Fıkıh Nedir?
Fıkıh Nedir?
- Arapçaya Dair Her Şey - 11 Ocak 2022
- İlahi Dinlere Göre Başörtüsü Meselesinin Değerlendirilmesi - 10 Ocak 2022
- Arapça Sözlük Kullanım Teknikleri - 8 Aralık 2021
İçindekiler
Fıkıh Nedir?
Fıkıh kelimesi sözlüklerde, “bir şeyi iyice akıl etmek, derinlemesine kavramak” şeklinde tarif edilir. Kur’an-ı Kerim’de bu sözlük anlamıyla tam 20 yerde kullanıldığı görülür. Diğer taraftan hadislerde de sıkça geçmekle beraber, pek çok noktada Efendimiz tarafından sözlük manasının tercih edildiği görülmektedir.
İslam Hukuku Nedir?
İslam Hukuku, fıkıh ilmine göre oldukça yeni bir tabirdir. İnsan-Allah, insan-insan, insan-toplum, toplum-toplum arası ilişkileri tanzim eden, dini ve uhrevi boyutu göz önünde bulunduran kurallar bütünü gibi bir tanım yapılır. Fakat bu tanım fıkıh ilmini doğrudan hukuk sahasına indirgediği için fıkıh eşittir İslam hukuku şeklinde bir anlayışa karşı çıkılmıştır. Her ne kadar İslam hukukunun, fıkıh terimini tam olarak karşıladığını iddia eden fıkıhçılar olsa da günümüzde halen bu mesele tartışma konusudur.
Fıkıhçı ya da Fakih Kimdir?
Fıkıhçı ve fakih kelimeleri arasında herhangi anlam farklılığı bulunmamaktadır. Fıkıhçı, Arapça olan fıkıh kelimesinin sonuna Türkçe yapım eki eklenerek oluşturulmuş bir kelimedir. Fakih ise fıkıh kelimesiyle aynı kökten gelen, ismi fail kalıbındaki Arapça bir kelimedir.
Fakih kelimesinin sözlük anlamı “bir şeyi bilen, iyi anlayan kimse” demektir. Bu mana fıkıh kelimesinin sözlük anlamıyla paralellik arz etmektedir. Terim olarak fakih, Ebu Hanife’nin fıkıh tanımına bağlı olarak, “dinde derin anlayış ve bilgi sahibi kimse” şeklinde tarif edilmiştir. Sonraları ise “delillerinden hareketle herhangi bir konuyla ilgili dini hükmü ortaya koyabilme yeteneğine sahip olan kimse” olarak tanımın çerçevesi çizilmiştir.
Bu manaya göre fakih ile müçtehidin eş anlamlı birer kelime oldukları görülmektedir. Fakat fakihten farklı olarak müçtehit kelimesi tabakat kitaplarında bazı kategorilere ayrılmıştır. İçtihat durumuna göre yapılan bu ayrım Hanefilerde yedi kısımken, diğer mezheplerde beş kısımdır. Bkz: Tabakatu’l Fukaha
Fıkhın Konuları
İslam, hayatın tümünü kapsayan doktrin ve kurallara sahiptir. Kişinin hayatının her aşamasında neler yapabileceğine dair kaideler sunarken, ilahi bir rehberlikte bulunarak onun dalalete düşmesini engeller. Böylelikle her insanın, nihai gayesi olan saadeti hem dünyada hem de ahirette tesis etmeyi amaçlar. İşte fıkha bu açıdan yaklaşacak olursak, kişinin fiil ve davranışları hakkında bilgiler sunan, eylemlerinin dindeki yerini tespit etmeye çalışan bir ilim dalı olduğunu görürüz. Kısaca ifade edecek olursak; fıkıh, kişinin iradesiyle yapmış olduğu eylemleri oluşturur. Ayrıca insanın fiillerine ilişkin olan doğa hadiselerini de ele alır. Namaz için vakit tespiti, zekât için nisap miktarı tanzimi, miras için gerekli koşulların tetkiki gibi noktalarla da ilgilenmektedir.
İbâdât
İnsanın filleri de elbette kendi içerisinde bazı bölümlere ayrılır. Eğer insan filleri, Allah ile ilişkili ise yani insan-Allah arasında ise fıkıhta bu türden konular “ibâdât” başlığı altında incelenir. İbâdât, ibadet kelimesinin çoğuludur. Ve ibadet ile ilgili tüm meseleleri ele alır. Örneğin: yapılacak ibadet için temizlik şartları (abdest, gusül, teyemmüm), çeşitli ibadetlerin sahih eda edilme koşulları, evlilik (talak ve tefrik) gibi konular bu başlık altında ele alınır.
Muâmelat
Muamelat bahisleri ise daha çok gündelik hayattaki ilişkilerimizi inceler. İnsan-insan arasındaki hukuku tanzim ve tesis eder. Alış-veriş, kira, rehin gibi konularda bilgiler sunar, fetvalar verir.
Ukûbât
Ukubat bölümünü ise kısaca ceza ve suç bahisleri olarak tarif edebiliriz. Başka bireylerin canına ve malına verilen zararların tazmini bu başlık altında ele alınır. Dolayısıyla İslam’ın bireysel ceza hukuku noktasında verilen hüküm ve kararların, ukubat bahisleri ile tanzim edildiğini söyleyebiliriz.
Bu temel bölümlerin haricinde, kişinin ölümden sonra mal varlığının durumunu belirleyen kaideler, vasiyet ve miras başlığı altında irdelenir. Fıkhın zaman içerisinde gelişmesiyle, kamu hukuku (ahkam-ı sultaniye), maliye hukuku (emval), devletler arası hukuk (siyer) gibi konular da ayrı başlıklar altında ele alınmaya başlamıştır.
Çağdaş yazarlara göre fıkhın konuları itibari ile yapılan tasnifi şu şekildedir:
İbadetler
Ahval-i Şahsiyye
Muamelat
Ukubat
Ahkam-ı Sultaniye
Siyer (Uluslararası Hukuk)
Adab
Fıkhın Kaynakları
Fıkıh bir yönüyle ilahi bir yönüyle beşerî bir ilim dalıdır. İlahi olması esas kaynaklarının içinde vahyin bulunmasıdır. Beşerî olması ise ulema eliyle vahyin, toplumun ve zamanın ihtiyaçlarına göre yorumlanmasındandır. Fakat bu beşeriyet özelliğini iyi kavramak gerekmektedir. İslam’ın kaynaklarından hareketle kural ve kaideler istinbat etmek, elbette herkesin işi değildir. Ehil ulema tarafından yapılır. Ulemanın çıkarttığı hükümler, her ne kadar İslam adına olsa da bu durum o kimselerin ilahi bir hüviyet arz ettikleri anlamına gelmez. Zaten ulema sözünü hüccet kabul eden oluşumlar, İslam cemaatinden uzaklaşmış, zaman içerisinde yanlış bir yolda oldukları tescillenmiştir.
Fıkıh ilminin kaynakları genel olarak iki başlık altında incelenir. Bunlar şer’i ve fer’i delillerdir. (Bkz: Delil Nedir?)
Şer’i Deliller (Edille-i Şeriyye, Edille-i Feriyye) şunlardır:
Kur’an
Sünnet
İcma
Kıyas
Fer’i Deliller ise şunlardır:
İstihsan
İstishab
Mesalih-i Mürsele
Örf, Adet ve Teamül
Sahabe Kavli
Sedd-i Zerai
Şer-u Men Kablena
Şer’i Deliller
Fıkıhta Şer’i Deliller hükmün istibat edileceği deliller yani kaynaklardır. Fer’i Deliller ise hükmün üzerine inşa edileceği, destekleyici delillerdir. Kimi mezhep ve ulemaya göre İcma ve Kıyas Şer’i Delil hüviyetine sahip değildir. Kimi çağdaş fıkıhçıların nazarında ise kıyas bir delil değil, yöntemdir. Biz yazımızda Hanefi fıkıhçılarının tasnifinden görüşlerinden faydalanacağız.
-Kur’an
Kur’an yani vahiy, insanlığın rehber kitabıdır. İçerisindeki bilgiler, insanın ihtiyaç duyduğu, kendini gerçekleştirebilmesi, dünya hayatını en iyi şekilde değerlendirebilmesi ve yaşamına anlam katabilmesi adına vardır. İnsan vahiy ile hayata tutunur, aradığı manayı bulur ve hem dünya hem de ahiret saadetine kavuşur. Dolayısıyla kişinin ve toplumun önünü aydınlatacak ilk rehber; Kur’an-ı Kerim’dir. Bu sebeple Kur’an, fıkıh ilminin ilk kaynağını teşkil etmektedir. Fakat Kur’an salt bir hukuk kitabı gibi algılanmamalıdır. Hukuki öğretilerin de dahil olduğu soyut, evrensel değerlerin meknuz bulunduğu bir kâinat kitabıdır. Fıkıh ilminin ise Kur’an’dan beslendiği en temel nokta hukuktur. Kur’an-ı Kerim öncelikle temel hak ve özgürlüklerin korunmasına dair kaideler sunar. Bunlar (Makasıd-ı Şeria) ulemanın sistemleştirdiği şekilde şöyledir:
Canın Korunması – Aklın Korunması – Dinin Korunması – Neslin Korunması – Malın Korunması
Bunlarla beraber hukukta adalet, eşitlik, somutluk, vazife bilinci, evrensellik gibi noktalarda da ilahi düzeni inşa edecek önemli kavram ve doktrinleri de insanlığa öğretir. Böylelikle Kur’an her ne kadar bir dil ve kültür içerisinde olsa da tüm dünyaya hitap eden söylemler ve cevaplar içerir. Fıkıh ilmi de bu tükenmez bilgi hazinesini kullanarak, zaman ve mekân ikileminde hayata uyarlamaya çalışır.
-Sünnet
Efendimizin Allah’tan aldığı ve doğrudan yani lafzına hiçbir katkı sağlamadan insanlara ulaştırdığı mesaj vahiydir. Yukarıda da bahsedildiği şekilde vahyin temel esası Kur’an teşkil eder. Fakat bir vahiy türü daha vardır ki buna da Sünnet denir. İmam Şafii’nin “peygamberi bir bilinç” olarak tarif ettiği ve adını risalet koyduğu bu durum; peygambere ilahi bir pencerenin açılması ve oradan aldığı bilgileri halka ulaştırmasıdır. Daha teorik anlamda bu; Efendimizin ilahi bir yönlendirmeyle edindiği söz, fiil ve takrirleridir. Literatürde birinci türdeki vahye, Vahy-i Metlüv, ikinici türdeki vahye ise Vahy-i Gayr-i Metlüv denir. Sünnet de tıpkı Kur’an gibi fıkhın esas kaynakları içinde görülmüş ve hüküm istinbatı noktasında kullanılmıştır. Sübut, delalet, adalet, zabt yönlerinden farklı kategorilerde bulunan hadisler dolayısıyla farklı muamelelere tabi tutulmuşlardır. Fıkhi hüküm noktasında mütevatir hadisler tek başlarına yeterli olmuşlarsa da genel olarak Sünnet, Kur’an’dan hüküm çıkarma ameliyesinde aktif şekilde kullanılmıştır. Bu durumları şu şekilde maddeleştirebiliriz:
a- Teyit Edicilik:
Kur’an’da yer alan herhangi bir durumu, Sünnetin de ele alması ve teyit etmesi.
b- Açıklayıcılık:
Kur’an’da mücmel yani kapalı halde bulunan hükümleri açıklaması. Kur’an-ı Kerim’de bazı durumlar sadece genel detaylarıyla yer alır. Sünnet bunları ele alarak açıklar. Namaz, bunun en güzel örneğidir.
c- Kayıtlayıcılık:
Kur’an’da bazı konular mutlak olarak anlatılır. Dolayısıyla Sünnet, Kur’an’daki bu mutlaklığı kayıtlar, sınırlar ve kimi noktalarda istisnalar getirerek, hükümlerin kapsam alanını daraltır.
d- Hüküm Koyuculuk
Sünnet, Kur’an’ın ele almadığı bazı nüans noktalarda hüküm verici bir özelliğe sahiptir. Fakat Sünnetin getirdiği hükümlerin kapsam alanının çok geniş olmadığını belirtmek gerek. Bu nokta için yırtıcı kuşların yenmesinin haram olması örneğini verebiliriz.
Sünnet konusunun detayları için şu yazımıza göz atabilirsiniz: Sünnet Nedir?
-İcma
İcma, genel anlamda Efendimizden sonraki asırlarda yaşayan ulemanın yani müçtehitlerin görüş birliği etmesidir. Burada önemli olan ilk nokta icmanın, müçtehitler tarafından yapılmasıdır. Yani halkın bir görüş üzerine birlik etmesinin herhangi bir hükmi değeri yoktur. Diğer taraftan icma için de belli şartların hasıl olması gerekir. Bu şartlardan ilki icma konusunun dini bir hüküm olmasıdır. Ayrıca zaman içerisinde gerçekleşmesi ve mutlaka Kur’an ve Sünnetten bir dayanağının bulunmasıdır. İcma iki kısma ayrılır. Bunlar:
a- Sarih İcma:
Tüm İslam ulemasının görüşlerini açık bir şekilde dile getirdiği ve hemfikir oldukları icma türüdür. Fakat bu oldukça zor olmakla beraber örneği azdır.
b- Sukuti İcma:
Sukuti icma ise ortak herhangi bir görüş için diğer din alimlerinin karşı çıkmamaları ve bu yolla görüşü kabul ettiklerinin varsayılmasıdır. Fakat bu icma türü kimi ulema tarafından muteber sayılmamıştır. Çünkü hem icmanın yöntemi fasit hüküm vermeye açıktır hem de sukut her zaman ikrar değildir.
İcmanın esas amacı, nasların doğru anlaşılması ve yorumlanmasını sağlamaktır. Bu sayede ucu açık yorumlara karşı tedbir almak, batıl fırkalara karşı dini korumak böylece İslam’ı en sahih şekilde gelecek nesillere aktarmaktır. İfade edilen amaca binaen de icma, fıkıh ilminin temel kaynaklarından biri olma özelliğini kazanmıştır.
-Kıyas
Kıyas, mevcut hükümdeki illeti yani o hükmü doğran nedeni göz önünde bulundurarak yeni bir hüküm çıkarma yoludur. Kur’an’da خَمْرٌ (hamr) olarak geçen ve haram olduğu ifade edilen, sarhoş edici sıvılarla karşılaştırarak diğer içkilerin tespiti kıyasın en güzel örneğidir. Kıyas en temelde iki kısımdır:
a- Kıyas-ı Müsâvi:
Bu kıyas türü teknik olarak illetin asılda (nas) ve ferde (kıyas yapılacak olan) eşit şekilde bulunmasıdır. Yukarı verilen içki örneği bir kıyas-ı müsavidir.
b- Kıyas-ı Evlâ:
Kıyas-ı evlâ ise ferdeki özelliğin, asıldakinden daha güçlü olması durumudur. Mesela Kur’an’da anne babaya dövmeyin şeklinde bir uyarı yoktur. Ama “öf bile demeyin” şeklinde bir uyarı vardır. Kıyas-ı evlâ vasıtasıyla anne babaya öf demek haramsa, dövmek zaten haramdır neticesine ulaşıyoruz.
Kıyas konusunun detayları için şu yazımıza göz atabilirsiniz: Kıyas Nedir?
Fer’i Deliller
Fer’i Deliller, hükümleri destekleyici bir mahiyet arz ederler. Şer’i Delillerin hüküm istinbatında yetersiz kalmaları durumunda kullanılırlar. Mezheplere göre farklılık arz etse de temelde 7 adettir bu deliller.
-İstihsan
İstihsan, kıyasta istisnaya gitmeyi, kıyası yumuşatmayı sağlayan bir delil türüdür. Daha teknik anlamda bir konu hakkında akla ilk gelen çözümden vazgeçip, daha uygun bir çözümü kabul etmektir. Örneğin: para peşin, mal veresiye usulü fasit bir akittir. Çünkü görülmeyen mal satılamaz. Burada istihsan devreye girerek, görülmeden satılamayacak malların cinslerini belirler ve bu kuralın kimi noktalarda geçerli olabileceğini söyler. Dolayısıyla ortaya Selem akdi çıkar.
İstihsan konusunun detayları için şu yazımıza göz atabilirsiniz: İstihsan Nedir?
-İstishab
Bir şeyin aksi ispat edilmediği müddetçe, olduğu hal üzere kalmasıdır İstishab. Yani daha genel anlamda mevcut hakların korunmasını ifade eder. Örneğin bir kimseden haber alınamadığı müddetçe o kimsenin karısı, çocukları ve malları üzerindeki hakları devam edemez. Karısı boşanamaz ve miras bölüştürülemez.
-Mesalih-i Mürsele
Maslahat, yararın korunması ve gözetilmesidir. Mesalih-i Mürsele ise bir meselenin kitap, sünnet ve icma ile çözülememesi durumunda, yararın korunması ve zararın defedilmesi demektir.
Maslahat konusunun detayları için şu yazımıza göz atabilirsiniz: Istıslah Nedir?
-Örf ve Adet
Toplumun yapılması iyi ve güzel kabul ettiği şeylere örf denir. Zaman içerisinde sürekli yapılan ve yerleşik bir hal alan alışkanlıklara da adet denir. Fakat örf ve âdet haline gelen her şey iyi olmayabilir. Dolayısıyla İslam toplumların akıl ve din yönünden iyi olabilecek alışkanlarını örf-adet olarak kabul eder. Hükmün bulunmadığı noktalarda da bunlara göre karar verir.
Örf ve âdet konusunun detayları için şu yazımıza göz atabilirsiniz: Örf ve Âdet Nedir?
-Sahabe Kavli
Yine hükmün bulunmadığı noktalarda ve akılla bilinemeyecek meselelerde, İslam’ı en iyi anlayan kimseler olarak sahabe efendilerimizin sözleri tercih edilmektedir. Rey ve içtihat noktasında sahabe kavli pek çok mezhep için tercih sebebidir.
-Sedd-i Zerai
Sedd-i Zerai kötülüğe giden yolun kapatılmasını ifade eder. Yani İslam’a göre kötü kabul edilen bir eyleme sebep olabilecek eylemler de bu yolla mubah kabul edilmezler. Örneğin; 18 yaşından küçük bireylere sigara satılmasının yasak olması bu bağlamda değerlendirilebilir.
-Şer-u Men Kablena
İslam ile birlikte diğer dinlerin geçerliliği bitmiştir. Önceki dinlerin kutsal kitaplarında geçen kural ve kaideler Müslümanları ilgilendirmez. Fakat Kur’an-ı Kerim’de yer alan bazı hükümler, eski şeriatlarda da mevcuttur. Dolayısıyla bu türden hükümler de fıkıhta kullanılmaktadır. Şer-u Men Kablena delilinin en güzel örneği “cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş…” ayetidir.
Fer’i deliller kapsamında şu yazı ilginizi çekebilir: İstishab Nedir?
Fıkıh İlminin Doğuşu ve Gelişmesi
Fıkıh ilminin, İslam’ın nüzulünün en başından beri var olduğunu söyleyebiliriz. Efendimize vahiy geliyor, ardından sahabilere ulaşıyordu. Sahabe efendilerimiz gelen vahiyler sayesinde hayatlarını tanzim ve tesis ediyorlardı. Dolayısıyla fıkhın esas amacı böylelikle tahakkuk ediyordu.
Efendimiz Döneminde Fıkıh
Fıkıh ilminin bu boyutunu sistem kazanmadığı dönem olarak ifade edebiliriz. Sahabiler, akıllarına takılan bir soruyu ya da yaşadıkları sorunları Efendimize danışarak gideriyor, aldıkları bilgiler ışığında hareket ediyorlardı. Efendimizin dünyayı terkinden evvel yaşanan bu süreci de Mekke ve Medine olarak ikiye ayırabiliriz.
Mekke Dönemi
Bu dönemde İslam, Mekke müşriklerinin baskısıyla gizlice tebliğ edilmeye çalışılmıştır. Hem müşrik propagandalarının yoğun şekilde olması hem de İslam’ın yeni nüzul etmesi sebebiyle bu dönemde gelen vahiylerin iman ve ahlak ağırlıklı olduğu görülmektedir. Dolayısıyla bir birey olarak insanların muhatap alındığı, dinin öğretilmeye çalışıldığı ve yerleşik şirk anlayışlarının yıkılması amaçlandığı söylenebilir. Bu sebeple zina, içki, kumar, faiz gibi konuların vahiy aracılığı ile ele alındığını görüyoruz.
Medine Dönemi
Medine dönemi artık bireysel konuların azaldığı ve toplumsal konuların ağırlık kazandığı bir dönemdir. Hicret sonrası Medine’ye yerleşen Efendimiz ve ashabı, burada tam teşekküllü bir İslam toplumu oluşturmayı hedeflemiş ve bunun için ellerinden geleni yapmışlardır. Ensar–Muhacir kardeşliği (muâhât) bunun en çarpıcı örneklerinden biridir.
Diğer taraftan gelen vahiyler, toplumsal içerikli olmakla beraber tedrici bir mahiyet arz etmektedir. Yani toplumsal dinamikleri dizayn edebilmek adına gelen kurallar ve kaideler birkaç seferde indirilmiş, halkın adaptasyonu süreli şekilde gerçekleştirilmiştir. İçki yasağının dört etapta getirilmesi konuya dair güzel bir örnek olacaktır.
Efendimizin terki dünya edişinden sonra fetva ve hüküm noktasında doğrudan bilgi akışı kesilmiş haliyle Müslümanların dinin asıl kaynakları olan Kur’an ve Sünnet ışığında yeni karar ve uygulamalar geliştirmeleri elzem olmuştu. Fıkıh ilmi yeni bir evreye girmiş, sahabe ve tabiinin rehberliğinde sistemleşmeye başlamıştı.
Sahabe ve Tabiin Dönemi
Sahabe efendilerimiz dönemi İslam toplumunun büyüyüp geliştiği bir mahiyet arz eder. Fıkıh açısından değerlendirecek olursak Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer dönemlerini ayrıca ele almak gerekir. Diğer taraftan Kufe ve Hicaz ekollerinin temellerinin atıldığı, son derece dinamik ve üretken bir zaman bir dilimidir.
Hz. Ebu Bekir döneminde dine baş kaldırmalar (Ridde) olmuş, namaz ve zekât gibi konular sebebiyle irtidat eden kimselerle mücadele edilmiştir. Bu dönemin en ayırt edici tarafı Kur’an’ın Mushaf haline getirilmesidir. Hz. Ömer döneminde ise İslam medeniyeti farklı coğrafyalara yayılmış, bu coğrafyalarda karşılaşılan güncel problemler de fıkıh ilminin gelişip, güçlenmesine katkı sağlamıştır.
Kufe Ekolü
Kufe ekolünün kuruluş süreci İbni Mesud’un orada resmi göreve gelmesi ile başlamıştır. Irak’ta görev alan İbni Mesud, Medine’den çok farklı bir ortamla karşılaştı. Dolayısıyla yeni bir toplumun bireysel, sosyal ihtiyaçlarına cevap vermek için çözümler aradı. Zaten Medine’de Hz. Ömer’in fetva aldığı sayılı kişilerden biriydi. Diğer taraftan Efendimize en yakın sahabilerden olup, derinlikli bir ilmi birikime sahipti. Resmi işinin yanı sıra ilmi faaliyetlerde de bulundu. Ve rey temelli bir tefsir ve fıkıh oluşumunun başlatıcısı oldu. Kıraat ilminin temellerini attı.
İbni Mesud, Alkame b. Kays en-Nehai (ö.62), Amr b. Şurahbil el-Hemadani (ö.63) gibi önemli ilim adamlarını yetiştirdi. Bu kuşak ise İbrahim en-Nehai (ö.96), Amr b. Şerahil eş-Şabi (ö.104) isimlerin yetişmesine ön ayak oldu. Daha sonra aynı ekol içinden Hammad b. Süleyman (ö.120), Süfyan es-Sevri (ö.161), Ebu Hanife (ö. 150) isimler çıktı. Dolayısıyla İbni Mesud başlatmış olduğu ilmi hareket günümüze kadar ulaştı, gelişti ve büyüyerek tüm İslam coğrafyasına yayılmayı başardı.
Hicaz Ekolü
Hicaz ekolü, Irak’ta gelişen Kufe ekolü ile hemen hemen aynı dönemde ortaya çıkmıştır. Fakat Mekke ve Medine’deki sorunlar, Efendimiz döneminden çok farklı olmadığı için ya da aynı sorunların benzerleri olduğu için reye çok fazla ihtiyaç olmuyordu. Bu sebeple Hicaz ekolü nass ağırlıklı bir ilerleme kaydediyordu. Bu ekolden Şu’be (ö.160), Ma’mer b. Reşid (ö.153), Leys b. Sa’d (ö.165) gibi önemli isimler çıkmıştır. İmam Malik yine bu ekol içinde yetişmiş olan mezhep kurucu imamlardan bir tanesidir. Hatta ileriki dönemlerde radikal tutum sergileyen kimileri tarafından Zahirilik ekolü oluşturulmuştur.
Mezheplerin Ortaya Çıkışı
Mezheplerin ortaya çıkışı fıkıh ilminin artık tam teşekkül ve tedevvün dönemini oluşturmaktadır. Mezheplerin ortaya çıkışından önce geçen sürede ciddi bir ilmi miras oluşmuş ve çok sayıda alim yetişmişti. Fakat her ne kadar alim sayısı neredeyse tüm İslam beldelerine yayılacak kadar çok olsa da yine de tek bir otorite etrafında birleşme gereksinimi duyuluyordu. Diğer taraftan yöneticilerin de ihtiyaç duyduğu bir hukuk mevzuatı eksikliği söz konusuydu. Dolayısıyla fetva ve hüküm konusunda otorite kişi ve oluşumların ortaya çıkması, fetva ve içtihat noktasında bir kaynağa bağlı kalınması gerekiyordu.
Hukuk birliği ve hukuki istikrar sayesinde hem siyasal yönetimin mevzuat gereksinimi giderilecek hem de hevasına yenik düşme ihtimali olan kadıların önü kesilecekti. Çünkü yöneticiler zor da olsa zayıf karakterli kadıları ayartabilir, kendi lehlerine fetva vermelerini ve içtihatta bulunmalarını sağlayabilirdi. Bu sebeple otoritenin tesis edilmesi çok yönlü fayda doğuracaktı. İşte Ebu Hanifelerin, İmam Şafiilerin, İmam Maliklerin ortaya çıkışı böyle bir ihtiyaca binaen gerçekleşmişti.
Mezheplerin resmiyet kazanması durumu dünyada örneğine az rastlanır şekilde gerçekleşti. Zaten fıkıh ilmi halkın içinden çıkan, hiçbir yönetimden destek görmeden ulema tarafından oluşturulmuştu. Ve insanlar dinlerini iyi anlayabilmek ve yaşayabilmek adına ulemaya gidiyor, onlardan bilgi alıyor, derslerine katılıyor ve öğrendiklerini sosyal hayatlarında uyguluyorlardı. Her belde kendi içindeki ağır basan ekolün yolundan gidiyordu. Resmiyet kazanma sürecinde de halkın önem verdiği oluşumlar dikkate alındı. Dolayısıyla zaten sivil hayatta gayet olağan şekilde akıp giden hukuk sistemi, halkın hiçbir karşıtlığı olmadan resmiyet kazanmış oldu.
Fıkhın İstikrar Dönemi ve İçtihat
Mezheplerin oluşumu ve resmiyet kazanmasının ardından, İslam coğrafyaları yerleşik bir düzene oturmuş, hukuksal istikrar sağlanmış oldu. Bu istikrar hem yönetimlerin salahiyeti, hem mezhep çatışmalarının sonu hem de dini rehberliğin geleceği için o günlerde elzemdi. Fakat istikrarın sağlanması için içtihadın olmaması, dolayısıyla yeni hüküm ve mezheplerin doğmaması gerekiyordu. Netice olarak içtihat kendiliğinden fıkıh sahasından çekilmese de bu durum durgun ve durağan bir dönemi başlatmış oldu.
Diğer taraftan her ne kadar içtihat kapısı kapansa da mezhep içi tahriçler yapılmaya başlandı. Yeni soru ve sorunlara bu yolla cevaplar arandı. Fakat yine bu sefer de mezhep taassubu ortaya çıktı. Mezhep intikalleri tazirle cezalandırıldı. Genel olarak bakıldığında bu gibi durumların modern dönemlere kadar büyük problemler teşkil etmediği görülecektir. Çünkü taassup algısal bir durumdur. Dinle ve dinin fıkhi boyutu ile alakası yoktur. Diğer taraftan içtihadın olmayışı, ihtiyaçların cevapsız bırakıldığı anlamına gelmiyor, örf, maslahat, hiyel ve tahriç gibi yollarla hüküm ve fetva ihityacı gideriliyordu.
İçtihadın İslam toplumunda yeniden gündeme gelebilmesi için sanayi devrimine kadar beklemek gerekti. Sanayi devrimi ile hızlı şekilde değişen ve gelişen toplum, kendi içinde öncekilere benzemeyen çok daha farklı problemlerin ortaya çıkmasına neden oldu. Bu noktada sıkça sorulan sorulardan ve tartışılan konulardan bir şu oldu: problemlerimizi hala tek bir mezhebe göre mi cevaplayacağız yoksa tüm mezheplerin katıldığı eklektik bir yapı içerisinde mi?
Mecelle ve Fıkhın Kanunlaştırılma Süreci
İslam coğrafyalarında hukuk ihtiyacı, istikrar döneminde bahsedildiği şekilde giderilmiştir. Sanayi devrimiyle beraber gelen ve sosyal hayata etki eden değişiklikler fıkha da yeni bir boyut kazandırmıştı. Öncelikle her ne kadar mezhepler ve mezheplerin oluşturduğu fıkıh literatürü hüküm verme noktasında yeterli olsa da kolay değildi. Kitapları okumak, oradan bilgi almak ve fetva çıkarmak git gide zorlaşıyordu. Diğer taraftan Osmanlı’da kurulan Nizamiye Mahkemelerinde görev alan yargıçlar da aynı şekilde karar verme noktasında sorunlar yaşıyordu. Sair ülkeler temel kanunlarını yani anayasalarını belirlemişlerdi. Devlet-i Aliye’nin de böyle bir hukuk merciine ihtiyacı hasıl olmuştu.
Medeni kanunu Batı’dan almamak için Ahmet Cevdet Paşa (ö.1895) riyasetinde bir kanun kitabı hazırlanmasına karar verildi. Mecelle adı verilen bu kitap, fıkıh kitaplarında yer alan hükümleri sistematik şekilde bir araya getirecek ve bir anayasa tüzüğü teşkil edecekti.
İlk etapta Mecelle, sadece Hanefi fıkhına bağlı kalınarak hazırlandı. Tek farkı kimi noktalarda Ebu Hanife’nin değil onun talebesi olan Ebu Yusuf’un (ö.798) görüşlerini almasıdır. Sonraları ise bir Mecelle Tadil Komisyonu oluşturularak, hasıl olan ihtiyaçları karşılamak adına diğer sünni mezheplerden de yararlanma yoluna gidildi. 1917 yılına gelindiğinde Hukuk-ı Aile Kararnamesi hazırlandı. Hem Yahudilerin hem Hristiyan azınlıkların kendi dinlerine göre düzenlemelerin olduğu bu kararnamede, dört mezhep itibara alınırken kimi noktalarda, Ebu Bekir el-Asamm (ö.816) ve İbni Şübrüme (ö.761) gibi dört mezhep dışında kalan ulemanın da görüşlerinden faydalanıldı.
Mecelle, 1926 yılında Türk Hukuk Devrimi’nin gerçekleşmesi ve İsviçre medeni hukukunun kabul edilmesi ile yürürlükten kaldırılırken, Hukuk-ı Aile Kararnamesi bir yıl bile yürürlükte durmadan feshedilmiştir. Sonraki süreçte mezheplerin görüşlerinin kanun olma özelliği kaldırılmış, sadece diyani alanda insanların kişisel tercihine bağlı olarak kabul edilen doktrinler olmuşlardır. Dolayısıyla bugün fıkıh, inananların hayatlarına ilişkin dini cevaplar verebilme çabasını ve entelektüel bir zihni faaliyeti ifade etmektedir.
Bu makale ile ilintili olarak Fıkıh Usulü Nedir? makalesini mutlaka okumanızı tavsiye ediyoruz.
Kaynaklar
TDV İslam Ansiklopedisi, Fıkıh Maddesi.
Kubbealtı Sözlük, Fıkıh Kelimesi.
Bir Bilgi Türü Olarak Fıkıh ve Diğer Disiplinlerle İlişkisi, Faruk Beşer, Usul, 5, 2006.
TDV İslam Ansiklopedisi, Hanefi Mezhebi Maddesi.
TDV İslam Ansiklopedisi, Şafii Mezhebi Maddesi.
Fıkıh İlmine Giriş, Mehmet Erdoğan, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2013.
TDV İslam Ansiklopedisi, Fakih Maddesi.
İslamveihsan.com, Gerçek Fıkıhçı Kimdir Makalesi.
İlk Müslüman Toplumun Oluşumu ve Hz. Muhammed (sav): Kardeşleştirme Örnek Olayı Üzerine Tarihsel Bir Din Sosyolojisi İncelemesi, Mustafa Arslan, Eskiyeni/25, İstanbul, 2012.
Kur’an’ın İçki Yasağı Tedriciliği Üzerine Bir Araştırma, Necdet Ünal, Kelam Araştırmaları, 9:2, 2011.
İsviçre Medeni Kanunu’nun Türkiye Cumhuriyeti Tarafından Resepsiyonuna Uzanan Sürece İlişkin Genel Bir Değerlendirme, Cihan Osmanoğlu Karahasanoğlu, I. Türk Hukuk Kongresi Bildirileri.
Mecelle-i Ahkam-ı Adliyye’nin Yürürlüğe Girişi ve Türk Hukuk Tarihi Bakımından Önemi, Cihan Osmanoğlu Karahasanoğlu, OTAM/29, 2011.
Atatürk Hukuk Devrimi Üzerine, Erol Cihan.
İslam Hukukunda Gözetilmesi Zorunlu Maslahatlar Çerçevesinde İnsan Onuru, Ömer Faruk Haber Getiren, Türkiye İlahiyat Araştırmaları Dergisi, 3/1, 2019.
İmam Şafii’nin Fıkıh Usulünde Sünnet Fıkıh İlişkisi, Ahmet Keleş, Eskiyeni/37, 2018.
Kur’an-Sünnet İlişkisi Kur’an’da Risalet ve Sünnetin Teşrii Değeri, Kolektif, Kuramer Yayınları, 2020, İstanbul.
TDV İslam Ansiklopedisi, Kur’an Maddesi.
TDV İslam Ansiklopedisi, Sünnet Maddesi.
Ana Hatlarıyla İslam Hukuku (1.2.3. Ciltler), Hayreddin Karaman, Ensar Neşriyat, 2007, İstanbul.
Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, Mehmet Erdoğan, Ensar Neşriyat, 2013, İstanbul.
Herkes İçin Kolay Usul-ü Fıkıh, Faruk Beşer, Nun Yayınları, 2014, İstanbul.
Öncelikler Fıkhı, Yusuf el-Karadavi, Nida Yayınları, 2015, İstanbul.