e-Medrese

Sarf İlmine Giriş

10.09.2020

Bir ilmin doğrudan konu edindiği meseleler kadar, katettiği tarihi gelişimi bilmek de önemlidir. Böylelikle hangi ihtiyaçların hangi tartışmaları gündeme getirdiği sorusu bizi o ilmin illeti gaiyesine götürür ve işlenen mevzuların önem sırasını gösterir. Bu gerçeği sarf gibi diğer lügat ilimleri ve yoğun olarak nahiv içinde mündemiç olan bir ilim özelinde düşündüğümüzde tarihi sürecin önemi daha da artıyor. Bu yazı söz konusu arka plandan hareketle sarfın doğuş ve gelişimini mercek altına almayı hedefliyor.

Lugavi ve Kavramsal Çerçeve

Sarf sözcüğünü oluşturan sad, ra ve fa harflerini incelediğimizde sad harfinin ciddi iyileştirmeye, ra harfinin bir kabiliyete, fa harfinin ise kinai manaya işaret ettiğini görürüz. Bunlar ışığında sarf fiiline döndüğümüzde kaçınılmaz olarak bir durumdan diğer duruma geçiş manasına ulaşıyoruz. Kuran’da  sarf kelimesinin türevleri gerek ekli gerek eksiz, gerek isim gerek fiil olarak otuz üç defa geçmiş, her birinde değişim ve dönüşüm manası kastedilmiştir.

İlk Dönemin Sarf Kabulü

Sarfın kavramsal çerçevesini netleştirebilmek için süreç içinde değişen iki yönelimden söz etmek gerek: Mütekaddimin ve müteahhirin âlimlerin sarf ilmine yaklaşımları.

Mütekaddimin âlimler, sarfı nahvin bir kısmı olarak görürlerdi. Nahiv, kelimenin sonuyla alakalı olsun ya da olmasın Arapçayla alakalı tüm kural ve meseleleri kapsardı. Bu mantıkla mütekaddimin dilciler, sarfı da içine alacak şekilde nahvi “tek başına ve terkip içinde kelime durumlarından bahseden ilimdir” diye tanımlamışlardır. Bugün bildiğimiz sarf, o süreçte nahiv içinde “iştikak,” “kıyasi kalıpların türetilmesi” veya “alıştırma bahisleri” denen belli bölümü oluşturmaktaydı. Şöyle bir tarifi vardı bu bölümün: “Tasrif, Arapların kullanmadığı şekliyle kelimeden bir lafız türetip ardından ilal, ibdal ve idgam gibi Arapça sözcüklere kıyasın gereğini bu lafızda tatbik etmendir. Böylece mesela “harece” fiilini “dahrece” kalıbına veya “veen”i “kevkeben” kalıbına uyarlayıp gerekli değişiklikleri yaparsın. Uyarlanan ilk fiil “harcece” olurken, ikinci isimde üç tür ilal şekli uygulanarak “vâvâ” veya “evâ”ya dönüşür. 

Sonraki Dönemde Sarf

Sarf veya tasrifin müteahhirin dönemi kabülüne geldiğimizde, onun nahiv gibi müstakil bir ilim dalı olduğunu görüyoruz. Böylelikle nahvin ilgi sahasını irap ve mebnilik açısından kelimelerin sonlarıyla ilgili meselelere hasrederek daraltmışlardır. Bu çerçevenin dışında kalan kelimenin yapısal hallerini sarf ilminin mevzusu addetmişlerdir. Bu kabule göre sarf, idgam, imale ve hazif, asıllık ve ziyadelik, sıhhat ve illetli olma gibi Arapça kelimelerin yapısal ve kipsel durumlarından bahseden ilimdir. İki dönemin zaviyesinden sarfın tarifini gördüğümüze göre artık doğuş ve gelişim sürecine geçebiliriz.

Sarf İlminin Doğuşu

Sarf ilmi, Arapçada telaffuz ve yazım noktasında hataya düşmekten bizi koruyan on iki edebiyat ilminden biridir. Henüz ilimler arası ayrışma yaşanmadığı için eskinin nahiv uleması aynı zamanda lügat ve edep bilginleriydiler. Arapların, yabancıların İslam’a girmesiyle gündeme gelen dil bozulmalarından (lahn) Kuran’ı güvende tutma ihtiyacı hissetmeleri, sarf ve nahiv ilimlerinin doğumunu hazırladı. Dilciler sarf ve nahvin ilgi alanlarına dil yanlışlarının, telaffuz hatalarının sızmasını başlıca etken olarak gösterirler.

Konumuz açısından sarfta baş gösteren lahna, İmam Halil’den şu nakli örnek verelim: “Ebul Esved’in, Hazreti Ali’den edindiği bilgileri insanlardan sakındığı bir sırada Ziyad kendisine şöyle dedi: Halkın dili bozuldu. Bu sözü, ikisi de “segadat asâtî” (asam düştü) diyen birini duyduklarında söyledi. Ebul Esved, mecazi müennes olarak tenis “ta”sı almaya gerek duymayan “asâ” kelimesini yanlış kullanan adamı hemen düzeltti. Kuran aynı kelimeyi “tâ”sız olarak “Gâle hiye asâye, etevekkeü aleyhâ” şeklinde kullanmaktaydı. Benzer bir lahn örneği, “ve men yelga hayran yahmedin nâsü emrehû, ve men yağve lâ ya’dem alel ğayyi lâimâ” şiirinde “yağve” fiilin kesreli getirilmeyişidir. Kelimenin orta ve son harfi boğaz harflerinden olmadığı için “fetaha” babından gelmesi bir dil hatasıdır. Şiiri duyan Ebu Amr bin el-Alâ hatayı düzeltmiş ve “ve asâ âdemü rabbehû feğavâ” ayetini delil göstermiştir. 

Sarf ve nahiv meselelerinin önceleri birlikte işlendiğine en iyi örnek Sibeveyh’in kitabıdır. Bir yerde irap ve mebnilik kurallarından, isim ve fiillerdeki eklerden bahsederken diğer yerde fiillerin çekimlerinden, idgam ve iştikaktan bahseder Sibeveyh ve hepsine nahiv adını tesmiye eder. Her ne kadar iki ilim birlikte doğmuşsa da Basralıların nahve, Kufelilerin sarfa ihtimamı daha fazla olmuştur.

Sarf İlminin Kurucusu

Kimin sarfı kurup geliştirdiği, tarihçiler arasında tartışma konusudur. Maddeler halinde şöyle özetleyebiliriz:

1. Bazı rivayetler sarf hakkında ilk konuşan bilginlerin Nasr bin Asım (h.89), Abdurrahman bin Hürmüz (h.117), Ebu İshak el-Hadrami (h.117) ve Yahya bin Yamer’in (h.129) oldukları noktasında değişkendir.

2. İmam Suyuti, Sabban ve Ahmed Hamlavi gibiler sarfın kurucusu olarak Muaz bin Müslim el-Herrâ’yı (h.187) görürler. Suyuti’yi el-Müzher’de bu tesbite iten, Arapların duymadığı şekilde ilk defa isim ve fiil kalıp türetme ve varsayımsal kip çekimlerinin Muaz bin Müslim’e ait olduğu bilgisidir.

3. Son dönemde Profesör Abdulaziz Fahir’in benimsediği görüşe göre, sarf ilmini kuran nahvi kuranla aynı kişidir. Bu da bizi Hazreti Ali’ye götürür. Ona göre Muaz bin Müslim üzerinde oluşan yaygın kanaat, birkaç yönden tutarsızdır. İlk olarak, Suyuti’den önce telif edilen teracim kitaplarında böyle bir kayıt geçmemektedir. İkincisi, Muaz bin Müslim Küfeli öncülerden olmasına karşın, ne Küfeli ne Basralı âlimlerden kimse, söz konusu ismin kurucu olduğunu gösterecek bir sarf kuralı bize aktarmamıştır. (Ebu Osman el-Mazini el-müceddid ve müellefâtühü ve eserühû, Abdulaziz Muhammed Fahir)

Doktor Isâm Nureddin gibi muasır dilcilerin desteklediği bu görüşe göre, Ali bin Ebi Talib sarf ve nahiv hakkında, sonrakilere bir temel teşkil edecek biçimde ilk konuşan şahsiyettir. Rasülüllah Efendimizden sonra Arapların en fasihi oluşu ve gerek küçük yaştan itibaren Efendimize yakınlığı gerek Kuran’ı hükümleriyle birlikte özümleyişi bu gerçeği göstermektedir. Nahvin aslında Kuranî ve nebevî nasslara hizmet etme misyonunu göz önünde bulundurursak Hazreti Ali’nin bu sahayla iştigalini anlayabiliriz. Birçok tarihçi ayrıca onun ilk defa nahvi tesis ettiğini ve bu noktada Ebül Esved’i görevlendirdiğini belirtmektedir. Kendisi her ne kadar bir eser kaleme almamışsa da nahvin ana güzergâhını tayin etmiş ve tıpkı bir nesneyi ayrıntısıyla projeye çizip uygulamasını ustalara bırakan mühendis gibi telif ve tevzi işini Ebul Esved’e bırakmıştır. (Ebniyetü’l-fı’l, Isâm Nureddin) 

Tartışmanın bu kısmını muhakkiklerin görüşüyle bir sonuca bağlayabiliriz: Muaz bin Müslim ilk defa sarf ilmini nahiv ilminden ayıran, onu müstakil meseleler halinde işleyen âlimdir. (es-Sarfül kıyâsî ve eserühû fî nümüvvi’l-lüğa, Dr. Garib Nâfi)  

4. Suyutî ve Katip Çelebi ilk defa sarfı nahivden ayırarak müstakil eser yazanın Ebu Osman el-Mazinî (h.249) olduğunu kaydeder. et-Tasrîf adlı kitabını daha sonra İbni Cinnî Musannef namıyla şerhetmiştir. (Keşfu’z-zunûn an esâmi’l-kütübi ve’l fünûn, Hâci Halîfe) Ne var ki Mazinî’den önce sarfa dair eser yazımları bu tesbiti zayıflatmaktadır. Örneğin Ehmar diye bilinen Ebül Hasen Ali bin el-Hasen’in (h.194) et-Tasrîf’i, yine Ferra Yahya bin Ziyad’ın (h.207) aynı adlı eseri, Mazinî öncesi sarf telifleridir. (Hizânetü’l-edeb, Abdulkadir el-Bağdadî)

Önemli Sarf Eserleri

Sarfın teori bazında öncüsünün Hazreti Ali, uygulama bazında Ebül Esved, nahivden ayırarak telif bazında Muaz bin Müslim olduğunu belirttikten sonra öne çıkan sarf kitaplarını alt başlıklar halinde görelim.

Bugüne Sadece İsmi Ulaşanlar  

 et-Tasrîf: Ebü’l Hasen Muhammed bin Ahmed bin Keysân (h.120)

et-Tasrîf: el-Mükeytemî (h.125)

et-Tasrîf: Muhannef (h.125)

et-Tasrîf: Ali el-Mubarek el-Ahmer (h.194)

Elimizde Bulunanlar

A. Sarf ve nahvi bir arada işleyen kitaplar

el-Kitab: Sibeveyh (h.148)

Leyse min kelâmi’l Arab: İbni Hâleveyh (h.370)

el-Cümel: Ebu Ali el-Farisî (h.377)

el-Müfassal: Carullah ez-Zemahşerî (h.538)

B. Müstakil sarf eserleri

et-Tasrîf: Ebu Osman el-Mazinî (h.249)

el-Musannef ve et-Tasrîfu’l-mülûki: İbni Cinnî (h.392)

el-Miftah fi’s Sarf: Abdulkahir el-Cürcanî (h.471)

Nüzhetü’t-tarf: Ahmed bin Muhammed el-Meydanî (h.518)

C. Sarfın belli konusunu anlatan kitaplar

el-Müzekker vel müennes: Ferrâ (h.207)

el-Memdûd vel maksûr: Ebu’t Tîb el-Veşâ (h.325)

el-Müzekker vel müennes: Said bin İbrahim et-Tüsterî (h.360)

el-İstidrâk alâ Sibeveyh fî kitabi’l ebniyeti vez ziyadât: Ebubekir el-İşbilî ez-Zebidî (h.379)

Bunların ardından kendinden öncekilere yaptığı katkılarla ayrı bir önemi hak eden İbni Hacib’in (h.646) eş-Şafiye kitabı gelir. Daha sonra İzzeddin ez-Zencanî’nin (h.655) Tasrîfü’l Izzî’si, İsmail el-Hudarî’nin (h.676) Tasrîfü İbni Malik’i ve Esâsü’t-tasrîf’i ve Tasrîfü’s-Seyyid eş-Şerif el-Cürcanî (h.836) gibi eserler İbni Hacib’in izlerini taşımaktadır.

Sarfın Mevzusu

Sarf ilminin konu alanına geldiğimizde, bunun amaçlanan manayı vermesi için veya doğrudan lafzın gerektirmesi suretiyle kelimelerin kalıplarında meydana gelen değişimler olduğunu görüyoruz. Burada kelimelerle maksat çekimli fiiller ve irap alan isimlerdir. Dolayısıyla harfler, çekimsiz fiiller, zamirler ve ismi mevsuller gibi mebni isimler, kesre ve tenvin kabul etmeyen ucme (yabancı kökenli) isimler de asılları meçhul oldukları için sarfın alanına girmez.

Sarfın Kaynakları   

1. Kuran-ı Kerim: Mütevatir olsun olmasın kıraatler ve farklı rivayetler de buna dâhildir.

2. Sünnet-i Nebeviyye

3. Arapların kullanımları: Şiiri, nazmı ve nesriyle örnek dil yeteneğine sahip Arapların sözlü kültürleri bu kısmı oluşturur. Bir çakışma olması durumunda Kuran ve sünnet, Arapların kullanımına öncelenecektir.

Sarf İlminin Önemi ve Gerekliliği

Sarf ilminin nahivden daha az öneme sahip olduğunu söyleyemeyiz. Nahiv kelimelerin sonuyla ilgileniyorsa sarf onların yapısına eğilir. İlkinde kelimelerin değişen irap halleri, ikincisinde doğrudan kelimelerin kendisi nokta-i nazardır. (el-Musannef, İbni Cinnî)  Arapçayla bir şekilde ilgili olanların tümü sarfa tam bir ihtiyaç içindedir. Çünkü Arap dilinin ekleri atıp köklerine ulaşmak ancak onunla mümkündür. Sarftan yoksun kalan birçok şeyden mahrum demektir. (el-Müzher, Suyutî)

Diğer taraftan sarf ilmi, dilin büyük bölümünü oluşturan kıyasların bilinmesinde kilit rol oynar. Birkaç istisnayı bir kenara bırakırsak, alet ismi olarak başında her ek mim olan ismin ilk harfi kesrelidir. “Mitraka” ve “mirvaha” bu kıyasa örnektir. (el-Mümteni’ fi’t tasrîf, İbni Usfûr) İştikak denen köken bilgisi de sarf yoluyla elde edilir. Bunun örneği kelamcıların “sahiyy (cömert)” şeklinde Cenabı Allah’ın vasıflanamayacağını söylemeleridir. Çünkü kelimenin aslı “toprağı gevşek arazi” anlamındadır. Aksine ikram manasında ondan daha etkin ve ilahi yüceliğe daha yaraşır olan “Cevvâd” vasfını kullanmışlardır. Buna benzer misalleri çoğaltmak mümkündür.

Aslında sarfın nahivden önce geldiğini söylemek abartı olmayacaktır. Çünkü nahiv bilgisi edinmek isteyen işe tasrifle başlamak durumundadır. Tasrif terkip öncesi kelimenin kendi yapısıyla ilgilendiğine göre, terkip halindeki kelimeyi konu edinen nahivden önceliklidir. Yine sarfın önemi, kimi hadislerin uydurma olduğunu göstermede ortaya çıkar. Hazreti Peygamberimize “lâ tüseyyidûnî fi’s salât” diye nisbet edilen hadisin uydurma olduğunu sarf yoluyla anlıyoruz. Efendimiz Arapların en fasihi olduğuna göre, şayet bu söz bir hadis olsaydı fiilin orta harfi vavlı olduğu için “lâ tüseyyidûnî” değil de “lâ tüsevvidûnî” demesi gerekirdi.

Bu makaleyi okuyanlar için tavsiye yazılar:
Nahiv Usulü
Şematik Sarf İlmi

Şematik Nahiv İlmi
Arapçanın Ölçüsü: Sarf İlmi

Latest posts by Murat Uçar (see all)

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

eMedrese bir İlmiye Vakfı projesidir.