Eş’arî ve Maturîdî Açılım Sünnî Düşünceye Ne Kattı?
Prof. Dr. Abdulhamit SİNANOĞLU
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kelam Anabilim Dalı
Eş’arî ve Mâtüridî açılım, Hadis ve Rivayet Ehli’nin Sünnet’i ve sünnîliği tekelleştirme; lafza takılıp tevil kapısını kapatarak Din’i donuklaştırma ve farklı düşünce sahiplerini ötekileştirmeyi frenleyerek müslümanların düşünce dünyalarının rahatlamasına sebep olmuştur.
Eş’arilik ve Mâtüridilik Dini koruma adına Dinde tartışma ve yoruma karşı çıkan ilk dönem sünniliğinin dışlayıcı ve ümmeti fırkalaştırıcı karakterinin İslam’ın cihanşümullüğüne aykırı olduğunu; selef döneminin yerel uygulamalarının tümünün Din/den olmadığını, çok farklı Kelâmî ve Felsefî bakış açılarından da yararlanmanın bid’at değil, aksine dini anlama ve ispatlamada aklın ilkelerini sonuna kadar kullanmanın gerekli olduğunu ortaya koyarak, dini düşünceye dinamizm kazandırmanın yollarını açmış ve ispatlamış oldu.
…
Prof. Dr. İlhami GÜLER
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kelam Anabilim Dalı
Eş’arilik, Mutezile’nin Logos’u aklı merkez alan teolojik düşüncesine karşı Ashabu’l-Hadis’in teolojik karşı çıkışıdır. Aklın hakemliğine karşı Naklin hakemliğinin teyididir. Mutezile’nin, Tevhidi “Adalet” ilkesi ile açıklamasına karşı, Tevhidi Kudret ilkesi ile savunmadır. Maturidilik, sıfatlar konusunda Eş’ariliğe yakın dururken Özgür irade bahsinde Mutezile’ye yakın durmuştur. Tevhit ilkesini Mutezile’ye yakın bir şekilde Hikmet kavramı ile temellendirmiştir. Sünniliğin “ortayol” ideolojisinin oluşmasında her iki ekol de katkı vermişlerdir. Eşariliğin Kader teorisi, “tecviz” olarak kristalleşen Ontoloji teorisi, İslam dünyasında ahlakın zayi olmasına ve bilimsel/nedensel düşünmenin gerilemesine sebebiyet vermiş olduğu söylenebilir.
…
Prof. Dr. Mehmet BAKTIR
Sivas Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kelam Anabilim Dalı
Batı ve diğer düşünce sistemleri kendilerine mahsus ve kendi içinde tutarlı birer düşünce sistemi oluşturdular. Batı düşünce sistemi beş duyu merkezli olup akılcılığı önceledi. Çünkü onlara göre beş duyu insanın en sağlam ve en güvenilir veri kaynağıdır. Diğer düşünce sistemleri ise naklin ve dogmatik yolun daha güvenilir olduğunu kabul ettiler. Çünkü onlara göre insanoğlu zayıf ve yetersizdi. Onun asla hatasız işi olmazdı. Bunlar kimler diye sorulacak olursa en yakınımızdan yani İslam düşüncesinden sayılanlardan başlayarak Şia, Hariciler ve diğer dinleri sayabiliriz.
Felsefeciler bilgi ve varlık tanımıyla, Şia ve diğerleri de halife meselesi üzerinden amel-iman bütünlüğünden hareketle bir sorgulanamaz ruhban sınıfı oluşturmaya çalıştılar. Felsefeciler de ruhban sınıfını etkisiz saymak için nakli redde kalkıştı. Maturidi ve Eş’ari ise her iki guruba da itiraz ederek aklı ve nakli eşit tutup onların çatışmayacağından hareketle çatışma durumunda ikisinden birinin hatalı olduğunu savundu. Maturidi ve Eş’ari’nin geliştirdiği bu yöntem dünyada tek olduğu gibi alıntı olmayıp özgündür.
Bundan dolayı Maturidi ve Eş’ari, bilgi ve varlığın tanımında akılcıların tanımını (Felsefeciler, Mutezile) yanlış bulup bunları yeniden tanımlamış ve ameli imandan bir cüz sayan nakilcilerin ameli imandan bir cüz görmelerine itiraz ederek ruhban sınıfının oluşumunu engellemek için ameli imandan bir cüz saymamışlardır.
…
Prof. Dr. Nadim MACİT
Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü Müdürü
Sünnî kavramının ortaya çıkışı, tanımı, içeriği geniş tartışmaya muhtaç bir konu. İtikadî ve siyasî bir model olarak sünnî düşüncenin iki öncüsü / temsilcisi Ebu Hasan el-Eş’arî ve Matürîdî özel bir yere sahiptir. III ve IV. yüzyıl farklı kültürel evrenlerin ve epistemik kalıpların yüzleştiği bir dönemdir. Eş’arî ve Matürîdî, iç sorunların ve dış dünyayı tanımlayan felsefi ve kültürel havzaların içiçe geçtiği, farklı dini ve fikri tartışmaların dile getirildiği bu dönemde, farklı fikri ve kültürel havzalarda İslam düşüncesinin inşa ve müdafaa eden iki şahsiyettir. Her iki düşünürün eserleri incelendiğinde karşımıza çıkan en önemli husus: Yaşadıkları tarihi dönemin fikri ve dini görüşlerden haberdar olmalarıdır. Eş’ârî’nin Makalât’ı, Matürîdî’nin Kitabu’t Tevhid’i bunun somut kanıtıdır. Tarihi şekillendiren fikriyatı bütün yönleriyle tahlil eden ve benimsedikleri inancı ve düşünceyi yorumlayan iki şahsiyet fikri ve kültürel yüzleşmeyi en üst düzeyde gerçekleştirmişlerdir. Bir düşünce ya da kültür, farklı bir düşünce ve kültürle yüzleşip kendi bağlamına geri dönerse medeniyet inşa eder. Erken dönemde bu başarıldığı için şimdi İslam medeniyetinden söz edebiliyoruz. Ne zaman ki fikri ve kültürel yüzleşme sürecinde İslam dünyası kendi bağlamına geri dönemedi, farklı fikri ve kültürel kalıplar karşısında etkinliğini sürdüremedi, kırılmaya uğradı, işte o zaman İslam toplumu inkiraza uğradı. Nefsi kelam olmadan lafzi kelam olmaz. Yani dünya kurma etkinliğini oluşturan bağlamlarda değer üretme gücünüz yoksa, salt sözlerle, sloganlarla dünya kuramazsınız. Eş’arî ve Matürîdî, bu iki şahsiyete dayalı olarak geliştirilen anlayış İslam’ın dünya kurma etkinliğinin önemli bir ayağıdır.
Bu mevzu sebebiyle temas etme ihtiyacı hissettiğim ikinci husus: İtikadî ve siyasî mezhep olarak Sünnîlik, ortak ve aynı bir görüş gibi sunulmaktadır. Sünnî paradigmayı belirleyen ana ölçütler açısından böyledir. Fakat bilmemiz gerekir ki birçok konuda farklı yorumlar ve kabuller vardır. Matürîdîlik değil de, bizzat Matürîdî esas alınırsa farklı yorum ve bakışların açısı genişler. Matürîdî, tarihi ufkun etkinlik alanını belirleyen nedenlerle üzeri örtülmüş, perdelenmiş bir düşünürdür. İslam düşüncesi içerisinde özgün bir şahsiyet olduğunu yeni keşfeden modern aklın temsilcileri, onu ya olgucu anlayışın verilerini doğrulamak ya da geleneğin içinde kalıplaşmış görüşlere uydurmak için kullanıyorlar. Matürîdî ikisi de değildir. Kaldı ki Sünnî Paradigma içerisinde her düşünürün kendine özgü görüşleri vardır.
Eş’arî ve Matürîdî örnekleri çağımız için şöyle bir tenbihte bulunur. İslam üzerine araştırma yapan ve düşünen bir araştırmacının öncelikle kendi dünyasını, içinde yaşadığı çağı biçimlendiren fikri ve kültürel havzaları bilmesi gerekir. Kendi dünyasıyla hemhal, başka dünyalardan habersiz; başka dünyalara aşına, kendi dünyasına yabancı bir anlayışla İslam üzerine konuşmak retorikten öteye geçmez. Eş’arî ve Matürîdî, hem kendi dünyalarından hem de başka dünyalardan haberdar olarak, fikri ve kültürel yüzleşmeyi gereği gibi yapmış, İslam medeniyetinin oluşumuna önemli katkı sağlamış iki mümtaz şahsiyettir.
…
Prof. Dr. Hamdi GÜNDOĞAR
Adıyaman Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Kelam Anabilim Dalı
Eş’arî ve Matüridî açılım İslam düşüncesini selefi anlayışın Kur’an naslarının zahiriyle sınırlı sahih İslam itikadından, Felsefe’nin ve diğer düşüncelerin sorularına cevap veren, İslam’ın düşünsel boyuttaki kabiliyet ve imkânını ortay koyan, sahih İslam akaidini düşüncenin bütün boyutlarıyla izah eden bir yapıya kavuşturmuştur. Eş’arî ve Matüridî gelenek Mute’zile’nin kısmen felsefeden etkilenmiş olan kelami görüşlerini Kur’an ve yerine göre sahih sünnet perspektifinden eleştirmiş, Kur’an’a ve sünnete dayalı bir yorum ortaya koymuştur.
Ehl-i Sünnet kelamı Allah’ın varlığını ve birliğini öncelikle Kur’ani delillerle, akabinde akli delillerle ama her zaman vahyi önceleyerek ortaya koymaya gayret etmişlerdir. Nübüvveti ve nübüvvete ilişkin problemleri aynı metodu izleyerek yorumlamış ve açıklamışlardır. Ahirete taalluk eden meselelerde sözü vahye bırakarak ahiretin imkanı hususunda izahatlar yapmışlardır.
…
Prof. Dr. Osman KARADENİZ
Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kelam Anabilim Dalı
Bilindiği gibi, tarihi süreçte Müslümanlar, 14-21/625-641 yılları arasında Mısır, Suriye, İran ve Irak’a sahip oldular. Bunun yanında Hz. Osman’ın şehit edilişi sonucu ortaya çıkan Cemel ve Sıffin gibi olaylar, İslam dünyasında çözüm bekleyen bir takım problemleri gündeme getirmiştir. Bu bulanık atmosferde bazı alimler, müslümanlar arasındaki dahili-harici problemlerin tesiri ile, sorunlara cevap bulmaya çalıştılar.
Öte yandan Emevîler döneminde başlayan tercüme hareketleri Abbasîler döneminde yoğun bir şekilde devam etmiştir. Bu açıdan İslam düşünce hayatının canlanma ve gelişme kaydetmesinde, fetih ve tercüme faaliyetlerinin yeri büyüktür. Netice itibariyle Hz. Peygamber zamanından başlayarak özellikle dört halife devrinde ve daha sonraki dönemlerde gerçekleştirilen fetihlerle İslam toprakları genişlemiş, bu arada karşılaşılan farklı kültürler, müslümanların hayat ve düşüncelerine, dolayısıyla dini yorumlamalarına büyük etki etmiştir.
Bu süreçte, el-Fıkhu’l-Ekber adı altında ilk defa eser ortaya koyan Ebu Hanife (v. 150) olmuştur. Bunun yanında Selef akidesine karşı Kelam İlmi’ne dair eser yazan Vâsıl b. Atâ (v. 131)’dır. Dış kültürlerin tesiri altında bidat ehlinin elinde gelişmeye başlayan bu ilmin, zaman içinde, selef alimler tarafından kötülenmesi ve daha sonra bu düşüncenin bazı kesimlerce bilinçsiz olarak tekrarlanmasının temel sebebi budur.
Bu arada İbn Ravendi’nin Mutezile’den ayrılması ve özellikle Maturidi ve Eş’ari ile Sünni Kelam’ın kuvvet bulması sonucu Mutezile eski gücünü kaybetmiştir. Mütevekkil, kendisinden önceki üç halifenin Mutezile’ye vermiş olduğu siyasi desteği çekmiş ve onları devletin resmî mezhebi olma konumundan çıkarmıştır.
Selçuklu Sultanı Alparslan (v. 465/1072)’ın saltanatı ele geçirerek Mutezile taraftarı olan vezir Kunderî (v. 455/1063)’yi öldürterek yerine Nizâmu’l-Mülk (v. 485/1092)’ü tayin etmesi Eş’ariyye’nin daha da canlanmasına ve süratle yayılmasına yol açmıştır. Cüveynî (v. 478/1085) ve Gazalî (v. 505/1111) gibi Eş’arî ekolüne mensup alimler Nizâmu’l-Mülk’ün desteğine mahzar olmuşlar ve nihayet Bağdat ve Nişabur’da kurulan Nizâmiye medreselerinin başına getirilmişlerdir.
Bu bakımdan İslam tarihinde hiçbir mezhep Eş’arîlik kadar gelişme kaydetmemiştir. Eşari alimler, bu arada Mutezile ile münazara ve mücadeleye girişerek onlardan etkilenmişler, böylece yöntemlerini kendi mezheplerinin temel meselelerini belirlemek suretiyle oluşturmuşlardır. Öte yandan istidlal yöntemini benimseyip kullanmalarının yanında, Mutezile’nin aklî prensipler olarak ortaya koydukları önermelerden birçoğunu da aynen kabul etmişlerdir.
Öte yandan, Bağdat’ın yegâne ilim merkezi olmaktan çıkmasıyla birlikte Buhara ve Semerkant, özellikle aklî ve felsefî ilimler alanında büyük ilerleme kaydetmiştir. Tarihçi Makdisi Horasan ve Mâverâünnehr’in bu ilmi ortamı için şu ifadeleri kullanır: “Bu topraklar ülkelerin en değerlisi, saygın simaları ve alimleri en çok olanıdır. Bu ülke iyilik ve güzelliğin kaynağı, ilmin karargâhı, İslâm’ın sağlam rüknü ve muazzam kalesidir… bu ülkede fakihler hükümdar gibi addedilir.”
Anadolu’da yetişen âlimler, sahalarında ilerlemek ve Fıkıh, Tefsir, Hadis gibi ilimlerde ihtisas yapmak gayesiyle Suriye, Mısır ve Irak topraklarında bulunan medreselere giderken aklî ve felsefî ilimlerde Mâveâünnehr revaç bulmuştur. Buralarda tefsir, fıkıh, hadis, kelam, felsefe, dil, tasavvuf, edebiyat, tıp, kimya ve astronomi gibi farklı ilimlerde birçok alim yetişmiştir. Harezm’de sürdürülegelen tartışmalar son derece hür bir vasatta gerçekleşmekteydi. Fahreddin Râzi, Mutezile’nin Öngenç’te oynadığı rolü hayretle müşahede etmiş ve kendisi de Buhara’da Kelâmi tartışmalara iştirak etmiştir.
Tarihçiler, Horasan, Nişabur, Merv, Herat ve Belh’deki felsefî ve kelâmî ortamdan övgüyle bahseder. Bu tartışmalar neticesinde bölgede yayılmakta olan heterodoks akımların önü kesilmiştir. Pezdevi (v. 493/1100), yazdığı Kelam kitabında, daha önce kaleme alınan pekçok eseri incelediğini belirtikten sonra, Maturidi’nin bölgesindeki nüfuzuna dikkat çeker: “Bizim ceddimiz ashabımızın kitapları ile Şeyh İmam Ebu Mansur Maturidi’nin “Kitabu’t-Tevhid ve Kitabu’t-Te’vilat’ının manalarını iyice öğrenmişlerdi.”
Maturidi’nin doğum tarihi kesin olmamakla birlikte h. 238 olarak kabul edildiğinde, Ehl-i Sünnet cephesinde Eş’ari’den daha erken hizmete başladığı açıkça görülecektir. Fakat Mâverâünnehr bölgesinin hilafet merkezine, dolayısıyla zamanın kültür ve ilim merkezi olan Bağdat ve çevresine uzaklığı, Maturidî’nin çağdaşı Eş’arî kadar iyi tanınmamasına sebep olmuştur. Ayrıca bölgenin, Müslümanlar için önemli olan Mekke ve Medine’ye uzak oluşu da önemli sebepler arasındadır.
Eş’ari, Mutezile kelamcılarından Ebu Ali el-Cübbaî (v. 303/915)’nin öğrencisi olup 40 yaşına kadar Mutezile mezhebini savunmuş, mezhebin önde gelenleri arasına katılmıştır. Mutezilî olduğu süreçte fıkıhta Hanefi idi. Bundan sonra Eş’ari, bir taraftan Ehl-i bid’at aleyhinde hem münazara hem de telif yoluyla şiddetli bir mücadele başlatmış, diğer taraftan Mutezile’nin akidelerini kendi silahlarıyla yani aklî delillerden istifade ederek mantıkî yoldan reddetmiştir. Böylece o zamana kadar Ehl-i Hadis arasında hoş görülmeyerek yalnız Mutezile tarafından tedvin edilmiş olan Kelam İlmi’nin gerekliliğini, yazdığı “er-Risale fî İstihsani’l-Havd fî ‘İlmi’l-Kelam” isimli eseriyle savunmuş ve bu ilmi Ehl-i Sünnet bünyesinde tesis etmiştir.
Kayda değerdir ki Maturidilik, çok genel anlamda Eşariliğe göre aklı biraz daha ön plana alan bir mezhep olarak kabul edilir. Maturidi, İmam Azam’ın selef yoluna sadık kalmış, ancak akla ve ictihada gereken önemi vererek bir sistem geliştirmiştir. Bu bağlamda İslam’ın usul bahsinde aklın önde geldiğini savunmuştur. Dolayısıyla akaid esaslarını izah ederken sisteminde çelişkili fikirlere de pek rastlanmaz.
Böylece Sünnîlik; bir taraftan Bağdat ve Basra çevresinde Eşarî vasıtasıyla; Horasan, Türkistan ve Maveraünnehir’de de Maturidi ve takipçileri tarafından yayılmıştır. Mâturîdilik halen Anadolu’da, Kuzey Doğu Avrupa’da, Orta Asya’da, Hindistan, Habeşistan ve Endenozya gibi ülkelerde benimsenmektedir.
…
Doç. Dr. Harun ÇAĞLAYAN
Kırıkkale Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Kelam ve İtikadi İslâm Mezhepleri Anabilim Dalı
Mâtürîdî ve Eşarî yaklaşım arasında gerçekte çok önemli farklar vardır; ancak Ehl-i Sünnet’in farklı düşünceleri toparlayıcı niteliğinden dolayı bu farklar yeterince öne çıkmamaktadır. Kanaatimce Mâtürîdî ve Eşarî düşünce arasındaki farklardan başlıcaları; hikmet, akıl-nakil ve hüsün-kubuh anlayışlarıdır. Bu konular doğrudan yaşama dokunduğundan oldukça önemlidir. Ben, bunlar arasından hikmet anlayışına vurgu yapmak isterim.
Mâtürîdî düşünce sisteminde ilâhî fiilin zorunlu olmamakla birlikte hikmetin dışında olması düşünülemez. Çünkü Allah’ın insanı yaratırken içine yerleştirdiği hikmete aykırı davranması uluhiyete noksanlık getirir. Ancak şu kadar var ki insan, bazen aklen ilâhî fiillerin hikmete aykırı olduğunu düşünebilir. Bu durum, gerçekte ilâhî fiillerin hikmete aykırı olduğunun değil, insanların o an için meselenin aslını bilmediklerinin delilidir. Mâtürîdî’nin hikmet anlayışının doğaya yansımış hali olan nedensellik ilkesinde de durum aynıdır. Yani bazen doğada alışılagelmişin dışında olaylar gerçekleşebilir. Bu sıra dışı olaylar, evrende işleyen bir neden-sonuç ilişkisinin olmadığının değil, o an için devreye girmiş olan doğa yasasının henüz keşfedilmediğinin kanıtıdır. Allah, göndermiş olduğu kitabın ilâhî olduğunun kanıtı için önceden insanın özüne yerleştirdiği akıl ve hikmete vurgu yapmaktadır. Eşarî düşünce sisteminde ise ilâhî fiil, hiçbir ölçü ve değere uymak zorunda değildir. Hikmetin ne olacağını belirleyen, Allah’ın emirleridir. Örneğin bizler annelerimize hikmetin bir gereği olarak değil, Allah emrettiğinden dolayı iyi davranırız. Eğer bunun aksi emredilseydi, hikmete uygun olan o olurdu. Aynı şekilde doğa yasaları da her an değişebileceğinden evrende işleyen yasalara göre bir plan yapılamaz. Bu anlayışın bir sonucu olarak oruç ve bayram zamanlarının tespitinde hilalin periyodik davranışları yerine, her yıl görülmesini beklemek gerekir.
Sonuç olarak Mâtürîdî ve Eşarî açılımı, adalet ve hikmet bağlamında Müslüman bireye geleceği belirleme imkanını tanımıştır.
…
Doç. Dr. Murat MEMİŞ
Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kelam Anabilim Dalı
Sünni düşünceyi oluşturan toplumsal alan, tarihsel, sosyolojik ve politik açılardan farklı değerlendirmelere açıksa da, her şeyden önce bir inanç birliği durumunu ifade etmektedir. Çok büyük oranda aynı akideye sahip insanların oluşturduğu bu toplumsal, aynı zamanda bu akideyi kabul yöntemi açısından da benzer bir birlikteliğe sahiptir. Bununla birlikte tarihsel gelişim, söz konusu akidenin nasıl izah ve sistematize edileceği konusunda farklı bakış açılarını ortaya çıkarmıştır. Eş’arî ve Matürîdî ekolleri ile Sünnî Kelam, ortak inanç alanına, İslam Dininin yayılma karakterine uygun olarak, başkaları ile konuşmayı mümkün kılan yeni, değişebilen, gelişebilen bir anlatım dili inşa etme imkanı kazandırmıştır. Bu imkanı başlatmasına rağmen, teolojik ve politik tavırları nedeniyle sürdürülebilir kılamayan Mu’tezile’nin yerine, daha geniş kitlelere ulaşma kabiliyetine sahip, dinin tarihsel köklerine daha sıkı bağlı Sünnî Kelam ekolleri geçmiştir.
Sünnî Kelam ekollerinin en büyük başarısı, yüksek tutarlılıkta bir epistemoloji ve metodoloji geliştirebilmiş olmalarıdır. Bu o kadar önemli bir husustur ki, bunun sayesinde Sünnî Kelam, bir taraftan son derece sistematik Tanrı-âlem-insan tasavvurları inşa edebilmiş, diğer taraftan ise, İslâm düşüncesinin ürettiği diğer ilmî disiplinlerin tam bir denetçisi olmuştur. Her dinin tarihsel gelişiminde olduğu gibi, İslâm’ın seyrü seferinde de, aslî kaynaklardan elde edilen temel paradigmalardan uzaklaşmalar olmakla birlikte, Sünnî Kelam ekolleri, bu süreçleri minimize etmede oldukça büyük ve başarılı bir rol oynamıştır. Bu açıdan bakıldığında, bugün geldiğimiz noktada ümmet içerisinde inanç konularındaki parçalanmışlığın nispeten sınırlılığı, Eş’arî ve Matüridî kelam ekollerinin katkısı olarak görülebilir. Diğer büyük bir başarı ise tarihte oluşan bu sistematik yapının, durağan, katı ve kırılgan olmayıp aksine dinamik, esnek ve gelişmeye açık bir mahiyet arz etmesidir. Diğer bir ifadeyle Sünnî Kelam ekollerinin büyük katkılarıyla oluşturulan bu yapı, düşünme, üretme ve anlatma imkanlarını sürdürebilmektedir.
…
Doç. Dr. Murat SERDAR
Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kelam Anabilim Dalı
İslam tarihinde bozuk görüşlerin birbiri ardına çıkmasının peşinden gelen Eş’arilik ve Maturidilik ekolleri Kur’an ve Sünnet bütünlüğünü koruyarak, nasstan neş’et eden akideyi nakli ve akli delillerle temellendirerek istikametli bir inanç sistemi kurmaya çalışmış, istikametten uzaklaşan sapkın görüşlerin yayılmasının önünde engel olmaya gayret etmişlerdir.
Her iki ekol de imanın asli unsurunu tasdik olarak tanımlamak suretiyle ameli, imanın hakikatinin dışında değerlendirmiş ve bu suretle dini emir ve yasaklar konusunda noksanlığı olan müminlerin kafir ve müşrik olduğunu kabul edenlere karşın daha kucaklayıcı ve dışlayıcı olmayan bir duruş sergilemişlerdir. Bu duruş sebebiyle de Müslümanlar arasında birbirini tekfir eden ve birbiriyle savaşan bozuk ideolojilerin sebep olduğu fitnenin genişlememesi yolunda etkili olmuşlardır.
Nassların zahirini esas almaları, masum ve vahiy alan imam görüşlerini kabul etmemeleri, Kur’an’ın batınına tabi olmak şeklindeki sapkın görüşleri reddetmeleri sebebiyle dinin muhafazası konusunda büyük hizmet etmişlerdir.
Her iki ekol de nassların zahirini esas almakla birlikte, katı lafızcı zahiri düşüncelerin sebep olduğu teşbih, tecsim ve makul olmayan bir takım görüşlerden uzak kalarak nassları Kur’an-Sünnet-Akıl bağlamında anlamaya ve anlamlandırmaya çalışarak akıldan uzak, dinin kendisiyle çelişen yanlış görüşlerin düzeltilmesi ve giderilmesi yolunda emek sarfetmişlerdir.
“Ehl-i Kıble tekfir edilmez”, “salt içtihadi görüşler dinin kendisinden görülemez” gibi ilkeleri ile kendileri gibi düşünmeyen, farklı yorum sahiplerini tekfir etme aşırılığına düşmemişler, İslam yelpazesini geniş tutmuşlar ve bu sayede Müslümanların birlik ve bütünlüğünü korumak ve devam ettirmek yolunda olumlu ve önemli bir misyon yüklenmişlerdir.
…
Doç. Dr. Mustafa SÖNMEZ
Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kelam Anabilim Dalı
Bilindiği üzere İslam düşüncesinde çok önemli bir yere sahip olan Sünnilik; “Cebriye, Kaderiyye, Mürcie, Haricilik, Şia, Mutezile vb.” fırkaların dışında kalan ve Müslümanların kahir ekseriyetini oluşturan ana kitleye verilen isimdir. Bu ana kitleye, Kur’an ve sünneti rehber edinmelerinden dolayı, “Ehl-i Sünnet” ismi verilirken, aynı zamanda Müslümanların çoğunluğunu/cumhurunu (cemaati) teşkil etmelerinden dolayı da “Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat” adı verilmektedir.
Ehl-i Sünnet/Sünnilik, erken dönemlerde Hasan el-Basrî, İmam Azam Ebu Hanife, İmam Şafii, İmam Malik, İmam Ahmed b. Hanbel vb. gibi selef uleması tarafından temsil edilmekteydi. Selef ulemasının yönteminde İslam’ın inanılması gereken akaid konuları ve inanç esasları (amentüsü) Kur’an ve sahih sünnetten süzülerek formüle edilmiş ve bunlara yorum yapmadan inanılması istenmiştir. Selefin uyguladığı metot, “inanılması gereken konulara tevilsiz ve teşbihsiz olduğu gibi iman etmektir”. Bu metot, ilk dönemlerde yeterli olsa da daha sonraki yıllarda -doğudan batıya- farklı coğrafyalarda yapılan fetihler sonucu çeşitli din ve kültürlere, felsefe ve inançlara mensup milletlerle karşılaşılmış, gelişen bu yeni şartlarda selef metodunun yeterli olmadığı görülmüştür. İşte böyle bir ortamda halef/kelam metoduna başvurulması kaçınılmaz olmuştur.
Kelam metodu, nassın ışığında aklî delillere ve tevillere başvurarak, İslam’ın inanç esaslarını yabancı din ve kültür mensuplarına ve felsefi inançlara karşı savunmayı amaçlamaktadır. Bu nedenle söz konusu metotta, naklin yanında akla da büyük önem verilerek, inanılması gereken ilkeler (amentü) neden ve niçin soruları sorularak tartışılmakta ve bunlara delilleriyle birlikte izah getirilmektedir. Bunun için de bu metotta, bir yandan döneminde mevcut tüm ilimlerden yararlanılırken, bir yandan da tevile (aklî yoruma) ağırlık veriliyordu. Kelam/halef metodunda tevil, batınî yoruma kaçmadan, nassların genel ruhuna aykırı olmayan ve Arap dilinin sözlüklerinde bulunan manalara uygun aklî ve ilmî bir yorum yapmaktır ki, gelişen yeni şartlar bu durumu kaçınılmaz kılmaktadır.
Kelam metoduna ilk defa başvuran ve bu yolu açan ilk fırka Mutezile olmasına rağmen, bu yöntemi Kur’an ve sahih sünnet ışığında sürdürenler Eş’ariler ve Matüridiler olmuştur. Çağdaş iki büyük âlim olan Eş’ari (ö. 324/935) ve Matüridi (ö. 333/944), birisi Basra ve Bağdat gibi hilafet merkezlerinde bu metodu kullanırken, diğeri de Türkistan’da aynı yönteme başvurmaktaydı. Eş’arilik, başta Ahmed b. Hanbel olmak üzere Arap coğrafyasındaki selef ulemasının akaidle ilgili görüşlerini kelamî bir yöntemle izah ederken, Matüridilik ise Ebu Hanife’nin akaidle ilgili görüşlerini kelamî bir yöntemle ortaya koymaktadır. Her iki akımın bu yeni açılımı, selef metoduyla İslam akidesini yabancı din ve kültürlere karşı savunmakta yetersiz kalan Sünniliğe yeni bir güç katmış, onun, İslam dünyasında daha etkin bir unsur haline gelmesinde önemli bir rol oynamıştır.Eş’arilik ve Matüridiliğin ortaya çıkışları ve tevil yöntemini kullanmaları, felsefe ve diğer tabii ve sosyal bilimlerinden yararlanarak İslam’ı savunma metotları, tefsir ve fıkıh gibi İslamî ilimlerde de kullanılmaya başlanmış, bu durum Sünniliğin daha geniş bir yelpazede açılım yapmasına ve etki alanı oluşturmasına neden olmuştur.
İşte Eş’ari ve Matüridilerin bu açılımları, kullandıkları kelam metodunu, yabancı unsurlara karşı İslam’ın savunma mekanizması haline getirmiş, bu vaziyet Sünniliğin İslam dünyasında her bakımdan güç kazanmasına ve hâkim unsur haline gelmesine sebep olmuş ve nihayet İslam’ın yabancı din ve kültürlere karşı savunulmasına ve geniş kitlelere yayılmasına da katkıda bulunmuştur.
…
Doç. Dr. Yunus CENGİZ
Mardin Artuklu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü
Eş‘arî ve Mâtürîdî açılımın Müslüman toplumda dönemden döneme değişen sosyolojik ve entelektüel katkıları ve etkileri vardır. Her iki ekolün ortak tarafı, başka Müslüman ekoller tarafından ortaya konulan metodolojiyi ve kavramsal haritayı başarılı bir şekilde sünni düşünceye uyarlamış olmaları ve gerektiğinde kavramları yeniden içeriklendirmeleri veya yeni kavramlar ihdas etmeleridir. Nitekim Eş‘arîler, ilk dönemde (mutakaddimûn) Mu‘tezile’yle özdeşleşen bir mantık olan gâibin şâhide kıyası metodolojisi ile bu ekolün kavramlarını; son dönemde ise Meşşâilerin İslam toplumunda yaygınlaştırdığı Aristocu mantık ile neredeyse tüm metafiziksel kavramlarını başarılı bir şekilde revize ederek sünni düşünceyi kuramsal bir çerçeveye kavuşturmak üzere kullanılmışlardır. Haliyle farklı paradigmaları bir araya getirmek kolay değildir. Bu sebeple ilk dönemi düşündüğümüzde; araz, ahvâl, kudret, kıyas, illet-malûl, delil-medlûl gibi kavramlar yeniden içeriklendirilmiş, son dönemde ise farklı ekollerin bir aradalığının sağlanabilmesi için özellikle Fahreddin er-Râzi ve onun çizgisini devam ettiren kelâmcılar tarafından yeni kavramlar üretilmiş ve İbn Sinâcı çizginin birçok kabulü farklı şekillerde sentezlenmiştir.
Mâtürîdiliğe gelince, Ebû Mansur el-Mâtüridî ile bu çizgiyi devam ettirdiği düşünülen düşünürleri birbirinden ayırmak gerekmektedir. İtikadi konular konusunda bu ekolün farklı düşünürleri arasında yeknesaklık varsa da ontoloji, epistemoloji ve etik söz konusu olduğunda aynı uyumu görmemekteyiz. Sözgelimi, Ebû Mansur hem kozmolojinin izahında hem de etik meseleleri izahında atomcu değil, doğa fikri ekseninde düşünmektedir. Oysa ondan sonraki düşünürlerde bu yaklaşım bulunmamaktadır. Ebû Mansur, bir taraftan Mu‘tezile’nin kazanımlarını başarılı bir şekilde hem eleştirdi hem de onları sunni düşüncenin bir bileşeni haline getirmeyi sağlayabildi. Ebû Mansur’un takipçileri ise temel meselelerde imamları gibi düşünmüş olsalar da Eş‘arîliğin daha da güçlenmesinden dolayı onun meseleleri izah etme biçimini benimsediler. Bu sebeple Mâturîdilîk özgün bir kuramsal/felsefî gelenek olarak varlığını devam ettiremedi, ancak Eş’arîlîğin yaklaşımının daha da yaygınlaşmasını sağladı.
Görüldüğü gibi Eş’arî ve Mâtürîdî açılım, bir taraftan Ehl-i hadisin elinde sadece birer itikad olarak görülen konuların kuramsal bir hüviyete kavuşmasını, Müslümanların entelektüel kazanımlarının kitleselleşmesini, dahası tasavvuf, Mu’tezile, Meşşâilik ve işrakilik (hatta Ehl-i Hadis’i bile dahil edebiliriz) gibi yan yana gelmeleri zor olan ekolleri bir araya getirmeyi başarabilmiştir. Bunu sadece eklektik bir çaba olarak görmek kolaycılığa kaçmaktır ve son dönemdeki kelâmî çabayı görmemektir.
…
Dr. Öğr. Üyesi Züleyha BİRİNCİ
Trabzon Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kelam Anabilim Dalı
Ebü’l-Hasan el-Eş’arî ve Ebû Mansûr el-Mâtürîdî’nin kelam metodunu benimsemesiyle sünnî düşünce, müfrit akılcılık ve katı nasçılığın olumsuz etkilerinden uzak, mutedil bir yol izleme fırsatı yakalamış oldu. İtikadî sahada nassı esas alıp akla da yer verme ancak aklı naklin önüne geçirmeme, hak üzere sabit kalmayı, düşünceyi sığlıktan koruyarak daha ikna edici kılmayı ve aklına mağrur olup batıla kaymamayı temin etti. Nassı anlamada zâhire öncelik vermekle birlikte zâhiren çelişkili gibi görünen yerlerde te’vile gitme fakat te’vilde aşırıya kaçmama ise ortak bir zeminde buluşmayı, müteşabihat konusunda suskun ve çözümsüz kalmak yerine onları anlaşılır kılmak için ilmî bir çaba göstermeyi, ayrıca inancın sınırlarını koruyup gaybı taşlamamayı sağladı. Hüküm belirlemede nassın bütününü ve kesin delilleri dikkate alma, daha isabetli sonuçlara ulaşmayı, bid’at ve hurafelerden korunmayı, taassuptan ve tekfircilikten uzaklaşmayı mümkün kıldı.
Eş’ariyye ve Mâtürîdiyye, yanlış bulduğu ve sakıncalı gördüğü düşünce ve akımlara karşı bu ana ilkeler doğrultusunda fikrî bir mücadele verdi. Neticede büyük Müslüman çoğunluğu etkisi altına almayı başardı ve onları sapkın inançların yıkıcı etkisinden kurtardı. Ancak sünnî düşünceye kazandırılan bazı prensiplerin tam olarak uygulanamaması ve gittikçe etkisini kaybetmesi, ilerleyen zamanlarda başka faktörlerle de birleşerek çok boyutlu problemlerin doğmasına sebep oldu.
…
Dr. Öğr. Üyesi Mustafa AYKAÇ
Kastamonu Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kelam ve İslam Mezhepleri Tarihi Anabilim Dalı
Sünnî düşünce dediğimiz zaman akla E’ş’arîler, Mâturîdîler ve Selef gelmektedir. İlk sünniler de Seleftir. Selef ehl-i rey ve ehl-i hadis diye 2’ye ayrılır. Günümüzde ehl-i hadisi temsil ettiğini söyleyen gurupların kelama toptan, aklî soruşturmaya da kısmen karşı olduklarını söyleyebiliriz. Ehl-i rey ise E’ş’arîler, Mâturîdîlerden oluşur. Özellikle Râzi sonrası E’ş’arîliğin Maturidiliğe oldukça yaklaştığı söylenebilir. Bu iki mezhep mensupları da dünya Müslümanlarının kahır ekseriyetini oluşturmaktadır. Bu iki mezhep günümüz İslâm’ının akılcı-özgürlükçü söylemini temsil etmektedir. Günümüz selefi akımlarını ve bu kökten beslenen IŞİD-el-Kâide tarzı örgütleri düşündüğünüz zaman E’ş’arîlik ve Mâturîdîliğin İslâm’ın gülen yüzünü temsil ettiği görülecektir.
…
Dr. Öğr. Üyesi Özden KANTER
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kelam Anabilim Dalı
Eş’arî’nin sünnî düşünceye en büyük katkısının Mutezili düşüncenin temel bilgi kaynaklarından birisi olarak kabul ettiği aklı nakille birleştirerek itikadi görüşlerini aklın ilkeleriyle desteklemesidir. O, selefe tabi olduğunu söylediği dönemden itibaren nasları ön plana çıkarmakla birlikte akli delilleri Allah bilgisine ulaşma konusunda gerekli görmüştür. Bilginin sadece nazar ve tefekkür yoluyla değil cedel yoluyla da elde edilebileceğini söyleyerek nakille birlikte aklı bilgi edinme aracı olarak kabul etmiştir. Bu bakış açısı selefin bilgiye sadece nasla ulaşılabileceği görüşü ile örtüşmemektedir. Eş’arî, sünni düşüncenin ilerlemesinde ve İslam’a karşı saldırılarda akli delillendirmelerle hasmın görüşlerini onların kullandığı yöntemleri kullanarak bertaraf etme konusunda örneklik teşkil edebilir.
Matüridî, doğduğu ve yaşadığı kültürün de etkisiyle görüşlerinde Kur’an’ın öngördüğü şekilde daha uzlaştırıcı bir yaklaşım sergilemektedir. Bu yaklaşımın Arap olmayan topluluklar arasında İslam’ın yayılmasında büyük bir rolü olduğu yadsınamaz. Kur’an’ın temel inanç esasları dışındaki görüş farklılıklarının insanları dinden çıkarmayacağını söyleyerek hoşgörülü bir tutum sergilemektedir. Bilgi edinmede akıl ve nakli dengeli bir şekilde kullanır. Aklı, insana verilmiş ilâhi bir emanet olarak kabul etmektedir. Allah’ın emirlerini anlayacak akıl seviyesine sahip olmayanlar, ilâhi emirlerin dışında kalır, sorumlu olmazlar.
Eş’arî ve Matüridî, yaşadıkları dönemde ortaya koydukları görüşleriyle Müslümanlar arasında itikadi önderler olmakla birlikte, bugünün Müslümanları için görüşleri tartışılamaz kabul edilmektedir. Bu durum günümüz Müslümanını, bu iki alimin de ön plana çıkardığı akli argümanları kullanarak bilgiye ulaşmanın gerekliliğini gözardı ederek taklide hapsetmiş durumdadır. Günümüz Müslümanı geleneğin güçlü birikiminden de faydalanarak bugünün imkanlarını kullanarak taassuptan ve şekilcilikten uzaklaşıp güçlenmek zorundadır.
…
Dr. Öğr. Üyesi Kadir GÖMBEYAZ
Kocaeli Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kelam ve İtikadi İslam Mezhepleri Anabilim Dalı
İslam dünyası ve İslam düşüncesi ilk ciddi travmasını kendi iç hadiseleri ile fütuhat hareketleri neticesinde farklı din, kültür ve medeniyetlerle karşılaşması sonucu bazen iyi bazen art niyetten kaynaklı birtakım soru ve sorunlarla muhatap olması ile yaşadı. Daha önce müslümanların, üzerine bir düşünüm gerçekleştirmediği ve tartışmadığı bazı meselelerle yüzleşmek zorunda kaldı. Bu noktada bir kesim “sükût” tavrını benimserken bir kesim ise konuşmayı yani “kelam”ı tercih etti. Başlangıçta kelâmı tercih etmeyen kesim Ehl-i Sünnet’in Selef’i olarak kabul ettiği ve ağırlığını Ashabı Hadis’in oluşturduğu blok idi. Ancak zaman içerisinde bu blok bünyesinde bazı âlimler “kelâm” etme ihtiyacı hissettiler ve bu girişimleri Eşârîlik ile Mâtürîdîlik olarak vücut bulacak Ehl-i Sünnet Kelâm ekollerinin teşekkülü takip etti.
Her iki ekol de sistematik kelamın bânisi olan Mu’tezile karşısında kendisini konumlandırdı. Özellikle rivayetlere göre yaklaşık kırk yaşına kadar Mu’tezile’ye mensup ve Basra Mu’tezile’sinin etkin ismi Ebu Ali el-Cübbâî’nin öğrencisi olan ve daha sonra hocasından ve Mu’tezile’den itizal eden Ebu’l-Hasen el-Eş’arî’nin Ehl-i Sünnet içerisindeki sistematik kelam ekollerinden birinin kurucusu olması hayli dikkat çekicidir. O nedenle İmam Eş’arî’nin ve onu takip eden takipçilerinin kelam düşüncesini Mu’tezile üzerine bir düşünüm ve kendileri nezdinde Mu’tezilî düşüncenin açmazlarını ve problemlerini başlı başına bambaşka paradigma(lar) üzerine kurgulayarak aşma çabası olarak görmek mümkündür. Böylece kelam düşüncesi daha ileri bir düzeye doğru yol almaya koyulmuştur. İlerleyen süreçte felsefe ile hesaplaşmaya ve sonrasında hemhâl olmaya doğru ilerleyen, tasavvufun teorik ve pratik vecheleri ile de tarihi boyunca sık sık kesişmeler yaşayan Eş’arî düşünce aslında sürekli gelişen, değişen ve bir itikadî mezhep olma hüviyetini fazlasıyla aşan bir düşünceye doğru evrildi.
Öte yandan Ebû Hanîfe’nin kelamcı kimliğinin ve görüşlerinin etkililiğini koruduğu ve sürdürdüğü Maveraünnehir bölgesinde ortaya çıkan ve uzun yıllar hatta birkaç asır bu coğrafya ile sınırlı kalan Mâtürîdî kelâm ekolü, oldukça yetkin bir karaktere sahip yeni bir açılım olsa da Moğol istilası ve benzeri birtakım zaruretlerle bura ulemasının batıya doğru göçleri neticesinde ancak tanınır, bilinir ve takip edilir hale geldi. Osmanlı dönemi, farklı zaman dilimlerinde Mâtürîdîliğin değişen dozlarda esas alındığı ve dönemin entelektüel düşüncesinin bir nevi zirvesini ifade eden ve değişik düşüncelerle sentezlenmiş Eş’arilikle harmanlandığı bir zamanı gösterir.
Elbette ki esasında paradoksal tabiata sahip Allah-alem-insan ilişkisini tutarlı ve sistematik bir düşünceye büründürme faaliyetlerinin ister istemez çeşitli açmaz ve çıkmazlarla malul olma kaderinden kaçamasa da Eşârîlik ve Mâtürîdîlik özelde Sünni düşüncenin genelde de İslam düşüncesinin entelektüel düşünce ufkunun ulaştığı üst noktayı ifade etmektedir.
…
Dr. Osman ORAL
Bozok Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kelâm ve İtikadi İslâm Mezhepleri Anabilim Dalı emekli doktor öğretim üyesi
İslâm düşünce tarihinde Hârîcî, Mürcî, Cebrî, Mu’tezilî ve Felsefî akımların bazı ifrat ve tefrit dînî görüşlerine karşılık aralarında fazla bariz fark olmayan Eş’arî ve Mâtürîdî açılımlar İslâm cumhurunun görüşleri denilebilecek sünnî düşüncenin temelini oluşturdukları söylenebilir. Eş’ârîlik nakli öne alıp aklı geri plana iten sünnî tasavvuf ile gelenekçi İslâm anlayışının fikrî temelini oluştururken Mâtürîdîlik ise aklı “en aziz şey” kabul ederek naklin rehberliğinde onun işlevsel değerini hem bilgi sistemine alarak hem de nakli yorumlamada sünnî te’vil yönteminin temelini oluşturmuştur. Eş’ârîlik sünnî düşünceye “teklif-i mâlâ yûtak” ile “cüz’i ihtiyar” vb. kavramlarla insanın irâde ve sorumluluğunu kısıtlayıp ilahi iradeyi öne çıkarıp cebrî anlayışa yaklaşırken Mâtürîdîlik ise “cüz’i ve özgür irâde” açılımı ile insanın özgür irâdesine önem vererek bireysel ve kolektif sorumluluğu da sünnî düşüncede temellendirmiştir. İlahi fiillerde hikmet olabilirliğini Eş’ârî açılım Yaratıcının irade ve kudretini sınırlandırabileceği endişesiyle kabul etmezken Mâtürîdîlik ise Allah’ın Hakîm ismi ve Hikmet sıfatı ile ilahi fiillerde hikmet üzere oluşunu sünnî düşünceye katmıştır. Hanefi-Mâtürîdî geleneği diyerek re’y ve te’vil anlayışı revaç bulurken Eş’ari-Hanbeli-Şafii geleneğinde ise aklı geri plana iterek Hadis ehli ve Selefiyye anlayışlarıyla nakli fazlaca yorumlamamıştır.
Akla, irâde ve sorumluluğa değer atfeden ilk kelâm ekolü Mu’tezile’nin yabancı kültürlere ve dini inançlara karşı İslâm’ı savunma metodu ve yöntemi ile Eş’ari ve Mâtürîdî’nin sünnî kelâm açılımı İslâm’ın inanç sistemini oluşturduğu da söylenebilir. Eş’arî çeşitli dini inançlara karşı sünnî düşünceye i’tidal inanç açılımı getirirken Türk-İslâm dünyasının önemli âlimi Mâtürîdî, geleneksel ve rivâyete dayalı din anlayışı yerine, insan iradesi, görüş, rey ve ictihadına dayalı düşünceye önem vermekte, diğer din ve mezheplerin görüşlerine karşı hoşgörülü, mu’tedil bir tutum sergileyerek ortaya çıkan dînî problemleri akıl ve nakil ışığında çözmeye çalışmaktadır.
İlim Dergisi 34. sayı kısa soruşturması
- Taberi Tefsiri - 6 Ocak 2022
- et-Telhısü’l-Miftah - 4 Ocak 2022
- el-İhtiyar li-Ta’lili’l-Muhtar - 3 Ocak 2022