e-Medrese

Yahudi, Hristiyan ve İslam Düşüncesinde Ölüm Sonrası Hayat ve Diriliş İnancının Teolojik Temelleri

05.12.2021

Yahudilikte Ölüm Sonrası Hayat ve Diriliş

Ölüm sonrası hayat konusunda Yahudilikte görüş birliği mevcut değildir birbirine zıt görüşler bulunmaktadır. Ölüm sonrası hayat düşüncesinin gerçek bir Yahudi inancı olmadığını ileri süren Kutsal Kitap uzmanları, Kutsal kitaptan kendilerini destekleyecek kanıtlar ileri sürmeye çalışmışlardır. Bunlardan bazıları Hz. Âdem ve Havva’nın işlediği asli günahın kendisinden sonra hayatın olmayacağı ölüme neden olduğu şeklinde anlamışlardır. Bir başka delil olarak da Eyüp peygamberin sözler gösterilmektedir. Eyüp peygamber insan hayatının ölümle sona erdiğini tabiattaki bazı olaylarla karşılaştırmalı olarak Kutsal kitapta anlatır ve ölüm ötesi hayata duyduğu özlemi dile getirir. Bu tarz delillerin yanında aynı zamanda Kutsal kitapta insanların ölümden sonra inecekleri yeryüzünün derinliklerinde bulunan bir ölüler aleminin varlığından söz edilir. Bu yere ”yerin dibi, çukur, şeol, ölüler diyarı” gibi adlar verilirken, burası karanlık ve kasvetli bir mekân, Tanrı karşısındaki tavrı önemli olmaksızın herkesin aynı kaderi paylaştığı bir yer olarak tasvir edilir.

Yahudiliğin ilk dönemlerinde sınırları belli bir ölümsüzlük inancından bahsetmek çok güçtür. Tarihte Yahudi Kutsal kitaplarında ölümden sonraki hayata en erken referans olarak işaret edilen kesit, MÖ. ikinci yüzyılda kaleme alınan Daniel’in kitabında[5] karşımıza çıkmaktadır. Ancak bu gibi birçok kutsal metinde görmekteyiz ki Yahudilerin ölüm sonrasında bir hayata dair görüş birlikleri söz konusu değil farklı tavırları mevcuttur.

Kutsal Kitap sonrası dönemde hahamların ölümden sonra dirilmeye inandıkları ancak bu inançlarını dini bir otoriteyle ispatlamaya çalıştıkları görülmektedir. Ölüm sonrası hayata dair net bilgilerin olmaması da hahamların farklı birçok yorum getirmesini sağlamıştır. Yahudi inancında cennet ve cehennem kadar önemli sayılan Mesih inancı çok büyük yer kaplamaktadır. Bu inanca göre Mesih’in gelmesiyle insanlar dünya hayatında dileklerinin yerine geldiğini, alemde barışın tesis edildiğini ve Kudüs’ün yeniden imar edildiğini göreceklerdir. Bu dönemin sona ermesiyle de bütün ölüler diriltilecek ve hesaba çekilecekler dünya hayatında erdemli olanlar mükafatını Aden bahçesinde görecekler ve kötüler de cezalarını cehennemde (gehenna/gehinnom) çekeceklerdir. Hahamların bazılarına göre cehenneme atılmalarından sonra 12 ay orada kalacaklar ve sonra yok edilecekler, bazılarına göre ise 12 ayın bitiminde günahlarından kurtulup Aden bahçesinde bulunanlara katılacakları görüşü benimsenmiştir. Yahudilere ihanet edenlerin ve Yahudi dini öğretilerini saygısızca çiğneyenlerin ebedi olarak acı ve ıstırap içinde cehennemde kalacakları istisnai bir durum olarak bildirilmektedir.

Orta çağda Musa b. Meymun (Maimonides) (ö.1204) Yahudi teolojisinin ve akidesinin ana hatlarını çizmeye çalışmıştır. Maimonides, Misna’nın yorumunda Tora’daki 613 emir ve yasaktan On Üç Esası derlemiş ve Yahudiliğin temel doğruları, dayanakları olarak ortaya koymuştur. Bu On Üç Esas’dan sonuncusu olarak da karşımıza ölünün dirilişi çıkmaktadır. Maimonides’e göre diriliş, ruhun ölümle ayrıldığı bedene dönmesidir. Ona göre ölüm nasıl ruhun bedenden ayrılması ise diriliş de Tanrı’nın iradesi ve kudretiyle ruhun ayrı kaldığı bedene geri döndürülmesidir.

Çağımızda Muhafazakâr Yahudilerin çoğunluğu ve Ortodoks Yahudiler bu geleneksel inanışlarını halen daha devam ettirmektedirler. Bu anlayışa göre İsrailoğulları yaşadıkları sıkıntılı dönemden Mesih’in gelmesiyle kurtulup huzur bulacaklar, sonrasında kıyamet ile ölüp dirilecek ve hesap gününe erecekler daha sonra da erdemli hayatı olanlarla Kutsal kitaptaki 613 emre uyan Yahudiler cennete, diğerleri ceza olarak cehenneme gireceklerdir.

Bu görüşlerin yanında diğer taraftan Reform Yahudiler geleneksel pek çok Yahudi inancına farklı anlamlar yüklemişlerdir. Reform Yahudilere göre insanın ruhu ilahi kökenlidir ve bu nedenle de ölümsüzdür. Ölüm ile beden nasıl geldiği yere toprağa gidiyorsa insanın ruhu da geldiği yere Tanrı’ya dönecektir. Dolayısıyla ölülerin diriltilmesi ile cennet ve cehennem inançlarını reddederler.

Modern kutsal kitap araştırmacıları, Yahudi geleneğiyle gerçek Yahudi inancı arasında ayrım yapmaktadırlar. Bu sebeple iki görüş ortaya çıkmıştır. Geleneksel anlayışa göre Yahudilikteki ölüm sonrası hayat vahyin ürünüdür. İkinci görüşte ise ahiret düşüncesi savaş sonucu İsrailoğulları’ndan erdemli pek çok insan öldüğü için ahireti tarihi bir evrimin son basamağı olarak görmektedirler. Ancak bu konuda da görmekteyiz ki Kutsal kitap araştırmacıları farklı görüşler ileri sürmektedirler. Tabiatın her yıl ölümü ve yeniden canlanışını, Tanrıların ölümü ve yeniden doğuşu olarak algılayan Kenan mitolojisiyle Yahudilikteki ilk ölüm sonrası hayat düşünceleri arasında bağlantı kurulmaktadır. Ancak çağdaş araştırmacılardan bazıları bu iki durum arasında ilginin çok az olduğunu ifade etmektedirler.

Sonuç olarak Yahudi ölüm sonrası inancının kaynağının Tanrı tarafından İsrailoğulları’na peygamberleriyle gönderilen bir vahiy mi olduğu yoksa Kenan ve Pers dinlerinin etkileriyle sonradan benimsenen aslında Yahudiliğe yabancı bir inanç mı olduğu hususunun tespiti mümkün değildir. İlginç olan bir diğer husus MÖ. 1200’lerde yaşayan Musa’dan MÖ. 2. asırda kaleme alınan Daniel’in kitabına kadar geçen zaman içinde ölüm sonrası hayata ilişkin açık bilgiler bulunmamasıdır. Aslında konu hakkında bu denli farklı ve ispatı gerektiren fikir ve hususların ortaya çıkmasında temel sebep olarak kutsal metinlerin önemli bir kısmının yüzyıllarca sözlü olarak rivayet edilmesi ve birden çok farklı kişi tarafından farklı kaynaklar ışığında tekrar düzenlenmesi gösterilmektedir. Dolayısıyla elimizdeki Kutsal Kitap nüshalarından hareketle sağlıklı bir sonuca varmak oldukça zor olmaktadır.

Hristiyanlıkta Ölüm Sonrası Hayat ve Diriliş

Hristiyanlık ortaya çıktığı coğrafya nedeniyle ve Yahudiliğin Kutsal kitabını Eski Ahit olarak kabul etmesiyle aslında onların önceki dini mirasından belli ölçüde yararlandıkları görülmektedir. Onların akıl yürütmelerine göre Tanrı hayat sahibidir ve ölüyü tekrar hayata döndürmesi mantıki bir zorunluluktur bu yüzden diriliş mutlaka meydana gelecektir. Ayrıca bu doktrinin evrensel bir inanç olduğuna ilişkin pasajlarda işaretler vardır. İbrahim, İshak ve Yakup gibi peygamber aracılığıyla ölüm sonrası hayat inancı çok öncelerden itibaren insanın ebedi kaderi olarak Tanrı tarafından ilan edilmiş ve bunun bir sonucu olarak da İsa peygamberde aynı inancı vazetmiştir. Yeni Ahit’te zikredilen bu ve benzeri birçok bölümden başka, İsa peygamberin dirilişi bazı teologlar tarafından Hristiyanlıktaki genel dirilişin temeli olarak görülmektedir.

Buna ilave olarak da Pavlus görünüşe göre bütün Hristiyan inancını, çarmıha gerilmesi ve gömülmesine müteakip İsa’nın dirilişi inancına dayandırmaktadır. Bununla beraber çağdaş teologlar İsa’nın dirilişinin gerçek tabiatı ve göğe yükselmesinin ispatı hakkında farklı görüşlere sahiptirler. İlk olarak ”geleneksel görüş” olarak nitelendirilen bakış açısında İsa’nın dirilişi tarihi bir olaydır ve tarihsel akıl ile ispat edilebilir. Bu görüşün taraftarları İsa’nın çarmıha gerilmesi ve ölümünü müteakip konulduğu mezarın ilk şahitler tarafından boş bulunmasına ve ölümünden sonra İsa’nın bazı insanlara görünmesine ilişkin İncil rivayetlerini tarihi bir delil olarak savunmaktadır.

İkinci görüş olarak tarihi delilin inanç oluşturmadaki yeterliliğine şüpheci olanlar yer almaktadır. Şüphecilere göre bu konu hakkında eleştirel tarihi araştırmaya mahal yoktur ve bu sebeple insan aklının Hristiyan teolojisinde İsa’nın dirilişi konusunda yapabileceği bir şey olmadığına inanmaktadır. Üçüncü görüş olarak ise İsa’nın dirilişinin havarilerin İsa’ya olan derin bağlılığının bir sonucundan başka bir şey olmadığına inananların görüşü zikredilmektedir. Ancak indirgemeci görüş olarak adlandırılan bu iddiaya göre İsa’nın çarmıha gerilmesini müteakip ölüm sonrası görülmesinden söz etmek yanıltıcıdır.

İsa’nın dirilişinin Yeni Ahit’teki boş mezar ve İsa’nın ölüm sonrası görünüşleri hakkındaki rivayetler nedeniyle genel diriliş inancının bir temeli olarak kabul edilemeyeceği görüşü ağır basmaktadır. İncillerde İsa’nın dirilişinin nasıl olduğuna ilişkin herhangi bir bilgi verilmez aynı zamanda İncillerdeki İsa’nın kime ve nerede görüldüğüne dair rivayetler birbirinden farklılık göstermektedir.

Hristiyanlık tarihine bakıldığında İsa’nın dirilişine ve insanın mezar ötesindeki kaderine ilişkin çok çeşitli görüşler bulunmaktadır. Bu, İsa’nın dirilişinin gerçek mahiyetinin eleştirel tarih metodolojisiyle tam olarak anlaşılamayacağı gerçeğiyle yakından ilgilidir.

İlk Hristiyanlar genellikle İsa nasıl ölümden dünyadaki bedeniyle diriltildiyse ve kendisinin diriltilecek olanların ilki olarak tanımladıysa, diğer insanların et ve kemikten oluşan bedenlerinin de ahirette tamamen hayata geri döndürüleceğine inanıyorlardı. Roma Katolik Kilisesi, Protestan ve Ortodoks Kiliseler tarafından Hristiyan inancının ortak bir ifadesi olarak kabul edilen bu inanç insan vücudunun dirilişi olarak ifade edilir. Bu görüş Roma Katolik Kilisesi’nin temel dogmasıydı. Ayrıca daha sonra Skolastik dönemin simalarından Thomas Aquinas (ö.1274) tarafından sistemleştirilmiş ve felsefe terimlerle ifade edilmiştir.

Bunun yanı sıra diriliş inancı Hristiyan Reformistler John Calvin (ö.1564) ve Martin Luther (ö.1546) tarafından savunulmuş temel Protestan öğretisidir. Ancak bedenin dirilişi fikri Kutsal Kitapta açıkça yer alan ölüm sonrasına ilişkin tek inanç değildir. Bu husus Yeni Ahit’te kesin bir dille söz edilmediği gibi Pavlus’un da bu düşünceyi reddettiği görülmektedir. Pavlus fizik beden ve ruhani beden şeklinde iki bedenden söz etmektedir. Fizik bedeni çürüyebilen ruhani beden de çürümeyen bir yapı olarak tasvir etmektedir. İlk dönem kilise babalarından Origan ruhun bedenle dirilişini ilk savunan kişi olarak kabul edilir ve söyledikleri Pavlus’un görüşleriyle benzerlik arz etmektedir.

 Çağdaş Hristiyan dünyada ruhani diriliş düşüncesi ölüm sonrası kişisel devamlılığın yorumlarından birisi olarak görülmektedir. Felsefi anlamda ruhun ölümsüzlüğü doktrinini bir inanç olarak görmediklerini ve bedensiz bir geleceği reddettikleri açıkça dile getirmeseler de, mezarda yatan gerçek fizik yapının tekrar hayata döndürülmesine de kelimesi kelimesine inanmayı da reddetmektedirler. Diğer taraftan da gelecek dünyadaki hayatta ruhun gerekli ifade ve davranış organlarına sahip olacağını ve bir kişinin bedeninin kimliğinden bahsederken önemli olanın kişiyle bağlantısı olduğunu fizyolojik birleşiminin olmadığını kabul ederler.

Son zamanlarda modern İngiliz din felsefecisi John Hick (ö.2012) diriliş inancının yeni bir yorumunu sunmuştur. Replika teorisi olarak bilinen bu görüşe göre bedenin dirilişi ölen kişinin tam bir kopyasının başka bir uzayda Tanrı tarafından yaratılması olarak yorumlanır. Bedenli diriliş ile ruhun ölümsüzlüğü düşüncelerinin uzlaşmacı bir çabası olarak bir izlenim sunmaktadır. Sonuç olarak ruhani diriliş öğretisi ve replika teorisi mezardaki ölünün yeniden hayata dönmesinin imkanını reddeder ve ahirette yeni, maddi olmayan kusursuz bedenlerin varlığını gerekli görür. Felsefi açıdan ölüm sonrası hayat ve diriliş problemi bu dünyadaki ve gelecek hayattaki kişi arasındaki kişisel kimlik problemi ile yakından ilgilidir. Yani diriliş düşüncesini, bedenin kişisel kimliğinin vazgeçilmez bir ölçütü olarak görmek gerekmektedir.

Hem diriliş hem de ruhun ölümsüzlüğü inancı tarih boyunca Hristiyan teolojisinde yer almıştır. Çağdaş Hristiyan düşüncesinde diriliş görüşü, ruhun ölümsüzlüğü görüşü ile karşılaştırılmış ve iki temel argümana dayandırılmıştır. İlk olarak insan ruhunun yaratılışından ölümsüz olduğu ve ahiret günü olacak olan olaylar hakkında anlamlı konuşabilmenin vesilesi olarak ruhun ölümsüzlüğü yetersiz görülmüş ve bedenli dirilişin gerekli olduğu iddia edilmiştir. İkinci olarak da eğer ölüm sonrası hayat insana Tanrı’nın bir lütfu ise mantıken ilahi kudret tarafından meydana getirilmesi ve Tanrı’nın yeni, özel bir yaratma fiili olacağı iddia edilmiştir. Günümüzde Hristiyan kiliseleri ölüm sonrası hayatı inancın ayrılmaz bir parçası olarak görürken bunun olacağı şekil hususunda zaman zaman birbirlerinden ayrılmaktadırlar. Protestan kiliseler hem ruhun ölümsüzlüğünü hem de bedenli dirilişin görüşlerini savunmaktadır. Katolik kilisesi ölülerin sonsuz bir hayata diriltilmesini bir Hristiyan inancı olarak açıkça savunur. Onlara göre İsa nasıl ölümden diriltildi ise erdemlilerde öyle diriltilecek ve İsa ile sonsuz hür hayat yaşayacaktır. Ortodoks kilisesi de ruh ve bedenden oluşan insanın ölümden sonra diriltileceğini ve ruh ile bedenin birbirine bağlı olduğunu kabul etmektedir.

 Sonuç olarak Hristiyan düşüncesinde Yahudilikten farklı olarak ölüm sonrası hayatın varlığına dair herhangi bir tereddüt yoktur. Hristiyan düşüncesinde bu gelecek hayatın bedenli ya da ruhani diriliş şeklinde mi veya ruhun ölümsüzlüğü şeklinde mi olacağı tartışma konusudur. Nitekim bu hususta birçok farklı görüş olması da neticede tek bir görüşü Hristiyan ahiret görüşü olarak sunmayı engellemektedir. Dolayısıyla Hristiyan düşüncesinde tarih boyunca bu hususta ortaya birçok farklı görüşler çıkmıştır. Yahudilikte bu durum daha da karışık bir haldedir. Dirilişin bir Yahudi inancı olup olmadığı tartışmasının ötesinde ölümden sonra bir hayatın varlığı konusunda önemli derecede Kutsal kitaptan sunulan destekleyici rivayetlerin eksikliği görülmektedir. Dolayısıyla da Yahudilikte ölümden sonraki bir hayatın varlığına dair olan inanç hususu Hristiyanlıktaki gibi merkezi bir konumda olmaktan çok uzak bir görüntü çizmektedir.

İslamiyet’te Ölüm Sonrası Hayat ve Diriliş

Usul-u Selase‘nin uluhiyet, nübüvvet ve ahiret akidesinin son ayağını bu iman esası oluşturur. Allah tarafından gönderilen bütün peygamberler ahirete imanı vurgulamışlardır. Ahiret hayatının esas hikmetini dünya hayatında aramak gerekmektedir. Aynı zamanda bu hususta iman, insandaki adalet ve hakikat duygularının da bir yansımasıdır. İslam ölüm olgusunu bir kayıp, yok oluş ve felaket olarak değil tam aksine ilk varoluş alanından ikinci bir varoluş alanına geçiş olarak nitelemektedir. Yani ölüm yeni başlayacak ve ebedi devam edecek olan ahiret kapısının bir eşiğidir. İslam kelamcıları sürekli olarak ruh-beden birlikteliğini savunmaktadırlar.

Sura ikinci üfürmeden sonraki yaratma da tıpkı ilk yaratma gibi aynı şekilde ruh-beden birlikteliği içinde gerçekleşecektir. Ruhun mahiyeti hakkında kesin bir şey söylemek mümkün değildir. Ruh Allah tarafından yaratılmış ve gözle görülmeyen, tecrübe edilmeyen gaybi bir varlıktır. Ruh, Allah söz konusu olduğunda kadim değil, hadis bir varlıktır. Ancak ruhun neyden veya hangi maddeden yaratıldığı meselesi tartışmalıdır.

İslam kelamcıları ruhun bu aleme ait bir varlık olduğunda hemfikirdirler. Onlara göre ruhun, bedenin hayat işlevini temsil etmesi hasebiyle cisim olması gerektiği sonucu en uygun görüştür. İslam düşüncesinde İbn Sina (ö.1037) ve Razi (ö.1210) etkileşiminden itibaren ruhun bir cevher olduğu tezi temel kabul edilince ruh-beden birlikteliği hususunda önemli gelişmeler yaşanmış ve yorumlar yapılmıştır. Ruh-beden her ne kadar kategorik olarak farklı görülse de fonksiyonel anlamda birbirlerinden ayrılığı ve bağımsızlığı mümkün gözükmemektedir. Nitekim birçok farklı görüşün doğmasına sebep olan bu tartışma temelinde ruhun ayrı ve bağımsız bir cevher olduğu ve yaratıldığı görüşüne dayanan reenkarnasyon düşüncesi de bunun en belirgin örneğidir. İslam’da bu düşünce her zaman reddedilmiştir ve ruh hangi bedene aitse o bedenle yeniden yaratılacaktır görüşü savunulmuştur. Zira kabir hayatı da ruh-beden etkileşimi sayesinde devam edecek olan bir olaydır. Nitekim kabir hayatı bedenin ölümden sonra hayatını devam ettiren ruhun, doğrudan bedene ya da onun bir parçasına geri dönüşünü ifade etmektedir. İslam kelamcıları da hesap, ceza, mükafat gibi ahiret olaylarının gerçekleşmesini ruhun, kendi bedenine kabirde geri dönmesiyle açıklamışlardır. Şia, Mürcie, Kerramiyye ve Ehli Sünnet kelamcılarını büyük kısmı bu konuda hemfikirdirler.

İslam’da ahiret hayatında diriliş ve ruhun önceki bedenine iadesi tartışmasız kabul edilen bir itikat esasıdır. Bu nedenle İslam kelamcıları yeniden dirilişin gerçekleşeceğini ve ruhun da asli bedenine yeniden iade edileceğini tereddütsüz kabul etmişlerdir. Ehli Sünnet kelamcıları da bu inançları hakkındaki görüşlerini Kur’an ve Sünneti esas alarak temellendirmişlerdir. Kelam alimleri arasında yeniden diriliş ya da cisimlerin iadesi konusunda ana noktalarda uzlaşma sağlanmışken, arazların iadesinin imkânı hususunda önemli görüş ve düşünce ayrılıkları yaşamışlardır. Yeniden dirilişin cismaniliğini tartışmasız kabul eden Ehli Sünnet, Mutezile, Kerramiyye ve Şia gibi mezhepler, dini naslara dayanarak geliştirdikleri yöntemleriyle ruhun ölümsüzlüğü ve ebediliğini benimseyen filozoflardan ayrılmaktadırlar. İslam filozofları beden ile ruhu ayrı kategorilerde değerlendirmekte ve ruh-beden bütünlüğü içinde tekrar dirilişi mümkün görmemektedir. Çünkü onlara göre nefs ile ruh birbirinden bağımsızdır ve ahirette yeniden diriliş y ada iadenin imkânı mümkün değildir.

Sonuç olarak ahirete iman İslamiyet’te önemli bir inanç esası kabul edilmiş ve Ku’ran bu konuda net ve sistematik bir görüş sunmuştur. Kuran’da ahirete iman doğrudan Allah’ın kudretiyle ilişkilendirilmektedir. İslam kelamcıları ruh-beden birlikteliğini ve Allah’ın irade, kudret ve tekvin sıfatları bağlamında ahirette yeni bir hayatın ve düzenin oluşturulacağına dair inancı savunmuşlardır.

Bu makaleyi okuyanlar için tavsiye yazılar:
Ahiret

Dinlerde Mabet Anlayışı
Yahudiliğin Cennet Tasavvuru Üzerine Bir Değerlendirme
Roma Katolik Kilisesinin Ahiret İnancı Üzerine Bir İnceleme

Kaynaklar

Doğan, Hüseyin. ”İslam’da Ahiret İnancının Temelleri Üzerine” Kafkas Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Ek Sayı 1 (2016), 221-251.
Akbaş, Muhsin. “Yahudi ve Hristiyan Düşüncesinde Ölüm Sonrası Hayat ve Diriliş İnancının Dini ve Teolojik Temelleri” Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 15 (2002), 37-60.
Ana Hatlarıyla Dinler Tarihi, Mahmut Aydın, Ensar Yayınları, İstanbul, 2010.
Tanrının Tarihi, Karen Armstrong, Pegasus Yayınları, İstanbul, 2018.

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

eMedrese bir İlmiye Vakfı projesidir.