e-Medrese

Semavi Dinlerde İsa Mesih-Mehdi İnancı Üzerine

07.12.2021

Yahudilikte Mesih’in Kimliği

Mesih kavramı, İbranice ha-Maşiah ve Aramca Meşiha kelimelerinin Arapça karşılığıdır. Bu kelimeler “yağ sürülmüş, mesh edilmiş, temizlenmiş” anlamlarına gelir. İlk zamanlar da İsrail kralları için kullanılan Mesih deyimi sonralarda başrahip ve rahipler içinde kullanılmaya başlanmıştır. Yahudiler için Mesih inancı temel iman esaslarındandır. Gelecek olan bu kurtarıcının geliş zamanı tam olarak bilinmez, kıyametten evvel gelecek ve Yahudi inancına bağlı kimseleri huzura ulaştıracak, düşmanlarına karşı galibiyetlerini sağlayacak olan bir şahsiyettir.

Eski Ahit’in yazılma dönemi nihayete erdiğinde Mesih sözcüğü artık yaşayan bir kral için değil, Yahudi halkının beklediği hükümdarlığı kurmak, mazlum Yahudileri kurtarmak ve adaletli sistemi oluşturmak üzere gelecek olan kralı ifade etmek için kullanılmaya başlanmıştır. Hz. İsa’nın zamanındaki Yahudi halkında iki farklı Mesih tasavvuru mevcuttu. Bunlardan birincisi milli ve siyasi beklentiler ile donatılmıştır. Mesih Hz. Davud’un soyundan gelen bir Yahudi olmalıdır ve yine o, mevcut yabancı (Roma) hâkimiyetini ortadan kaldıracak, yeniden Hz. Davud’un hâkimiyetini kuracak, yıkılmış olan mabedi inşa edecek, uzak diyarlardaki dağınık İsrail halkını Filistin topraklarında toplayacaktır.

Bütün bunları yapabilmesi için bir yandan güçlü bir askeri lider yani kral mesih özelliklerini kendisinde barındırırken diğer yandan dini lider vasıflarını bünyesinde bulunduran bir kâhin olarak karşımıza çıkmaktadır. İkincisi ise, Eski Ahid’de siyasi bir kişilik taşımayan insanoğlu denilen bir şahıstır. Buradaki mesih ile insan veya insana benzeyen bir kişilik, seçilmiş bir şahsiyet, doğaüstü özelliklere sahip, kendisine saltanat ve krallık verilmiş ve bunları ebedi olarak sürdürecek olan bir figür çizilmektedir. Apokaliptik edebiyatta ise, mesih dünyanın sonunda gelecek, izzet tahtına oturacak, ölümden sonraki dirilişte hüküm verecek, pek çok felaketten sonra yeni bir yeryüzü ve semayı yahut göklerin krallığını kuracaktır.

Hıristiyanlıkta Mesih’in Kimliği

Günümüzde Hıristiyanlarca apokrif sayılan Yakub İncilinde ifade edildiğine göre Meryem 16 yaşında iken kuyudan su çıkarmaya gittiği bir gün gaipten bir ses duymuştur. Bu ses ona “Lütuf bulmuş selam sana, kadınlar arasında bereket bulmuş, Allah seninle olsun” demişti. Meryem etrafına bakındığında kimseyi görememişti. Ürkerek evinin yolunu tutmuş, eve girdikten bir müddet sonra karşısında bir melek görmüş, o da Meryem’e hamile kalacağını haber vermişti. Bir süre sonra Meryem’in bakımını üstlenen amcasının oğlu yaşlı Marangoz Yusuf onun hamileliğini fark etti. Durumu Meryem ile konuştu ancak anlatılanlar onu tatmin etmedi. Akrabaları ile konuşmayı düşündü ancak gördüğü bir rüya onu durdurdu ve Meryem’i korumak için nişanlanıp evlenmeye karar verdi ve evlendiler.  Meryem’in Yusuf’la evlenmeden önce hamile kaldığı rivayetleri sebebiyle günümüzdeki Hıristiyan mezheplerin çoğunluğu Yusuf’u biyolojik baba olarak kabul etmezler.

Hıristiyan inancındaki pek çok düşünce gibi mesih fikri de Yahudilikten Hıristiyanlığa intikal etmiş bir meseledir. Ancak bu konu Hıristiyanlıkta Yahudiliğe göre daha bağlayıcı ve mühim bir yerdedir. Mesih Hıristiyanlıkta merkezi oluşturmaktadır. Onlar Hz. İsa’nın kıyametten sonra tekrar geleceğine ve evrende mutlak adaleti sağlayacağına inanırlar. Mesih kavramı Hz. İsa’nın recat edişini ifade etmektedir.

Hıristiyanlıkta İsa’nın Mesih olduğu meselesi, Yahudilikteki Mesih inancı temelinde gelişim göstermiştir. İncillerde ve Resullerin İşleri’nde İsa’nın Mesihliği ile ilgili çok farklı rivayetler ileri sürülmektedir. Mesela Resullerin İşleri’nde, Antakya’da Hıristiyan öğrencilere ilk defa Hristianos diye hitap edildiğinden bahsedilmektedir. Bu kelime Mesihciler diye tercüme edilmiş olup İsa’nın taraftarları anlamına gelmektedir.

İncillerde bulunan bazı ifadelere göre İsa, Mesih unvanını doğrudan doğruya üstlenmez. Yeni Ahit uzmanlarından birisi olan Rudolf (Karl) Bultmann (ö.1976) konuyla ilgili şöyle demiştir: “Düşündüğüme göre İsa, kendini Mesih olarak kabul etmiyordu. Onun için bu, ikinci derecede bir konuydu.” Bunun yanı sıra İncillerdeki bazı ifadeler ise İsa’nın Mesihliği benimsediği ve hatta sahte Mesihlerden inananları sakındırmaya çalıştığı da ifade edilmektedir. Matta incilinde geçen bazı bölümler şöyledir: “Sakın kimse sizi saptırmasın! Birçokları ‘Mesih benim’ diyerek benim adımla gelip birçok kişiyi aldatacaktır.” Markos İncilinde geçen ifadelere göre İsa öğrencilerine soruyor: “Halk benim kim olduğumu söylüyor?” öğrencileri “vaftizci Yahya” yahut “İlyas” veya “Peygamberlerden biri” cevabını veriyor. İsa öğrencilerine “Siz ne diyorsunuz?” sorusunu yöneltiyor bu kez Petrus cevap veriyor ve “Sen Mesihsin” diyor. Ayrıca İsa çarmıha gerilme ile sonuçlanan mahkemede kendisine yöneltilen “Tanrının oğlu mesih misin?” sorusuna cevaben “İsa ve söylediğin gibidir” demektedir.

Hıristiyanlar, Mesih olarak İsa’nın recat edeceğine inanmaktadırlar. İsa Mesihlik görevini bitirmekle birlikte son görevini yapmak üzere geri dönecektir. İşte bu “Rec‘at” inanışıdır. İncillerin ifadelerine göre Hz. İsa öldükten üç gün kadar sonra dirilmiş ve Celil’e (Galil) gitmiş Mecdel’li Meryem ile diğer Meryem, dirilen İsa ile görüşmüş ve konuşmuşlardır. İncil’e göre İsa ölmemiş Rabbin katına yükseltilmiştir ve onun yanında oturmaktadır.

Yeni ahit döneminden önceki Mesih düşüncesi Yeni Ahit dönemine girilmesiyle baştan aşağıya değişikliğe uğramıştır.  Yahudilerin benimsediği Mehdi ile Hıristiyanların benimsediği Mehdi kesin çizgilerle birbirinden ayrılmıştır. Yeni Ahitle Yahudilerin Mesih beklentileri tamamlanmıştır. Artık beklenen kurtarıcı, Hz. İsa gelmiştir. Ancak Hz. İsa’nın vefatı sonrasında karşılaştıkları sorunlar neticesinde yeniden Mesih beklemeye başlamışlardır. Hıristiyanlar ise İsa’nın Rab katına yükseltilişinin ardından kıyametten sonra bir zaman geri gelecek olmasına inanmaktadırlar.

Hıristiyanlık’ta Mesih’in geliş zamanı ve yaşanacak olaylarla ilgili tek bir anlatım olmayıp farklı rivayetler mevcuttur. Muhtelif İncillerde onun gelişinin erken mi yoksa geç mi olacağı, gelişinin habercisi olan olaylar vs. birbirinden farklı anlatılmaktadır. Örneğin Matta İncilinde bazı çelişkiler söz konusudur. Bir yerde İsa’nın ikinci gelişinin erken olacağı söylenirken başka bir yerde geç geleceği ve hatta bu gecikmeden ötürü bazılarının İsa’nın adını kullanarak “Ben Mesihim” diyerek ortaya çıkacak şahıslardan bahsedilmektedir. Mesih’in gelişi ile ilgili anlatılan bu tutarsız rivayetlerde daha çok kıyamet esnası ve sonrasında olması beklenen olaylar anlatılmaktadır. Bu olaylar ile Mesih’in gelişi arasında bir bağlantı kurulmaya çalışılmaktadır.

İslam’da Mesih’in Kimliği

İslam’da Hz. İsa (as) Kur’an ve hadisler olmak üzere iki bağlamda ele alınmaktadır. Kur’an’da Hz. İsa’nın daha çok mucizevî doğumundan ve Hıristiyanların onun hakkındaki birbirinden tutarsız iddialarının asılsızlığından bahsetmektedir (Meryem 19: 29-34). İslam dünyasında Mesih, Hristiyanlıktaki gibi Hz. İsa’nın recatı sebebiyle kendisine verilmiş bir sıfat değildir. Hz. İsa’nın doğumundan itibaren onun için kullanılmıştır. Kur’an-ı Kerim’de Hristiyanlıkta ifade ettiği anlamıyla yer almaz. Hz. İsa’nın kendisinden öncekiler gibi yalnızca bir peygamber olduğu vurgulanır. Müslümanlar arasında Hz. İsa; Mesih, Mesih İbni Meryem ve Mesih-i İsa gibi adlarla anılır.

Hz. İsa babasız dünyaya gelmiş olup, bu suretle onun yaratılışı mucizevîdir. Ancak bu durum Allah’ın yaratması açısından bir problem değildir çünkü Yüce Yaratıcı, Hz. Âdem’i yoktan var etmiştir. İkincisinin birinciden daha zor olduğu müsellemdir. Allah Hz. Meryem’in hamile olmasını dilemiş ve bunu Cebrail ile Hz. Meryem’e bildirmiştir. Hz. Meryem bunu duyunca irkilmiş ve kendisinin hiçbir erkek ile münasebeti söz konusu olmamasına karşılık nasıl hamile olabileceğini düşünerek şaşırmıştır. Yüce Yaratıcı’nın ‘ol’ demesi ve Cebrail’in bu mesajı Hz. Meryem’e iletmesi neticesinde Hz. İsa’ya hamile kalmıştır.

Yahudilerin Hz. Üzeyir’i Allah’ın oğlu olarak nitelendirmesi gibi, Hıristiyanlarda Hz. İsa’yı Allah’ın oğlu olarak tanımlamışlardır. İslam dinine bakıldığında İsa’nın kendisinden önce gönderilen peygamberler gibi yalnızca bir peygamber ve Allah’ın kulu olduğu inancı vardır. Hz. İsa Hıristiyanların savunduğu gibi ilah değildir. Kendisi de böyle bir iddiada bulunmamıştır. Bu Hıristiyanlarca Hz. İsa hakkında ortaya atılmış asılsız söylemlerden ibarettir. Şayet İsa bir ilah olsaydı Hıristiyanlarca anlatılan çarmıha gerilme olayının vuku bulmasına müsaade etmezdi. Bir ilaha kendi yarattıklarının işkence etmesi hatta onu öldürmesi mümkün değildir. Putperest Babil halkına tevhidi anlatması, onları gittikleri sapkın yoldan döndürmesi için gönderilen ve putları kırması sebebiyle bir mancınık kurularak ateşe atılan Hz. İbrahim, bu olay esnasında korkuya kapılmamış nitekim Allah’ın emri ile ateş onu yakmamıştır. Hıristiyan kaynaklarda Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesi anlatılırken “baba beni neden bıraktın” diye feryatta bulunduğu ve derin bir acı çektiği aktarılır. Şayet Hz. İsa insanların günahlarına kefaret olarak feda edilmiş ise onun da tıpkı Hz. İbrahim gibi esenlik içerisinde korkudan ve acıdan uzak, şikâyetsiz bir halde bulunması gerekmez miydi?

Hadis kaynaklarında Hz. İsa’nın kıyamete yakın bir zamanda geleceği Deccal’ı öldürerek dünyayı sulha kavuşturacağı rivayetleri vardır. İslam dünyasında beklenen kurtarıcı inancı, Mesih tasavvuru ile şekillenmez. Müslümanlar nazarında beklenen kurtarıcı Mehdi adıyla anılır.

Ehl-i Sünnet’in erken dönem kelamcılarından Dırar b. Amr (ö. 200\815) Ebu Hureyre’den nakledilen, Hz. İsa’nın, Hz. Peygamber’in ümmetinden bir kimsenin arkasında namaz kılacağı, haçı kırıp domuzu öldüreceği ve cizye koyup malı artıracağına dair olan rivayetleri, Ehl-i Hadis’in ilk dönemlerden bu yana kabul ettiğini ifade etmektedir. Dolayısıyla Nüzulü İsa meselesinin Ehl-i Sünnette Ehl-i Hadis eliyle intikal ettiğini savunmaktadır. Bu iddiadan yaklaşık bir asrı sonrasında Ebul’l-Hasan el-Eş‘ari’nin (ö. 324\934-36) müellifi olduğu eserlerde verilen bilgiler bunu kanıtlar niteliktedir. Aynı zaman da o, kaleme aldığı eserlerinden birisinde Ehl-i Sünnet’in icma ettiği inanç esaslarından birisinin de nüzul-i İsa olduğunu yazmıştır. Ayrıca Ehl-i Sünnet akaid sistemi içerisinde nüzul-i İsa inancına yer veren bir âlim de Ebu Cafer et-Tahavi’dir. (ö. 321\933). Ebu Hanife (ö.150/767) ve öğrencilerinin inançlarına dair nakillerde bulunduğu eserinde o, bu konu ile alakalı şu beyanda bulunmuştur: “Deccal’in çıkışına ve İsa b. Meryem’in gökten inişine dair kıyamet alametlerine iman ederiz.” Burada Ebu Cafer, nüzul-i İsa meselesine değinmiştir ancak mehdi inancından söz etmemiştir. 

İslam’da Mehdi’nin Kimliği

İslam düşüncesinde mehdinin ismi Muhammed b. Abdullah olarak ifade edilmektedir. Onun soyu hakkında farklı görüşler bulunmaktadır. O tasvir edilirken, Hz. Peygamber soyundan, Fatıma evladından, Ehl-i Beyt’ten, halifenin oğullarından olduğu şeklinde nitelemeler kullanılmaktadır. Mehdinin, Hz. Peygamber’in vefatından sonra Ehl-i Beyt’in sıkıntıya düşmesi, Kâbe’nin yanında aynı halifenin oğlu olan üç kişinin savaşması gibi olaylar sonrasında ortaya çıkacağı rivayet edilmektedir. Onun hükümdarlığı ile ilgili rivayetler beş ile dokuz sene arasında değişmektedir. Mehdinin görevleri ise adaleti sağlama temeline dayanmaktadır. Onun yeryüzünde ümmetin daha önce hiç görmediği bir bolluğu sağlayacağına, malı adalet ile dağıtacağına inanılmaktadır.

Hz. Peygamberin vefatı sonrasında Müslümanların karşılaştığı ilk sorun hilafet/imamet meselesidir. Müslümanlar Hz. Peygamber’den sonra devlet başkanının kim olacağı ile ilgili ihtilafa düşmüşlerdi. Bu ihtilafların sonradan ortaya çıkan etkisiyle mezhepler zuhur etmeye başlamıştır. Bu çalışmada mezkûr ihtilafların etkisiyle oluşan mezhepler üzerinde derinlemesine bir inceleme yapılmayacak, çalışmanın konusuyla alakalı olduğu oranda değinilecektir.

Hz. Peygamber’den sonra ortaya çıkan ihtilaflar İslam dünyasında önce siyasi ayrılıklara zemin hazırlamıştır. Hz. Ebu Bekir (ö. 13/634) ve Hz. Ömer (ö. 23/644) döneminde ortaya çıkmayan olumsuz etkiler Hz. Osman (ö. 35/656)’ın hilafeti zamanında etkisini göstermeye başlamış, onun katledilmesine kadar uzanan bir gelişim göstermiştir. Hz. Ali’nin (ö. 40/661) hilafeti zamanında ise fikir ayrılıkları aynı şiddetle devam etmiştir.  Hz. Ali’nin de tıpkı Hz. Osman gibi katledilmesiyle onun hilafeti de son bulmuştur. Hz. Osman, Hz. Ali ve Hz. Hasan (ö. 49/669) ile Hz. Hüseyin (ö. 61/680) bu ihtilaflar neticesinde şehit edilmişlerdir. Hz. Hüseyin’in öldürülmesi İslam dünyası için önemli bir yol ayrımının sebeplerinden birini oluşturmaktadır. Burada ifade edilmeye çalışılan konu; Mehdi düşüncesinin İslam dünyasında yer bulmasının ne denli eski dönemlere isabet ettiği gerçeğidir. Bu düşünceler ilk dönemden itibaren mehdi, mesih, müceddid gibi isimlerle anılmışlardır. Peygambersiz yaşam tecrübesinin zorluğu bir kurtarıcı beklentisi ile hafifletilmeye çalışılmıştır.

Günümüzde İsa-Mesih ve Mehdi İnancı

Hz. İsa’nın ikinci kez dünyaya geleceği dair tartışmalar İslam tarihi boyunca süregelmiştir. Ancak bu konunun ön plana çıkması ve tekrar alevlenmesi, çoğunlukla Batı dünyasının XXI. Yüzyılda İslam coğrafyasını boyunduruk altına alma çabaları sonucu olmuştur. Bu amaca ulaşılması neticesinde işgal ettikleri bölgelerde bir yandan eğitim ve basın yoluyla diğer yandan da oryantalist ve misyoner çalışmalarla İslam kültür, medeniyet ve inanç sistemini kendi inanç ve beklentileri doğrultusunda şekillendirmeye çalışmışlardır. Bu bağlamda İslam dünyasında son dönemde yetişen âlimleri bu konu üzerinde düşünmüş, değerlendirmeler yapmış ve söz konusu mesele ile ilgili geleneksel söylemlerin doğru olmadığını ispat etmeye çalışmışlardır. Dolayısıyla nüzul-i İsa konusunu kabul etmeyenler olmuştur. Onlar genelde, aklın ikinci gelişi imkânsız gördüğünü savunmuşlardır. Özelde ise iki noktayı Hz. İsa’nın ikinci gelişini reddetme sebebi olarak ileri sürmüşlerdir. Birinci sebep, bu inancın başka kültürlerin etkisiyle İslam inancına girmiş olmasıdır. Diğer sebep ise nüzul-i İsa inancı Hz. Peygamber’in son peygamber oluşu ile çeliştiği içindir.

XXI. yüzyılın düşünürlerinden Fazlurrahman (ö.1988), Hz. İsa’nın ikinci kez gelişi fikrinin hicri II. asırda Sünni akideye girmeye başladığını ve bu inancın kabul görmesinin Şiiliğin etkisiyle olduğunu savunmuştur. Bu düşünüre göre, XXI. yüzyılda ortaya çıkan siyasi ve ahlaki yozlaşma ile çöküntüye uğramış topluma kurtuluş umudu vermek için bazı kimseler tarafından beklenen kurtarıcı (Mesih) fikri ortaya atılmıştır. Daha sonra zamanla bu düşünce Ehl-i Sünnet’e mensup toplumlar tarafından kabul edilmeye başlanmıştır.

Yine son dönem düşünürlerinden Mazharuddin Sıddıki, Kur’an’ın, Hz. İsa’nın hem çarmıha gerilişi hem de yeniden dirilişini reddettiği, fikrini savunmuştur. Kur’an, Hz. İsa’nın çarmıhta ölmediğini belirtmiştir. Ancak hayatının detaylarına girmemiştir. Sıddıki’ye göre bu fikir, tefsir âlimlerinin ‘Hz. İsa ölmediği, şu an yaşamakta olduğu semaya yükseltildiği ve kıyametten önce dünyaya tekrar ineceği.’ yönündeki fikirleri Kur’an’da Hz. İsa ile ilgili ayetlerde geçen bazı kelimeleri yanlış yorumlamalarına dayanmaktadır.

Hz. İsa’nın ikinci kez gelişi konusunu inceleyenlerden biri olan Abdülkerim el-Hatib’in (ö.1963) de meseleye ilişkin görüşleri vardır. Ona göre, Kur’an’da “Mesih bu dünyaya dönecektir.” diye bir iddia yoktur. Eğer bu konu bir inanç konusu olsaydı ayetlerle açıkça izah edilirdi savını ortaya koymuştur. Ayrıca bu konu ile ilgili rivayetlerinde tevatür dereceli olmadığını iddia etmiştir. Söz konusu rivayetlerin önceden Ehl-i Kitap’a mensup olup, sonradan Müslüman olan kişilerin sözleri olduğunu savunmuştur.

Konuya ilgili son dönem düşünürlerinden Hüseyin Atay’da fikir beyan etmiştir. Atay’a göre, Nüzul-i İsa meselesi Şii grupları ve Ehl-i Sünnet’i mehdilik nazariyesi açısından fazlasıyla etkilemiştir. Atay, Ehl-i Sünnet’in, mehdinin gelişi üzerinde Hz. İsa’nın ikinci kez gelişi kadar kararlı durmadığını savunmuştur. Bunun sebeplerinden birisi, Kur’an’da Hz. İsa’dan bahseden ayetlerin tevili ile nüzul-i İsa’nın daha kuvvetli hale gelmesi sağlamıştır. Yahudi inancındaki Mesih ve onun şekillenmiş hali olan Hıristiyan inancındaki İsa’nın Mesih olarak tekrar dünyayı yönetmeye gelmesi ister istemez İslam dinine inananları da etkilemiştir.

Mesih, Mehdi olarak öncelikle Şii mezheplerde sonrasında Ehl-i Sünnet’te inanılmaya başlanmıştır. Görüşleri verilen bu âlimlerden daha önce Hz. İsa’nın nüzul-i inancını eleştirerek İslam akaidi ile bağdaşmadığını belirten başka âlimlerde olmuştur. Bunlardan Muhammed Abduh (ö.1905), Hz. İsa’nın nüzulüne dair geleneksel inancın doğru olmadığını öne sürmüştür. Ona göre, Hz. İsa tabii bir ölümle ölmüş ve bundan sonra göğe kaldırılması da ruhun yükselmesi anlamında olmuştur. Konuya dair hadislerin tevatür seviyesine ulaşmadığını kabul etmiştir. Bu hadislerin ahad haber olduğunu ve inanç oluşturmaya yeterli olmadıklarını savunmuştur.

Reşit Rıza (ö.1935) ise, Kur’an’da Hz. İsa’nın dünya hayatında yiyip içtiği gibi bir yaşamla canlı olarak göğe yükseltildiğine ilişkin açık bir ayetin olmadığı görüşünü belirtmiştir. Nüzul-i İsa’nın Hıristiyan inancı olduğunu ve İslam dünyasında gayr-i İslami yollarla yaymaya çalışanların var olduğunu iddia etmiştir. Mehmet Şeltut (ö.1960) ise, Hz. İsa’nın ruhlu-bedenli olarak göğe yükseltildiği, şimdiye kadar orada yaşadığı ve dünyanın sonuna doğru tekrar geleceğine inanmaya delil niteliğinde bir ayet ve hadis olmadığını savunmuştur. Bu konu ile ilgili olan tüm ayetlerin işaret ettiği mana, Allah’ın Hz. İsa’yı öldüreceği, kendi katına yükselteceği ve inkârcılar topluluğundan koruyacağına söz verdiğidir. Vaat edilen söz gerçekleşmiş, kâfirler onu öldürememiş ve asamamıştır. Ayrıca Hz. İsa’nın nüzulü ile ilgili rivayetlerin tümünün ahad haber olduğunu, sahih olsalar bile ahad haberlerin reddinin kişiyi dinden çıkarmayacağını belirtmiştir.

Bilindiği üzere, Ortadoğu’da birlikte yaşayan üç dinin mensupları siyasal, sosyal ve kültürel gelişimde neredeyse benzer olayları yaşamışlardır. Bu üç dinin mensupları neredeyse ortak kaderi paylaşmışlardır. İslam toplumu üçüncü halife dönemini de kapsayan süreçte iç savaşlar ve kargaşa sırasında bu inancın temelleri atılmış ve insanlar yaşadıkları zorlu olaylar esnasında bu inanca sığınmıştır.

Mehdi ve mehdilik inancının günümüzde yansıması çok boyutludur. Bu boyutlar genel itibariyle olumsuzdur. Mehdi inancı zuhur ettiği toplumlarda tembellik ve miskinliğin tevekkül gibi algılanmasına sebebiyet vermiştir. Ayrıca sahih itikat adına sapkın fikirler oluşturulmasına zemin hazırlamıştır. Dolayısıyla Mehdi inancı öncelikle sünnetullahın Allah-insan ilişkisinin yanlış anlaşılmasına ve buna bağlı olarak çarpık bir Allah tasavvuru oluşmasına sebep olmuştur. Kur’an’ın pek çok ayetinde, Allah’ın insan ve toplum ilişkisinin keyfi değil, ilkeli (yasalı) olduğu belirtmektedir (Ra‘d 13\11-Enfal 8\53).

Bu ilahi prensip, Kur’an’da “sünnetullah” diye isimlendirilmektedir. Ra‘d suresi 11. ayette, “Kişinin önünde ve arkasında Allah’ın emriyle onu kayıt ve koruma altına alan takipçiler vardır. Bir toplum kendisindekini değiştirmedikçe Allah onlarda bulunanı değiştirmez. Allah herhangi bir toplumun başına bir kötülük gelmesini diledi mi, artık onun geri çevrilmesi mümkün değildir. Onların Allah’tan başka yardımcıları da bulunmaz.” İfadesine yer verilmektedir. Değişme ve dönüşme iyi veya kötü olmak üzere iki yönlüdür. Ancak ayette bu çift yönlülükten daha çok değişimin öncelikle insanın kendisinde ortaya çıkan bir fiil olarak belirtilmiştir. Bu bağlamda değişim yönünde ilk adımın insan ve toplum tarafından atılması gerektiğinin altı çizilmektedir. Bu konu “Bizim uğrumuzda elinden gelen çabayı sarf edenlere gelince onları bize ulaşan yollara mutlaka yöneltiriz. Kuşkusuz Allah iyilik yapanların yanındadır.” (Ankebut 29\69) mealindeki ayette daha açık olarak ifade edilmektedir. Bunun gibi pek çok ayette hidayetin durduk yere Allah katından indirilen bir şey olmadığı, öncelikle insanın azim ve iradesiyle ortaya çıkacağı ifade edilmektedir. Dolayısıyla, ahir zamanda ortaya çıkıp dünyadaki tüm adaletsiz sistemleri ortadan kaldıracak mehdi inancı Kur’an ile bağdaşmamaktadır.

Allah-insan ilişkisi bağlamında mehdi inancının etkilediği bir konuda dua ve tevekküldür. Mehdi inancı insanı, her işi çabalamadan Allah’a havale etmeye yönlendirmektedir. Tevekkül, Hz. Peygamber’in dilinden tedbir almak, sonrasında Allah’a güvenip dayanmak olarak tarif edilmektedir. Al-i İmran 3\159. ayette önce azimden, daha sonra Allah’a tevekkülden bahsedilmektedir. Burada azim, insanın herhangi bir konuda sağlam ve kesin irade sergilemesi anlamını ifade edilmektedir. Bu da kişinin işe tamamen odaklanması ve sabırla devam etmesi demektir. Zamanla İslam geleneğinde tevekkülün ilk aşması olan azim ve gayret ötelenmiş ve duanın da her işi Allah’a bırakmak gibi bir mahiyet kazanmasına zemin hazırlamıştır. Oysaki dua da tıpkı tevekkül gibi irade, gayret ve azmin bütünüyle meydana gelen kalbi bir iştir.

Dua kelimesi Furkan Suresi 77. ayette geçtiği haliyle ‘el açıp yalvarmak’ sonrasında iman ve itaatle Allah’a bağlanmayı ifade etmektedir. Bu ayette geçen dua hem kalbi fiil olan imanı hem de bedende sadır olan ameli ifade etmektedir. Ayrıca Kur’an’ı Kerim’de “İnsan ancak çabasının sonucunu elde eder.” (en-Necm 53\39) anlamında bir ayette bulunmaktadır. Burada anlatılmak istenilen açıkça zikredilmiştir. İnsanın gerçekleşmesini istediği amaca ulaşmak için gayret etmesi gerekmektedir. Daha önce zikredilen (er-Ra‘d 13\11) ayette de bir toplum değişim istiyorsa harekete geçmesi gerektiği, Allah’ın durduk yere hiçbir topluluğu değiştirmeyeceği ifade edilmiştir. Necm 53\39 ayette de aynı şeyin birey içinde geçerli olduğu anlatılmıştır.  Burada bahsi geçen ifadelerin, Allah’ın dileğine dalalet, dilediğine hidayet nasip ettiği ayetlerle çelişiyor gibi anlaşılabilmektedir. Ancak Allah’ın dilediğini hidayete erdirip dilediğini dalalette bırakması ile ilgili ayetler tevhid ilkesini pekiştirmeye ve şirki tümden reddetmeye yöneliktir.

Bu makaleyi okuyanlar için tavsiye yazılar:
Mehdîlik İnancı Üzerine Bir İnceleme
Tarihte ve Günümüzde Mehdilik

Kadim Sümer Tanrıları

Kaynaklar

TDV İslam Ansiklopedisi, Mesih, Mehdi, İsa ve Nuzul-ü İsa Maddeleri.
Dinlerde Mehdi ve Mesih Tasavvuru, Ekrem Sarıkçıoğlu, Düşün Yayınları, İstanbul, 2017.
Kıyametin Üç Büyük Habercisi: Deccal-Mehid-Mesih, Arif Arslan, Anatolia Kitap, İstanbul, 2012.


ETİKETLER: , , ,
BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

eMedrese bir İlmiye Vakfı projesidir.