Madalyonun İki Yüzü: Medineli Ehli Kitap ve Müslümanlar
Bu yazımızda Medine’deki Ehli kitap ile Müslümanlar arasındaki ilişkiyi inceleyeceğiz. İki cemaat dıştan bakıldığında iki ayrı din gibi görünen ama özünde bir ağacın farklı iki meyvesi gibidirler. Meseleye girmeden evvel konu etrafında birkaç zıplama tahtası oluşturacağız. Bu yazının neticesini, bizi doğru din anlayışına ulaştıracak bir merhale olarak görüyorum.
Medine’de Ehli kitabın büyük kısmını Yahudiler oluştururdu. Mekke’de Efendimizin mücadele ettiği insanların içinde Hıristiyan olduğu için Kuran-ı Kerim’de Ehli kitap kaydı ile getirilen ayetler bazen Efendimize iman edenleri, bazen Yahudileri, bazense Hıristiyanları anlatmaktadır. Yahudilerin Medine’ye gelişi hakkında farklı iddialar vardır. Genel olarak yaşadıkları şehirlerin (Filistin, Kudüs, Suriye) işgali üzerine göç ettiklerinde fikir birliğine varılmıştır. Bununla birlikte göç etmelerinin diğer sebebi, kutsal kitaplarında geleceği bildirilen peygamberin bu şehre hicret edeceğidir. Medine’yi ayakta tutan üç Yahudi kabilesinden söz edilir: Beni Kaynuka, Beni Kureyza, Beni Nadr. Daha sonra Müslüman olan Evs ve Hazrec kabileleri ise Yemen’den buraya Yahudilerin müttefiki olarak göç ederler.
Müslümanların Medine’ye gelişleri, Mekke’nin boyunduruğundan kurtularak medeniyet inşasını sağlamak içindir. Öyle de olur. Şehre girer girmez ilk iş olarak antlaşma imzalanır. İki cemaat birbirlerini ve şehri muhafazaya dair bir vesika imzalarlar. Bu antlaşma gönüllerin birliği için de ilk adım niteliğindedir. Bu barış ve hoşgörü anlayışından hiçbir zaman taviz verilmemiştir. Savaş zamanında dahi maruf üzere mücadele emredilmiştir. Yani zalime taviz vermeden ve mazluma destek olarak gerçekleşen bir mücadele… Genel olarak Ehli kitaba tanınan inanç özgürlüğünü bu potada eritmek mümkündür. Bunun örneğini gerek Efendimize gelen yahut Efendimizin gönderdiği heyetlerle münasebetten tesbit edebiliriz. Bunlardan bir tanesi Medine’deki Yahudilere Efendimizin davetidir: “Ey Yahudi topluluğu! Müslüman olun, selamet bulursunuz.” Bu hitaba karşılık vermeyen Yahudiler hiçbir zorlama ile karşılaşmamışlardır. Çünkü bu “La ikrâhe fi’d-din / Dinde zorlama yoktur” (Bakara, 256) ayetinin bir mucebidir.
Aynı şekilde Efendimize gelen Necran Hristiyanları da bu imtiyazdan paylarını almıştır. Medine’de Efendimizden ibadet için yer talep ettikleri zaman mescidi göstermiştir. Ertesi gün Efendimiz, kendilerini İslam’a davet edince arada ihtilaf çıkmış ve iş lanetleşme teklifine varmıştır. Çünkü Efendimizi bizzat ayet bununla memur kılmıştır: “Artık sana ilim geldikten sonra, kim seninle onun hakkında çekişirse de ki: Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım. Sonra Allah’a dua ve niyaz edelim de O’nun lânetini yalancıların üstüne okuyalım. Eğer, yine yüz çevirirlerse muhakkak Allah, o fesatçıları hakkıyla bilendir.” (Al-i İmran, 61) Nihayet mesele Necranlıların Efendimize siyaseten teslim olmaları ile neticelenmiş ve lanetleşme yapılmamıştır.
Meselemize dönecek olursak, Medineli Ehli kitaba tanınan müsamahadan bahsettik. Bu müsamahanın ilk zaman güç dengesini korumak için olduğu söylenebilir. Ancak Müslümanların güç sahibi oldukları Hz. Ömer devri ve daha sonraki nice devirde cizye ödeyerek dinlerini yaşamalarına müsaade edilen Ehli kitaptan anlıyoruz ki bu müsamahanın sebebi azciyet değil, hürmettir. İşte bu denli hürmetkâr bir Peygamber ve ona tabi olan ashabı, Medine’de üç Yahudi kabilesinden de umduklarını bulamaz. Antlaşmanın üstünden daha iki yıl geçmeden ihlal edilmeye başlanır.
Müslümanların Allahu Teâla’nın inayetiyle kazandıkları Bedir Harbi Yahudilerin taşkınlıklarını artırır. Bu taşkınlıklara müsamaha gösterilmesine rağmen çarşıda Kaynuka oğulları tarafından bir Müslüman kadının tacize uğraması ve olayda kan dökülmesi, bardağı taşıran son damladır. Efendimiz Kaynuka oğullarının bölgesini muhasaraya alır. Bir müddet sonra teslim olurlar. Haklarında idam kararı alınmasına rağmen, araya giren birkaç kişi sayesinde sürgün emri verilir. İlk kabile böylece Medine’den çıkarılır.
Nadr oğullarının durumu ise Bedir Gazvesi’ne kadar tarafsızlık halindeydi. Antlaşmaya sadıktılar. Ancak Bedir Gazvesi sonucu öfkelenmeleri ve Müslümanlar aleyhinde şiirler yazan şairleri Kâ’b b. Eşref’in öldürülmesi, antlaşmayı bozmalarına bir olanak sağladı. Meselenin sonu, kabilenin sürgünü ile sonuçlanacaktır. Sebep olarak iki ayrı rivayet mevcuttur. İkisinde de Efendimize yönelik suikast söz konusudur. Nihayetinde bunun bedelini öderler. Önce Hayber’e sürgün edilirler. Burada iken yine fitne fesattan ellerini çekmediler. Hendek muhasarasında kabileleri ve Kureyş’i kışkırttılar. Kendilerine karşı savaş ilan edilmesinin diğer sebebi ise, Suriye kervanları için tehdit kaynağı olmalarıdır. Savaş sonucu şehrin yarısı kılıçla, yarısı ise barışla alınır. Efendimiz burada canlarını bağışlayıp sadece yanlarına alabildikleri eşyalarıyla şehri terk etmelerini söyleyerek büyük lütuf gösterdi. Daha sonra kararını yumuşatarak mahsulün yarısını istedi.
Hayber Fethi’nden önce Nadr oğulları Medine’de kalan son Yahudi kabilesi Kureyza oğullarını Müslümanlara karşı kurulan birliğe katılmaya çağırdı. Bu teklif ilerleyen süreçte kabul edilince Efendimiz iki ateş arasında kalmış oldu. Çünkü Kureyza oğullarının bulunduğu bölge Hendek Savaşı için bir set mahiyetindeydi. Tam bu sırada Nuaym b. Mesud’un Müslüman olmasıyla Gatafan ve Kureyza oğullarının arasını açan savaş hilesi olayları tersine çevirdi. Peygamber, savaş sonrası süratle Kureyza oğullarına dönüp 15-20 günlük muhasara başlattı. Ve sonunda Yahudiler kendileri hakkında kararı müttefikleri olan Sa’d b. Muaz’ın vermesini istediler. Onun hükmü, savaşabilecek erkeklerin öldürülmesi, kadınların ve çocukların esir muamelesi görmesi ve mallarının Müslümanlar arasında paylaştırılmasıydı.
Son olarak, “Biz sizi düşünen birinin düşünebileceği kadar yaşatmadık mı?” (Fâtır, 37) ayetini hatırlayalım. Hz. Peygamber bu olaylar yaşanmadan onlara barış çubuğunu uzatmıştı. Yollarının birbirine yakın olduğunun farkındaydı. Bundan dolayı anlaşarak inançlarında devamlılık göstermelerini hoş gördü. Bu hoşgörünün farkına varanlar Müslüman oldu. Abdullah b. Selam gibi. Farkına varamayanlar ise kendilerine yazık ettiler.
Abdullah Köşgen
Bu yazı İlim Dergisi’nden alınmıştır.
Bu makaleyi okuyanlar için tavsiye yazı: “Hz. Peygamber Öncesi Mekke ve Arabistan”
- Taberi Tefsiri - 6 Ocak 2022
- et-Telhısü’l-Miftah - 4 Ocak 2022
- el-İhtiyar li-Ta’lili’l-Muhtar - 3 Ocak 2022