e-Medrese

Modernizm

Modernizm

Modernizm

İlerleme ideali modernizmin temel dogması olmuş, ancak geleneğin boyunduruğundan kurtulmak suretiyle mutluluk ve özgürlüğün elde edilebileceği yönünde tartışılmaz bir inanç oluşturmuştur. Modernizm, ekonomiden felsefeye modern olmayan her şeyin sorgulanmasının gerekliliğini savunmaktadır.

İslam Modernizminin Özgün Karakteri ve Önemli Özellikleri

İslam modernizminin temel tezi, geleneğin ilmi ve rasyonel süzgeçten geçirilerek yorumlanması gerektiği şeklindedir. İşte bunu yaptıklarında Müslümanlar, çağdaş değişme ve gelişmelerin altında ezilmeyecekler, bilakis ona yön vermeye muktedir hâle geleceklerdir.

Modernizmin Diğer Yenilikçi Hareketlerden ve Islahatçılıktan Farkı

Fazlurrahman’a (1919-1988) göre ihyacılığın Gazzâlî’ye (ö.505/1111) kadar geri giden bir geçmişi vardır. Fazlurrahman “Yeni İhyacılık” adını verdiği ikinci bir yenilenme hareketinden bahseder ki, İhvan ve Cemaat-i İslami gibi siyası ıslah projelerine sahip yapılar tarafından temsil edilmektedir. Fazlurrahman’ın “Klasik Modernizm” adını verdiği üçüncü yenilenme hareketi ise Seyyid Ahmed Han (1817-1898) ve EfganîAbduh ekolleri ile onların mirasından başkası değildir.

Klasik modernizmin Fazlurrahman’a göre en problemli tarafı sağlam bir metodolojiye dayanmamasıdır. Bu nedenle öykündükleri Batı’yı hakkıyla anlayamamışlardır. Batı’yı bir bütünlük içinde gördükleri için, Batı’nın kurum ve dairelerine seçmeci ve bağdaştırmacı şekilde yaklaşmışlar, bu nedenle hem tutarsız davranmışlar hem de yenilenme hedeflerine ulaşamamışlardır.

Modernizmin Özellikleri

İslam modernistleri bozulma ve çözülüşün asıl sebebinin Müslümanlar olduğunu, asıl sorunun “Bugüne İslam diye gelen din” olduğunu ileri sürerek dinin kaynaklarını, dinin anlaşılma usullerini ve sürüp gelen dini geleneği derin bir sorgulamaya tabi tutmaktadırlar. Bu akımın temel prensiplerini şu şekilde maddeleştirebiliriz:

1- Modernist çözümlerde akıl ön plandadır.
2- İslam modernizminde icraat yerine söz ve yazı ön plandadır.
3- İslam modernizminin “siyasal” olmaktan çok “kültürel” yönü baskındır.
4- Öncüleri veya sözcüleri daha çok akademik ilahiyat eğitimi almış, sosyal bilimler formasyonuna sahip ve felsefi birikimleri yüksek kişilerden oluşur.
5- Geleneksel dini eğitimden geçen Fazlurrahman gibi meşhur modernistler, bu müktesebatlarını gelenekle hesaplaşmak için ustalıkla kullanmışlardır.

Bir İslam modernisti sayabileceğimiz Ali Şeriati (1933-1977) modernist derin sorgulamayı bir “teşrih operasyonu” (detaylı anatomik inceleme) olarak nitelendirir. Şeriati’ye göre bunu din âlimleri yapamazlar. Çünkü onlar din hakkında konuştuklarında dinin kutsallığına en ufak bir halel getirmek istemezler. Fakat dinin bedenini teşrih masasına yatırma durumundaki “din aydınları”, iki yaklaşım biçimine de sahip ve yatkın oldukları için, dinin kutsallığını sarsıyormuş gibi gözükmelerine karşın aslında ona en büyük iyiliği yapmış olanlardır.

Şeriati’ye göre temel sorun, İslam’ın yeniden inşası ve yeni nesilleri cezbedecek bir hayat yolunun ortaya konulmasıdır. Bu açıdan, Şeriati’nin nazarında Hasan el-Bennâ’nın (1906-1949) “yasakçı” dini İslam değildir.

İslam Modernizmi ve Kur’an

Modernistlere göre sadece Kur’an’dan ilham alarak çağdaş sorunların üstesinden gelinebilir. İslamiyet’in yeniden zamana damgasını vurması ancak bu metotla gerçekleştirilir. Kur’an dışında olan her şey eleştirilmelidir.

İslam Modernizminin Varyasyonları

Metinselci Modernizm

Ekol mensupları, Kur’an’ın başka bir kaynağa ihtiyaç bırakmayacak şekilde açık, anlaşılır, yeterli, her şeyi kapsayan ve kendisini açıklayan bir özellikte olduğunu, manasının da herkesin anlayacağı biçimde metinde içkin olduğunu kabul ettiler. Kur’an ayetlerinin metin manalarının tümüyle “umumi ve evrensel” olduğunu söylediler ve ayetleri “güncelleştirme” yoluyla çağdaş olaylara tatbik ettiler.

Güncelleştirme işinde “çağdaş maslahatlar” belirleyici olmuştur. Maslahatlara aykırı düşen hadis malzemesi, “akla arz” ve “tabiata arz” yöntemiyle teste tabi tutulmuştur. Aklın ve tabiatın prensiplerine uymadığı iddia edilen hadisler reddedilmiş, uyduğu düşünülenler ise kabul edilerek kullanılmıştır.

Kur’an-ı Kerim’e söz konusu modern yaklaşımın en tanınmış temsilcisi, Seyyid Ahmed Han’dır. Ahmed Han, miracı rüya olarak yorumlamış, Kur’an’da geçen cinleri dağ adamları olarak tanımlamış, Kızıl Deniz’in Musa Peygamber için yarılışını basit bir med-cezir hadisesi olarak açıklamıştır. Rasyonel alanda bir karşılığı olmayan melekler anlatım sembolleri olmaktan öteye bir varlık anlamı taşımıyordu. Ahmed Han, Kur’anî hükümlerde “dini-dünyevi” ayrımına gidiyor, dünyevi olanların zamana uygun olarak değişebileceğini söylüyordu.

Faizin ancak fakirden alındığında günah sayılacağını, hırsızın elini kesme cezasının ancak cezaevi sistemini yürütemeyen geri kalmış ülke ve hükümetler için geçerli olacağını, cihadın ise sadece savunma amaçlı yapılacağını ileri sürüyordu.

Seyyid Ahmed Han’ın temelini attığı Aligarh Müslüman Üniversitesi modern İslam anlayışını geliştirmek amacıyla kuruldu. İslam dünyasının muhteşem geçmişini önemle öne çıkarmak suretiyle Müslümanlara öz saygı kazandırmak ve İngiliz eğitim modeline uygun İslami bir tedrisat başlatmak amacıyla tesis edilen okulun kadrosu içine ünlü oryantalistleri de dâhil etmişti. Hindistan’ın önemli fikir ve ilim adamlarından Şiblî Nu’manî (1857-19149, Muhammed İkbal (1877-1937) ve Mevdudi (1903-1979) tarafından tenkit edilmiştir. 1920 yılında üniversiteye dönüşerek daha muhafazakâr kimlikle eğitim-öğretim hizmetine devam etmektedir.

Kur’ancılık (Kur’aniyyun) akımının en derli toplu temsilcisi Hindistan Ehl-i Kur’an ekolü, büyük ölçüde Seyyid Ahmed Han öncülüğünde 19. yüzyılın ikinci yarısında doğdu. Bugüne güçlü şekilde gelen diğer bir Kur’ancı cemaat, 1938’de Delhi’de ortaya çıkan Tahrîk-i Tulû’-ı İslam’dır. Hareketin en önemli ismi Gulam Ahmed Pervîz’dir (1903-1985). Pervîz, hadisler hakkındaki görüşleri nedeniyle gelenekçi ulema tarafından tekfir edildi ve İslam sosyalizmini savunduğu için de İslamcı çevrelerce şiddetle eleştirildi.

Pervîz, Hz. Muhammed’in (as) görevinin sadece Kur’an tebliğ etmek olduğu, onun Kur’an dışında hüküm koyma yetkisinin bulunmadığı kanaatindedir. Mısır, Arap dünyasında İslam modernizminin en fazla revaç bulduğu yer olarak gösterilir. Bu ülkedeki tarihi genellikle Muhammed Abduh ile başlatılan bu akım, birçok ünlü ismi içerisinden çıkarmıştır.

Kasım Emin’in (1863-1908) Müslüman kadının özgürlüğü hakkındaki modern fikir ve teklifleri, çok daha sonra ortaya çıkacak feminist Müslüman modernistlerin düşüncelerine göre bir hayli ölçülüdür. Ferid Vecdi (1878-1954) modern dünyanın keşfettiği her şeyi Kur’an’ın öngörmüş olduğunu, bu bilgilerin ayetler arasında saklı bulunduğunu belirmiştir.

Ali Abdurrâzık’a (1888-1966) göre İslami bir yönetim sistemi bulunmamaktadır ve bu nedenle hilafet kurumu aslında gayrimeşru sayılmalıdır. Kur’an’da da bir temeli olmayan hilafet, Hz. Muhammed’in dünyevi yöneticiliği için tasarlanmış bir vekâlet kurumudur. Hilafetin Müslüman dünyanın entelektüel gelişimini engellediğini, yolsuzluk gibi kötülüleri ise yaygınlaştırdığını iddia etmiştir.

Yayımladığı eserinde İslam’ın aslında hükümet etme işini insanlara bıraktığını, din ile siyasetin tamamen ayrıldığını söylemesi, Reşid Rıza (1865-1935) gibi modern fikirlere yakın âlimleri dahi rahatsız etmiştir. Bunun üzerine Abdurrâzık’ın, Ezher diploması iptal edilmiş, âlim unvanı geri alınarak üniversitedeki işine son verilmiştir.

Mısır’da tam anlamıyla Kur’ancı diyebileceğimiz öncü isimlerin en meşhuru kuşkusuz bir tıp doktoru olan Muhammed Tevfik Sıdkî idi. Makalesine başlık yaptığı “İslam sadece Kur’an’dan ibarettir” (el-İslam hüve’l Kur’an vahdeh) sözüyle özetlenebilecek bir çerçevede fikirlerini takdim eden Sıdkî, Hz. Peygamber’in söz ve fiillerinin sadece onun yaşadığı asrı bağladığını, günümüze yapacağı bir katkısı olmadığını söylüyordu. Sıdkî, düşüncesini ve tezlerini “Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.” ayetine dayandırıyordu.

Mısır’ın diğer bir Kur’ancı ismi Ahmed Subhi Mansûr’dur (1949). Çoğu Kur’ancı gibi hadislere bir değer atfetmemektedir. “Ehl-i Kur’an itikadı” başlıklı makalesinde, şehadet kelimesinin “Lâ ilâhe illallâh”tan ibaret olduğunu ileri sürmekte, tüm peygamberlerin eşit statüde olduğunu belirtmekte, Hz. Peygamber’in elçiliğine dair cümlenin ezanda olmaması gerektiğini iddia etmekte, O’nun Mescid-i Nebevi’deki kabrinin ziyaret edilemeyeceğini söylemektedir. Müslüman kadınların iyi ve barışçıl insanlar olmak şartıyla gayrimüslim erkeklerle evlenmelerinin helal, buna karşın ona göre “hiç de iyi insanlar olmayan” Bin Ladin ve Kârdavi gibi kişilerle evlenmelerinin ise haram olduğu fetvasını vermektedir. Beş vakit namazı kabul etmekle beraber namazdaki tahiyyat duasının Hz. Peygamber’e övgü içerdiği için okunamayacağını söylemekte, cihadın sadece savunma amaçlı olduğunu belirtmekte, Müslümanların yönetiminde halifeliğin değil demokrasinin geçerli olmasını istemektedir.

Kur’ancılık Türkiye’de daha çok “Kur’an İslamı” adı altında Hüseyin Atay, Süleyman Ateş, Yaşar Nuri Öztürk (1951-2016), Bayraktar Bayraklı, Muhammed Nur Doğan, Abdülaziz Bayındır gibi birçoğu ilahiyat kökenli akademisyenler tarafından temsil edilmiştir. Mısır Kur’ancıları gibi tüm hadis külliyatını geçersiz sayan bir yaklaşımı benimsememekle beraber, sübjektif bir seçiciliği tercih eden bu isimler, fikir ve maslahatlarına elverişli buldukları rivayet malzemesini yeri geldiğinde kullanmaktan çekinmemişlerdir.

Türkiye’de gerçek manasıyla Kur’ancılık 1980’li yıllarda ortaya çıkan ve kendilerine mealciler adı verilen gruplar tarafından temsil edilmiştir. Bazı Kur’ancıların daha ileri giderek mistik Hurufiliği andıran izahlar yapmak durumunda kaldıkları görülmektedir.

Mesela ünlü Kur’ancılardan birisi olan Edip Yüksel, Kur’an’ın insan kapasitesi üzerinde bir matematiksel kompozisyona sahip olduğunu söylemek suretiyle 19 sayısına dayandırdığı matematiksel kodlarla söz konusu göreliliği gidermek ve bu açığı kapatmak istemektedir. 19’culuğun fikir babası Mısırlı biyokimya uzmanı Dr. Reşad Halife’dir (1935-1990).

Halife, “Kur’an’ın 19 mucizesi” adını verdiği 19 sayısı ve katları ile Kur’an’daki sure, ayet ve kelimelerin birtakım matematiksel kompozisyonlarını kullanıyordu. 19 koduna uymadıkları gerekçesiyle Tevbe suresinin son iki ayetinin aslında Kur’an’ın bir parçası olamadığını iddia etti ve bu ayetleri içermeyen Kur’an meali neşretti.

Hadis inkârcılığı ve Tevbe suresinin son iki ayetini Kur’an’dan çıkarması nedeniyle Türkiye’nin tanınmış âlimlerinden olan babası Sadrettin Yüksel (1920-2004) tarafından mürted ilan edilen Edip Yüksel, daha çok Türkiye’ye dönük olarak kitap ve videolarıyla yaptığı davet faaliyetlerini Arizona’da sürdürmektedir.

Tarihselci Modernizm

Tarihselcilere göre, Kur’an’daki hükümlerin gerçek sebeplerini anlayabilmek için mutlaka o tarihi dönemin şartları dikkate alınmalıdır. Tarihi sebepler ve şartlar anlaşıldıktan sonra, çağımıza uygun hükümler Kur’an temelli olarak türetilmelidir. Eğer böyle yapılmaz da “evrensel” olduğu düşüncesiyle sadece metin ve literal anlam esas alınarak Kur’an yorumlanırsa, tahrif ihtimali artar. Ayrıca metnin esas alınması Kur’an’ın mesajını dondurmuş olmaktadır.

Fazlurrahman tarihselci İslam modernizminin fikir babası sayılmaktadır. Fazlurrahman ilk dini eğitimini Diyobend medrese mezunu babası Molla Mevlâna Şihâbüddîn’den Ders-i Nizâmî usulüyle aldı. On yaşında hafızlığını tamamladı.

Büyük ölçüde vâkıf olduğu geleneksel dini bilgi ile Batı’da karşılaştığı modern dini bilgi arasında fark ettiği paradoksal çelişki, akademik kariyerinin bu ilk safhasında Fazlurrahman’ı kendi ifadesiyle ciddi bir şüpheciliğe sevk etmiş fakat bu çelişkiyi dini bir bunalıma çevirmeden atlatmayı bilmiştir. Çelişkiye çözüm olarak sunduğu, “Bütün geleneklere devamlı yeniden hayatiyet kazandırılmalı ve onlar -taze yorumlarla- yenilenmelidir.

İslam[ adlı eserinde İslam düşünce tarihiyle âdeta hesaplaşmaktadır. Bu kitaptaki bazı fikirlerinden, özellikle de Kur’an’ın, manası ilahi ama lafzı Hz. Peygamber’e ait beşerî bir kaynak olduğu şeklindeki kanaatinden dolayı bazı gelenekçi çevreler tarafından başına ödül konarak katli istendi.

Fazlurrahman’a göre, İslam dünyasının kurtuluşu için derin bir fikri çabaya ihtiyaç vardır. “Fikri cihat” diye adlandırdığı bu gayretin düşünsel temeli, değişimin bir zorunluluk olduğu ilkesine dayanır. Günümüz Müslümanları, Kur’an’ın indiği tarihsel ortamdan daha farklı bir tarihsel ortamda yaşamaktadırlar. Kur’an ise her çağa hitap eden bir kitaptır. Kur’an’ın bu çağa hitabı ise tekil Kur’an hükümleri vasıtasıyla değil; tevhid, adalet, hürriyet, eşitlik, şura gibi “Kur’an’ın evrensel ilkeleri” vasıtasıyla olur.

Fazlurrahman bu hususta şu yöntemi önerir:

İlk önce Kur’an’ın indiği döneme gidilip siyer ve nüzul rivayetlerinin yardımıyla ayetlerin hangi maksatlara binaen, hangi genel ilkeleri yerleştirmek için indiği tespit edilir. Sonra bu ilkeler bugüne taşınır ve ilkelerin çağın şartlarında nasıl gerçekleşeceği tespit edilerek modern çözümlere varılır. Böylece Kur’an’ın emir ve yasakları zamanımızda yeniden etkinlik kazanır.

Mesela hırsızın elinin kesilmesini emreden Maide 38. ayetin maksadı eğer ağır bir cezayla hırsızlığın cezalandırılması, bu vesileyle adil ve huzurlu bir toplumsal düzenin oluşturulması ise, aynı maksadı çağımızda gerçekleştirecek daha ağır veya hafif başka bir ceza, ayetteki hükmî cezanın yerine geçebilir. Şunu vurgulamalıyız ki, Kur’an’da hırsız için konulan had cezası artık işlevini kaybetmiş bulunmakta, hiç de modern bulunmayan bu şer’i uygulama, yerini başka bir uygulamaya bırakmalıdır.

Tarihselci yöntem Fazlurrahman’dan sonra bazı farklılıklarla olsa da Muhammed Âbid Cabirî (1936-2010), Muhammed Arkoun (1928-2010), Nasr Hamid Ebu Zeyd (1943-2010), Hasan Hanefi (1935), Abdülkerim Suruş (1945) gibi isimler tarafından geliştirilip savunulmuştur.

Arkoun’a göre, kutsal kitap vahiy aracılığı ile artık tabiri caiz ise “ete kemiğe bürünmekte” ve tarihileşerek bu dünyanın bir parçası olmakta, ilahi tabiatını yitirmektedir. Söz konusu meseleye hasrettiği “Mefhumü’n-Nass” adlı kitabında benzer görüş ve tezleri savunan Kahire Üniversitesi profesörü Nasr Hamid Ebu Zeyd bu görüşlerinden dolayı mürted ilan edildi ve mahkeme kararıyla karısından boş olduğuna hükmedildi. Tanzimü’l-Cihad gibi örgütlerden aldığı ölüm tehditleri nedeniyle 1995 yılında Mısır’ı terk etmek zorunda kalıp Hollanda’ya göçmüştür.

1967’de yayımladığı “İslam’ın İkinci Mesajı” adlı kitabı Mahmut Muhammed Taha’nın (1909-1985) enteresan fikirlerini yansıtan bir eserdir. Bu çalışmasında Taha, Kur’an’ın biri asıl diğeri füru olan iki mesajının olduğunu ileri sürmektedir.

Mekke’de inen ayetler iman ve ahlakın temelleri olarak İslam’ın aslını teşkil eder. Medine’de inen ayetler ise İslam şeriatinin üzerine yükseldiği ahkâm ayetleridir. Bunlar Mekke ayetlerinin hedeflediği olgunluğa ulaştırmayı hedefler. Kişiler ve topluluklar bu seviyeye ulaştıklarında Medenî buyruklar geçerliliğini kaybeder. Dolayısıyla bugünün İslam mesajında, tarihsel kalan Medeni değil, asıl olan Mekke esas alınmalıdır. İnsanlar arasında “ikinci ve son mesaj” olan Mekke İslam’ına çağırılmaktır.

Mahmut Muhammed Taha irtidatla suçlandı, yargılandı ve mürted sayılarak ölüm cezasına çarptırıldı. Aynı davada yargılanan dört arkadaşı tövbe ederek kurtuldular. Tâhâ ise düşüncelerinde ve muhalefetinde ısrarını sürdürünce idam edildi.

Sudanlı Abdullahî Ahmed en-Naim (1946) İslam şeriatının üreteceği sistemin eninde sonunda modern tarzda laik bir devlet olacağını öngören Naim, klasik şer’i hükümlerin günümüzde tatbik edilemezliği konusundaki görüşlerini şöyle ifade eder: “Kuvvetle inanıyorum ki, günümüzdeki şer’i kamu hukuku uygulamaları hem Müslümanlara hem de İslamiyet’in bizzat kendisine son derce zarar veren uygulamalardır.

İslam Modernizmi ve Modern Yorumlar

“İlerici/yenilikçi” İslami yaklaşım anlamında kullanılan “progresif Müslümanlık” teriminin ne olduğu açıklanırken, bu anlayışın gelenekten kopmamaya çalıştığı belki de bunun bir çeşit “tenkitçi gelenekçilik” olarak anlaşılması gerektiği belirtilmektedir.

Tıbî’ye (ö.743/1343) göre, halifelik tarihsel bir siyasi kurum olup özü itibariyle hiçbir kutsallık taşımamakta, din ile bir ilgisi bulunmamaktadır.

İslam modernizminin diğer bir enteresan yüzü cinsiyet ve kadın hakları konusunda kendisini göstermektedir. Bu alanda en çok tartışılan konular örtünme, erkeğin çok evliliği, şahitlik, miras hakkı ve kadının toplumdan tecridi meseleleridir.

Beklendiği gibi modernistler, Kur’an kaynaklı olmasına rağmen kadının miras hakkı ve şahitlikteki eşitsiz hükümleri kabul etmemektedirler. Çoğu zaman feminist bir bakış açısının eşlik ettiği modern dini söylem, tesettür hükümlerini erkek egemenliğinin bir silahı ve kadını eve kapatmanın bir aracı olarak değerlendirmektedir. Mesela Faslı yazar Fatema Mernissi (140-2015) 1991’de yayımladığı Kadın ve İslam adlı kitabında Müslüman kadının mevcut ikincil ve baskılanmış konumunu kadın aleyhtarı muhtevaya sahip hadis malzemesine bağlamaktadır.

Amerikalı İslami ilimler profesörü Amina Wadud (1952) kadın erkek eşitliğini ilginç bir şekilde pratiğe taşımıştır. 2005 yılında 60 kadar erkek ve 40 kadar kadından oluşan cemaatine başka bir kadının okuduğu ezanın ardından Cuma namazı kıldırmıştır.

Gelenekçi ve İslami çevreler tarafından “liberal aşırılık (ğulüv)” olarak değerlendirilen bu namaza New York’taki üç camii müsaade etmeyince namaz Episkopal Katedrali’nde basının önünde ve protestolar eşliğinde kılınmıştır. Amina Wadud’un eşcinsel haklarının da bir savunucusu olduğu bilinmektedir.

Müslüman modernist kişi ve kuruluşların siyasi duruş olarak aynı pozisyonda olmadıklarını da bu bağlamda kabul etmek gerekir. Geniş anlamıyla üç farklı siyasal görüntüden söz edilebilir:

1-Liberal görüntü

İslam modernizminin en görünür yüzüdür. Marjinal cinsi tercihlerin dini düzlemde haklarının savunulmasına varacak kadar “bireysel” ve “özgürlükçü” bir yönelime sahip olan bu duruşun boyutları, bazen bir çeşit batıniliği andırır biçimde dinin temelini teşkil eden ibadetlerin şekli uygulamalarını iptal edecek, bazı haramları da belli şartlarda meşru hale getirecek derecede “aşırı rasyonel” bir liberalliğe kadar uzanabilir.

2-Anti Emperyalist Sol Görüntü

Sol modernist söylem de büyük ölçüde özgürlükçüdür. Ancak bu söylemin kapitalizme, dolayısıyla emperyalizme götüren serbest liberal değerlere ciddi itirazı bulunmaktadır. İslam’ın özünün çağdaş tabirle eşitlikçi sol bir içeriğe sahip olduğu belirtilmekte, Emevilerle başlayan tarihi süreçte dindeki bu özün yok edildiği, adil olmayan, baskıcı bir siyasal ve ekonomik düzenin onun yerine ikame edildiği ileri sürülmektedir.

3-Devletçi ve Laikçi Sol Görüntü

Bu çeşit modernist söylem, liberal ve sol söylemlerin aksine otoriter, baskıcı ve yasaklayıcı karakterlerde kendini gösterir.

İslam Modernizmine Yönelik Eleştirel Tespitler

Kaynakların devre dışı bırakılması modernistlere çok geniş bir alanda herhangi bir kısıt olmadan ve çok kere metodolojik ve ahlaki tutarlılık taşımadan serbestçe söz söyleme imkânı vermektedir. Modernizm doğruyu anlamak için değil, Batılı değerlerin ve çağdaşlığın gereklerini sağlamak için uğraş vermektedir.

Modernistlerin çözmek istediği sorunlar, oryantalizmin sorun diye ortaya koyduğu meselelerdir. Bunların çözümü için de oryantalizmin önerileri dikkate alınmaktadır. Bu durum İslam modernizminin aslında “dıştan tahrip” amacındaki oryantalizmin üstü kapalı formu olduğu çağrışımı yapmaktadır ve “içten tahrip” algısına güç katmaktadır.

Gelenek sorgulamasının nerede başlayıp nerede sonlanacağı tam olarak belli olmadığı için, modernistler üzerindeki kuşkular hiç kalkmamıştır. Bazılarının din aleyhtarı çevrelerle uzlaşık tavır ve söylemleri, dini hayatlarındaki görünür zaaf ve gevşeklikleri Müslüman kamuoyunun genel olarak tepkisini çekmekte, önerdikleri tecdid ve ıslah çözümlerinin lâdinî anlaşılmasına yol açmaktadır.

Modernizmin İslam âlemi üzerindeki tesirini araştıracak meşru bir otoritesi ve yüksek bir itibarı bulunmaktadır. Mevcut otorite ve itibarı çoğu defa prestijli Batı üniversitelerinde hoca olmalarından yahut internet imkânlarını ileri düzeyde kullanmalarından kaynaklanmaktadır.

Modernizm Karşıtı Çağdaş Bir Akım Olarak Gelenekselcilik

Gelenekselcilik, modernizm karşıtı bir hareket olarak karşımıza çıkar. Gelenekselciliği gelenekçilik ile karıştırmamak gerekir.

René Guénon (1886-1951) gelenekselciliğin kurucu ismi olarak bilinir. Guénon’un eserlerindeki amacı farklı din, kültür ve medeniyetlerdeki söz konusu “ortak” geleneksel özü keşfetmek ve açıklamaktır. Bu müşterek özü “ezeli hikmet” kavramıyla karşılayan düşünür ise Frithj of Schuon (1907-1998) gelenekselci hareketi kavramsal çerçevesi belli bir dünya görüşü hâline getirdiği, dolayısıyla ikinci kurucu isim olduğu kabul edilir.

Bu noktada gelenekselciliğin “dinlerin aşkın birliği” tezi karşımıza çıkar. Buna göre bütün semâvî dinler aynı gerçeğin farklı dinlerde ifade ediliş biçimleridir. Yani bir dini yaşayan kimse tüm dinleri yaşamış gibidir. Kur’an’da her millete peygamber gönderildiği ve peygamberler arasında bir farkın olmadığı bildirilmektedir. O halde ister Müslüman ister Yahudi ister Hristiyan, Hindu veya Zerdüşti olsun ilahi bir vahyi kabul eden bir insan, kelimenin evrensel anlamında Müslümandır.

İslam’ın modern çağda ihyası ve insanlığın kurtuluşu, ıslahatçı hareketlerin ve Müslüman modernistlerin tasarladıkları gibi maddi gelişmeyle değil, manevi gelişmeyle gerçekleşecektir. Bu ihya çabasında tasavvuf en önemli vasıtadır. Tasavvuf bu ekole göre İslam’ın kalbi mesabesindedir. Haliyle gelenekselci hareket tarzı, küçük halkalardan oluşan ilim ve irfan meclislerini esas almış, siyaset kulisleri ve miting meydanlarını hiçbir zaman davet için uygun bulmamıştır.

Müslüman gelenekselcilerin neredeyse hepsinin bir tarikat intisabı bulunmaktadır. Bazıları şeyhlik makamına yükselmiştir. Çektirdikleri kıyafetler içinde geleneksel kıyafetler içinde olmaya dikkat etmişlerdir. Tüm dinleri aşkın bir birliktelik içinde idrak etmek için dinlerin mistik yönlerini ortak zemin olarak kullanan gelenekselciler, belirli bir dine veya mezhebe çağırmak yerine, adına ezeli hikmet dedikleri ortak ilahi geleneğe ve değerlere çağrı yapmaktadırlar.

Bu değerlere göre insanın inançlı olması ve hayatını bu inanç doğrultusunda yaşaması yeterli görülmektedir. Kendini Hristiyan, Protestan, Müslüman ya da Sünni ve Şii şeklinde ifade etmek yerine, daha üst bir kimlikle, Allah katında ortak bir inanca sahip olan, tüm peygamberleri aynı zincirin farklı halkaları şeklinde gören bir akımın mensupları olarak tanıtmaktadırlar.

“Dinler arası diyalog” ve faaliyetlerinin büyük ölçüde gelenekselci tezlerden beslendiği söylenebilir. Gelenekselciliğin “dinlerin aşkın birliği” tezi, İslam’ın en son ve tek gerçek din olduğunu söyleyen ve onun önceki dinleri tümüyle neshettiğini ifade eden geleneksel İslamî düşünceyle bağdaşmaktadır. Gelenekselci ekolün Türkiye’de en bilinen yüzü şüphesiz ki İranlı akademisyen ve yazar Seyyid Hüseyin Nasr’dır (1933).

Bu makaleyi okuyanlar için yazı tavsiyesi: “İslam Dünyasında İhya Hareketleri

Kaynaklar

TDV İslam Ansiklopedisi, İslamcılık Maddesi.
Wikipedia, Modernizm Maddesi.
Wikipedia, İslam Modernizmi Maddesi.
Çağdaş İslami Akımlar, Mehmet Ali Büyükkara, Klasik Yayınları, İstanbul, 2018.
Çağdaş İslam Düşünürleri, ed. Cafer Karadaş, Ensar Yayınları, İstanbul, 2013.
İleri Okuma Önerisi: İslam Modernizminin Doğuşu ve İki Önemli Temsilcisi; https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/30743
İleri Okuma Önerisi: Klasik İslam Modernizmin Karakter Yapısı; https://dergipark.org.tr/tr/pub/bozifder/issue/37914/425983

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

eMedrese bir İlmiye Vakfı projesidir.