e-Medrese

Mekke Döneminden Bize Kalan 3 Miras

Mekke Döneminden Bize Kalan 3 Miras

Mekke dönemi çok geniş içeriğe sahip, lakin en önemli üç mirası sorsam size ne dersiniz? Nedir sonraki çağların ilk dönem Mekke’deki İslamî yaşantıdan çıkaracakları kısaca üç ders?

Çok güzel bir soru. Âcizane benim görebildiğim kadarıyla, Mekke sürecinden tek kelimede toplayabileceğimiz üç ders çıkarabiliriz: AKÜ, yani azim, kararlılık, ümit… Yıllar üzerinden hızlıca gidelim isterseniz. Peygamberimiz bisetin üçüncü yılında gizli daveti sonlandırıp artık açıktan açığa İslam’a davete başladı. Önce sözlü hakaret ve aşağılamalar ortaya çıktı. Davet başarılı bir şekilde devam edip Müslümanların sayısı arttıkça muhaliflerin tavırlarında da ciddi değişiklikler oldu. Bisetin beşinci yılından itibaren artık açıktan açığa bir işkence dönemi başlamıştı.

Bisetin beşiyle onuncu yılları arası korkunç baskı merhalesidir. Müşrikler Ebu Talib’e yönelttikleri uzlaşma tekliflerine karşılık bulamayınca, Haşimoğullarının tamamını cezalandırarak Ebu Talip üzerinde baskı kurmaya çalıştılar. Ebu Talip bütün kabileyi toplayarak Hz. Peygamberi koruma ve müşriklere teslim etmeme hususunda söz aldı. Ebu Leheb ise bütün Arap örfünü ayaklar altına alarak Haşimoğullarından ayrı tavır takınıp Hz. Peygambere düşmanlığa devam etti. Akabinde çevre inkârcıları Haşimoğullarının bu tavırlarını cezalandırma adına bütün bir kabileyi Şi’bi Ebi Talip mahallesinde toplayıp muhasara altına aldılar.

Hemen belirtelim. Bu boykot Mekkeli bütün Müslümanları kapsamıyordu. Sadece Haşimoğullarına yönelik bir ambargoydu. Hatta Haşimoğullarından Müslüman olmayanlar da bu ambargoya maruz kalmıştı. Özellikle kabilelerin karşı karşıya gelmesini engellemek için her kabilenin kendi içindeki Müslümanı cezalandırması kararı almışlardı. Diğer kabile Müslümanları boykota maruz kalmasalar bile, kendi kabileleri tarafından işkence ve eziyete uğramaktaydı. Bu süreçte açlık, susuzluk, korku gibi eziyet ve işkencenin her türlüsü vardı. Açlıktan ağlayan çocukların feryadı gök kubbeyi inletiyordu. Siyer kaynakları Şi’bi Ebi Talip’te açlıktan ölen çocukların olduğunu nakleder.

Sad bin Ebi Vakkas’tan gelen şu rivayet boykotun boyutlarını ortaya koyması için yeterlidir: “Boykot günlerinde gece dışarı çıktım. Ayağıma yaş bir şey çarptı, hemen onu ağzıma attım. Şimdi bile onun ne olduğunu bilmiyorum.” Boykot yıllarında Hz. Hatice ve Ebu Talib’in bütün serveti tükenmişti. Hz. Ebu Bekir’in ise zaten elinde hiçbir şey kalmamıştı. Üç yıl sonra nihayet Hişam bin Amr ve Mutim bin Adiy’nin önayak olmasıyla boykot sonlandırılırdı. Hz. Peygamber bu şahısları hiçbir zaman unutmadı ve hep hayırla yâd etti. Ayrıca Mutim bin Adiy, Taif dönüşü Hz. Peygamberi himayesine alarak şehre sokmuş şahıstır.

Bu şekilde Hz. Peygamber ve Müslümanların Mekke’de uygulanan baskı karşısında en ufak şiddet içeren bir tarzda mukabelede bulunmadan pasif direniş sergilemiş olmaları, Mekke halkı üzerinde çok büyük olumlu bir etki bıraktı. İslam’a olan güven ve itimadı sağladı. Mağduriyet ve mazlumiyet karşısında gösterilen olağan üstü direncin, insan üzeri tahammülün, devrin vicdan sahibi tarafsız kitlesini ikna etmede önemli bir faktörü vardır. Eziyet ve işkencenin her türlüsünü deneyen Mekkelilerin son boykottan sonra artık yapacak bir şeyleri kalmamıştı. Aslında boykotla birlikte Mekke’de iki tarafın da birbirleriyle ilişkisi sona ermişti. Artık Peygamberimiz ve arkadaşları yeni yurt arayışına girmişlerdi. İşte bunlar, süreçten çıkaracağımız ilk ders olan azmin örnekleridir.

Süreçten çıkaracağımız ikinci ders kararlılık, yani istikrardır. Ne kadar büyük mücadele ortaya koyarsanız koyun, eğer sabırla sebat göstermezseniz, çektiğiniz çile hebâen mensûra olur. Hz. Peygamber davet gayretinde bir an bile boş durmadı. Çünkü ilk aldığı emirlerden biri “bir işten boş kaldın mı hemen bir başkasına yönel” diyordu. (İnşirah 94/7) Pek tabiîdir ki devamlılık ciddiyeti gösterir. Aksi halde bir an var olup bin defa yok olmak, gerçek varlık değildir. Böylesi kararsız ve saman alevi gibi parlayıp sönen bir oluşum, en başta kendi takipçilerine güven telkin etmez. Mekke’de şer’î hükümlerin kemmiyetteki azlığına karşın keyfiyet yoğunluğu ve aynı dünyevi zaafların ısrarla ıslahına çalışılması, sonraki büyümenin hormonal olmadığının da en açık göstergesidir.

Artarak gelen tepkilere karşı bu şiddetsiz mukabele hali, dalları çağlara uzanacak bir tohumun çatlama arifesidir. Hz. Peygamberimizin nübüvvet öncesinde geçirdiği evrelere bir bakın. Önce bir müthiş bir kuluçka dönemi vardır. Istırap, maddi olandan soyutlanma, cismaniyet kisvesinden sıyrılarak madde ötesine kanat çırpma dönemi… Aslında bu dönemi ifade ederken Efendimizin “bana yalnızlık sevdirildi” demesi manidardır. İlahi iradenin sevkiyle inzivaya çekiliyor adeta. Bu süreçte oryantasyon eğitimine tabi tutuluyor sanki. Yirmi küsur yıl sürecek olan ve bundan sonraki hayatın tek ve yegâne gayesini oluşturacak bir vazifenin formasyonu kazandırılıyor. Her türlü hareket öncülerinin böylesi bir kuluçka dönemi geçirmeleri şarttır. Çünkü hareketin kaynağı hararet, yani ateştir.

Mekke’nin üçüncü ve son armağanı ise ümit aşısıdır. Efendimiz ve ashap hiçbir zaman ümitlerini kaybetmediler. Yusuf suresi aslında Peygamberimizin kendisini anlatır. Ey Mekke’nin Yusuf’u, sabret! Bir gün bu şehir zindan olmaktan çıkacak ve senin adın bütün âlemde şehbal açıp yankılanacak… Ümit çok güçlü bir imanı gerektirir esasında ve iman en büyük imkândır onlar için. Düşmanın olanca baskısına ve donanımlı ordusuna karşın ilk müminlerin elinde imandan başka bir şey yoktu. Ne mucize beklentisi, ne ganimet desteği, ne zafer muştusu… İlerde bir gün her beşeri amacın, insan için tehdide dönüşeceğini iyi bildiklerinden olsa gerek, kutlu davaya hiçbir dünyevi hırsın halel getirmesini istemiyorlardı.

Ümidin sağladığı dinamizm bağlamında vahyin önemini bir kenara bırakamayız. Maruz kalınan sıkıntılar, bunların tarihten benzerlerini ve ilahi arka planını anlatan ayetler eşliğinde ilerliyordu. Özellikle Kur’an’ın birçok yerinde birbirinden çok az farkla tekrar edilen peygamber kıssalarını bu çerçevede moral gücü ve duygudaşlık oluşturma hikmetine matuf okuyabiliriz. 114 surenin 86’sının Mekke’de nazil olduğunu ve Kalem suresindeki Yunus kıssasından Kehf suresindeki mağara arkadaşlarına, Yasin suresindeki Habib en-Neccar kıssasından Hıcr suresinde helakı anlatılan Semud kavmine kadar önceki muvahhitlerin öykülerinin hep bu evrede müminlere hatırlatıldığını dikkate alırsak, vahyin başlı başına bir ümit olduğunu daha iyi anlarız.

Onlar henüz yolun başında kıt çevreye sahip olmalarına rağmen duygu dünyalarında sürekli kadim hanîf yolcuların ışığından besleniyorlardı. Olaylara paralel inen vahiy, onlar için tam bir ümit kaynağıydı: “Sana anlattığımız bütün bu kıssalar, rasûllerin hayatlarından senin kalbini pekiştirecek ibret dolu sahnelerdir. Bu anlatılanlarda sana gelen sadece hakkın ve hakikatin ta kendisidir; müminler içinse irşad adına bir öğüt, bir ibret, ikaz ve bir hatırlatmadır.” (Hud 11/120)

Bu makaleyi okuyanlar için tavsiye yazı: “İslam Öncesinde Mekke’de Dini Yaşam Nasıldı?”

ETİKETLER: , ,
BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.