e-Medrese

Gazzali ve Etkisi

12.09.2020

Hayatı

Ebu Hamid el-Gazzalî, 1058’de Horasan’da doğdu. Tus, Cürcan ve Nisabur’da okudu. Öğrenimini İmâmü’l-Harameyn Cüveynî’nin (1028-1085) dersleriyle tamamladı. Bağdat’a gitti, Nizamiye Medresesi’nin başına getirildi. İnanç dünyasında geçirdiği şüphe krizinden sonra müderrisliği bırakıp on bir yıl sürecek inzivaya çekildi. Sonra tekrar tedrisata döndü. Çok geçmeden yine inziva hayatına başladı. Burada 1111 yılında ruhunu teslim etti.

Etkisi

İmam Gazzalî “Kuşku gerçeğe iletir” ilkesini formüle ederek René Descartes’e (1596-1650), “Deney olaylar arasında bağlantı olduğunu gösterir; ama aralarında zorunlu bir bağ olduğunu göstermez” fikriyle David Hume’a (1711-1776), “Akıl, tüm bilgileri kavramada bağımsız değil; zaman ve mekânın da harici gerçekliği yok” diyerek Immanuel Kant’a (1724-1804); son olarak dönüp sezgiye güvenerek Henri Bergson’a (1859-1941) öncülük etmiştir.

Diğer yandan felsefeyi ehlisünnet kelamcıları için izlenebilecek bir konuma getirdi. Kelamcılar arasında felsefeye ilgi onun sayesinde giderek arttı. Kelamın büyük ölçüde değişmesine yol açtı. Kelam kitapları felsefe konularını yoğun şekilde içerir hale geldi. Tüm kelamcıların etkisinden tesirlidir imam Gazzalî’nin ümmete etkisi. Tasavvuf ve Kelam’da yeni bir çığır açtı. Batı düşüncesi, Hıristiyan ve Yahudi düşüncesi üzerine de etkide bulundu. Modern Avrupa felsefesi üzerindeki tesiri büyüleyici derecedeydi. Eserleri Batı Afrika’dan Okyanusya’ya kadar okundu.

Düşüncesi

İmam Gazzalî’nin yaşadığı devir siyasi ve ilmi bakımdan İslam düşüncesinin zirveye ulaştığı bir dönem olarak karşımıza çıkmakta. Zira bu asra kadarki gelişmeler sonucunda bu çağda kelam, tasavvuf, felsefe kurulup sistemleşti. Ayrıca Nizamulmülk’ün (1018-1092) kurduğu Nizamiye Medresesi gibi önemli eğitim kurumları sapık cereyanlara karşı Ehlisünnet akidesini koruyup yaymakta önemli role sahiptiler.

Gazzalî, ruhunu doyuma ulaştırmak için dönemin bütün önemli dini ve fikri akımlarını kendi şahsında topladı. Kat edilen çeşitli batıni mesafeleri kendi nefsinde yeniden tecrübe etti. O aynı zamanda hem fakih hem filozof hem septik ve sufi hem de kelamcı ve ahlakçı idi. Şüphesiz en önemli yanı kelamcı olması. Üretken şahsiyeti sayesinde kelamı ihya etti ve onun değerlerini yeniledi, geliştirdi. Felsefeye bakışı kayda değer bir orijinallik taşır; şekil vermekten öteye daha çok tenkitçidir. En ince ayrıntılara inebilen analitik bir yaklaşımla felsefecileri tenkit eder. Samimiyeti ve açık fikirliliği sayesinde haklı oldukları noktalarda da görüşlerini kabul eder. Olağanüstü bir fikri cesaretle Aristoteles (382-322) ve Platon (427-347) felsefeleri ve bunların Farabi (870-950) ve İbni Sina (980-1037) gibi Müslüman temsilcileri için çok güçlü bir ehlisünnet müdafisi olmuştur.

Ayrıca insanların din veya mezhep seçerken kesin bilgiye dayanmadıklarını gördü. Taklit, çevre etkisi, büyüklerin ardından gözü kapalı gitmek; fırkalardaki bağnazlık, din ve mezheplere şiddetle bağlılığı körüklüyordu. Hâlbuki bir taklidi diğer taklitten üstün tutmak ahmaklıktı. Bunu fark ettikten sonra yakini bilginin yollarını aramaya başladı. İlk olarak kafasındaki bilgi cümbüşünü elekten geçirdi. İki bilgiye güveniyordu; duyu (hissiyat) ve akıl (zaruriyat) ile elde ettiği bilgiler. İlk yolla bildiği şeylerden şüphe etmeye başladı. Çünkü hisler insanı çoğu kez yanıltıyordu; ufukta ufacık görünen yıldız aslında çok büyüktü. Geriye sadece aklın dayattığı bilgiler kaldı. Üç, ondan küçüktür gibi zaruri/ apriorik bilgiler güvenilir gibiydi. Fakat akıl duyulardan bağımsız değildi; duyular gibi akıl da yanıltabilirdi. Akıl, duyular algılarken yanıldığını kanıtlıyordu; aklın ötesinde başka bir “hâkim” de aklın hükümlerindeki yanlışları kanıtlayabilirdi.

Böylece duyumsal ve zaruri/apriorik bilgilerin temelini sarstı. Her bilgiden şüphe etmeye başladı. Bu halden nasıl kurtulduğunu kendi şöyle anlatmakta: “Bu durum yaklaşık iki ay sürdü. Sonunda Allah beni bu hastalıktan kurtardı. Zaruri bilgilerin kesin bilgi olduğuna inandım. Bu bir istidlal sürecinde ortaya çıkmadı; sadece ve sadece Allah’ın kalbime bıraktığı bir nur sebebiyleydi.”

Eserleri

En çok eser veren İslam mütefekkirlerindendir. En meşhur olanı şüphesiz İhyâu ulûmi’d-dîn’i. Kelamda Fedâihu’l-Bâtınıyye, el-İktisâd fi’l-itikâd, Faysalü’t-tefrika beyne’l-İslâm ve’z-zendaka, el-Kanûnü’l-küllî fi’t-te’vîl; Felsefede Makâsıdü’l-felâsife, Tehâfütü’l-felâsife, el-Madnûn bih alâ gayri ehlih, el-Madnûn bih alâ ehlih, el-Münkız mine’d-dalâl, Mişkâtül-envâr, er-Risâletül-ledünniyye; Fıkıhta el-Basît fil-fürû, el-Vasît, el-Vecîz; Usulde el-Mustasfâ fî ilmi’l-usûl; Mantıkta Mi‘yâru’l-ilm Mihakku’n-nazar fî ilmi’l-mantık; Tasavuf ve Ahlakta İhya’u ulûmi’d-dîn, Mizânül-amel ve Bidâyetü’l-Hidâye’si eserlerinden birkaçıdır.

Latest posts by Mahmut Yurdakul (see all)

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

eMedrese bir İlmiye Vakfı projesidir.