e-Medrese

İslam Dünyasında İhya Hareketleri

İhya Hareketine Genel Bir Bakış

İhya, tecdid, ıslah faaliyeti olarak bilinen veya daha yaygın şekliyle İslamcılık olarak isimlendirilen söz konusu hareket, 19-20. yüzyıllarda, İslam’ı bir bütün olarak yeniden hayata hâkim kılmak ve akılcı bir metotla Müslümanları, İslam dünyasını Batı sömürüsünden, zalim ve müstebit yöneticilerden kurtarmak, medenileştirmek, birleştirmek ve kalkınmak uğruna yapılan bir harekettir.

Fransızca kökenli reform kelimesi, Arapça kökenli tecdid kelimesinin yerine zaman zaman kullanılsa da, yaptığı çağrışım nedeniyle İslamcılar tarafından pek tercih edilmemiştir. Tecdid dinin aslına dönerek bir yenilenmeyi ifade ederken, reform, tarihte Batı Hristiyanlığında yaşandığı gibi dinin bizzat aslı üzerindeki bir operasyonel değişikliği çağrıştırmaktadır. İslamiyet, içtihat gibi araçlarla içeriden yenilenmeye pekâlâ müsaittir.

İhya Hareketini Hazırlayıcı Nedenler

Yeniden istikrara kavuşmak, galip devletleri taklit etmekle mümkündür.” Avrupa’da bulunan elçilerin, aydın ve öğrencilerin arasında beliren Batı hayranlığı, bir aşağılık duygusunu besliyor, kendine yabancılaşma durumu toplumun önemli bir kesiminde etkisini gösteriyordu. Kültür ve medeniyetlerinden utanır veya en azından kuşkulanır hale getirmekteydi. İhya hareketlerinin ortaya çıkmasında en temel neden ve güdü olarak bu maddeyi gösterebiliriz.

İhya Hareketinin Temel Meseleleri

İlk Kaynaklara Dönüş

Gerilemenin sebebi İslamiyet’in özünden uzaklaşılmış olunmasıydı. Bu nedenle ihyacı hareketler bazı modern araştırmalarda “ana kaynaklara dönüşçü” özelliği nedeniyle “yeni selefilik” veya “ıslahatçı selefilik” olarak tanımlanmıştır.

Terakki İçin İçtihat

İslamiyet’in modern dünyadaki bu kapsayıcılığı, kaynağını kutsaldan almakla birlikte akılla da kavrayıp temellendirilebilir. Zira İslam, akla uygun bir dindir. Gelişmeye engel olan dini unsurlar, dine sonradan ilave edilen geleneğin tortularıdır. İçtihat kapısı yeniden açılmalı, yeni hükümler üretilmeli, mezhep taklitçiliğinin önüne geçilmelidir.

Batıdan Faydalanma

Müslümanlar Batıyı üstün kılan ilmi, medeni ve teknik usulleri alarak kendi toplumlarını kalkındırmak zorundadır. Zaten Batı medeniyeti bugünkü yüksek seviyesine daha önce Müslümanlardan öğrendikleriyle ulaştı. Hz. Peygamber’in hikmet Müslümanın yitik malıdır, nerede bulursa onu alır sözü referans alınmalıdır. Fakat bu yararlanma faaliyeti mutlaka seçmeci (eklektik) bir tarzda yapılmalıdır. Çünkü yabancı ideolojiler ve ahlak anlayışları da bu arada alınırsa, bunlar İslam’ın asli değerlerine uymadığından, bu çeşit bir taklit gelişmeyi değil, tam tersi yıkımı getirir.

Eğitimde Reform

Medrese sistemini değiştirmek, pratik faydası olmayan devri geçmiş ders müfredatı yerine günün ihtiyaçlarına cevap verecek konuları okutmak, felsefenin ve pozitif[bilimlerin tahsiline önem vermek gerekmektedir. SeyyidAhmed Han (1817-1898) ve Muhammed Abduh (1849-1905), Said Nursi (1878-1960) ise Doğu Anadolu’da Zehrâ Medresesi.

İslam Birliği

Müslümanların siyasi birliği, İslamcılara göre İslam aleminin geri kalışını ve sömürgecilerin istilasını önleyecek tek çaredir. Cemaleddin Efgani’nin (1838-1897) İslam birliği ideali ise daha kapsamlıdır. Irkçı eğilimlerden uzak, din bağını güçlendiren müspet bir milliyetçilikten yana oldu. Mekke ve Medine’yi İslam birliğinin manevi merkezleri olarak tespit etti. Müslümanların her hac mevsimi bu merkezlerde toplanarak ümmetin ortak meselelerini görüşmelerini, aralarında iş bölümüne gitmelerini önerdi. Ancak bu hilafet ümmetin katılımı ve meşveret esası ile yürütülmelidir, mutlakıyet bırakılarak meşruiyete geçilmeliydi.

Şuraya Dayalı Yönetim

Bu yeni yaklaşım halk egemenliğine vurgu yaparak anayasa (kânûn-i esâsî) ve vekiller meclisi gibi yeni kurumları güçlendirmeyi hedefliyordu. Meşveret, şura, biat gibi İslami kavramlar ile, Batı kökenli demokrasi, parlament, serbest seçim, kamuoyu gibi kavramların arasında yakın irtibatlar tesis ederek İslamcı bir siyaset ideolojisi geliştirilmeye çalışıldı.

Yazılı Üretim

Kur’an merkezli bir düşünce tasavvuruna sahip ihyacı âlimlerin, ayetleri tefsir ederken Kur’an’ ı modern bilimle uyumlu bir kitap olarak gösterme gayretinde olduklarını anlıyoruz. Bu yorum tarzı, İslamiyet’in bilimsel gelişmeleri engellediği yönündeki iddialara bir cevaptı. Tantavi’nin (1862-1940) el-Cevahir adlı eseri bunun en meşhur örneğidir. Hz. Musa’nın önünde dağın erimesi haberini, SeyyidAhmed Han’ın volkanik bir patlama olarak açıklaması, yine Hz. Musa’nın elindeki asayla taştan pınarlar akıtmasını Said Nursi’ nin artezyenin işareti olarak göstermesi yahut kuşların attığı taşlarla Ebrehe ordusunun helakını Abduh’un bulaşıcı çiçek hastalığı ile izah etmesi, hissi mucizelerin aklileştirilmesi ve bilimsel hale getirilmesi gayretinin ilginç örnekleri olarak dönemin eserlerinde karşımıza çıkar.

İhyacıların/İslamcıların Müşterek ve Farklı Yönleri

Diğer taraftan, mesela ihya hareketine “Nereden başlamalı?” sorusuna verilen İslamcı cevaplarda önemli farklılıkların olduğunu görmekteyiz. CemaleddinEfgani’nin bu bağlamdaki cevabı özgürlük ve inkılâp olmuş, ömrünü ülke ülke dolaşarak geçirmiş, gittiği yerlerde siyasi faaliyetlere inandığı hedefler doğrultusunda ya bizzat katılarak ya da danışmanlık yaparak müdahale etmiştir.

Öğrencisi Muhammed Abduh ise siyasete mesafeli durmayı yeğlemiş, ıslahatçı bir mantıkla kurumların iyileştirilmesi, dini düşünce ve akidenin saf ve berrak hale getirilmesi, dini meselelere modern çözümler üretilmesi türünden konular üzerinde yoğunlaşmıştır. Abduh’un öğrencisi Reşid Rıza (ö.1865-1935) ise hocasının ölümünden sonra onun modernleşme yanlısı ıslahat çizgisini terk ederek, kendisine miras kalan Menâr ekolünü daha siyasi, aynı zamanda muhafazakâr ve selefi bir çizgiye yerleştirmiştir.

İlk İhyacılar / İslamcılar

Seyyid Ahmed Han (1817-1898)

Sipahi Ayaklanması sırasında İngilizlere bağlı kaldığı için taktir nişanına layık görüldü. İngiltere’ye giderek, bulunduğu on yedi aylık süreç içerisinde İngiliz üniversite sistemini inceledi. Ülkesine dönüşünde Tehzîbü’l-Ahlâk adıyla aylık bir gazete çıkartarak Müslümanları Batı kültürüne ve İngiliz hükümetine ısındırmak için çaba gösterdi; din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılması ve dinin her işe karıştırılmaması gerektiğini savundu.

İlerleme programını üç temel üzerine bina etmiştir:

1- Batı eğitim ve bilimini tereddütsüz kabul etmek ve Batılı normlarda yeni bir eğitim kurumu açmak.
2- Modern şartlar doğrultusunda dine ve kutsal kitaplara akılcı bir yorum getirmek.
3- İdarecilerle Müslüman halk arasındaki uçurumu kapatacak köprüler inşa etmek.

Kâinatın tamamen sebep-sonuç ilişkisiyle yürüdüğünü öne süren Ahmed Han, dolayısıyla mucize ve kerametleri kabul etmemiş, mucizelerle ilgili nasları tabiat kanununa uygun şekilde yorumlamıştır. Ahmed Han hadis-i şeriflerin kabulünde akla uyum kriteri getirmiş, bu uyumu bulamadığı hadisleri reddetmiştir. Onun, dinin anlaşılmasında Kur’an’la yetinen bir telakkiye sahip olduğu anlaşılmaktadır.

Din ile siyasetin birbirinden ayrılması gerektiğini savunur ve cihan şümul hilafet yönetimine sıcak bakmaz. Aslında Ahmed Han, tüm bu fikirleriyle ilk İslamcılar arasında aykırı bir konuma sahip olmuştur. Onun dini ihya eden değil, bilakis tahrip eden birisi olduğu ileri sürülmüştür. “Modern hayata yönelik özgün İslami bakış ve duruş geliştirmek yerine, İslam’ı modern hayata uydurmaya çalışmak” ithamı, Ahmed Han’ı diğer İslamcılardan ayıran bir ölçüttür.

Cemaleddin Efgani (1838-1897)

İslam ülkeleri arasında sağlam bağlar kurmak, mezhebi çatışmaları önlemek, güç birliği oluşturarak sömürgeciliğe karşı mücadele etmek üzere siyasi, ilmi ve kültürel faaliyetlerde bulunan Efgani, bu amaçlarla çeşitli teşkilatlara katılmış veya kurucusu olmuştur. Afganistan’da bir süre başbakanlık dahi yaptı. Bu mücadelesi boyunca birkaç kez tutuklandı ve sınır dışı edildi. Talebesi veya dava arkadaşı Muhammed Abduh’laEfgani’nin ıslahat programında İslam birliği fikrinin çok önemli bir yeri vardır. Ona göre bu birliğin başında mutlaka bir halife bulunmalıdır. Ancak yönetim, ümmetin katılımı ve meşveret usulü ile yürütülmelidir.

Mutlakıyetçi yönetimler İslami ve ahlaki değildir. Batı, güç ve hâkimiyetin sınırlarını keşfetmiş ve bunları yerli yerinde kullanarak ilerlemiştir. Bu sırların başına, düzen, sabır ve sebat gelir. Müslümanların bu değerleri alıp geliştirmeleri gerekir. Müslümanlara dinleri konusunda taassupkâr olmalarını öneren Efgani, Batı karşısındaki aşağılık kompleksini anlamsız bulur ve Orta Çağ’ın üstün İslam medeniyetinin hatırlatır. İslam’ın çağın şartlarına cevap verebilmesi, İslami prensiplerin güçlü şekilde hayatiyetini sürdürmesi için, değişen sosyal, siyasi, iktisadi şartlara göre içtihat edilmesi gerekir.

İçtihat kapısının kapalı olduğu fikri bu açıdan zararlıdır. Saltanat sistemi Batınîlik, kadercilik, hadis uydurmacılığı, medrese sisteminin bozuluşu, cehalet, amelsizlik gibi etkenlerle bu medeniyet duraklamış, sonra da gerilemeye başlamıştır. Bu süreci ilerlemeye doğru çevirmek, sistemli bir ıslahat projesiyle mümkündür.

Muhammed Abduh (1849-1905)

Dinler arası diyalog çalışmalarına önem verdi. Abduh’un ana hedefi, ilk kaynaklardan hareketle dinin anlaşılmasını sağlamak, itikadı Asr-ı Saadet’teki saflığına kavuşturup onun akıl ve ilimle ilişkisini güçlendirmek, değişen dünya şartlarında dinin rolünü tekrar etkinleştirmekti. Çağdaş bir İslam düşüncesi kurabilmek için modern Batı ile ilişkilerin geliştirilmesini düşünüyor, Batı’dan bilim ve tekniğin alınmasını teşvik ederken, bu medeniyetin dinimize uymayan taraflarından uzak durulmasını istiyordu.

Fıkıhta içtihadı savundu. Fetva ve kazâda maslahat prensibinin işletilmesini önerdi. Kutsama kastıyla olmaksızın heykel yapımına, şapka gibi Batılı kıyafetlerin giyilebileceğine, Ehl-i Kitab’ın kestiğinin yenilebileceğine dair verdiği ruhsatlar, dönemin bazı ilim adamları tarafından tenkit edildi.

Abduh’un din anlayışının yer yer modernist motifler taşıdığı gözden kaçmamaktadır. Abduh ve Ergani’den büyük ölçüde etkilenmiş isimler olarak öne çıkan Mehmet Akif (1873-1936), Musa Cârullah (2875-1949), Muhammed İkbal (1877-1938) gibi şahsiyetler Efgani’nin siyasi ıslahatçılığından çok Abduh’un kültürel ıslahatçı çizgisine yakın bir duruş sergilemişlerdir.

Mustafa Sabri Efendi (1869-1954)

Süleymaniye Medresesi’nde hadis müderrisliğine kadar yükseldi. Bir İttihat ve Terakki Fırkası mensubu olarak bir süre II. Abdülhamid muhalifi bir duruş sergiledi. Damat Ferid hükümetinde şeyhü’l-İslamlık görevine getirildi (1919-20). Anadolu’daki Millî Mücadele Hareketi’ne ve riyasetine güveniyordu. Karşı tedbirler alınmasını önerdi. Teklifi kabul edilmeyince görevinden istifa etti (Eylül 1920). Bu süreçte kurucusu olduğu Teâlî-i İslam Cemiyeti’nde İskilipli Atıf Efendi (1875-1926) ve Said Nursi ile çalıştı. Cumhuriyetin ilanından sonra yeni yönetim Mustafa Sabri’yi muhalif yüz ellilikler listesine dahil etti ve 1924’te vatandaşlıktan çıkarıldı.

Çıkardığı Yarın Dergisi’nde İslam dünyasındaki Batılılaşma hareketini tenkit etti. Başta Muhammed Abduh ve Reşit Rıza olmak üzere bazı Mısırlı âlim ve aydınları, İslam dinini Batı düşüncesi ve değerlerine göre yorumladıkları için ağır bir dille eleştirdi.

İnsanın fiilleri meselesinde, hürriyetçi Mutezile ve Maturidi görüşlere uzak duran Mustafa Sabri, Hanefi mezhebinden olmasına rağmen Cebriyyeci bir telakkiyle Eş’ariliğe yaklaştı. Hilafetin ilgasına şiddetle karşı çıkmakla beraber Millet Meclisi’nin bir şahs-ı manevi olarak halifeliği temsil etmesine dini bakımdan bir mazur görmedi.

Abduh’la sembolleşen İslamcı ekolün karşısında, modernizm karşıtı (anti-modernist), eğitimde usûl-i kadim yanlısı muhafazakâr ve gelenekçi bir İslamcı ekolün kurucu ismi oldu. Zâhid el-Kevseri (1879-1952), son dönemde Suriyeli âlim Abdülfettah Ebu Gudde (1917-1997) bu ekolün önemli isimleri oldular. Mustafa Sabri’nin öğrencisi Ahmet Davutoğlu (1912-1983) bu ekolü Türkiye’ye taşıdı. Batılılaşma ve laikleşme karşıtı sert söylemi, tasavvuf ve mezhep karşıtlarına karşı ağır eleştirileriyle bu ekol İslamcılık düşüncesinde farklı bir hattı oluşturdu. Davutoğlu’na göre yenilik taraftarlarının yaptıkları, dini tahrif etmekten başka bir şey değildir.

Osmanlı İslamcılığı ve Sonrası

Said Halim Paşa (1864-1921), Şehbenderzâde Ahmet Hilmi (1865-1914), Babanzâde Ahmet Naim (1872-1934), Mehmet Akif, Said Nursi, Elmalılı Hamdi Yazır, Aksekili Ahmet (1887-1951)…

İslamcıların büyük çoğunluğu Millî Mücadele’ye destek verdi. Birçoğu ilk mecliste mebus olarak yer aldı. Cumhuriyete sıcak baktılar ve hilafetin kaldırılmasına destek verenler çıktı. 1960’lardan günümüze kadar Hasan el-Benna (1906-1949), Seyyid Kutup (1906-1966) gibi İhvan-ı Müslimin’e mensup liderler ile Ebu’l Hasan en-Nedvi (1914-1999), Mevdudi (1903-1979) gibi Hint bölgesi bilginlerinin, İslam devrimi sonrası İranlı Şii müelliflerin ve Seyyid Hüseyin Nasr (1933) gibi gelenekselci, Fazlurrahman (1919-1988) gibi modernist düşünürlerin eserleri yoğun şekilde Türkçeye çevrilmiş, bu kitaplar ve Necip Fazıl Kısakürek (1905-1983), Nurettin Topçu (1909-1975), Sezai Karakoç (1933) gibi yerli düşünürlerin eserleri, İslamcı olarak tanımlanan aydınların fikri eğilimlerini farklı biçimlerle de olsa etkilemiş, ayrıca Milli Görüş hareketini de doğuran İslamcılığın siyasileşmesi sürecini hızlandırmıştır.

Bu makaleyi okuyanlar için tavsiye yazılar:
Gelenekçilik
Doğuşundan Günümüze İslamcılığın Türkiye Seyri
Çağdaş İslami Akımları ve Sorunları

Kaynaklar

TDV İslam Ansiklopedisi, İslamcılık Maddesi.
Çağdaş İslam Akımları, Mehmet Ali Büyükkara, Klasik Yayınları, İstanbul, 2016.
Ana Hatlarıyla İslam Mezhepleri Tarihi, Mustafa Öz, Ensar Yayınları, İstanbul, 2013.
Çağdaş İslam Düşünürleri, ed. Cafer Karadaş, Ensar Yayınları, İstanbul, 2017.

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

eMedrese bir İlmiye Vakfı projesidir.