Karl Marx – Materyalizm

İçindekiler
Karl Marx (1818-1883)
Marx ile birlikte pratik bir felsefe zuhur etmeye başlar. Çünkü o, problemin artık dünyayı anlama problemi değil de dünyayı değiştirme problemi olduğunu söyler. Marx sadece bir felsefeci değil daha sonraki sosyal teoriyi fazlası ile etkileyecek bir tarihsel gelişme öğretisi ortaya koyan bir sosyal bilimcidir. Aynı zamanda bir ahlakçı ve de bir peygamberdir. Çünkü o, tarih teorisini, olup bitmiş olan şeyleri açıklamak için değil, insanlığın bir bütün olarak kaderiyle ilgili kehanette bulunmak ve çok daha önemlisi dünyayı baştan aşağı değiştirmek için kullanır. Proletarya devrimi ve sınıfsız toplum, onun gözünde kapitalist bir ekonominin özünde var olan çelişkilerin zorunlu sonuçları olmak durumundadır. Marx’a göre insanlık tarihinin, içinde barındırdığı her sosyal sistemin, kaçınılmaz olarak karşıtına dönüştüğü bir zorunlu gelişme süreci vardır.
Tarihsel Materyalizm
Marx, Tanrıya iman etmenin ahiret hayatına, Cennet ve Cehenneme inanmanın akıl yolu ile temellendirilemeyeceğini, ama hayatları sosyal düzen tarafından engellenen insanların ihtiyaçları ve ertelenen ümitleri yoluyla açıklanabileceğini savunur. Dolayısıyla da insanların maddi bedenlerle bir şekilde bir araya gelmiş ruhlar olduğu görüşüne de şiddetle karşı çıkar.
Toplumsal Yapının Analizi
Bir toplumun dinini, ahlakını, sanatını, felsefesini, politikasını ve hukuk sistemini anlamak için o toplumun üretim güçleri ile iktisadi yapısının doğasını bilmek, anlamak gerekir. Marx, tarihsel süreç içinde ortaya çıkan her toplumda, zenginliğin paylaşımıyla toplumun sınıflara bölünme tarzının neyin ve nasıl üretildiğine bağlı olduğu önermesinden yola çıkar. O, insanların kendi geçim araçlarını üretmeye başlar başlamaz, kendilerini hayvanlardan ayırma noktasına geldiklerini söyler. İnsanların örgütlenerek üretime başlamaları, insanı insan yapan şeyin üretim olduğunu gösterir.
Tarihsel Dönemler
Tarihsel Materyalizm anlayışı dinamik boyutuyla bir tarihsel dönemler teorisi sunar. Bu teoriye göre başlangıçtaki ilkel komünizmi köleci toplum, köleci toplumu da feodalizm izler. Feodalizmin ardından da kapitalizm gelmek durumundadır. Bu farklı sosyal düzen tiplerinden birincisi olan ilkel komünizm, iktisadi bakımdan durağan bir toplumu tanımlar. Sadece bir şeyler yenilip içildiği sürece üretim yapılmaktadır. Dolayısıyla insanların emeğine ya da kulluğuna ödeme yapılması gerekmez. Emeğin baştan beri sosyal olduğu bu toplumda hâkim mülkiyet tipi de ortak mülkiyettir.
Marx’ın tarihsel materyalizmine göre daha sonra sınıflı veya köleci topluma geçilir. O, bu geçişi mümkün kılan şeyin savaş ve savaş yolu ile elde edilen esirler olduğunu anlatmak ister. Zira burada savaş esirinin hayatı, onun galip gelene, haklarından yoksun bir biçimde basit bir çalışma aracı gibi hizmet etmesi koşuluyla bağışlanır.
Marx’ın tarihsel materyalizm öğretisine göre, kapitalizmde sınıf mücadelesinin en az üç temel özelliğinden söz etmek mümkündür. Burada ona göre sınıflar, biri üretim araçlarına sahip olan burjuvalar, diğeri de emeklerinden başka satacak hiçbir şeyleri olmayan işçilerdir. Kapitalist sistemde emeğin değerinin arz ve talep tarafından belirlenmesi, emeğin ürününün emeğin maliyetinden daha yüksek bir bedelle satılması ve böylelikle artı değerin üretim araçlarına sahip olan burjuvalar tarafından alınması, işçinin sömürülmesine ve emeğin yabancılaşmasına yol açar.
Marx, kapitalizmde rekabet koşullarının etkisiyle sömürünün giderek artacağı ve işçilerin daha da yoksullaşırken az sayıda patron ya da zenginin daha çok zenginleşeceği kehanetinde bulunmuştur. İşte bu hususun onun yanıldığı yer olduğu söylenebilir. Çünkü onun sosyalist devrimin gerçekleşme ihtimalinin neredeyse yüzde yüz olduğuna inandığı ileri kapitalist ülkelerde, işçilerin yaşam koşulları önemli ölçüde düzelip yükselmiştir. Bu noktada yanılmış olsa dahi bu sistemde işçilerin onun yabancılaşma adını verdiği bir süreçten geçerek insanlıktan çıktıklarını söylemekte yerden göğe kadar haklı olduğu kabul edilir.
Kapitalizm Eleştirisi

Marx’a göre mübadele insani erdemleri bozar. Ahlaki erdemler sadece pazar ekonomisinin belirlediği amaçlara ulaşmak için kullanılan araçlar haline gelirler. Söz gelimi parayı ödünç veren ile ödünç alan arasındaki ilişkide, bildik insani erdemler potansiyel kredi riskinin terimleriyle ifade edilip hesaplanır. Güvenilirlik bundan böyle bir erdem olarak görülmez, fakat borç alabilmenin bir aracı haline gelir. İnsanın birtakım ihtiyaçlarının bulunması ve söz konusu ihtiyaçları karşılamak için gerekli olan ürünler üzerinde bir kontrolünün olmaması olgusu, Marx’ın gözünde değer anlayışının pazar güçleri tarafından şekillendiği anlamına gelir. Öyleyse gelişmiş bir mübadele ekonomisinde, işçinin ihtiyaç duyduğu ürünlerin meydana getirilmesi amaçlanmaz. Üretim sınırını belirleyecek olan şey ihtiyacın ölçüsüdür.
Üretimin ihtiyaçla ve dolayısıyla da insanın özü ile ölçülmesi gerekir. İşte bu Marx için gerçek mübadeleyi gösterir. Oysa pazar ekonomisinde ücretli işçinin üretilen şey üzerinde hiçbir kontrolü olamaz. Burada üretimi belirleyen şey ihtiyaç değildir. Bunun yerine üretim, ihtiyacın ne dereceye kadar karşılanacağını belirler. İnsanların birbirlerine ihtiyaç duymaları olgusu Marx’a göre insanın özünün ayrıca sosyal olduğunu ortaya koyar. İnsanlar üretmek, ürettiklerini paylaşmak ve gelişmek için sosyal ilişkiler içinde olmak durumundadırlar. Bu ilişkiler bilinçli bir tarzda yönetilip yönlendirilmezlerse mübadele şeklini alır ve pazar güçleri bireylere hâkim olmaya başlar. Marx, insanın özünü gerçekleştirebileceği yegâne toplum türünün cemaat veya komünal organizasyon olduğunu öne sürmüştür.
Yabancılaşma

Ürüne ihtiyaç duymakla birlikte onu kontrol edemeyen birey, ürünün kölesi olup çıkar. Kapitalist düzende emeğinin ürününe yabancılaşan işçi, kendi meydana getirdiği ürünün, en sonunda tahakkümü altına girer. Emek, özgür etkinlik olmaktan çıkar, kapitalistin çıkarına hizmet eden bir araç haline gelir. Bu koşullar altında işin kendisi de anlamsız hale gelir. İşçi kapitalist düzende yoğun iş bölümünden dolayı üretim eylemine de yabancılaşır. Marx’a göre kapitalist düzende üretim, mühendislik hesaplarına göre dikkatlice ayarlanan işçi tipi sayesinde artırılır. Üretim süreci büyük bir titizlikle planlanır. Çok çeşitli işlemler birbirlerinden ayrılıp bağımsız hale getirilirken işçiler de başat özelliklerine göre sınıflanır ya da gruplanırlar. İşçi, artık üzerinde en küçük bir etkisinin bulunmadığı üretim faaliyetinde basit bir vida sıkıcısıdır.
Yabancılaşmanın bu üç düzeyi, yani insanın emeğinden, üründen ve üretim sürecinden yabancılaşması, onda yabancılaşmanın bir boyutunu ortaya koyar: Tinsel ya da manevi yabancılaşma. Yani insanlar sadece hayatlarının değil fakat kendilerinin de boş ve değersiz olduğu hissine kapılırlar. İnsan kapitalizme özgü üretim faaliyetlerinde, türün kendisini yansıtan, olumlayan ve destekleyen bir dünya ile karşı karşıya gelmez. Dünyası onun emeği ve gerçekliği olarak görünmez. O, yabancı bir dünya ile karşı karşıya bulunmaktadır. Böyle bir yabancılaşma insanın insana yabancılaşması sonucunu doğurur.
Sosyal yabancılaşma, bireyin kendi varlığının gerçek hayattaki görünümüne uygun düşen bir toplumsal zeminden yoksun kalması anlamına gelir. Bireyler bir cemaat içinde bilinçli bir tarzda organize olamadıkları için onların etkileşimine yabancı güçler egemen olur. İnsanlar arasındaki ilişkiler yarışmacı ilişkiler olup çıkar. İnsanlar şeylere olduğu kadar kişilere de sahip olunması gereken objeler olarak bağlanırlar. Bu ise insanların başka insanlara birer amaçtan ziyade araçlar olarak bağlandıkları anlamına gelir. Hatta Marx, kapitalist düzende kocanın karısı ile olan ilişkisinin bile bir sahip olma ilişkisi olduğunu söyler.
Sosyal yabancılaşmanın daha ileri bir boyutu ise Marx’a göre her türden fetişizmdir. O, modern kapitalist toplumun yalnızca teknoloji tarafından üretilen nesnelere taptığını da söyler. Bu düzende insanlara gösterilen saygı, verilmesi gereken değer, teknolojiye ve teknoloji tarafından üretilen nesnelere verilir. Böyle gerçek bir fetişizm içinde insanlar birbirlerini değeri olmayan makine ya da araçlar olarak görürlerken, makineler de Tanrılaştırılır.
Kapitalist toplum düzeni şu halde insanları birbirlerinden tümden uzaklaştıran toplumun insan için dayanılmaz hale geldiği ahlaksız bir düzendir. Marx, insanın ahlaklı olabilmesi için yabancılaşmanın aşılması gerektiğini söyler. Çünkü cemaatin çıkarına değil de belli bir bireyin çıkarına çalışmak, ne belli bir özgürlük türüne ne de bireyin gelişmesine hizmet eder. Marx, genç bir hukuk öğrencisi iken hukuku bir dönemin ruhu olarak yorumlayan ve dolayısıyla her toplum için farklılık gösterdiğini söyleyen ezeli-ebedi bir adalet normu bulunduğu düşüncesine şiddetle karşı çıktı. Bu yüzden de her dönemin kendi hâkim fikirleri ve kendi felsefesi olduğunu söylemiştir.
Bu makaleyi okuyanlar için tavsiye yazı: “Pragmatizm”
Referanslar
[1] https://tr.wikipedia.org/wiki/Karl_Marx
[2] https://tr.wikipedia.org/wiki/Proletarya
[3] https://tr.wikipedia.org/wiki/Kapitalizm
[4] https://islamansiklopedisi.org.tr/ahiret
[5] https://islamansiklopedisi.org.tr/cennet
[6] https://islamansiklopedisi.org.tr/cehennem
[7] https://tr.wikipedia.org/wiki/Tarihsel_materyalizm
[8] https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0lkel_kom%C3%BCnizm
[9] https://tr.wikipedia.org/wiki/Feodalizm