e-Medrese

Tefsir İlmi

08.09.2021

Tefsir İlmi

Tefsir İlmi

Kur’an’ı Kerim hidayet kitabıdır. İnsanlığın rehberi, medeniyetlerin öncüsü ve ahirette kurtuluş anahtarıdır. İslam dini Kuran’ı Kerim ile ortaya çıkmıştır. İddiası son derece büyük ve gerçekçidir. Diğer taraftan İslam son din olduğu Kuran da gönderilen son dini metindir. Dolayısıyla misyonu sadece indirildiği dönemle kısıtlı olmayıp, çağları aşan evrensel bir boyuta sahiptir. Bu da demek oluyor ki, kıyamete kadar yani dünyanın son gününe kadar insanlığın önünü açacak son ilahi ışıktır.

Kuran’ı Kerim’in bu büyük misyonu gerçekleştirebilmesi için zaman içerisinde bir ilim teşekkül etmiştir: Tefsir. Her çağa, her zamana ve her mekâna göre yeniden yorumlanabilmesi için son derece önemli bir disiplindir. Şayet Tefsir olmasaydı -Allah’ın muhafaza etmesi bir kenara- diğer kutsal kitaplar gibi tarih içerisinde kötü niyetli kimseler tarafından tahrif edilir ve onların emelleri için bir maşa olarak kullanılabilirdi. Bu noktada Tefsir gibi önemli bir ilim dalının üstlendiği sorumluluk ortaya çıkmakta, tefsircilerin de yüklendiği hizmetin zorluğu anlaşılmaktadır.

Tefsir ilminin ne olduğuna, tarihine, kısımlarına ve tefsircinin görevlerine daha yakından bakalım.

Tefsir İlminin Tanımı

Tefsir, Arapça فسر (fe-se-ra) kökünden türeyen bir kelimedir. Kimileri taklib yoluyla سفر (se-fe-ra) kökünden geldiğini iddia etmiştir. Her iki ihtimalde de tefil babında bir mastardır. Sözlüklerde “kapalı olanı açmak, açıklamak, izah etmek, ortaya çıkarmak” gibi manalara sahiptir. Tufi (ö.716-1322) Araplarda kullanılan (فسرتُ النورةَ) deyiminden yola çıkarak, tefsir kelimesinin “bir şeyleri parçalarına ayırmak, çözmek” manasına geldiğini söylemiştir.

Terim olarak tefsir kelimesine tarih içerisinde ulema tarafından muhtelif yorumlar yapılmıştır. Lisanü’l-Arab’da İbni Manzur (ö.71171311); “Müşkil olan lafızdan kastedilen manayı keşfetmektir” derken Zerkani; “Allah Teala’nın muradına delaleti bakımından beşer gücünün yettiği ölçüde Kuran’ın manasını araştıran ilimdir” demiştir. Fakat bir mefhum olarak tefsirin en kapsamlı tarifi şudur: “Arap dili ve belagati ile ilgili bütün araçları kullanıp, ayetleri çevreleyen tarihsel şartları da dikkate alarak, Allah’ın muradını kitap ve sünnet çerçevesinde ortaya çıkarmaktır.”

Tefsir ilmi doğruluğu kesin delillere dayanılarak yapılan bir ilimdir. Kuran’ı en doğru şekilde anlayabilmek için nakli delillerin de ön planda tutulması büyük önem arz etmektedir. Tarih boyunca tefsir ilmini hakkıyla icra eden alimler olduğu gibi tefsir yapmak isterken tevile ve tahrife kaçan kimseler de olmuştur. Bunun önüne geçebilmek adına bir de Tefsir Usulü ilmi ortaya çıkmıştır ki bu da tefsirin metodolojisini tesis eden, ilmi faaliyeti çevreleyen kuralları denetleyen bir araç gibidir. Tefsir, tevil ve tercüme arasındaki farkı da bize yine Tefsir Usulü vermektedir.

Tefsir İlminin Konusu ve Amacı

Her ilim bir araçtır. Bu araç bir konuyu işlemek ve amacı gerçekleştirmek maksadıyla hareket eder. Konusu ve amacı olmayan bir ilimden bahsedilemez. Nasıl ki Kelam ilmi İslam inancını temellendirmek, bidatlerden korumak gayesiyle hareket eder, Fıkıh ilmi Müslümanların dünya işlerini düzenlemek amacıyla faaliyet gösterirse, Tefsir ilmi de aynı şekilde insanların doğru yolu bulmaları için varlığını sürdürür.

En temelde Tefsir ilminin konusu kelamullah olan Kuran’ı Kerimdir. Daha genel olarak Kuran’da yer alan manalar, hakikatler, derinliklerdir. Yine yüzeysel olarak maksadı, bu manaları keşfetmek ve izaha kavuşturmaktır. Fakat bu ameliyenin de amacı insanları hidayete erdirmek, dünya ve ahiret mutluluklarını tesis etmek, hayatlarına ışık sunmak ve kılavuz olmaktır. İnsan hayat yolculuğunda yalnız değildir. Allah Teala insanı yaratıp, varoluşuyla baş başa bırakmamıştır. Onun kendi varlığını gerçekleştirebilmesi bir kitap indirmiş ve yolunu bulabilmesi için öğretiler vermiştir. Dünya hayatını en güzel şekilde nasıl ifa edeceğini ve ahirette ebedi saadete nasıl kavuşabileceğini söylemiştir. Dolayısıyla insana düşen Kuranî hakikatler önderliğinde, hidayet bulması ve kendini ilahi rehberlik eşliğinde gerçekleştirebilmesidir.

Tefsir İlmine Neden İhtiyaç Var?

Bu soru pek çoğumuzun aklına takılabilir. Nitekim modern zamanlarda herkes kendi tefsirini yapabileceğini, Kuran’ı kendi başlarına anlayabileceklerini iddia etmektedir. Böyle düşünenlerin pek çoğu, Kuran’ın inanan kimselere indirildiği ve herkesin kendi imkanları çerçevesinde anlayabileceğine dayanır. İlk bakışta makul gibi görünse de iyi tefekkür edildiğinde temelsiz bir fikir olduğu görülecektir. Şayet Kuran bir rehber yardımı olmadan anlaşılabilecek bir metin olmasaydı bir peygamber diliyle gönderilmezdi. Diğer taraftan gönderilse bile peygamber tefsir etme misyonu ile görevlendirilmezdi. Efendimizin vefatına kadar Kuran’ın ilk muhatapları olan sahabiler Kuran’ın tefsiri ondan dinlemiş ve hayatlarını bu peygamberi izahlar çerçevesinde yönlendirmişlerdir.

Maddeler halinde tefsir ilminin gerekliliğini ve önemini anlatacak olursak şunları söyleyebiliriz:

1- Kuran’ı Kerim’de “sana Kuran’ı gönderdik ki, insanlara indirileni açıklayasın…” buyurulmaktadır. Görüldüğü üzere kelamullah kendi içerisinde bir anahtar ile nüzul etmiştir. Kuran indiği ilk anda Efendimize onu izah etme misyonu yüklemiş, o da insanlara anlatmıştır. Nitekim vefatına kadar sahabilerden hiç kimse Kuran’ın tefsir ya da tevili noktasında bir faaliyet göstermemiş, Efendimizin buyruklarına uymuşlardır.

2- Kuran’ı Kerim’in orijinal dili Arapçadır. Allah Teala, Kuran’ı dillerin en zengini olan Arapça ile göndermiştir. Fakat kelamullahın tek muhatabı Araplar değildir. Dolayısıyla tüm milletler Arapça olan ilahi bir kitaptan hakikatleri öğreneceklerdir. Bu durumda herkes Arapça bilmediği için, tefsir ameliyesini Arap dili ve edebiyatına vakıf kimselerin yapması daha doğru olacaktır.

3- Kuran’ı Kerim’de doğrudan anlaşılabilen muhkem ayetler olduğu gibi kolay anlaşılmayan müteşabih ayetler de vardır. Dolayısıyla bu türden ayetlerin ne ifade ettiğini tespit edebilmek gerekir. Bunun haricinde hurufu mukatta gibi bazı kapalı edatlar da bulunur ki, anlaşılması izah edilmesi uzmanlık gerektirmektedir.

4- Mecaz, kinaye, istiare ve teşbih gibi dil sanatları muciz olan Kuran’da pek çoktur. Yüzeysel Arapça bilgisi bu sanatların iyi anlaşılmasını mümkün kılmamaktadır.

5- Tüm bu maddeler bir yana Kuran bir hayat kitabıdır. İçerisinde hukuk, ekonomi, sosyoloji, fıkıh gibi daha pek çok ilim dalı bulunur. Hayatın genelini kapsayan bu ilim dallarını da bilmek gerekir. Derinlikli Arapça bilgisi bahsi geçen ilim dallarında vukufiyet olmadığı sürece işe yaramayacaktır.

6- Kuran’da bilimsel öğeler de yer almaktadır. Kainatın genişlemesi, dağların fonksiyonları, yıldızların konumu, arzın şekilsel durumu gibi. Tefsir ameliyesini gerçekleştirebilmek adına pozitif bilim dallarında da araştırma yapılması gerekir. Ancak nitelikli bir araştırmanın ardından güncel veriler ışığında yorumlar üretilebilir. Bu çok zorlu ameliyeyi gerçekleştirebilmek sadece alanın uzmanları tarafından ifa edilebilecek kabiliyet, zaman ve enerji istemektedir.

7- Kuran bir itikat kitabıdır. İnsanların inançlarını tesis eder, onlara nasıl inanabileceklerini anlatır. Bu özelliği yukarıdaki unsurlardan daha önemlidir. Yanlış ve yarım tefsir kişinin itikadını zedeleyecektir. Dolayısıyla tefsir ilmiyle uğraşacak kişinin kelam, felsefe ve mantık sahalarında da bilgi sahibi olması gerekir.

8- Sonuncu maddemiz tarih bilgisidir. Kuran her ne kadar evrensel bir kelam olsa da bir zaman ve mekân diliminde inmiştir. Her ayetin bir nüzul sebebi ve tarihsel bağlantısı bulunmaktadır. Sınırlı bir boyutta sınırsızlık olarak ifade edeceğimiz bu durum tefsir ilmini zorlaştıran en önemli noktadır. Bu noktada sebeb-i nüzul ilmi ve siyer bilgisi devreye girmektedir. Ayetlerin hakikatini keşfedebilmek için nerede, ne zaman, ne şekilde, kim için indiğini tespit edebilmek, hikmeti kavramak açısından ehemmiyet arz etmektedir.

Görüldüğü üzere tefsir, kendi içerisinde pek çok bileşen barındırmaktadır. Tüm bu dinamiklerin göz ardı edilerek meallerden yola çıkarak tefsir yapabilmek imkansızdır. Meal üzerinden yapılan Kur’an yorumları tefsir olmamakla birlikte, literatürde bu ameliyeyi karşılayacak bir kavram da bulunmamaktadır.

Tefsir İlminin Doğuşu ve Gelişmesi

Asrı saadette tefsir faaliyeti sadece Efendimize has bir şeydi. O hayattayken hiçbir sahabi tefsirle uğraşmamış, akıllarına takılan her şeyi Efendimize sorarak öğrenmişlerdi. Esasen tefsir ilminin ortaya çıkışı ve gelişmesinin arkasında yatan en büyük neden Efendimizin terki dünya eylemesidir. Fakat her ne kadar böyle olsa da ilmin tohumları daha Kuran’ın nüzul sürecinde atılmış, sonraki dönemler için bir örneklik oluşmuştur.

Efendimiz Döneminde Tefsir

Efendimiz vahiy kendisine gelir gelmez, onu muhataplarına okuyor, gerekli yerlerde izahlar yapıyordu. Her ne kadar ilk muhatapların ana dili Arapça olsa da Kuran icazı, mücmel ve müteşabih ayetler kimi noktalarda onların anlamasını zorlaştırıyor ve izaha gerek duyuyorlardı. 23 yılda inen Kuran’ı Kerim parça parça Efendimiz tarafından, gerekli görüldükçe tefsir edilmiştir. Bu noktada muhtelif görüşler bulunmaktadır: kimileri Efendimizin tefsir etmediği ayet bulunmadığını yani Kuran’ın tamamını tefsir ettiğini iddia ederken, kimileri de sadece gerek duydukça açıklamalar yaptığını dolayısıyla bir kısmını tefsir ettiğini iddia etmektedir. Genel görüş, Kuran’ın belirli kısımlarının tefsir edildiği yönündedir.

Peki Efendimizi tefsir yapmaya yönelten unsurlar nelerdir?

Şüphesiz ki bu unsurların başında Allah’ın uyarısı gelmektedir. Kuran’da, vahyin insanlara “açıklanması” için gönderildiği bildirilmektedir. Bu da ontolojik olarak kelamullahın izah edilmesi ve insanlara açıklanması gereken bir metin olduğunu gösterir ki, Efendimizin tefsirinin ilk nedenlerinden biri budur.

Diğer taraftan Kuran’ı Kerim’de tarihi bilgiler, önceki milletlere ait malumatlar bulunmaktadır. Dolayısıyla tarih bilgisi herkesin aynı seviyede olmamasına binaen Efendimiz izahlarda bulunuyor, tefsirler yapıyordu.

Ashabı kiramın tek rehberi kâinatın güneşi Efendimizdi. Akıllarına takılan her şeyi ona sorar ve ondan aldıkları bilgilerle hareket ederlerdi. Bu sebeple Kuran’da anlamadıkları noktaları Efendimize soruyorlar, o da izah ediyordu. Kimi zaman bu olayın tam tersi gerçekleşiyor, yani Efendimiz ashaba onlara bir şey öğretmek için soru soruyor, ardından soruyu cevaplarken bir ayetin tefsirini yapıyordu.

Kimi zaman Efendimiz sohbet ederken, bir hikmet ya da öğütten bahsederken, ayetlerden deliller getirirdi. Ayet okuyarak sözünü delillendirir, güçlendirirdi. Bu da bir tefsir faaliyetidir. Ayet okunmadan önce söylediği şeyler, tefsir değerine sahip bilgilerdir.

Efendimiz tüm vesilelerle beraber aslında bugün Tefsir Usulünün kaideleri haline gelen unsurları tatbik etmekteydi. Yani izahlarıyla mücmeli tebyin, müphemi tavzih, mutlakı takyid, müşkili telif ediyordu. Kısacası Kuran’da anlaşılması zor tüm noktaları açıyor, kafa karışıklığını gideriyor ve kelamullahın ifade ettiği bazı hükümleri tamamlıyordu. Efendimizden sonra gelecek olan sahabe devrinde Efendimizin çizdiği bu çerçeve aynı şekilde devam ettirilecekti.

Sahabe Döneminde Tefsir

Sahabe dönemi, tefsir ilminin şekillenmeye başladığı oldukça önemli bir zaman dilimidir. Efendimizden aldıkları misyonu devam ettirmek zorunda kalan ashabı kiramın karşılaştığı bazı problemler olmuştu. Fetihler ile genişleyen İslam coğrafyası, yeni kültür ve dinlerle karşılaşıyor, yeni ırklar Müslüman oluyordu. Tüm bu yenilikler içinde Kuran’ın en doğru izahlarının üretilmesi gerekiyor, insanlara anlatılması lazım geliyordu. Üstelik Arap olmayan yani ana dili Arapça olmayan kavimler de Müslüman oluyor, dolayısıyla sadece tefsir değil, tefsirle beraber tercüme ve meal faaliyetleri de yapılıyordu.

Bu dönemin temel özelliği muhtelif iki görüşün ortaya çıkmasıdır. Rivayet ve Rey olarak tanımlayabiliriz bu görüşleri. Bir tarafta tefsirin sadece rivayetlere bağlı kalınarak yapılması gerektiğini düşünenler, diğer tarafta rivayetlerle beraber reye de başvurulması gerektiğine inananlar. Yine bu tavırların öncüleri olarak Hicaz’da Abdullah b. Abbas’ı (ö.68/687), Irak’ta Abdullah b. Mesud’u (ö.32/652) gösterebiliriz. Abdullah b. Abbas rivayetler ışığında hatta eski Arap şiirlerini de kullanarak tefsir yapıyorken, Abdullah b. Mesud Irak’taki sosyo-kültürel durum gereği kimi zaman reye başvuruyordu. Bu iki yaklaşım tarzı sonraları Rivayet-Dirayet metotlarını doğuracaktır.

Her iki tutumu da göz önünde bulundurarak sahabe tefsiri için şunları söyleyebiliriz:

1- Ashab da tıpkı Efendimiz gibi Kuran’ın tamamını tefsir etmemiştir. Gerek oldukça kapalı yerleri izaha kavuşturmuştur.

2- Tefsirde öncelikle tuttukları yol; ayeti ayetle, ayeti sünnetle, ayeti nüzul sebebiyle tefsir etmektir.

3- Her ne kadar ashab Efendimizi görmüş ve bilgilerini ondan almış olsa da kimi zaman ihtilafa düşüyorlardı. Fakat Efendimizin deyimiyle bu ihtilaflar bir çatışma değil, zenginliktir. Dolayısıyla ashabın ihtilaflarından problem değil, çeşitlilik doğuyordu[.

4- Hüküm veren ayetlerin muhkem oluşu, bu ayetlerin geniş tefsirini o zamanlar gerektirmiyordu. Bu sebeple hükme dayalı ayetler tefsir edilmiyordu.

5- Sahabe döneminin en başat özelliklerinden biri de yapılan tefsir faaliyetlerinin kayda alınmamasıdır. Tedvin, tefsir tarihinin ana kısımların biridir. Ve o coğrafyadaki sözlü aktarım, yazılı aktarıma geçmediği için sahabe döneminde de yapılan yorumlar şifahi yolla naklediliyordu.

Tabiun Dönemimde Tefsir

Tabiun dönemi de tefsir ilmi açısından son derece dinamik geçmiştir. Artık bu dönemde tefsir okul ve ekolleri belirginleşmeye başlamış, tefsirle uğraşacak kimseler kendileri için bir tarik tutar olmuştu. Diğer taraftan İslam coğrafyası hayli genişlemiş, yeni şehirler kurulmuş ve bu şehirlere valiler, öğretmenler atanmaya başlamıştı. Dolayısıyla Müslümanlar tarafından hükmedilen tüm topraklarda ilim meclisleri kuruluyor, ilmi faaliyetler gerçekleştiriliyordu. Bu dönemde Mekke, Medine ve Kufe ekolleri kurulmuş, tefsirler bu ekollerin çizdiği sınırlar çerçevesinde icra edilir olmuştu. Yine mevali müfessirler ve alimler bu dönemde ortaya çıkmıştır.

Tabiun dönemi tefsirinin ortak özelliklerini altı madde olarak inceleyebiliriz:

1- Sahabe döneminde Kuran’ın tamamı tefsir edilmemişti. Fakat tabiun döneminde ihtiyaca binaen tamamı tefsir edilmeye başlanmıştı.

2- Tefsir ilminin kimi kavramları vücut buluyordu. Bir yandan tefsir faaliyetleri sürerken diğer yandan tefsir usulü de oluşuyordu.

3- Tefsirle beraber diğer ilimler de geliştiği için tefsirin yanı sıra fıkhi izahlar da yapılıyor, tarihi bilgiler veriliyor ve hükümler aktarılıyordu.

4- Eski Arap şiiri bu dönemde daha büyük bir önem kazanmıştır. Kuran’daki kimi kelimeler istişhad yoluyla şiirlerle açıklanıyordu.

5- Tabiun uleması özellikle Kuran’daki kıssalar için Ehl-i Kitap bilginlerine başvurmuşlardır. Dolayısıyla onlardan bilgileri tefsir yoluyla aktarmışlar, böylelikle israiliyyat dediğimiz bilgi kaynağı teşekkül etmeye başlamıştır.

6- Her ne kadar ekolleşme bu dönemde gerçekleşse de tedvin hala yapılmıyor, tefsirler şifahi yolla aktarılmaya devam ediyordu.

Tabiun dönemindeki alt yapı çalışmaları ve yoğun tefsir faaliyetleri artık oluşan ilmi birikimin kayda alınmasını zorunlu kılıyordu. Bu ilmi birikimin en güzel şekilde gelecek nesillere aktarılması ve zenginleştirilmesi için yazmak şart haline gelmişti. Dolayısıyla tabiun döneminin hemen akabinde tedvin döneminin başladığını, Kuran’ın tamamen tefsir edilmesiyle birlikte alimler tarafından bireysel yazım çalışmalarının başladığını söyleyebiliriz.

Tedvin Dönemi

Tedvin dönemine gelinceye kadar Efendimizden o güne tam 150 yıl geçmişti. İlmin kayda alınması için hayli uzun bir zaman bir dilimi. Bu sebeple tefsirin yazımında geç kalındığı, geciktiği söylenmektedir. Ashab, tabiun ve tebei tabiin dönemlerinde yoğun şekilde tefsirle uğraşılsa da şifahi aktarımdan bir türlü vazgeçilmemiştir. Bunun belli başlı sebepleri vardır:

1- Efendimiz hayatında hadislerin yazılmasına izin vermemişti. Ancak son yıllarında izni vermiş ve yazım faaliyeti bireysel olarak başlamıştır. Ashabın sırf bu sebeple hadis yazımına yöneldiğini ve tefsire nazaran hadise öncelik verdiğini iddia edebiliriz.

2- Şifahi aktarım zaten o toplumda revaçtaydı. Yazılı aktarım gelişmemesi nedeniyle, yazım malzemeleri yok denecek kadar azdı. Hem bu ihtiyaç hem de nakli bir tutum sergileyen ilk İslam topluluğu tefsirleri kaydetmeyi düşünmemiştir.

3- Diğer taraftan çok güçlü bir hafızaya sahip olan ashab, yazıya değil söze, kâğıda değil zihne daha çok güveniyordu.

4- Dünyada kâğıt ticareti de o dönemlerde gelişmemişti. Kâğıt kullanılmıyordu. Dolayısıyla tefsir gibi hacimli bir ilim için çok fazla kâğıda ihtiyaç duyulması 150 yıllık gecikmenin nedenlerinden biri olarak sayılabilir.

Tedvin döneminin başlarında da tefsir ilmi, hadis ilminin bir cüzü olarak görülmüş ve bu şekilde kayda alınmıştır. Müstakil kayda alma faaliyeti yine başlamamıştır. Fakat sonraları tefsirde rey metotlarının da kullanılması yani sadece rivayet olmaması bu ilmin müstakil hale gelmesini zorunlu kılmıştır. Böylelikle tefsir müstakil bir ilim dalı olarak görülmüş ve böylelikle kaydedilmeye başlamıştır.

Tedvin döneminin ilk müfessirleri ve onların tefsirlerine örnek olarak şunlar gösterilebilir:

1- Mükatil b. Süleyman. (ö.150/767) ve et-Tefsiru’l-Kebir’i
2- Süfyan-ı Sevri. (ö.161/778) ve Tefsiru’s-Sevri’si
3- Yahya b. Sellam. (ö.200/815) ve Tefsiru Yahya
4- Ferra. (ö.207/822) ve Meani’l-Kuran’ı.
5- Ebu Ubeyde. (ö.209/824) ve Mecazu’l-Kuran.
6- Abdurrezzak b. Hemmam. (ö.211/826-27) ve Tefsir’i

Tedvin döneminin başat özelliklerini ise şu şekilde sıralayabiliriz:

1- Bu dönemde ortaya çıkan ilk tefsirler dilbilimsel tefsirlerdir.
2- Gaib, müşkil, müphem kelimelere öncelik verilmiş, etimolojik yapıları incelenmiş ve irapları gözden geçirilmiştir.
3- Kimi kelimelerin izahı için eski Arap şiirlerinden sıkça faydalanılmıştır.
4- Ayet tertibine dikkat edilmiştir fakat tüm ayetler ele alınmamıştır. Diğer taraftan nüzul sebepleri zikredilirken ayetler her açıdan incelenmemiştir.
5- Garibu’l-Kuran, meani’l-Kuran, irabu’l-Kuran başlıklarıyla kaleme alınmışlardır ki bu da muhtevalarını göstermektedir. Hemen hiçbiri kayda değer bir hacme sahip değildir. Fakat IV. asırdan sonra yazılacak son derece hacimli rivayet-dirayet tefsirleri için ön açıcı olmuşlardır.

Tefsir Çeşitleri

Efendimizin vefatı akabinde tefsir faaliyetleri hız kesmeden günümüze kadar devam etmiştir. Kuran bir hayat kitabı olduğu için içerisinde muhtelif konular bulunur. Fıkıh, itikat, hukuk, siyaset, ekonomi ve daha nice meselelerin nüveleri tarihin kutsal kitabının içinde mündemiçtir. Dolayısıyla zamanla Kuran’ın konularına yönelik olarak tefsir faaliyetleri doğmuştur. Kimileri sadece fıkhi yönünü ele alırken, kimileri de sadece itikat yönünü almışlardır. Bununla beraber ayetlerin nasıl anlaşılacağı da tartışma konusu olmuştur. Rivayet ve dirayet ayrımı burada ortaya çıkmıştır. Yani bir kısım ulema Kuran’ın sadece rivayetler eşliğinde tefsir edilebileceğini savunurken, bir kısım ulema da rey ve objektif ilimler ışığında tefsir yapmayı doğru bulmuşlardır. Bu bakımdan en temelde tefsir çeşitlerini “konumlu” (mevdıî) ve “konulu” (mevduî) olarak ikiye ayırabiliriz.

Konumlu Tefsir

Konumlu tefsir en çok bilinen ve hatta klasik diyebileceğimiz tefsir türüdür. Ayetler ve sureler belirlenen tertibe göre ele alınır, tercih edilen yöntemle tamamı tefsir edilir. Konumlu tefsirleri de kendi içerisinde Rivayet Tefsirleri ve Dirayet Tefsirleri olarak iki kısımda ele alabiliriz.

Rivayet Tefsirleri

Rivayet tefsiri en genel tabiri ile Kuran, Sünnet ve selef nakillerine dayana tefsir türüdür. Seleften önde gelen ulemaya göre zandan, şüpheden, aklilik ve keyfilikten uzak olduğu için en muteber tefsir yöntemi budur. Arap şiirini ve Ehli Kitap nakillerini de kullanan bu yönteme göre aklın saptırıcı etkisi sebebiyle reye başvurmak gereksizdir. Kuran zaten kâinat kitabıdır. Ve o kutlu bir nesle inmiştir. Dolayısıyla öncekiler Kuran’ı nasıl anladıysa öyle anlamak insanlık için yeterlidir.

Rivayet tefsirlerinin temel kaynakları şunlardır: Kuran, Sünnet, Sahabe Kavli, Tabiun Kavli, Arap Dil ve Belagati, Arap Şiiri ve Ehli Kitap kültürü ya da nakilleri. Fakat burada bir ek olarak şunlar söylenebilir. Rivayet esas itibariyle bir metottur. Yani nakli delillerin itibara alındığı bir izah yöntemidir. Bu noktada rivayet yöntemini tercih eden ulema çoğu zaman sadece rivayet odaklı bir tefsir yapmışsa da içlerinden bazıları rivayet odaklı hareket ederken, dirayet yöntemini de kullanmışlardır. Dolayısıyla her ne kadar metot itibari ile bu tefsirler, rivayet metodu içerisinde anılsalar da “dirayetle karışık rivayet tefsiri” şeklinde de tanımlanabilirler.

Tabi zaman içerisinde dirayet metodunu tercih edenler tarafından bazı eleştiriler geliştirilmiştir. Örneğin; rivayet tefsirlerine zayıf hadislerin sokulması, israiliyyatın yoğun olması, rivayetlerde tahkik ve senedin bulunmaması gibi iddialar bunlardan birkaçıdır.

Rivayet metodunu takip ederek kaleme alınan en meşhur kaynakları şu şekilde sıralayabiliriz:

1- Taberi (ö.310/923), Camiu’l-Beyan
2- Begavi (ö.516/1122) Mealimu’t-Tenzil
3- İbnAtiyye el-Endülüsi (ö.546/1151) el-Muharreru’l-Veciz
4- İbnü’l-Cevzi (ö.597/1201) Zadü’l-Mesir
5- İbnİ Kesir (ö.774/1377) Tefsiru’l-Kurani’l-Azim
6- Suyuti (ö.911/1505) ed-Dürrü’l-Mensur

Dirayet Tefsirleri

Dirayet tefsiri ise en temel anlamda; rivayetlere bağlı kalmayıp, dil, edebiyat ve çeşitli ilimlerle beraber müfessirin kendi ilmi birikimine ve reyine dayanarak yapmış olduğu tefsirdir. Meani, bedii gibi dil ile ilgili sanatlardan, doğa bilimlerine, sosyal bilimlerden kişisel görüşlere kadar çok geniş kaynak kullanan bu tefsir metodu için de rivayetler olmazsa olmaz bir özelliğe sahiptir. Zaten bu metodu takip eden alimin, rivayet noktasında da ciddi bir birikime ve alt yapıya sahip olması gerekmektedir.

Diğer taraftan rivayet metoduna nazaran, dirayet metodu çok daha fazla eleştirilere tabi tutulmuştur. Bu eleştirilerin başında, Efendimizin Kuran’a kendi görüşünü katanın cehennemde yerini hazırlamasını söylediği hadistir. Elbette bu hadis muhtelif şekillerde anlaşılabilir. Fakat yüzeysel bir yorumla, her türlü kişisel fikrin bu meyanda olduğunu söyleyenlere göre dirayet metodunu kesinlikle uzak durulması gereken bir yöntemdir. Ayrıca dirayet kesin bilgi değildir, zandır. Kuran’ın izahında zanla hareket edilmesi ise doğru değildir. Türünden eleştiriler daha ilk zamanlarda ortaya çıkmış, bu sebeple ulemanın ekseriyeti dirayet metoduna pek yanaşmamışlardır.

En meşhur dirayet tefsiri kaynaklarını şu şekilde sıralayabiliriz:

1- İmam Maturidi (ö.322/944) Te’vilatü’l-Kuran
2- Razi (ö.606/1210) Mefatihu’l-Gayb
3- Beyzavi (ö.685/1286) Envaru’t-Tenzil
4- Nesefi (ö.710/1310) Medariku’t-Tenzil
5- Şirbini (ö.977/1570) es-Siracü’l-Münir
6- Ebussuud (ö.982/1574) İrşadü’l-akli’s-selim
7- Elmalılı Hamdi Yazır (ö.1942) Hak Dini Kuran Dili

Konulu Tefsir

Konulu tefsir, konumlu tefsirin oluşturduğu bir ihtiyacı karşılamak maksadıyla ortaya çıkmıştır. Konumlu tefsirler her ne kadar Kuran’ın tamamını ele alıyor ve tefsir ediyor olsa da hacimli yapıları istifade oranını düşürüyordu. Yani bir konu hakkında bilgi almak isteyen kimse, tefsirin içerisinden ilgili yer arayıp bulması ve oradaki bilgiler arasından ihtiyaç duydukları malumatı almaları gerekiyordu. İşte konulu tefsirler bir ya da birkaç konuyu baza alarak bu sorunu ortadan kaldırmak istedi.

Konulu tefsir en genel anlamıyla; Kuran’ın bütününü veya ondaki herhangi bir konuyu araştırma mevzusu yaparak ayetleri nüzul tarihine göre sıralayıp incelemek suretiyle Kuran’ın bakış açısını tespit eden yöntem olarak bilinir. Bu yöntemin önemi ya da faydaları neler olabilir diye soracak olursak, şu maddeleri sıralayabiliriz:

1- Toplumun yeni ihtiyaçlarına bu bakış açısıyla karşılık verilebilir. Tek bir konu üzerinde yapılan kapsamlı araştırma ve Kuranî perspektifin tespiti ile zamana ayak uydurulabilir.

2- Kuran’ı Kerim’in tek bir konu hakkındaki görüşlerini anlayabilmek için tamamını okumak ya da tamamının tefsirine bakmak yerine konulu tefsir üzerinden tüm görüş ve malumatlara ulaşılabilir.

3- Bütüncül bir bakış açısı sunar Konulu Tefsir. Örneğin kıssalara topluca bir konu olarak yaklaşır, aralarındaki irtibatları keşfeder ve hikmetleri ortaya çıkarır.

4- İhtisas ve uzmanlaşma noktasında kolaylık sağlar. Kuran’ın tamamını ihtiva etmek yerine, bir konu hakkındaki Kuranî hikmetlere eğilmek, o meseleyi en doğru şekilde anlamayı mümkün kılar. Günümüzde zaten önem kazana uzmanlaşma konusu, Konulu Tefsir metodu ile tefsir sahasında mümkün olmaktadır.

Bu makaleyi okuyanlar için yazı tavsiyesi: Kıraat ve Tilavet Arasındaki Farklar Nelerdir?

Kaynaklar

TDV İslam Ansiklopedisi, Tefsir Maddesi.
Wikipedia, Tefsir Maddesi.
Celal Kırca, Kuran’a Yönelişler, İstanbul, 1993.
Muhsin Demirci, Tefsir Tarihi, İFAV Yayınları, İstanbul, 2017.
İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, Fecr Yayınları, Ankara, 2015.
Kuran Klavuzu, Murat Sülün, Ensar Yayınları, İstanbul, 2013.
Cüneyt Eren, Kuran İlimleri ve Tefsir Istılahları, İstanbul, 2015.
Halis Albayrak, Tefsir Usulü, İstanbul, 1998.
Tefsir Araştırmaları Dergisi (TADER): https://dergipark.org.tr/tr/pub/tader

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

eMedrese bir İlmiye Vakfı projesidir.