5 Maddede İktisat Bilinci
1. Bütün mülkiyet ve imtiyazlar Allah’a aittir
Bunu bilmeyen mi var, diyeceksiniz. Üstelik yaşayan ekonomide ne yararı var bu ayakları yerden kesik lafın? Kesinlikle katılıyorum. Hüküm Allah’ındır deyip egolarını baş yargıç ilan edenlerle mülk Allah’ındır deyip şahsi sermayesini katlayanların ne farkı var? Doğru! Ben işin bu faydasız retorik kısmında değilim. Bir şeyin Allah’ın olması demek, aslında herkesin olması ya da hiç kimsenin olmaması demektir. İkisi de belli kişi ve zümrelerin bu şeyi tekeline alamayacağını anlatır. Evet, bütün mülkler Allah’ındır. Yani yeryüzü kaynakları ve toplumsal imkânlar hepimizindir. Hiçbir tekimiz bunları diğerimizden kesin hatlarla ayıramaz, diğerimize zarar verecek şekilde kullanamaz, keyfe keder parselleyemez.
Allahımız yeryüzünde insanlığa, toplum vicdanına; bütün sosyal tabakaları kuşatan kamu yararına -tabiri caizse- vekâlet vermiştir. İnsanoğlu yaratılalı beri bunlar O’nun adına konuşurlar. Özel mülkiyetler, daima bu külli maslahatın gölgesindedir. Bireyler, sahip olduklarını bu âli menfaate ters kullanmaya kalkar ve insanlığa zararlı bir pratiğe dönüştürürse, kamu hukuku engel olur. Böylelikle elimizdekiler üzerinde sınırsız tasarruf yetkisine sahip değilizdir. Mülkiyet gibi ticari öncelikler ve ekonomik yatırım yapabilme gibi imtiyazlar da Allah’ın, yani insanlığındır. Kimse bir ihaleye katılım ya da sermaye işletimi noktasında -kendinden- bir ayrıcalığa sahip değildir. Bu işin birinci doğal sonucu.
Mülkiyet ve imtiyazın gerçekte Allah’a ait olmasının diğer tezahürü, bunları O’nun bir lütfu olarak görmektir. Servet ve kudretimiz, yapıp ettiklerimizin -zorunlu- sonucu değil, ilahi bağıştır. Hepimiz çaba, yetenek ve toplumsal rolümüze göre -fakat zorunluluk olmadan- sonsuz hazineden nasiplenenleriz. Herkes kendinden kaynaklı, kaçınılmaz bir eşyaya sahip olma gücüne sahip olmamakla eşit. İşte başlığın diğer sonucu: İnsan servet bekçisidir. Evet, hepimiz ekonomik emanetçiyiz. Aşkın denge (kader) gereği bir süreliğine belli mülkiyet payının başına nöbetçi dikildik. Bizle başlayıp yine bizle biten bir süreç yok. Sadece iktisadi yaşamın binlerce yıldır süregelen devinim rolünü dönüşümlü olarak oynayan ve buna göre not alan müsamere öğrencileriyiz. Bütün bunlar insanı elindekileri Allah’ın razı olacağı insanlık hayrına harcamaya götürür. Mülkiyetin özü, mutlak Malik’ten ilhamla dünyayı imar ve ıslahtır. İktisadi bilincin bu ontolojik nüansı son derece önemli.
2. Para toplumda, vücuttaki kan gibi dolaşmalıdır
Pazar, iktisadi organizmanın nefes alan hücreleridir. Orası ne kadar canlı olursa, ticari bünye o kadar rahat seyreder. Para herkesin cebine girmeli, fakat kimsede uzun sure kalmamalıdır. Bunun aksi tekelcilik ve sermaye oligarşisidir. Öyle ya sağlıklı dolaşım sağlamayan kan, kanserden anemiye birçok tehlikenin habercisidir. Tröstler buradan beslenir ve ekonomik bünyeyi belli kesimin çıkarına felç ederler. Bereket dediğimiz derin maişet enerjisi, kan mesabesindeki para yoluyla toplumun bütün damarlarında dolaşır ve hepsine ihtiyacı olanı ulaştırır. Serbest piyasa ekonomisi ve pazar serbestiyeti ancak bu düzey ve şekilde güzeldir.
Burada parayla sadece devletin bastığı kağıt ya da metal nesneleri anlamak yanlış olur. Umumi manada kişisel becerilerden kurduğumuz sosyal ilişkilere bir şekilde bize maddi kalkınma sağlayan yahut buna aracılık eden her şey paraya dönüşebilir. Bu anlamda hiçbir sanatsal, siyasal ya da ticari değeri toplumun menfaatine kapamamalı, dar kesime hizmetle sınırlamamalıyız. Fırsat tılsımı sirkülasyondadır. Adil sistemde devletin görevi, kendine yakın sermaye grubu oluşturarak iş potansiyelini buraya peşkeş çekmek değil, bütün halka ve yurt sathına yaymaktır. Elbette bunun için devletin cazip kredilerden özel teşvik yasalarına, düşük enflasyondan hammadde ucuzluğuna bir dizi önlem alması gerekiyor.
3. Bir kazanç ne kadar risksiz ve bir tarafın kesin zararı pahasına elde ediliyorsa, o kadar gayr-ı meşrudur
Faiz, şans oyunları ve umut tacirliği gibi pek çok ucuz kazancın yasak oluşu bundan ileri gelir. Prensip olarak İslam, kârın reel gerekçelere dayanmasını ister. Toprağı işleyip sürmek, bir istihdam başlatmak, iş gücü oluşturmak, halkın yararına proje üretmek, doğal kaynakları işletmek gibi sahici kazanç yollarına başvurmalıyız. Aksi durumda bir para ne kadar doğrudan -yine bildiğimiz- paradan ya da komisyonculuk, danışmanlık ve hizmet sektörlerinden elde ediliyorsa, bereketsiz olma ihtimali o kadar yüksektir. Burada hizmet sektörüyle doğrudan ticarete, üretime ve kaynak işletmeye dayanmayan iş sahaları kastedilmektedir ki bir devlette bunların fazlalığı, reel ekonomik geriliğin göstergesidir. Adres tarif edene dahi ücret ödeyecek günleri görmemek için sahici kazanç yolları şartını göz ardı etmemeliyiz. Devlet bildiğimiz parasal zenginliğe değil, kaynak ve mal üretimi odaklı kalkınmaya odaklanmalıdır. Ekonomi lokomotiflerini öncelikli olarak tarım, sanayi ve ticaret çekmelidir.
Bunun dışında madde başlığı bize iki şeyi anlatıyor. Birincisi, kazanç risksiz olmayacak. Tarafların aynı derecede karşılıklı kar-zarar dengesine oturmayan ortaklık ve sözleşmeler, bu açıdan yasal kılıfa uydurulsalar da gayri meşrudur. Dev trol ağları atarak balık avlamak nasıl işin bütün espri, hakkaniyet, bereketini öldürüyor ve diğer avcıların hakkının gaspı anlamına geliyorsa, bu tür kazançlar da aynıdır. İkinci olarak, ticari işlemler baştan bir tarafın kesin zararı pahasına akdedilmemelidir. Bilumum iddia, kumar, yarışma, eğlence ve şans oyunlarından elde edilen gelir, bu sebeple kirlidir. Bunlar maddi çıkarsız hobi ve salt keyiflenme meşgalesi olarak makul ve meşrudurlar.
4. Üretim ve tüketim ilişkisi ihtiyaca göre düzenlenmelidir
Üretim ve tüketim, iktisadın doğrudan tarifi olacak kadar önemli bir konu. Tıpkı arz ve talep gibi toplumun bütün mal ve hizmet ilişkisini kapsıyor. Yönelmek, amaçlamak ve tasarruf etmek anlamındaki Arapça “kasd” kelimesinden türeyen iktisad, tek başına tüketim dengesini kuruyor aslında. Savurganlık ve pintilik arasındaki ideal alım-satım limitini yakalayan insan, haliyle ihtiyacı olanı isteyecek (talep-üretim) ve harcayacaktır (arz-tüketim.) Bugün üretim ve tüketim olayı, normal ihtiyaçların çok ötesinde, kendi bakası için işleyen korkunç bir çark dişlisidir. Kapitalizmle birlikte başlayan çoklu seri üretim, eşyanın kullanım mantalitesini derinden sarsarak insan-mal ilişkisini tersyüz etmiştir. Artık hem tükettiklerimiz ihtiyaçlarımız değil, hem de neredeyse onlar bizim sahibimiz. Günümüzde üzücü ki üretim mallarına kalite standartları ve test zorunlulukları gibi çeşitli limitler belirleniyorken, bunların kullanıcılarına sağlıklı tüketim düzeyinden ve ihtiyaç koşullarından hiç bahsedilmiyor. Gelinen süreçte tablo ortadadır: İnsanlık tüm canlı türlerinin %0.01’ini oluşturmasına rağmen memeli canlıların %83’ünü ve bitkilerin yarısını yok etmiştir.
En başta insan tüketme hırsını dizginleyemez ve ihtiyacı olmayan şeylere sahip olmayı arzularsa, artık hiçbir ekonomik, hatta ahlaki sistem ona bir olumlu bir şey sunamaz. Bu şekilde arzu güdüleriyle yaşamsal gereçler arasında çatışma yaşanması kaçınılmazdır; zira doğal tüketimin mantığı arzuya göre değil, yaşamsal gereğe göre şekillenir. Yoksa arzulamak tedarik edilebilir bir ihtiyaç değil, önü alınamaz bir güdüdür. Modern tüketicilerin trajedisi tam da burada. Hırs, özenti, tatmin gibi zevkler tabii ihtiyaç gibi eşyayı elde etmeye itiyor insanı ve bu şekilde tüketim kısırdöngüsünden kurtulamıyor. Bu noktayı ihmal edenlerin adı ister Müslüman olsun, ister sosyalist fark etmez; sömürü sistemi onlardan çok memnundur. Yoksa faizsiz bankacılık, eko-teknoloji yahut organik gıda sektörü deyin bir şey değişmez. Eşya ile midemizi değil, ruhumuzu doyurmaya kalktığımızda açlığımızın sonu gelmez. Faizsiz bankacılık denen olay günümüz örneğinde, maalesef faizli bankalardan sadece ismen farklıdır. Kağıt üstünde yapılan ucuz hileleri ne Allah, ne maşeri vicdan yutmaz. Dolayısıyla zaruri temel ihtiyaçlar ve maaş alma gibi işlemler dışında faizsiz banka işlemlerine de tevessül etmemek lazım. İster ev ve araç kredisi, ister banka hesabından kar payı almak; hepsi aynı derece tehlikeli kandırmacalardır.
5. Yapay ihtiyaçlar ve sahte talepler iktisadi dengeyi tersyüz eder
Bu kısma bir önceki başlıkta değinebilirdim; fakat günümüz marka pazarlama mantığının müstakil konuşulması gerekiyor. Ticari nesnelerin üretim hammaddesi, makina, işçilik ve dağıtım gibi gerçek maliyetlerinin çok üstünde/ya da altında piyasaya sürüldüğü bir zamandayız. Reklam stratejilerinden aldatıcı pazarlama tekniklerine birçok faktör alım-satım dünyasını tehdit ediyor. Bir taraftan algımızda oluşturulan yapay ihtiyaçlar sonucu taleplerde bulunuyor, diğer taraftan bu taleplerin birebir karşılığı olmayan, gerçek ederinden bambaşka fiyat ve standartta ürünlere sahip kılınıyoruz. Tüketim salt ekonomik veri olmaktan çok öte sınıfsal, hatta ideolojik bir gösterge. Şeyler kullanım değil, marka değerleri üzerinden tedavüle sokuluyor. Araba bir araç değil, sürücünün idealize ettiği sosyal sınıf göstergesiyle bir amaç. Cep telefonu iletişim aygıtı değil, kimlik belgemiz. Gündelik hayatın birçok karesine yerleştirilmiş yanıltıcı imajlar yoluyla sezonluk ihtiyaç, talep, hatta kişilik rolü değiştiren gönüllü tüketim denekleri haline geldik.
Bu tahribatın iktisadi hayata verdiği en büyük hasar, toplumsal sermaye ve alım gücünün bütünüyle modanın ve popüler kültürün boyunduruğuna girmesidir. Onca tabii zenginlik ve enerji kaynağı atıl halde dururken bir nesil sonra anlam ifade etmeyecek teknoloji trendlerine ve reklam harikalarına sınırsız para aktarılıyor. Elbette yapay ihtiyaçların tüketimi dengesizce tetiklemesine karşılık üretim de yeni kurbanlar için canhıraş çalışıyor. Beden, bilgi, imaj, aşk, aile bağı, ideoloji, hatta kutsal yeni tüketim malları olarak teşhir reyonlarına konuluyor. İyi de iktisadın bununla ne alakası var, diyeceksiniz. Kutsalın ticari metalaşması dinin sorunu, bilginin böyle olması bilimin, bedeninki tıbbi etiğin sorunu. Haklısınız; fakat mevcut durum, iktisadın da bütün o klasik para politikalarını, gelir dağılım analizlerini, piyasa ve fiyat teşekkülünü yıkan bir tahribe sahip. Bunlar yerine sınırsız ve kontrolsüz bir popüler kültür dalgası, haksız rekabet, trendler ve ikonlar hükmü ferma. Tükenene kadar tüketmenin geçer akçe olduğu ve herkesin her an hem katile hem kurbana dönüşebileceği bir pazar… Tüketim dünyasına hoş geldiniz.
Bu makaleyi okuyanlar için tavsiye yazılar:
İbni Haldun, Mukaddime ve İktisat
İslam İktisat Sistemi ve Faizsiz Bankacılık
- İslami İlimler Literatürüne Giriş -3- - 12 Eylül 2020
- İslami İlimler Literatürüne Giriş -2- - 12 Eylül 2020
- İslami İlimler Literatürüne Giriş -1- - 12 Eylül 2020



