e-Medrese

Helenistik Felsefe

Helenistik Felsefe

Helenistik felsefe döneminde 4 büyük ekol göze çarpmaktadır:

1. Epikürosçuluk
2. Stoacılık
3. Septisizm
4. Yeni Platonculuk

Dört okul tarafından şekillenen bu dönemin ortak amaçlarını şöyle sıralayabiliriz:

1. Bu dönemin en önemli amacı Akdeniz’in Helenleştirilmesidir.
2. Bu dönemin en önemli özelliği ise felsefenin konularını mantık, fizik ve etik şeklinde düzenlemesidir.
3. Bu dönemde filozoflar, Presokratik filozofların görüşlerini aynen benimsemişlerdir.
4. Epikürosçular, Demokritos’un atomcu görüşünü, Stoacılar, Herakleitos’un varlık görüşünü benimsemiştir.
5. Ön plana çıkan disiplin etik olmuştur. Çünkü kent devletin yıkılıp yerine imparatorluğun kurulması ve sınırların genişlemesiyle birlikte bireylerin kendilerine hatta topluma ve dünyaya yabancılaşmaları sebebiyledir. Din ve siyaset çöktüğü için kadere olan inanç zayıflar ve teselli felsefede aranır.

Epiküros (MÖ. 341-270)

Belli bir yaşam tarzını savunan ahlakçı filozof olarak bilinir. Ona göre insanın mutsuzluğu Tanrı, ölüm ve kaderle alakalı yanlış inançlar sebebiyledir. Varlığa ilişkin doğru bilgiye ulaşmak için mantık, var olan şeylerin doğal nedenleri için de fizik gereklidir.

Metafiziği

Maddeler halinde anlatalım:

1. İnsanı, Tanrı ve ölüm korkusundan kurtarıp ruh sükunetine ulaştırmayı amaçlar.
2. Varlık, atomlar ve boşluklardan meydana gelir. Bu ikisi dışında başka bir varlık yoktur.
3. Var olan şeyler de ezeli ve ebedidir.
4. Atomların yok olup hiçliğe gitmeyip aksine var olmaya devam etmeleri onların bölünemez ve değişmez olduklarını gösterir. Bir atom, varlığa gelmediği gibi yokluğa da gitmez. O değişmez, artmaz ve eksilmez. Atomların büyüklük ve şekil bakımından birbirlerinden farklı olabilmelerine karşı çıkar. Onların ağırlıkları farklı olduğu için aşağı ya da yukarı çıkarlar.
5. Cisimler bir şey içinde olup hareket etmek durumunda olduklarına göre boş bir mekânın olması gerekir.
6. Metafiziğinin 3. Temel aşaması “harekettir.” (1. Atom, 2. Boşluk) Ona göre atomlar hep aşağı hareket etti ve edecek. Aynı zaman da bu hareketlerde sapmalar da olur. Bu nedensizdir. Dolayısıyla olayların seyri önceden bilinemez.
7. Evren görüşünde “rastlantıya” yer vardır. Biraz da insanın seçme özgürlüğüne gönderme yapar.
8. Ona göre Tanrılar da atomlardan meydana gelmişlerdir. Fakat o atomlar en ince ve en yetkin atomlardır.
9. Tanrıları içinde bulunduğumuz dünyanın dışına yerleştirir. (Yani Tanrılar hiçbir şeye karışmazlar.) Evrende olup bitenler atomların çarpışıp birleşmeleri sonucu doğal olarak oluşurlar. Onun materyalist teolojisi insanları Tanrı, ölüm ve kader korkusundan kurtarmayı amaçlar.
10. Tanrılar bir şeye karışmadıkların korkmamak gerekir.
11. Ölüm, biz yaşarken yoktur. Geldiği zaman biz yokuz. Korkmamak gerekir.
12. Atomların gösterdiği sapmalar rastlantısal yani bir düzen içerisinde olmadığından kaderden de korkmaya gerek yoktur.

Etik Anlayışı

Epiküros hazcıdır. Esas gaye, acıdan uzak olmaktır. Bütün hayvanların acıdan kaçıp hazza koştuklarından hareketle bu sonuca varır. Ona göre tüm hazlar aynı değerde değildir. Hazları doğuran üç tür arzu vardır:

1. Yiyecek ve içecek (Doğal ve zorunlu)
2. Cinsellik (Doğal, zorunlu değil)
3. Zenginlik, lüks isteği (Doğal değil, zorunlu değil)

Bunlar bedensel hazlardır onun için. Küçümsemez ama fazlası mutsuzluğa götürür der. Bunların peşinden koşanlar doyumsuz kalır ve hep acı çekerler. Dolayısıyla hazzı ikiye ayırır: “Kinetik ve Statik”

Statik: Zihinsel ve ruhsal rahatlık verip kalıcı olan hazlardır.
Kinetik: Kısa, geçici ve bedene yönelik olan hazlardır.

Ona göre erdemli hayat bilgeliktir. Bilge insan neye ne kadar ihtiyacı olduğunu bilir ve ona göre hareket eder. Bir ekmek ve suya tav olur. Bir aşçının yemeği bile daha az mutluluk verir. Çünkü bilge, azla yetinmeyi bilir. Dolayısıyla en yüksek haz, ruhsal sükunettir. Bunun için de korkularımızdan ve acılarımızdan kurtulmalıyız.

Siyaset Felsefesi

Sözleşmeye dayalı bir devlet öğretisi ortaya koyar. Buna göre, önceden ortak bir çıkarı olmayan insanlar daha sonra ortak çıkarları için birlikte çalışarak daha fazla haz ve mutluluk elde etmek amacıyla devleti bir sözleşme temelinde kurarlar. Dolayısıyla devlet doğal olmayıp birey için var olan sözleşmeye dayalı bir kurumdur.

Stoacılık

Kıbrıslı Zenon (MÖ. 334-262) tarafından kurulmuş, diğer okullar gibi etik görüşleriyle seçkinleşmişlerdir.

Bilgi Kuramları

Onlara göre dil ve düşünce doğuştan gelen bir şey değildir. İnsan zihni tabula rasa denilen boş bir levha gibidir. Onlara göre kavramların temeli deneyime dayanmakla birlikte, ölüm, zaman, mekân gibi kavramlar benzerlik kurma yoluyla zihinsel işlemlerle kurulur. Zihnin genel kavramlar oluşturma kapasitesi doğuştandır fakat bu kapasitenin gerçekleşmesi için deneyime ihtiyaç vardır.

İnsan zihni, kendisindeki akılla evrensel akıl özleri itibariyle bir oldukları için dünya düzeni kavranabilmektedir. Dolayısıyla Stoacılar gerçekliği, ayrı bir idealar dünyasına değil de maddi bir dünyaya yerleştirmişlerdir. Onlara göre bilgi, “şu” diye gösterebildiğimiz bireysel ve duyusal varlıkların algıya dayalı bilgisidir.

Metafizik Görüşleri

Onlara göre evren, etkin ve edilgin olmak üzere iki ilkeden meydana gelir. Etkin güç Tanrı ya da akıl, edilgin olan ise maddedir. Tanrı onlar için aşkın ve tinsel bir varlık değil, tıpkı etki ettiği ve ona şekil verdiği madde gibi maddi bir yapıdadır. Herakleitos’tan etkilendikleri için onlara göre Tanrı, evrenin ilk kaynağı olan etkin “ateştir.” Tanrı ile dünya arasındaki ilişki ruh ve beden gibidir. Dolayısıyla Tanrı dünyadan ayrı değildir. Hareketsiz ve biçimsiz bir maddeye şekil veren ve hareket ettirendir.

Tanrının var olan her şeyi en iyi şekilde düzenlediği düşüncesi, onları kötülük probleminin hesabını verme durumuyla baş başa bırakmıştır. Özetleyecek olursak:

1. Var olan kötülükler göreli kötülüklerdir savunusu.
2. Dünyada her şeyin karşıt çiftler halinde olduğu, iyiye iyi diyebilmemiz için kötünün var olması gerektiği savunusu.

Etik Anlayışları

Evren tek bir canlı organizma, insan da bu evrenin bir parçasıdır. Evren nasıl bir akıl tarafından yönetiliyorsa, insan da kendini aklın denetimine bırakmalıdır. Akla uygun davranmak, erdemli olmak ve doğaya uyum sağlamaktır.

İnsan doğal düzene boyun eğerse kendisini gereksiz sıkıntı ve tedirginlikten kurtarır. İnsan, kendini bu olumsuz duygulardan kurtarabilirse ya da Stoacıların ifadesiyle “duygusuzluk” durumuna gelebilirse, huzur ve mutluluğa ulaşabilir. Erdemsizlik dediğimiz şey ise, doğa yasalarına karşıtlıktır. Erdem, mutlak iyi bir şey, erdemsizlik de mutlak kötüdür.

Bu ekolün önemli isimlerinden biri olan ve azatlı köle olan Epiktetos’a göre, insanın elinde olmayan şeylerin bir kısmı doğrudan kadere bağlıdır. Ona göre dünya bir tiyatro, bizler ise oyuncuyuz. Herkesin rolü ve herkesin makyajı farklıdır. Başkasında olup da bizde olmayan şeylere üzülmek tamamen saçmalıktır.

İstediğimiz şeylerin aksine gerçekleşiyorsa her şey, ilahi aklın bizim için istediği daha hayırlıdır. İtiraz ve isyanda bulunmamak gerekir. Dünyada kötü bir şey yoktur. Kötülük bizim olaylarla ilgili yorumlarımızdır. Her şey Tanrı’ya aittir. Dolayısıyla erdemli insan, bir şeyi kaybettiğini söylemez, geri verdiğini söyler.

Ölümün bizzat kendisi kötü değil, onu kötü gösteren bizim yorumlarımızdır. Can emanettir, zamanı gelince geri verilecektir. Ona göre hayatın amacı bir içsel huzurdur. Buna da ancak istekler yok edildiğinde ulaşılabilir. İnsanı mutsuz kılan şey dünyaya çokça tamah ve sahip olduklarını kaybetme korkusudur. Bu durumlardan kurtulmak rıza ve tevekkülle mümkündür.

Toplum ve Siyaset Felsefesi

Stoacılar, evrensel aklın yasaları altında yönetilen evrensel bir devlet düşüncesine, yani dünya üzerinde ayrı ayrı devletler ve ayrı ayrı yasalar değil de dünya üzerinde tek bir yasa ve tek bir devlet düşüncesine varmışlardır. Onlara göre insanlar arasında kesinlikle hiçbir fark yoktur. Tek bir fark varsa o da Tanrı’nın kaderini olduğu gibi kabul edip razı olan bilgelerle buna karşı çıkan budalalar arasındaki farktır. Bununla birlikte köleliği bile gerçek bir özgürlükle bir tutmamışlardır. Zira onlara göre gerçek özgürlük, insanın kendi duygularının kölesi olmadığı bir iç özgürlüktür. Bu açıdan değerlendirildiğinde bir köle özgür, bir kral da köle olabilir. Onların yönetim idealleri bilgeler tarafından yönetilen evrensel devlettir. Yürürlükteki hiçbir yönetim şekli onlara uymasa da onlar monarşiyi daha uygun bulmuşlardır.

Septisizm

Okulun kurucusu Piron’dur (MÖ.365-275). Doğruyla yanlışın birbirine karıştığı zamanlarda ortaya çıkıp bir ruh sükunetine ulaşıp insanlara da bunu göstermeye çalışmışlardır. Bütün açıklamaların aynı güç ve değerde olduğunu savunan septikler, hiçbir açıklamanın hakikati tekeline alamayacağını ve mutlak doğruluk iddiasında olamayacağını savundular. Bu yüzden hiçbir konuda hüküm vermeyip yargıyı askıya almayı tercih ederek olumlama ve olumsuzlama tavrından uzak durdular. Gerçek bir dünyada yaşadıklarından hiçbir zaman şüphe duymadılar. Şüphe ettikleri tek şey bu dünyanın gereği gibi açıklanabilmesiydi. Piron, gerçekliğin algı ve akıl yoluyla bilinemeyeceğini söyleyerek dış dünyayı felsefi tartışma ve araştırma konusu olmaktan çıkarmıştır.

Dolayısıyla bir septiğin, her şeyden kuşku duyduğunu, hiçbir şeyi kabul etmediğini söylemek doğru olmaz. Çünkü onlar fenomenlerden yani görünenlerden kuşku duymaz. Nitekim Piron’un öğrencisi Timon şöyle der: “Biz ateşin yaktığını algılıyoruz, fakat yakmanın onun doğasını meydana getirip getirmediğine gelince, yargıyı askıya alıyoruz.” Yani septikler, görünüşlerin gerisindeki gerçekliğin bilinmeyeceğini söylerler. Bir şey görünür, fakat o şeyi herkes farklı farklı görür. Dolayısıyla onlara göre bilge kişi, var olan bir şeyin arkasını düşünmemeli (İdeasını formunu vs.) ve yargıyı askıya almalıdır. “Bu böyledir” demek yerine “bana böyle görünmektedir” demeli.

Etik Anlayışları

Septisizm, neyin iyi neyin kötü olduğu üzerinde durmamakla insanın birçok güçlük ve sıkıntıdan kurtulduğunu söyler. Mesela bir şey hakkında iyi deyip onu nesnelleştirmeye kalkışanlar olur. Oysa o şey iyi değil, kötüdür. Sloganik bir şekilde ifade etmek gerekirse: “Askıya al, rahatla.” Bu rahatlık ruh sükunetini de beraberinde getirerek mutluluğa götürür. Onlara göre bilgi imkânsız olduğundan insan boş kuruntularla uğraşmaz. Ölümün ne olduğunu bilmediğimiz için ondan korkmaya da gerek yok. Bilgi mümkün olmadığı için insan bilgilenmek amacıyla araştırma yapmaz ve kendisini zahmete sokmaz. İnsan için her bakımdan rahatlatıcı bu durum, huzur ve sükunettir.

Yeni Platonculuk

Plotinos (MÖ.205-270) tarafından kurulmuştur. Platon felsefesine dayanır. Hristiyanlık ve İslam felsefesine etkileri olduğundan bu felsefe çok önemlidir. Orta Çağ filozofları dini inançlarını felsefe yoluyla temellendirmek istediklerinden Aristo’yu keşfedene kadar Plotinos’un felsefesini kullanmışlardır. Onun felsefesinde Tanrıya yükseliş ya da “Bir” olanla birleşme vardır.

Plotinos, Tanrı’yı hem her şeyin kaynağı hem de insanların kendisine dönecekleri yer olarak gösteren bir felsefe geliştirdi. Stoacıların, Epikürosçuların, Pythagorasçıların, Aristocuların görüşlerini inceleyip reddeder. Bunların ruhun doğasını kavrayamadıklarını ileri sürer.

Stoacılar, ruhu maddi bir cisim, bir nefes olarak tanımlamışlardır. Pythagorasçılar, ruhun bedenin ahenk ve uyumu olduğunu öne sürmüşlerdir. Yani bedende ahenk olmasa ruh da olmayacaktı. Aristoculara göre ruh, insan bedeninin formuydu. Bu anlayışlara itiraz edip bu görüşleri tamamen reddeder. Bundan sonra kendi sistemini denemeler şeklinde kaleme alır. Daha sonra öğrencisi Porphyros tarafından 9 bölümden oluşan 6 kitap şeklinde tasnif edilir. (Enneadlar adıyla bilinir.)

Varlık Sistemi

Platon’da ideaları var eden ve idealar dünyasında bulunan bir “İyi” ideası vardı. Plotinos bunu Tanrılaştırdı. Ona göre Tanrı aşkın olduğu için, yani bu dünyada olduğu için sonlu ve bölünebilir bir varlık değildir. Çünkü değişim, bu dünyaya özgüdür. Tanrı, insan zihninin düşünceleriyle de sınırlanamayacağı için dil ile de ifade edilemez. Her niteleme yalnızca O’nu sınırlamaya yarar. Yani kısacası onun ne olduğunu değil, onun ne olmadığını söyleyebiliriz ancak.

Mutlak Birlik olduğuna işaret etmek için Tanrı’ya “BİR” der. O kendisinden çıkan her şeyin, nedeni olmayan nedenidir. Bölünmez, değişmez, ezeli ve ebedidir. Bu dünya Tanrı tarafından yaratılmış olamaz. Çünkü yaratma bir eylemdir. Eylem ise hareketi ve değişmeyi gerektirir. Oysa Tanrı değişmez. Ayrıca yaratma irade ve bilinç gerektirir. Fakat bunlar da Tanrı için bir sınırlamaya işaret eder.

İşte bu noktalarda Platon’dan bir kez daha yararlanır ve onun İyi ideasıyla güneş arasında kurduğu analojiyi kullanır. Diğer bir ifadeyle var olanları açıklayabilmek için bir emanasyon metaforu geliştirir. Diğer adıyla Sudur teorisi. Bu öğretiye göre var olan şeyler Tanrı’dan sudur eder. Tıpkı ışıkların güneşten çıkıp yayılması gibi. Tanrı her şeyin varlık kaynağı ve ilk nedenidir. Tanrı ona göre bu süreçte ne değişir ne azalır ne de hareket eder.

Eserin Tanrı için hiçbir değeri yoktur. Tanrı’nın maddi varlık alanına bir bağımlılığı da yoktur. Aksine maddi varlık alanının ona bağımlılığı vardır. Bu anlayış bütün bir Orta Çağ felsefesine damgasını vurmuştur. Bir varlık hiyerarşisi oluşmaya başlar. Buna göre varlıklar, nasıl ki güneşe yakın oldukları ölçüde aydınlık olur, uzaklaştıkları ölçüde karanlık oluyorlarsa, sudur sürecinde varlıklar da Tanrı’ya yakın oldukları ölçüde değerli ve yetkin, Tanrı’dan uzak oldukları ölçüde değersiz ve kusurlu olurlar.

Bu sürecin en tepesinde “Tanrı”, en aşağısında “madde” bulunur.

Tanrı Anlayışları

1. Akıl
2. Nous
3. Madde
Bu süreç üç aşamalıdır.

İlk adımında “Nous”, yani akıl vardır. Nous, Tanrı’daki birliğin, yerini yavaş yavaş çokluğa bıraktığı sürecin ilk adımıdır. Tanrı bu sistemde bir şey olmadığı için O’nun ilk varlık olması söz konusu olamaz. O yüzden ilk adım Nous ile başlıyor. Bu Nous öyle bir Nous ki, dünyada ne kadar şey varsa hepsinin ideası buradadır. Onun temel faaliyeti saf temaşadır. O sadece ideaları değil, esas kaynağı düşünür, temaşa eder. Nous, kendisinden mükemmel olanı temaşa ettiği için kendisinden zorunlu olarak bir şey taşar. Bu da Sudur teorisinin ikinci adımını oluşturur.

İkinci adımda “Ruh” vardır. Ruh, Nous’tan taşar. Maddi ve manevi gerçeklik arasında bir köprü oluşturur. Nous’tan daha az bir yetkinliğe sahiptir. Nous, saf bir düşünce iken, onunkisi öyle değildir. Ruhun iki yönü vardır. Bir yönüyle Nous’a yönelir. Saf düşünce olarak ideaları temaşa eder. Diğer yönüyle duyusal dünyaya yönelerek maddeye düzen getirir. Plotinos, ruhun ikinci yönüne “doğa” demiştir.

Üçüncü ve son evre: “Madde” Madde Tanrı’dan uzak olduğu için yoksun ve kötüdür. Ayrıca madde değişen dünyanın vazgeçilmez temeli olarak kabul edilmek durumundadır.

Plotinos’a göre duyusal dünya her ne kadar kötü de olsa kökeni ve kaynağı itibariyle iyi ve güzeldir. Bu onun sanat anlayışına yansımış ve Platon’dan bu konuda ayrılmıştır. Platon’a göre resim, gölgenin gölgesinden ibarettir. Oysa Plotinos’a göre kaynağa doğru gidildiğinde oradaki iyiden dolayı iyidir.  Kısacası duyusal dünya kaynağı itibariyle iyi fakat tözü itibariyle yani madde oluşundan dolayı kötüdür.

Kurtuluş Kuramı

İnsan, ruh ve bedenden oluşur. Beden yok olup gitse bile ruh ölümsüzdür. İnsanın ruhu, az evvel sudur teorisinde geçen ve Nous’tan sudur eden Ruh’un ilk yönünden çıkmıştır. -Nous’tan sudur eden ruhun iki yönü var demiştik. Biri Nous’a yönelir ideaları temaşa eder, diğeri de dünyaya yönelir. Hatta adına “doğa” demiştik. İşte insan ruhu Nous’a yönelen Ruh’tan çıkmıştır.

Daha sonra duyusal yaşamın kaçınılmaz etki ve çekiciliğinin bir sonucu olarak, özüne aykırı olan maddi varlık alanına düşmüştür. Ruhun düşüşü, bedenle ruhun birleşmesidir. Bu, ruhun faaliyetinin sınırlanması anlamına geldiği için kötü bir şeydir. Bu nedenle bireysel ruha düşen Tanrı ile birleşmedir. Fakat bu birleşme oldukça güçtür. Bunun için kişinin ahlaki erdemler geliştirmesi gerekir. Burada önemli olan bedenin, ruhun daha yüksek amaçlarını geliştirmesine engel olmasını önlemektir.

Tanrı ile birleşme yolunda ruhu harekete geçiren ilk temel güç, aşktır. Bu adımla birlikte arınma süreci başlar ve çileli bir yaşam söz konusu olur. Bundan sonraki aşamada ruh, duyusal algılardan soyutlanarak yüzünü Nous’a döner. Nous’la birleştiğinde bile ruhun hâlâ “ben” yönü vardır. O yüzden hazırlık devam eder. En sonuncu aşamada mistik bir vecd hali içinde ruh, Tanrı ile birleşir.

Bu makaleyi okuyanlar için tavsiye yazılar:
“Orta Çağ Felsefesi”
Epikürcülük
Septisizm
“Yeni Platonculuk”

Kaynaklar

Felsefe Tarihi, Ahmet Cevizci, Say Yayınları, 2017.
Felsefe Tarihi, Alfred Weber, Kabalcı Yayınları, İstanbul, 2015.
Felsefeye Giriş, Ahmet Arslan, Adres Yayınları, Ankara, 2013.
Dinler Tarihi, ed. Baki Adam, Grafiker Yayınları, İstanbul, 2010.
Felsefenin Öyküsü I, Frank Thilly, İzdüşüm Yayınları, İstanbul, 2000.
Neden Hiçbir Şey Yok Da Bir Şey Var, Kolakowski, Jaguar Yayınları, İstanbul, 2018.


ETİKETLER: , , ,
BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.