gibi.

MUZARÎ FİİLİN İRABI:
Sonuna tekid veya çoğul kadınlar nun’u bitişmediği müddetçe fiil-i muzarî mebni değil, mureptir. Eğer tekid nununa bitişirse fetha üzere mebni olur; لَيُسْجَنَنَّ  misalinde olduğu gibi. Eğer çoğul kadınlar nun’u bitişirse sükûn üzere mebni olur; وَالْوَالِدَاتُ يُرْضِعْنَ أَوْلادَهُنَّ kullanımı buna örnektir. Bu iki durum dışında eğer fiil-i muzarînin başına herhangi nasbedici veya cezmedici bir edat gelmezse raf ile mureb olur; يَفْهَمُ örneğindeki gibi. Eğer başına nasbedici gelirse muzarî de nasb olur; لن يَخيبَ مجتهد örneğinde olduğu gibi. Eğer başına cezmedici gelirse, muzarî de cezm olur; لم يجْزَعْ إبراهيم  misalindeki gibi.

FİİL-İ MUZARÎYİ NASBEDENLER:
Kendi başlarına nasbedenler:
أَنْ : Kendisinden sonra nasbettiği muzarî fiili masdar manasına sokar: أَطْمَعُ أَنْ يَغْفِرَ لِي (Beni affetmesini istiyorum) misalinde olduğu gibi.
لَنْ : Nasbettiği muzarîde olumsuzluk anlamı bildirir: لَنْ تَنَالُوا الْبِرَّ (İyiliğe ulaşamazsınız) cümlesi buna örnektir. Misalde fiil-i muzarînin nasbolduğunu, efal-i hamseden olması sebebiyle sonundaki nun’un düşmesinden anlıyoruz.  

إِذَنْ : Bir şarttan veya işten sonra sonuç  (ceza) bildirir. Fiil-i muzarîyi nasbedebilmesi için üç şart aranır: 1- إذن edatı, sonuç cümlesinin başında bulunacak. 2- Kendisinden sonra gelen muzarî gelecek zamanı anlatacak. 3- Olumsuzluk bildiren لا, nida (çağırma ifadesi) ve yemin dışında muzarîsiyle kendisi arasına başka bir şey girmeyecek. Bu üç şartı haiz cümleye bir örnek: سأجتهد في دروسي (Bundan böyle derslerime çalışacağım) diyen birine إذن تنجَحْ (O zaman başarırsın) diye yanıt verilmesidir.

كَيْ : Kendisinden sonra gelen muzarî fiili masdar manasına dönüştürür. Tabi tek başına nasbedilmesi için ya lafzi ya da takdiri biçimde kendinden önce sebep bildiren lam harfinin gelmesi gerekir. لِكَيْلا تَأْسَوْا (Üzülmemeniz için) misalinde olduğu gibi. Eğer kendinden önce hiçbir şekilde lam gelmezse bu durumda fiil-i muzarîyi gizli أَنْ nasbeder. كَيْ ise sadece sebep bildirme işlevi görür, nasbetmez.

Fiil-i muzarîyi, gizlenmesi mecburi olmayan أَنْ aracılığıyla nasbedenler:
Sebep bildiren lam harfi : لِيَغْفِرَ لَكَ اللَّهُ (Allah’ın seni affetmesi için) misalinde olduğu gibi. Burada يَغْفِرَ fiilini başındaki gizli أَنْ nasbetmiştir.

Fiil-i muzarîyi gizlenmesi mecburi أَنْ aracılığıyla nasbedenler:
İnkar ve olumsuzluk bildiren lam: Bunun kuralı, kendinden önce ما كان veya لم يكن fiillerinin geçmiş olmasıdır. وَمَا كَانَ اللَّهُ لِيُعَذِّبَهُمْ (Allah onlara azab edecek değildir) misalinde olduğu gibi.

حَتَّى : Sebep veya gaye bildirir. حَتَّى يَرْجِعَ إِلَيْنَا مُوسَى (Ta ki Musa bize dönünceye kadar) cümlesi buna örnektir.

Sebebiyet bildiren فاء ve beraberlik bildiren واو harfleridir: Bu vav ve fa’da bir şart aranır: Herbiri, bir isteğin veya olumsuzluğun cevabı sadedinde kullanılacaklar. Mesela لا يُقْضَى عَلَيْهِمْ فَيَمُوتُوا (Ölümlerine hükmedilmez ki ölsünler) cümlesi olumsuzdan sonra gelen fa’ya örnektir. İstek, yani talep ise emir-nehiy, dua, soru, teşvik ve umut bildiren kalıpları içermektedir. Örneğin اللهم اهدني فأعملَ الخير (Allahım, bana hidayet et ki, hayır yapabileyim) cümlesi dua kalıbından sonra gelen fa’ya örnektir. Şarta uyduğu için fa kendinden sonraki muzarîyi nasbetmiştir.
 
أَوْ : Bu edat nasbedici olabilmesi için ya إلا manasında olmalı, yani istisna bildirmeli ya da إلى manasında olmalı, yani …e kadar, …a kadar anlamını ifade etmelidir. Mesela لأقتلن الكافرأو يُسلمَ (Kesinlikle kâfiri öldüreceğim veya Müslüman olacak) cümlesi أو edatının إلا gibi istisna bildirdiğine örnektir. Böylelikle doğru mana “Müslüman olması durumu müstesna kâfiri kesinlikle öldürürüm”dür.  لأستسهلن الصعبَ أو أدركَ المُنى (Kesinlikle zoru kolaylaştıracağım veya emelime ulaşacağım) cümlesi ise أو edatının إلى manası ifade ettiğine örnektir. O halde doğru çeviri “emelime ulaşıncaya kadar zoru kolaylaştıracağım” şeklinde olmalıdır.

FİİL-İ MUZARÎYİ CEZMEDENLER
Bir muzarîyi cezmedenler:
لَمْ : Olumsuzluk bildiren cezmedici harftir. قُلْ لَمْ تُؤْمِنُوا (De ki, iman etmediniz) cümlesinde fiil-i muzarînin sonundan cezm göstergesi olarak nun düşmüştür.

لَمَّا : Bu harf de olumsuzluk ve kesinlik bildirme noktasında لم gibidir. لَمَّا يَذُوقُوا عَذَاب (Onlar daha azabı tatmadılar) cümlesinde olduğu gibi.

أَلَمْ : لَمْ Edatının onay bildiren hemze eklenmiş halidir. أَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَ (Senin için göğsünü genişletip ferahlatmadık mı?) cümlesi buna örnektir.

أَلَمَّا : لَمَّا edatının yine hemze almış halidir. أَلَمَّا أحسن إليك (Sana iyilikte bulunmadım mı?) misalinde olduğu gibi.

اَلَّلامُ : Bu l harfi emir veya dua bildirir. İlki üst mertebeden alta, diğeri alt mertebeden üst mertebedekine yapılır. فليقُلْ خيراً أو ليصمُتْ (Ya hayır söylesin ya sussun) emir la’sına, لِيَقْضِ عَلَيْنَا رَبُّك (Rabbin hükmümüzü versin) ise dua la’sına örnektir.

لاَ : Sakındırma (nehiy) ve dua bildirir. Aralarındaki fark, nehiy üstten altta, dua aşağı mertebedekinden üst mertebeliye yapılır. لا تَخَفْ (Korkma) nehye, رَبَّنَا لا تُؤَاخِذْنَا (Rabbimiz, bizi sorumlu tutma) ise duaya misaldir.

İki muzarîyi cezmedenler: Bu durumda ilk fiile şart, ikincisine şartın cevabı veya cezası (sonucu) denir. Bu tür cezmediciler dört kısımdır:

Harf olduğunda görüş birliği sağlananlar: Bu grupta sadece إِنْ vardır. إِنْ تذاكرْ تنجحْ  (Eğer dersi tekrar edersen başarırsın) buna örnektir.

İsim olduklarında görüş birliği sağlananlar:
Bunlar  مَنْ، مَا، أَيُّ، مَتَى، أَيَّانَ، أَيْنَ، أَنَّى، حَيْثُمَا، كَيْفَمَا isimlerinden oluşan dokuz şart edatıdır. Örnekleri şunlardır: فمَنْ يعملْ مثقال ذرة خيراً يرهْ (Kim zerre kadar iyilik yaparsa karşılığını görür.) وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ خَيْرٍ يُوَفَّ إِلَيْكُمْ (Hayr olarak ne infak ederseniz, size karşılığı verilecektir.) أَيًّا مَا تَدْعُوا فَلَهُ الْأَسْمَاءُ الْحُسْنَىٰ (Allah’ın hangi ismiyle dua ederseniz edin, sonuçta güzel isimler ona aittir.) مَتَى تلتفِتْ إلى واجبك تنَلْ رضا ربك (Ne zaman dini vecibene yönelirsen, o zaman Rabbinin rızasına erişirsin.) : أيَّانَ تَلقَنِي أُكرِمكَ (Benimle nerede karşılaşırsan sana ikramda bulunurum.) أَيْنَمَا تَكُونُوا يُدْرِكْكُمُ الْمَوْتُ (Nerede olursanız olun, ölüm size kavuşur.) حَيْثُمَا تذهَبْ تجِدْ أصدقاءَ (Nereye gidersen dostlar bulursun.) كَيْفَمَا تكُنْ الأمة يكُنْ الولاة (Toplum nasıl olursa, idareciler de öyle olur.)

Çoğunluk görüşe göre harf olanlar: Bu grupta sadece إِذْ مَا vardır. إِذْ مَا يأتِ والدك أخبِرْه بنجاحك (Baban geldiğinde başarını ona haber vereceğim.) Burada يأتِ fiilinin cezm olduğunun göstergesi, sonundaki ya harfinin düşmesidir.

Çoğunluk görüşe göre isim olanlar: Bu grupta sadece مَهْمَا yer almaktadır. مَهْمَا تنفِقْ في الخير يخلِفْه الله (İyilik yolunda ne harcarsan, Allah onun yerine yenisi koyar.)

RAF OLAN İSİMLER (MERFUÂT)

FAİL:
Kendisinden önce fiili zikredilen ve raf edilen isimdir. Başka ifadeyle fiili yapan özne ismidir. Failin isim oluşu ya açıkça ya da teville olur. قَالَ نُوحٌ (Nuh dedi) açık/sarih isme, أَوَلَمْ يَكْفِهِمْ أَنَّا أَنْزَلْنَا (Bizim indirmemiz onlara yetmedi mi?/ Yetmedi mi onlara ki biz indirdik) misali ise tevilli/müevvel isme örnektir. Son misalde asıl failin أولم يكفهم إنزالنا (İndirmemiz yetmedi mi onlara?) cümlesindeki إنزالنا sarih ismi olduğunu varsayıyoruz. Asıl misaldeki أَنَّا أَنْزَلْنَا cümlesi, bu teville yani dolaylı şekilde إنزالنا ismine dönüşmüş oluyor. Manayı zaten böyle veriyoruz.

Failin türleri:
Zahir failler: Herhangi bir karineye ihtiyaç duymaksızın manasını ifade eden öznelerdir.حَضَرَ خَالِدٌ  (Halid hazır bulundu) misalinde olduğu gibi. Bu tür failler eril ya da dişil (müzekker-müennes) halde müfret, tesniye veya cem-i salim ya da cem-i teksir olabilirler.

Zamir failler: Ancak birinci, ikinci ve üçüncü tekil şahıs karinesiyle manası anlaşılan öznelerdir. ضربْتُ، ضربْنَا، ضربْتَ، ضربْتِ، ضربتُمَا، ضربتُمْ، ضربتُنَّ، ضربَ، ضربَتْ، ضربَا، ضربُوا، ضربْنَ misallerindeki on iki zamirdir. Fail zamirler misallerin çoğunda görüldüğü üzere açık olduğu gibi gizli (takdiri) de olabilir. ضَرَبَ (dövdü) fiilin altında gizli هو (o) zamiri veخُذْ  (al) emrinin altındaki انت (sen) zamiri takdiridir. 

NAİB-İ FAİL:
Failin zikredilmediği cümlede onun yerine geçen mefuldür. قطعَ محمودٌ الغصنَ (Mahmut dalı kesti) örneğinde الغصنَ mefulu, fail olan محمودٌ kelimesi hazfedildiğinde onun yerine geçip harekesi nasb iken raf oluyor: قُطِعَ الغُصْنُ (Dal kesildi.) Bu durumda baştaki fiil de malum iken harekesi değişerek meçhul kalıba giriyor ve fail yerine mefule isnat ediliyor.

* Naib-i fail de tıpkı fail gibi zahir ve zamir olarak birinci, ikinci ve üçüncü tekil şahıslara göre on iki tanedir.

MÜBTEDA ve HABER:
Başında lafzi bir amil bulunmadan raf harekesi alan isimdir. Haber de mübtedaya isnat edilen, ondan haber bildiren ve cümlenin anlamını tamamlayan raf isimdir. بكرٌ طالبٌ (Bekir öğrencidir) cümlesinde بكرٌ mübteda, طالبٌ ise onun haberidir.

* Haberin müfretlik, tesniyelik, cemilik ve müzekkerlik-müenneslik noktasında mübteda ile uyumlu olması gerekir: محمد قائم ,المحمدان قائمان ,المحمدون قائمون / فاطمة قائمة ,احمد قائم  

* Mübteda tıpkı fail gibi zahir isim (عائشة أم المؤمنين) veya zamir olabilir (هي مسافرة). Haber müfred (محمد قائم) , cümle (محمد سافر أبوه) ve cümlemsi/şibh-i cümle (الطائر فوق الغصن ) olabilir.

MÜBTEDA ve HABERİ İPTAL EDENLER:
Birlikte tam bir cümle oluşturup raf harekesi alan mübteda ve haberin başına bazen üç tür lafzi bir amil gelir ve irablarını değiştirir. Bunlar üç kısımdır:

Mübtedayı raf, haberi nasb edenler: Bunlar كان fiili ve grubudur: (أَمْسَى، أَصْبَحَ، أَضْحَى، ظَلَّ، بَاتَ، صَارَ، لَيْسَ، مَا زَالَ، مَا اِنْفَكَّ، مَا فَتِيءَ، مَا بَرِحَ، مَا دَامَ) Bunların mazîleri gibi muzarî kalıpları da aynı işleve sahiptir: كَانَ الجَوُّ صَافِياً (Hava temiz oldu) ظَلَّ وجهُهُ مسودّاً (yüzü simsiyah oldu). Örneklerdeki كَانَ ve ظَلَّ fiilleri başına geldikleri mübtedayı kendilerine isim alıp raf etmişler, haberi de nasb etmişlerdir.

Mübtedayı nasb, haberi raf edenler: Bunlar da إِنَّ ve grubudur: (إِنَّ، أَنَّ، لَكِنَّ، كَأَنَّ، لَيْتَ، لَعَلَّ) إِنَّ أبَاك حاضرٌ (Baban gerçekten hazırdır),  لَعَلَّ اللهَ يرحمُني (Umulur ki Allah bana merhamet eder), محمدٌ شجاعٌ لَكِنَّ صدِيقَهُ جبَانُ (Muhammed cesurdur, fakat arkadaşı korkaktır.) Mübteda ve habere artık inne’nin veya başında grubun hangi harfi varsa onun ismi ve haberi denir. Sözkonusu amillerin hepsi harftir.

Mübteda ve haberi nasb edenler: Bunlar ظَنَنْتُ ve grubudur: (حسبت، خِلتُ، زعمتُ، رأيتُ، علمتُ، وجدتُ، اتخذتُ، جعلتُ، سمعتُ ) Mübteda ve haber, bu fiillerin iki mefulü olarak nasb olur. Failler ise ت  (ben) zamirleridir: ظننتُ محمداً صديقاً (Muhammed’i arkadaş zannettim.) حسبتُ المالَ نافعاً (Malın faydalı olduğunu sandım.) سمعتُ خليلاً يقرأُ (Halil’in okuduğunu duydum.)

RAF İSME TABİ OLANLAR

SIFAT-NA’T:
Tabi olduğu marifeyi açıklayan veya nekreyi hususileştiren müştak (türemiş) veya müştak tevilinde bir isimdir. Sıfatlar mevsuflarına (vasfını bildirdiği kelimelere) raf, nasb, cer ve marifelik, nekrelik gibi hususlarda uyarlar. رأيتُ رجلاً عاقلاً (Akıllı adam gördüm) örneğinde عاقلاً kelimesi رجلاً ismini, mesela akıllı olmayanlardan ayırarak (nekreyi tahsis ederek) onu açıkladığı için sıfatıdır ve müfretlik, müzekkerlik ve irab gibi birçok noktada ona uymuştur.

Hakikî sıfat: Mevsufa dönen gizli (müstetir) zamiri raf eden sıfatlardır. جاء محمدٌ العاقلُ  (Akıllı Muhammed geldi) misalinde العاقلُ sıfatı محمدٌ mevsufuna dönen gizli هو zamirini mahallen raf etmiştir.

Sebebî sıfat: Mevsufa dönen bir zamire bitişik açık ismi raf eden sıfatlardır. جاء محمدٌ الفاضلُ أبُوه (Babası değerli olan Muhammed geldi) dediğimizde الفاضلُ sıfatı محمدٌ kelimesine dönen ه zamirine bitişik أبو kelimesini raf etmiştir. Raf alameti beş isimden (esma-i hamse) olduğu için vav’dır.

* Sebebî sıfatlarda sıfatın mevsufa (vasıfladığına) sadece marifelik-nekrelik ve raf-nasb-cer hususlarında uyması gerekiyorken, hakikî sıfatlarda bu noktalara ek olarak sıfatın müzekkerlik-müenneslik ve müfretlik-tesniyelik-cemilik hususlarında da mevsufuna uyması gerekir.

ATIF:
Atf-ı beyan: Tabi olduğu kelime marife ise onu açıklayan, nekre ise onu tahsis eden çekimsiz/camid kelimelerdir. Sıfattan farkı, onun türemiş/çekimli/müştak olmasıdır. جاءني محمدٌ أبوك (Baban Muhammet bana geldi) cümlesinde أبوك atf-ı beyanı marife olan محمد kelimesini açıklamış, مِنْ مَاءٍ صَدِيدٍ (İrinli sudan) misalinde ise صَدِيدٍ atf-ı beyanı nekre olan مَاءٍ kelimesini hususileştirmiştir.

Atf-ı nesk: Tabi olduğu kelimeyle arasına on harften biri giren atıf türüdür. On atıf harfi واو، فَاء، ثُمَّ، أو، أَمْ، إمَّا، بَلْ، لَا، لَكِنْ،  ve bazı yerlerde حَتَّى harfleridir. Bunlardan sonra gelen kelimeye matuf (atfedilen), öncekine matufun aleyh (kendisine atıf yapılan) denir ve irabta matuf matufun aleyhe daima uyum sağlar. Matufun aleyhe göre matuf kelime raf, nasb, cer veya cezm olur.
واو : Genel anlamda beraberlik bildirir. جاء محمدٌ وعليٌ (Muhammet ve Ali geldi). Örnekte و atıf harfi aracılığıyla Ali’nin Muhammed ile beraber geldiği, gelme eyleminde onunla birlikte olduğu anlatılmıştır.
فاء : Tertip ve peşisıralık bildirir. قدِمَ الفرسانُ فالمشاةُ (Atlılar ve hemen peşlerine yayalar geldi.) Burada ف atıf harfi yaylıların atlılardan hemen sonra geldiğini bildirmektedir. مشاةُ kelimesi matuf, فرسان kelimesi matufun aleyhtir.
ثمَّ : Tertip ve gecikmeli sıra bildirir. أرسل الله موسى ثمَّ عيسى (Allah Musa’yı, daha sonra İsa’yı gönderdi.) Burada Musa ile İsa arasında belli zaman aralığı olduğu için ف değil de ثمَّ  atıf harfi getirilmiştir.
أوْ : İki seçenek arasındaki tercih durumunu bildirir. ادرسِ الفقهَ أو النحوَ (Fıkıh veya nahiv öğren.)
أمْ : “Yoksa” anlamıyla soru hemzesinden sonra seçim şıkkını bildirir. أدرستَ الفقهَ أمِ النحوَ؟ (Fıkıh mı yoksa nahiv mi öğrendin?)
إمَّا : tıpkı أوْ gibi seçenek durumunu bildirir. Cümle içinde tekrar edilmesi gerekir. Türkçede ya da, ya, veya anlamı bildirir. فَشُدُّوا الْوَثَاقَ فَإِمَّا مَنّاً بَعْدُ وَإِمَّا فِدَاءً (Onları esir alın; savaş sona erince onları ya karşılıksız, ya da fidye ile salıverin.)
بَلْ : Türkçedeki “bilakis, aksine” karşılığıyla kendinden önceki kelimelerin manasını tersine çevirir. ما جاء محمدٌ بل بَكرٌ “Muhammed gelmedi, aksine Bekir geldi.”

* Atıf harfi olabilmesi için iki şart aranır: 1- Matufun aleyhi cümle değil, müfred olacak. 2- Kendinden önce soru edatı geçmeyecek.
لا : Bir olumsuzluk edatı olarak kendinden önce verilen hükmün kendisinden sonraki kelime için geçerli olmadığını bildirir. جاء بكرٌ لا خالدٌ “Bekir geldi, Halit değil” örneğinde olduğu gibi.
لَكِنْ :  Türkçedeki “lakin, ne var ki, fakat” karşılıklarıyla önceki hükmün zıttını ifade eder. لا أحبُّ الكسَالَى لكنِ المجتهدِين “Tembelleri sevmem; fakat çalışkanları severim.”

* Atıf olabilmesi için kendisinden önce nefy/olumsuzluk veya nehy/sakındırma ifadesi geçmesi ve yine kendisinden önce vav bulunmaması gerekir.
حتَّى : Türkçedeki “hatta” gibi aşamalı gaye bildirir. يَموتُ الناسُ حتَّى الأنبياءُ “İnsanlar, hatta peygamberler bile ölür.” حتَّى her zaman atıf harfi olmaz. Bazen (kendisinden sonra cümle geldiğinde) başlangıç/ibtida bildirir, bazen cer edici harf olur.

TEKİD:
Tahmin edileceği üzere cümlede vurgu ve pekiştirme yapmaktır. Pekiştiren kelimeye tekid, pekiştirilen kelimeye müekked denir. Tekid raf, nasb, cer ve marifelik noktasında müekkede uymak zorundadır. حضرَ الرجالُ جميعُهُمْ “Adamların tümü hazır bulundu” örneğinde olduğu gibi. İki türlü tekid vardır.
Tekid-i lafzî: Bir kelimenin aynısı veya eşanlamlısıyla yapılan pekiştirmelerdir. جاء محمدٌ محمدٌ “Muhammed Muhammed geldi” gibi.
Tekid-i manevî: Yanılgı veya yaklaşık ifade ihtimalini ortadan kaldırmak için نفسُ، عين، كلُّ، أجمعُ (bizzat, ta kendisi, hepsi, tümü) gibi ifadelerle yapılan tekitlerdir. Mesela birisi جاءالأميرُ “Başkan geldi” dediğinde yanılmış olabileceği veya gerçekte başkanın adamları geldiği halde başkan gelmiş sayıp böyle söylemesi ihtimali vardır. Ama جاء الأميرُ نفسُهُ “başkanın bizzat kendisi geldi” dediğinde, bu ihtimaller ortadan kalkar ve gerçekten başkanın geldiğini anlarız.

BEDEL:
Arada herhangi bir edat olmaksızın hükmün konusu olan tabidir. Mübdel-i minh denen metbûuna irab noktasında uyum sağlamak zorundadır. قابلتُ إبراهيمَ أخاَك “Kardeşin İbrahim ile karşılaştım” örneğinde İbrahim ve muhatabın kardeşi aynı kişidir. Burada bedel olan أخاك kelimesi mübdeli minhi olan إبراهيمَ  kelimesine uymuş ve elif’le nasb irabını almıştır. Türkçede bunu eşittir, iki nokta veya noktalı virgül işaretleriyle karşılama imkânı vardır.

Bedel-i kül mine’l-kül/ Bütünün bütünden bedeli: Bedelin mübdel-i minhin bütünü ve aynısı olduğu durumlara denir. زارَنِي محمدٌ عمُّكَ “Amcan Muhammed beni ziyaret etti.” (Tam çeviriyle “Muhammed; amcan beni ziyaret etti.”)

Bedel-i ba’z mine’l-kül/ Parçanın bütünden bedeli:  Bedelin mübdeli minhin bir parçası olduğu türlerdir. Bu parça çoğu, azı veya yarısı olabilir. حفظتُ القرآنَ ثُلُثَه “Kuran’ın üçte birini ezberledim.” (Tam çeviriyle “Kuran’ı; onun üçte birini ezberledim.) Misalden anlaşılacağı üzere bu tür bedellerin mübdeli minhe dönen bir zamire muzaf olması zorunludur.

Bedel-i iştimal: Bedelle mübdeli minh arasında bütün ve parça dışında bir ilişkinin olduğu durumlar. Bu tür bedellerin de mübdeli minhe dönen bir zamire muzaf olmaları gerekir: نَفَعَنِي الأستاذُ حُسنُ أخلاقِهِ “Bana hocanın güzel ahlakı fayda sağladı.” (Tam çeviriyle “bana hoca; onun güzel ahlakı fayda sağladı.”)

Bedel-i ğalat: Adından da anlaşılacağı üzere yanlışlıkla yapılan bedellerdir. رأيتُ إنساناً “insan gördüm” dedikten sonra yanlış yaptığını farkedip فرساً “at (gördüm)” demek gibi.

NASB OLAN İSİMLER (MENSÛBÂT)

MEF’ÛL-İ BİH:
Kısaca fiil cümlesindeki nesne olan Mef’ûl-i bih, failin yaptığı iş (fiil) kendisinde gerçekleşen isimlere denir. Mesela فهمتُ الدرسَ “dersi anladım” dediğimizde anlayan (fail) ben (ت), anladığım (mef’ûl-i bih) ise derstir (الدرسَ) ve bu nedenle nasb harekesini almıştır.

Zahir mef’ûl-i bih: Birinci, ikinci ve üçüncü kişi karinesine (zamir) ihtiyaç duymadan kendi manasını anlatan normal mef’ûl-i bihlerdir. يقطفُ إسماعيلُ زهرةً  “İsmail çiçek topladı.”

Zamir mef’ûl-i bih: “Bana,” “onu,” “o erkeği,” “bize” gibi kişilerin, adların yerine kullanılan adıl (zamir) mef’ûl-i bihlerdir. Bunların ilk kısmı muttasıl (bitişik) mef’ul zamirleri olarak on iki tanedir: ضَرَبَنِي، ضربَنَا، ضربَكَ، ضربَكِ، ضربكُمَا، ضربكُنَّ، ضربَهُ، ضَرَبَهَا، ضربهُمَا، ضربهُمْ، ضربهُنَّ. İkinci kısmı ise munfasıl (ayrı) mef’ul zamirlerdir. Bunların sayısı da on ikidir: إيَّايَ، إيَّانَا، إيَّاكَ، إيَّاكُمَا، إياكُمْ، إياكُنَّ، إياهُ، إياهَا، إياهُمَا، إياهُمْ، إياهُنَّ.

MASDAR / MEF’ÛL-İ MUTLAK:
Cümle içinde haber olmayan ve amilini teyit, onun türünü veya sayısını açıklama amacı taşıyan masdar mef’ullerdir. Örneğini türleri üzerinden görelim. Mef’ûl-i mutlaklar bir başka açıdan, şekil bakımından lafzî ve manevî diye iki kısma ayrılır: ذهبتُ ذهاباً “gitmekle gittim/ gerçekten gittim” örneğindeki gibi harfleri ve sözcük kalıbı amiliyle aynı olanlar lafzî, جلستُ قُعوداً “oturmakla oturdum/ gerçekten oturdum” örneğindeki gibi harfleri değil de manası amiline uyan, yani eş anlamlı mef’ûl-i mutlaklar manevî kısmına girerler.

* Mef’ûl-i mutlakın tarifindeki “haber olmayan” kaydı cümle içinde mübtedaya haber düşen masdarları mef’ûl-i mutlak tanımı dışında bırakmak için konulmuştur. فهمُك فهمٌ دقيقٌ “Senin anlayışın ince bir anlayıştır” örneğinde فهمٌ (anlayış, anlamak) masdarı haber olduğu için mef’ûl-i mutlak değildir. 

Amilini teyit edenler: حفظتُ الدرسَ حفظاً “dersi gerçekten ezberledim” dediğimizde حفظاً masdarı, başka deyişle mef’ûl-i mutlakı حفظتُ amilini teyit için gelmiş ve gerçekten, kesinlikle gibi pekiştirici anlamlar katmıştır.

Amilinin türünü bildirenler: أحببتُ أستاذِي حُبَّ الولَدِ أبَاهُ “hocamı, çocuğun babasını sevmesi gibi sevdim” örneğinde حب (sevmek) mef’ûl-i mutlakı أحببت (sevdim) amilinin türünü, sevmenin çeşidini açıklamıştır.

Amilinin sayısını bildirenler: ضربتُ الكسولَ ضربتينِ “Tembellere iki defa vurdum” misalinde ضربتينِ (iki vuruş) masdarı amil olan ضربتُ (vurdum) fiilinin sayısını açıklamıştır.

ZARF-I ZAMAN ve ZARF-I MEKAN/ MEF’ÛL-İ FÎH:
Zaman veya mekan bildiren mef’ullerdir. Fîh denmesi, başında “de”, “da” anlamına gelen فِى harfi varsayıldığındandır. صمتُ يومَ الأثنيْنِ “pazartesi günü (gününde) oruç tuttum” cümlesi zaman zarfına, مشىَ الشرطيُّ قُدَّامَ الأمِيرِ “polis, başkanın önünde yürüdü” cümlesi mekan zarfına misaldir. Arapçada zaman zarfları olarak “gün”, “sabah”, “bir süre”, “seher vakti”, “gecenin ilk üçte biri” gibi farklı zaman dilimlerini anlatan belli başlı kalıplar bulunur: اليوم، الليلة، غدوةً، بكرةً، سحراً، غدا، عتمةً، صباحاً، مساءاً، أبداً، أمداً، حيناً Mekân zarflarının başlıcaları ise “önünde”, “altında”, “yanında”, “ötesinde” gibi farklı mekân bölümlerini bildiren kalıplardır: أمامَ، خلفَ، قُدَّامَ، َوَراءَ، فوقَ، تحتَ، عندَ، إزاءَ، حِذاءَ، تلقاءَ، ثمَّ، هُنَا İki türden zarflar mef’ûl-i fîh olarak nasb olurlar.

MEF’ÛL-İ LEH:
Fiilin sebebini açıklayan mef’ullerdir. Masdar olması, fiziksel organlarla yapılamayan kalbî mahiyet taşıması (bu yüzden mesela “vurmak” masdarı olmaz), kendinden öncesine sebeplik teşkil etmesi ve amiliyle zaman birliği sağlaması gibi dört şart aranır mef’ûl-i leh olacak isimde. قمتُ إجلالاً للأستاذِ “hocaya saygıdan sebep ayağa kalktım” örneğindeki  إجلالاً kelimesi sayılan şartlara haiz olduğu için mef’ûl-i leh olarak قمتُ fiili tarafından nasbedilmiştir. Bu kısma “leh”, yani lam’lı mef’ul denmesi, başında sebep bildiren -kimi zaman açığa çıkan- lam harf-i ceri varsayıldığındandır. Manasındaki nedensellik bu harften kaynaklanır ve tabi başında lam bulunduğu durumlarda zorunlu olarak nasb değil, cer harekesini alır: زرتُكَ لمحبَّةِ أدبِكَ “Edebinden hoşlandığım için seni ziyaret ettim.”

MEF’ÛL-İ MAAH:
Beraberlik (maiyyet) bildiren و harfinden sonra gelip fiilin kiminle birlikte işlendiğini anlatan mef’ul türleridir. أنا سائرٌ والجبلَ “Dağ boyunca yürüdüm” örneğinde الجبل (dağ) kelimesi öndeki و harfinin sağladığı beraberlik anlamı sayesinde yürümek fiiline  أناfailiyle beraber ortak olmuştur. “Beraberlik”, “birliktelik” anlamına gelen “maah” ekini alması bu noktaya dönüktür.

* Mef’ûl-i maahlar diğer mef’ul türleri gibi yaygın ve net iraba sahip değillerdir. Nasb harekesi alıp almayacakları iki duruma göre değişkenlik gösterir. Buna göre, vav’dan sonra gelen isim, eğer öncesindekiyle hüküm noktasında ortak olamazsa mef’ûl-i maah olarak nasb irabını alır. Mesela أنا سائرٌ والجبلَ “dağ boyunca yürüdüm” cümlesinde vav’dan sonra gelen الجبل (dağ) kelimesinin önceki أنا  (ben) kelimesiyle ortak olması, yani benimle birlikte dağın yürümesi mümkün değildir. Bu nedenle والجبل cümle içinde mef’ûl-i maah olarak nasb olmak zorundadır. Başındaki vav atıf değil, beraberlik bildirir. Ama mesela جاءَ الأميرُ والجيشُ “komutan ve askerler geldi” cümlesinde vav’dan sonraki الجيش (asker-ordu) kelimesinin önceki الأميرُ (komutan) kelimesine gelme işinde ortak olması, yani komutan gibi ordunun da gelebilmesi mümkün olduğu için iki iraba da açıktır: Mef’ûl-i maah olarak nasb olabilir veya matuf olarak raf olabilir. Son şıkta vav atıf harfi demektir.

HAL:
Cümle içinde failin, mef’ulün, haberin veya muzafun ileyhin özelliğini açıklayan isimlerdir. ركبتُ الفرسَ مسرجاً “Eğerli ata bindim / Ata eğer vurulduğu halde bindim” dediğimizde مسرجا (eğerli/ eğer vurulmuş) kelimesi, mef’ul olan الفرسَ (at) kelimesinin niteliğini beyan ettiği için haldir ve nasb irabı almıştır. Halin durumu açıkladığı kelimeye zilhal (hal sahibi) denir. Halde aslolan nekre olması ve cümle fiil-failiyle veya mübteda-haberiyle tamamlandıktan sonra gelmesidir. Lakin soru ismi olması gibi nadir durumlarda halin cümlenin başına gelmesi zorunludur: كيفَ قَدِمَ عليٌ “Ali nasıl geldi?” misalinde olduğu gibi. Burada كيفَ soru ismi, علي kelimesinin (zilhal) hali olarak konumsal şekilde (mahallen) nasb irabını almıştır. Lafzı fetha üzere mebnidir. Yine nadir bir iki durum dışında zilhalin marife olması gerekir.

TEMYİZ:
Müfredlerde veya cümlelerdeki kapalılığı gideren isimlerdir. Halin sahibine zilhal dendiği gibi temyizin açıkladığı isme de ism-i mübhemi tam (tam kapalı isim) denir. Müfret ism-i mübhemi tamlar sayı veya alan, tartı ve ölçü birimi olurlar. إِنِّي رَأَيْتُ أَحَدَ عَشَرَ كَوْكَباً “on bir yıldız gördüm” cümlesi sayı olan ism-i mübhemi tama örnektir. “On bir gördüm.” şeklinde cümlenin temyize kadarki kısmı görüldüğü üzere kapalıdır. Neyin on bir tane olduğu bilinmemektedir. كَوْكَباً (Yıldız) temyizi bu kapalılığı (mübhemliği) gidererek on bir tane şeyin yıldız olduğunu bildirmektedir. Cümleden ya da nispetten kapalılığı kaldıran temyize ise أَنَا أَكْثَرُ مِنْكَ مَالاً “ben senden mal bakımından/malca daha fazlayım” örneğini verebiliriz. Burada “ben senden fazlayım” kısmında evlat ve soy bakımından fazlalık, bilgi bakımından fazlalık, fiziksel güç bakımından fazlalık gibi birçok ihtimal ve dolayısıyla bir kapalılık varken مَالا (mal bakımından) temyiziyle bütün bu ihtimaller kalkmış, fazlalığın mal yönünden olduğu vurgulanarak anlam açıklığa kavuşturulmuştur.

MÜSTESNA:
إلَّا ve grubundan bir edatla kendinden önceki cümlenin hükmünden çıkan isimdir. نجحَ التلاميذُ إلا عامراً “Amir dışındaki talebeler başarılı oldu” cümlesinde istisna edatı إلا aracılığıyla عامراً ismi kendinden önceki başarılı talebeler grubundan çıkarılmıştır. Amir müstesna,التلاميذُ  (talebeler) ise müstesna minh (kendisinden istisna edilen)dir.

Müstesnanın irabı:
إلا’dan sonra gelen müstesna;
1- Eğer cümle tam ve olumlu ise zorunlu olarak nasb alır. خرج الناسُ إلا عمراً “Amr dışında insanlar çıktı” gibi.
2- Yok, eğer cümle tam ve olumsuz ise, bedel de olabilir (bu durumda mübdel-i minhinin irabını alır); müstesna olarak nasb da alabilir. بكراً / ما قام القومُ إلا بكرٌ “Bekir dışında topluluktan kimse kalkmadı.”
3-  Eğer cümle tam değilse, yani müstesna minh zikredilmemişse, kaçınılmaz olarak cümle olumsuz demektir. Bu durumda إلا’dan önceki amil raf, nasb veya cerden neyi gerektiriyorsa müstesna o irabı alır: ما حضر إلا عليٌ fail olarak raf irabına, ما رأيتُ إلا علياً mef’ul olarak nasb irabına,ما مررتُ إلا بعليٍ  cer irabına örnektir.

غَيْرُ ve grubundan sonra gelen müstesna:
غَيْرُ ve سِوى، سُوى، سَوَاءِ istisna edatlarından sonra gelen müstesna muzafun ileyh olarak daima cerdir. Bu edatların irabı ise, bir önceki başlıkta anlatılan illa’dan sonraki müstesnanın durumu gibidir. قام القومُ غيرَ زيدٍ cümlesi kelam tam ve olumlu olduğu için nasb alan istisna edatına, ما يزورُنِي أحدٌ غيرُ/غيرَالأخيارِ cümlesi tam ve olumsuz kelamda yer aldığı için bedel olarak raf da alabilecek ya da istisna olarak nasb da alabilecek istisna edatına; لا تَتَّصِلْ بغيرِ الأخيارِ ise tam cümle olmadığı için başındaki amilin isteğine göre cer alan istisna edatına örnektir.

عَدَا ve grubundan sonra gelen müstesna:
خَلاَ، عَدَا، حَاشَا istisna edatlarından sonra gelen isim, bunları harf-i cer kabul edersek cer alır, fiil kabul edersek mef’ul olarak nasb alır. عَدَا حسينٍ/ قام القومُ عَدَا حسيناً cümlesi diğer ikisine de uyarlanabilecek bir örnektir. Burada عدا kelimesini fiil kabul edersek حسيناً kelimesini mef’ul olarak nasb eder; yok eder harf-i cer kabul edersek حسينٍ kelimesini cer eder.
Tabii bu durum, kendilerinden önce masdar anlamı bildiren ما gelmediği sürecedir. Aksi halde sözkonusu ما sadece fiillerin başına geleceğinden müstesnanın mef’ul olarak nasb alması kaçınılmazdır: قامَ القومُ مَاعَدَا حسيناً

لا’NIN İSMİ:
Kökten olumsuzluk bildiren (cinsini nefyeden) لاَ, inne gibi işleve sahiptir. Lafzî veya mahallî olarak ismini nasb eder, haberini raf eder. لا رجلَ في الدارِ “evde hiç adam yoktur” cümlesinde رجلَ  kelimesi lâ’nın ismi olarak nasb harekesini almıştır. في الدارِ  haberi ise lafzen cer, mahallen raftır.

* Lâ’nın bu işleve sahip olabilmesi için dört şart aranır: 1- İsmi nekre olmalıdır. 2- Haberi nekre olmalıdır. 3- Haberiyle bile olsa ismi ile lâ’nın arası ayrılmamalıdır. 3- Lâ cümle içinde tekrarlanmamalıdır.

MÜNÂDÂ:
يَا, أ, أَيْ, أَيَا ve هَيَا nida (çağırma) edatlarından biriyle çağrılan, konuşana yönelmesi istenendir.يا محباً للخيرِ “Ey hayrı seven!” cümlesinde محباً (seven) münâdâ olarak nasbtır. Baştaki يا ise nidâ edatıdır. Aldığı iraba göre münâdâlar beş türlüdür.
1- Müfred özel isim (alem)ler: يا فاطمةُ “ey Fatıma!” gibi. Bu kısım münâdâlar, daima zamme üzere mebnidir, irab almazlar.
2- Özel biri kastedilen nekre: Belirli bir kişiye yönelik يا ظالمُ “ey zalim!” demek gibi. Bu kısım münâdâlar da zamme üzere mebnidir daima.
3- Özel biri kastedilmeyen nekre: Kürsüdeki vaizin يا غافلاً تنبَّه “ey gafil, uyan!” demesi gibi. Vaiz bu sözle özel birini değil, her gafil kişiyi kastetmiştir. Bu tür münâdâlar daima nasb alır.
4- Muzaf: يا طالبَ العلمِ “Ey ilim talibi!” gibi. Daima nasb alır. 
5- Muzafa benzeyen: Bu kısımla münâdânın kendi manasını tamamlayan bir kelimeye bitişmesi kastedilir. Mesela يا حافظاً درسَهُ “ey dersini ezberleyen!” bu kısım münâdâ da daima nasb harekesi alır.

كان VE GRUBUNUN HABERİ:
Mübteda ve haberi iptal edenler üst başlığındaki mübtedayı raf, haberi nasb edenler kısmına bakınız.

إنَّ VE GRUBUNUN İSMİ
Mübteda ve haberi iptal edenler üst başlığındaki mübtedayı nasb, haberi raf edenler kısmına bakınız.

MENSUB İSME TABİ OLANLAR
Sıfat, atıf, tekid ve bedel: Bunlar uydukları kelimenin irabını aldıkları için onların nasb olması durumunda nasb alırlar. Her biriyle ilgili geniş bilgi almak için raf isme tabi olanlar başlığına bakınız.

CER OLAN İSİMLER (MECRÛRÂT)

Harfle cer olanlar:
Cer edici harflerden sonra gelen kelimeler cer alırlar. Başlarındaki amil harfe câr (cer eden), kendilerine mecrûr (cer edilmiş) denir.Yirmiye yakın harf-i cer vardır.
مِنْ : “…den”, “…dan” şeklinde başlangıç bildirir. Hem zahir, hem zamir ismi cer eder: وَمِنْكَ وَمِنْ نُوحٍ “senden ve Nuh’tan.”Burada كَ zamiri mahalli bakımından, نُوحٍ zahir ismi ise lafzı bakımdan cer almıştır.
إِلَى : “Ona,” “oraya” şeklinde son bulma, gayeye erme anlamı verir. Zahir ve zamir ismi cer eder: إِلَى اللَّهِ مَرْجِعُكُمْ “Dönüşünüz Allah’adır.”
عَنْ :  “…den”, “…dan” şeklinde aşma, geçme bildirir: لَقَدْ رَضِيَ اللَّهُ عَنِ الْمُؤْمِنِينَ “Kuşkusuz Allah müminlerden razı oldu.”
عَلَى : “Üzerinde”, “üstünde” şeklinde kuşatma ve yükseklik bildirir: وَعَلَيْهَا وَعَلَى الْفُلْكِ تُحْمَلُونَ “Hem onların ve hem de gemilerin üzerinde taşınırsınız.”
فِي : “…de”, “…da” şeklinde zaman ve mekan bildirir: وَفِي السَّمَاءِ رِزْقُكُمْ “Sizin rızkınız semadadır.”
رُبَّ : “Nice”, “ne az” şeklinde azlık, nadirlik bildirir: رُبَّ رَجُلِ كريمٍ لَقِيتَهُ “Ne az değerli adamla karşılaştın!”
بَاء : ذَهَبَ اللَّهُ بِنُورِهِمْ “Allah onların nurunu gidermiştir.”
كَاف : Benzerlik bildirir ve sadece zahir ismi cer eder: مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ “Onun nuru kandil gibidir.”
لَام : Mülkiyet veya sebebiyet bildirir: لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ “Göklerin ve yerin mülkü ona aittir.”
Yemin bildiren وَاو , باءُ ve تَاء : وَالتِّينِ وَالزيْتُونِ “İncire ve zeytine yemin olsun!”, بالله لأَجْتَهِدَنَّ “Allah’a yemin olsun, (kaçarı yok) çalışacağım”,  وتالله لأَكِيدَنَّ أَصْنَامَكُمْ “Allah’a yemin ederim ki putlarınıza bir tuzak kuracağım.”
مُذْ ve مُنْذُ : Bunlar zaman ifadelerini cer ederler. Eğer kendilerinden sonra geçmiş zaman bildiriliyorsa bunlar مِنْ (den, dan) manasına, eğer şimdiki zaman bildiriliyorsa فِي (de, da) manasına gelirler. ما كلمتُهُ مُنْذُ شهرٍ “Bir aydır onunla konuşmadım” ilkine, لا أُكَلِّمُهُ مُذْ يَومِناَ “bugün onunla daha konuşmayacağım” ikinci şıkka örnektir.

İzafetle cer olanlar:
İki şey arasındaki ağ ve ilgi anlamına gelen izafete Türk gramerinde isim tamlaması denir.عَقلُ الانسانِ “insanın aklı” dediğimizde tamlayan, yani عقل kelimesi muzaf, tamlanan, yani الانسان kelimesi muzafun ileyhtir ve cer irabını almıştır. Üç tür izafet (isim tamlaması) vardır.
1- مِنْ manasına gelen izafet: Muzafın muzafun ileyhin bir parçası olduğu isim tamlamalarıdır. جُبَّةُ صُوفٍ “yün(den) cüppe” örneğinde cüppe yünün bir parçası, kısmıdır.
2- فِي manasına gelen izafet: Muzafün ileyhin muzafın zarfı (onun zaman veya mekan dilimi) olduğu isim tamlamaları. مَكْرُ اللَّيْلِ “Gece hilesi/gecede hile” cümlesinde gece, hilenin kendisinde yapıldığı zaman dilimidir.
3- لَام manasına gelen izafet: Önceki iki kısma elverişli olmayan bütün izafetler bu kabilendir. Lam harfinin ifade ettiği sebebiyet ve mülkiyet manaları sebebiyle bu tür isim tamlamaları da sahiplik ve aitlik bildirirler. حصيرُ المسجدِ “Mescidin hasırı/mescide ait hasır.” Görüldüğü gibi üç kısımda da muzafün ileyhler muzaf tarafından cer edilmişlerdir.

Cer isme tabi olanlar:
Sıfat, atıf, tekid ve bedel: Bunlar uydukları kelimenin irabını aldıkları için onların cer olması durumunda cer alırlar. Her biriyle ilgili geniş bilgi almak için raf isme tabi olanlar başlığına bakınız.

Bu makaleyi okuyanlar için tavsiye yazılar:
Sarf İlmine Giriş
Şematik Sarf İlmi

Nahiv Usulü
Arapçanın Ölçüsü: Sarf İlmi

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

eMedrese bir İlmiye Vakfı projesidir.